18 Kasım 2016 Cuma

1962–1967 SÜRECİNDE KIBRIS TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ, BÖLÜM 3



 1962–1967 SÜRECİNDE KIBRIS TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ, BÖLÜM 3



“Bu olağanüstü durumda, iyi bir yapılanmaya sahip TMT hemen hemen bütün konulara el atıp yönetim boşluğunu dolduruyor ve bunu, o zaman herkesin benimseyip haklı gördüğü olağanüstü yöntemler kullanarak yapıyordu. Tıpkı savaş durumu idarelerinde olduğu gibi, yönetim ağırlıklı olarak mücahitlerdeydi. Herkesin can derdinde olduğu bu dönemde, toplum bu durumu normal karşılıyordu. Aslında Türk Mukavemet Teşkilatı’nı oluşturan mücahitler, bu dönemde gerçekten çok değerli hizmetler verdi. Bütün acı olaylar, çok kısıtlı imkân ve güçlüklere rağmen övünülecek bir teşkilatçılıkla, adeta felce uğramış toplum süratle derlenip toparlandı. Zorunlu hizmetler, çatışmaların en sıcak dönemlerinde bile aksamadı ve gittikçe gelişti. Okullarda eğitim sürdürüldü. Birbirinden ayrı ve bütün ada sathına yayılmış çok sayıda Türk bölgelerinde yerel teşkilatlar oluşturulup süratle geliştirildi. Bunlar arasında haberleşme bağlantıları kuruldu. Her bölgede, savunma için silahlı güçler oluşturuldu ve bunlara mütevazı ölçüde ve çok güçlükle de olsa, lojistik destek akımı sağlandı. Rumların uygulamaya başladıkları vahşi abluka ve ambargolara rağmen, Bayrak 
Radyosu çok kısa sürede gerçekleştirildi ve Kıbrıs Türk’ünün sesini duyurmaya başladı. Türk mahkemeleri kuruldu ve faaliyete geçti. Kısacası bütün ciddi güçlük ve mahrumiyetlere rağmen olaylardan sonra Türk toplumu süratle derlenip toparlanabildi ve göreceli bir normal yaşama dönerek moral çöküntüden kurtuldu. Bunda Türk Mukavemet Teşkilatı’nın, o zaman başında bulunan ve adına Bayraktar denilen komutanın ve mücahitlerinin gerçek bir vatanseverlik ve fedakârlıkla yaptıkları azimli, inançlı ve örnek çalışmalarının büyük payı vardır.” 

Kamil Özkaloğlu da 12 Ekim 2008’de Kenan Çoygun Paşa’nın vefatının üçüncü yılında yazdığı makalesinde onun hakkında şu ifadeleri kullanmaktadır; 102 

“…Kenan Çoygun, Kıbrıs Türk halkının kendi kendini yönetmesine ve devlet kurumlarının oluşmasında öncülük etmiş, Kıbrıs'ta bulunduğu süre içinde önce mücahidinin ve sonra da Kıbrıs Türk Halkının güven, sevgi ve saygısını kazanmıştır.” 

TMT’nin yeniden örgütlenmesinde, güçlenmesinde ve Türk halkının varlığını sürdürmesinde büyük rol oynayan Kenan Çoygun 1967 yılı başında adadaki görevinden alındı.103 Başarılı bir komutanın görevden alınması hiç şüphesiz Kıbrıs yakın tarihinde üzerinde dikkatle durulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kenan Çoygun’un görevden alınmasında, özellikle adadaki Türk varlığının güçlenmesine ve Türkiye’nin bölgedeki etkisinin artmasına engel olmak isteyen İngiliz ve Amerikan yönetimleri etkili oldu. Zira Çoygun, Rumları kollayıp gözeten İngiliz-Amerikan sivil ve askeri yönetimine zaman zaman açık cephe almış, hatta bu ülkelerin askeri birliklerine 
operasyon dahi düzenlemiştir. Kıbrıs vasıtasıyla Doğu Akdeniz üzerindeki kontrolünü kaybetmek istemeyen ABD yönetimi Türk hükümetine baskı yaparak Çoygun’un görevden alınmasını sağlamış, böylece Yunanistan’ın sempatisini kazanarak bu ülkeninRusya’nın yörüngesine girmesine engel olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve Kıbrıs Türk Yönetimi tarafından alınan bu karar ise Kıbrıs Türkleri arasında büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı ile karşılanmıştır. Kenan Çoygun’un geri çekilme kararının Kıbrıs Türk halkında yarattığı etkiyi İsmet Kotak şöyle anlatmaktadır: 104 

“Türk’ün yaşadığı her karış toprağı korumuştu. Hatta Rum çetelerinin bölgelerinde olan stratejik hedeflere bombalı saldırılar düzenlemeyi başarmıştı. İşte TMT Komutanı Kenan Paşa’nın suçu Lefkoşa kuşatma altında iken bile Lârnaka’daki emperyalizmin kalesi olan petrol depolarını bombalarla havaya uçurması idi... 

Lefkoşa’da kıyametin koptuğu günlerden biri idi. Günlerce yazıp başkaldırmıştık adeta ama sonuçta emperyalist güçler galip gelmişlerdi. TMT’nin efsane komutanı Kenan Paşa (Bu rütbeyi ona Kıbrıs Türk’ü vermişti), geri çekiliyordu... Haber etrafta bomba etkisi yaptı. TMT Komutanları adeta isyan ediyorlardı ‘Yeraltı Örgütü Komutanı nasıl geri çekilir?’ diye. Zafer gazetesinden arkadaşlar gelip, gittiler. İkinci baskı yapmak ve TMT komutanının resmini basarak dağıtma kararı alındığını söylediler. Zafer bir yerde Kenan Coygun Paşa sayesinde basılıyordu ama üstünde bizim isimlerimiz vardı. Resmini basacaktık. Oysa TMT yeraltı örgütü olarak yer üstüne çıkmış da olsa ‘Komutan’ her zaman gizli kalırdı. Zafer gazetesi sorumluları olarak herkes boynunu alta koymuştu. Resim basılacak ve TMT’nin efsane komutanına karşı son görev yerine getirilecekti... Zafer yayımlanıp dağıtıldı ve çakmak çakmak gözleri, tarihin içinden çıkıp gelen komutanların bir eşi olan Kenan Paşa, bir anda fark edilen bıyıkları, çatık 
kaşları ile Kıbrıs Türk halkının karşısına çıktı... Zafer kapışıldı. Kenan Paşasına veda eden halk büyük üzüntü duydu...” 

Kenan Çoygun’un istenmeyen adam ilan edilip Türkiye’ye gönderilmesiyle ilgili bardağı taşıran son damla kimilerine göre onun son derece cüretkarane bir şekilde sömürgeci zihniyete karşı takındığı tutum oldu. TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum Nevzat Uzunoğlu bu hususta şunları söylemektedir;105 


“…Onu uzun bir müddet tanıyamadık. Tanışamadık geldiğini bildiğimiz halde. O benimle sık sık görüşürdü. Kıdemli derdi bana. İsmimden ziyade kıdemli diye 
çağırırdı beni. Onunla da çok münasebetlerimiz oldu. Kendisi iyiydi, girgindi. Müteşebbis bir komutandı. TMT’den yetişmiş olmamasına rağmen kendi çalışkanlığı, merakı sayesinde TMT’ye ait birçok şey öğrendi. Orada Rum tarafında Rum karargahlarına, Rum mevzilerine sabotajlar yaptırmak için birçok teşebbüsleri oldu. Bir gün beni Türk Sigara Fabrikası (Müdürü) Cüneyt Bey vasıtasıyla 2 Fransız lejyonerle tanıştırdılar. Kenan Çoygun bana ‘Nevzat falan saat sigara fabrikasına git Cüneyt Bey’e. O seni bazı şahıslarla tanıştıracak. Bunlar Fransız’dır. Yüksek rütbeli lejyoner askerleridir. Bunlar silahtan, bubi tuzaklarından, patlayıcılardan anlar. Sen de bazı bir şeyler götür oraya. Test et, dene bunları bakalım hakikaten bir şeyler bilirler mi, anlarlar mı’ dedi. Cüneyt Bey tanıştırdı bizi bu Fransız lejyonerlerle. Tabii tercümanlığımızı da Cüneyt Bey yapar. O zaman birçok fünyeler var (kullanılan). Basınçtan kurtulan fünyeler var, basınca patlayan fünyeler var. Tel gerili fünyeler var. Onlardan hepsinden götürdüm birer tane. Adamlar görür görmez hepsini izah ettiler. Ben vazgeçtim tabii biliyorlar (her şeyi). Onlar belki de benim bilmediğim çok daha 
fazla şey biliyorlar. Onlarla konuştuk, tanıştık. Adres falan alındı ve sonradan bu lejyoner askerlere Larnaka’daki Shell petrol tankerlerini patlatma emri verildi. 
Bunların kiralık arabaları vardı ve Rum tarafına serbest geçerlerdi. Tabii Rumtarafında kalırlardı. Larnaka’ya gittiler. Bir sandal, bot da satın aldılar. Şişirdiler botu. Girdiler botun içine gece. Petrol depoları da sahilde, kumsalda hep tellerle çevrilmiş. Sahilden botla geldiler bir gece karanlığında. Bekçiyi etkisiz hale getirdiler, bombalar yerleştirdiler ve patlattılar. Bekçinin de nöbet tuttuğu piyade tüfeğini aldılar getirdiler Lefkoşa’ya. O benim yatağımın başucunda durdu senelerce. Tabii bu işin arkasını İngiliz istihbaratı ve Amerikan istihbaratı bırakmadı. Ne olduğu, nasıl olduğu, bunun Kenan Çoygun tarafından yaptırıldığı meydana çıktı. O zaman bazı hadiseleri daha olmuş Kenan Çoygun’un… Bunun üzerine Dr. Küçük de aleyhine çalışmaya başladı Kenan Çoygun’un. İngiliz hükümeti de onun aleyhinde ve siyasi otoriteler vasıtasıyla 
Kenan Çoygun aldırıldı buradan, alındı…” 

Kıbrıs’ta TMT’nin neredeyse gözden çıkarıldığı ve TMT faaliyetlerinin durma noktasına geldiği bir sıkıntılı bir süreçte göreve başlayan, 1964 Johnson Mektubu sonrasında gerilen Türk-ABD ilişkilerine paralel olarak dönemin hükümeti tarafından Amerikan yönetiminin tepkisini çekmemek amacıyla gözden çıkartılan Kenan Çoygun görev yaptığı sürede sadece TMT konusunda mesai harcamamış, adada iç sorunlarla boğuşan Dr. Fazıl Küçük’ün, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in direktifleri sonrasında doğru hamleleri gösterememesi sonucunda uluslararası alanda da diplomatik krize neden olmuştur. 19 Şubat 1967 tarihli Hürriyet gazetesi de Kenan Çoygun’un geri çekilmesi olayını manşetinden 
aşağıdaki şekilde duyurmaktadır; 106 

 “Türk Mücahitlerinin Lideri Bozkurt Kıbrıs Adasından Geri Çekiliyor, Hükümet’in kararı Kıbrıs’ta Protesto edildi – Binlerce Türk Mücahidi dün Lefkoşa’daki Bayraktarlık binası önünde bir yürüyüş yaparak Liderleri Kemal Coşkun’un Türk Hükümeti tarafından geri çekilmesini protesto etmişlerdir.” 

Gerçekten de Kenan Çoygun’un görevden alınması adada bir infial yaratmıştı. Zaman zaman anlaşmazlığa düştüğü siyasi otorite de dahil olmak üzere, kadınıyla erkeğiyle bütün Kıbrıs Türk halkı ve TMT mensupları adaletli, sevgi dolu kahraman liderlerinin geri çekilmesinden dolayı büyük üzüntü duymuşlar ve Türk hükümetinin bu kararına tepki göstermişlerdir. Hatta bir heyet oluşturarak gitmemesi için Kenan Çoygun’dan ricade bulunmuşlar, aralarında para toplayacaklarını, her ihtiyacını karşılayacaklarını dahi ifade etmişlerdir. Şüphesiz böyle bir durum mümkün değildi ve hükümetin verdiği karar gereğince Kenan Çoygun büyük bir özveri ile örgütlediği TMT’ye ve Kıbrıs Türk halkına veda etti. 
Adadan ayrılış süreci dahi onun gerek Türk halkı, gerekse BM nezdindeki ve hatta Rum silahlı örgütü üzerindeki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Zira Rumlar tarafından Persona Non Grata/İstenmeyen Adam” ilan edilen Kenan Çoygun’un başına ödül bile koymuş olan Rum Ulusal Muhafız Ordusu’nun, Kıbrıs’tan ayrılacağı gün onu korumakla görevlendirilmiş olması ibret alınacak bir olaydır. Albay Rıza Vuruşkan’ın yerine Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Kemal Coşkun olarak göreve başlayan TMT’nin ikinci komutanı ve Bayraktarı Albay Kenan Çoygun da 3 Ekim 1962 günü başladığı görevini 24 
Şubat 1967 tarihinde tamamlar ve Beyrut üzerinden Türkiye’ye döndü.107 Kenan Çoygun’un beklenmedik bir şekilde adadan ayrılarak Türkiye’ye dönmesi Kıbrıs’ta üzüntü ve şaşkınlığa da yol açtı. Zafer gazetesi Çoygun’un adadan ayrılışı ardından şunları yazmıştı;108 


 “Kıbrıs Türk’ünün varlığını hedef almış kudurgan bir sürünün karşısında efsaneleşmiş kimliğiyle Türk toplumuna kalkan, Türk mücahidine öncü olmuş, en çeşit güçlüklerden sıyrılmamızın yollarını göstermek için tarihsel Ortaasya öncüsü ‘Bozkurt’un ödevini yüklenmiş çok değerli bir insan, Kıbrıs Türk toplumunun lideri, Kıbrıs Türk mücahidinin başkomutanı, genel ve ölmezleşmiş adıyla Kıbrıs Türk’ünün Bozkurt’u dün saat 18.30’da bütün sevdiklerinin ellerini böğürlerinde bırakan bir gizlilikle Kıbrıs’tan ayrılmış, Beyrut yoluyla Türkiye’ye dönmüştür. Kıbrıs Türk’üne bir uçtan bir uca uzanan yurt topraklarını bir kere daha vatanlaştırmanın gerekliliğini öğreten Bozkurt, asıl adıyla Kemal Coşkun’un kendini sevenlerden bir suçluluk, bir korku telaşı içinde kaçırılıp uzaklaştırılması, bu ayrılığa sebep olanlara karşı beliren büyük hoşnutsuzluğu uçurumlaştırmış, bu topraklar için, bu toprakların gerçek sahibi Türk toplumu için çalışanlara kadirbilmez bir tutumla bıçak saplamaktan çekinmeyen hırs cambazlarına hadlerini bildirmenin, onları layık oldukları mevkiye indirmenin gerektiği inancını bir kere daha doğrulamıştır. Kendisine hizmeti amaç edinen, onun var olması uğrunda varlığını esirgemeyenleri değerlendirmek, onları kendisine baş tacı 
yapmak isteyen bu toplum artık ehven-i şer bir lider, ehven-i şer bir özgürlük yerine dört başı mamur bir özgürlüğü sağlayacak Kemal Coşkun gibi dört başı mamur liderlere olan ihtiyacını dün bir kere daha hissetmiş, bu ihtiyacın Demokles kılıçlı, güdümlü bir özgürlükle giderilemeyeceğini yeniden anlamak fırsatını bulmuştur. Çünkü Bozkurt saydığımız, öylece tanıdığımız Kemal Coşkun 1963 Aralık olaylarının başlamasıyla esaslı bir şekilde ve meşru bir savunma için teşkilatlanan mücahitlerimizin bugünkü duruma gelmelerinde büyük ve önemli bir rol oynamış, ortada dolaşmaması, hiçbir yerde görünmemesine rağmen Türk halkı arasında efsaneleşmiş bir kuvvet olmuştur. Bozkurt’a anlatılmaz bir sevgi besleyen halkımızla mücahitlerimiz Türkiye hükümetinin Bozkurt’un Kıbrıs’tan çıkabilmesi için bile Rum İçişleri Bakanı 

Yorgacis’ten izin istemesini de işte bu yüzden Kıbrıs Türk’ünün şeref ve haysiyetine vurulan büyük bir leke kabul etmişler, bu müracaatı duyar duymaz Genelkurmay’la Türkiye hükümetine başvurarak Bozkurt’a ilişkin kararın bozulmasını istemişlerdir.” 

Zafer gazetesi, “(O) Mücahitlerin en büyüğü idi” başlıklı başka bir yazısında ise Kenan Çoygun ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunulmaktaydı;109 

Türk toplumunun lideri ve Türk mücahidinin eşsiz komutanı Bozkurt’un aramızdan ayrılması gerek toplumumuzu, gerekse toplumumuzun kopmaz bir parçası olan Türk mücahidini ziyadesiyle üzmüştür. Kıbrıs Türk’ünün en karanlık ve buhranlı günlerinde onun ufkunda güneş misali parlayan Kemal Coşkun adada geçirdiği üç yıldan fazla bir zamanda gerek toplumumuzun, gerekse komuta ettiği Türk mücahidinin gönlünde büyük yer etmiştir. Onun adadan ayrılışı bu davaya gönül vermiş ve destek vermiş insanları üzmekle beraber onların mücadele azminde en ufak bir tesir dahi yapmamıştır. Çünkü Kemal Coşkun, Kıbrıs Türk’ünün gönlünde efsaneleşmiş bir kahraman olarak yatmaktadır. O bir mücadele adamıdır. O bir dava adamıdır. O bir semboldür, bir cesaret ve azim sembolü. Onun bu yüce vasıflarını anlamak yeteneğinden yoksun olanlar onun efsaneleşmiş heybetine gölge düşürmek gafletinde bulunmağa kalkışmışlardır. Türk toplumu bugün düşmana esir olmamışsa, Türk toplumu bugün dimdik ayakta duruyor, eskisinden daha güçlü olarak mücadelesine devam ediyorsa tereddütsüz denebilir ki bu Kemal Coşkun’un dirayeti sayesinde olmuştur. Papaz idaresinin kuş uçurtmadığı, limanları, havaalanlarını son derece sıkı bir kontrol altında tuttuğu günlerde dahi Bozkurt merkezden ve kasabalardan uzak 
ufacık köylerimize dahi biraz ümit, biraz ışık göndermesini bilmiştir. Onun nazarında varlığı için mücadele eden bir Türk toplumu ve bu toplumun direnme savaşını yöneten mücahit vardı. İşte Kemal Coşkun kendini bu mücahitlerden biri olarak sayardı. O bir mücahitti. Mücahitlerin en büyüğü idi. Cephede sert bir komutan, cephe gerisinde anlayışlı ve müşfik bir büyük. Türk mücahidinin dilinde o bir ‘Büyük’tü. Türk davasının bu en büyük başı bu topluma ‘Bir dava yoluna baş koymanın, bir ideal uğrunda ölmenin sırrını’ öğretmiştir. Bu dava için ölenler, onun bir emriyle ateşe atılmayı şeref sayanlar, onun yarattığı mücadeleci neslin bugünkü öncüleridir. Kemal Coşkun gitti. Türk mücahidinin bu en büyüğü mesut neticeye ulaşmadan adadan alındı. Ama bilmiş olsun ki onun azmi, onun inancı, onun mücadeleci ruhu bu toplumun ruhuna işlemiştir. O ayrılırken davayı emanet ettiği zinde kuvvetler bugün görev başındadır. Ve bu zinde kuvvetler Kemal Coşkun’un bıraktığı mücadeleyi aynı hızla, aynı inanç ve azimle selamete götürecektir. Müsterih ol Kemal Coşkun! Müsterih ol mücahitlerin en büyüğü! Emanet ettiğin bu dava zinde kuvvetlerin kudretli ellerinde ve eğilmez omuzları üzerindedir. Ve bu kuvvetler her ne pahasına ve her ne şart altında olursa olsun davayı tayin ettiğin hedefe ulaştırmakta azimlidir. Seni aramızda tekrar göreceğimiz günler uzak değildir.”110 

Ancak burada belki de en dikkat çekici nokta o güne kadar gizliliğini tam manasıyla koruyan, varlığı ve mevcudiyeti 21 Aralık 1963 tarihinde yeraltından yer üstüne çıkarak cephe savaşına girmesiyle Rumlar tarafından bilinen TMT’nin Kıbrıs’taki en üst askeri yöneticisi konumundaki Bayraktar’ın kimliğinin ifşa edilerek Kıbrıs Türk basınında ilk defa olarak resminin yayımlanmasıdır. Bu resmin ne şekilde gazetelerin eline geçtiği veya kimler tarafından gazetelere verildiği ise bilinmemektedir. 

Albay Kenan Çoygun’un beklenmedik bir şekilde adadan ayrılması özellikle İngilizlere ve Amerika’ya karşı tepkilere de neden oldu. Bu konuda en sert tepki 
gösterenlerden birisi de “Bir takım adamlar Osmanlı dolapları ile Bozkurt’a karşı durmuş ve onu Ankara’ya jurnal etmişlerdir. Bunların başında Bozkurt ve arkadaşlarının Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devleti kurmaya hazırlandıkları da vardır. Ve ne yazıktır ki bu palavraya da inanılmıştır. Bozkurt’tan sonra sırasıyla Sancaktar da çekilecektir. Türkiye Kıbrıs’tan gelen jurnaller ve palavralar üzerine yıllardan beri oluşturduğu stratejisini, kurulu savunma düzenini dağıtmaktadır.”111 diyen Zafer gazetesinden İsmet Kotak gelmektedir. Kotak, Kıbrıs üzerine oynanan oyunu ve tepkisini şöyle dile getirmiştir;112 


“Çirkin bir sindirme kampanyasının, rezil bir Amerikan oyununun, seviyesiz bir entrikanın bizi ortada bırakmış olmasına yanmıyoruz. Ne de kollarımızı havaya 
kaldırmış bu mücadeleyi ortada bırakmışız. Ankara ve Lefkoşa’da düzülen iğrenç oyunlarla atılan kazıkları kadife eldiven içinde gösterenlerin diplomasi dedikleri 
manevraların sonucu bugün yollarımızı en çirkin emrivaki olarak ayırmıştır. İstenen basittir; 

1- Çelik iradenizi saf dışı yaptıktan sonra Kıbrıs Türk’ünü Amerikan oyunlarına teslim etmek. 

2- Zinde kuvvetleri darmadağın ederek 120.000 Türk’ün sırtında ‘Sivil idare’ teraneleri arasında havan dövmek. 

3- İçi geçmiş İngiliz kalıntılarının, en kesin Amerikan oyunlarının darbesi size vurulmak suretiyle Türk mücahidini dağıtmaya çalışmak. 

Ama umutsuz hayatını bu davaya harcayanlar için mücadelenin sınırı yoktur. Nuri Sait müsveddelerinin işbirliği ile kurdukları cepheyi çökerteceğiz. Türk mücahidi bu ayrılış anında andını tekrarlar, Bozkurt yolunda olduğunu haykırır.” 

Kıbrıs’tan ayrılmasından sonra Beyrut’a gelen Kenan Çoygun, eşi Behice Coşkun ve oğlu Gültekin Coşkun burada bir müddet kalır. Büyükelçilik yetkililerinin güvenlik konusundaki ısrarlarına rağmen büyükelçilikte kalmayı reddederek otele yerleşen Kenan Çoygun burada “Ben kendi emniyetimi kendim temin ederim.” açıklamasında bulunur.113 Bu arada Bayraktar Kenan Çoygun’un adadan ayrılmadan önce hükümet yetkililerine “Ben şerefli bir askerim. Eğer adadan çıkacaksam şerefimle çıkarım. Silahımı bırakmam.”114 dediği 
belirtilir. Kıbrıs’ta Bayraktar olarak görev yaptığı dönemde kelimenin tam manasıyla efsane haline gelen Kenan Çoygun gerek askeri dehası gerekse kişiliği ve karizmatik görünümüyle adada unutulmaz bir sima haline gelir. TMT mensupları tarafından çok takdir edilen, davranışları, çalışma prensipleri, personeliyle yakından ilgilenmesi ve sorunlara anında çözüm bulmasıyla ön plana çıkan Kenan Çoygun’un unutulmaz görüntüsü ise devamlı yanında taşıdığı el bombası ve beylik tabancasıdır. 

Bayraktar Kenan Çoygun’un adadan geri çağrılmasıyla ilgili olarak Türk basınında da farklı yorumlar yer alır. Hürriyet ve Akşam gazeteleri konuya yer verirlerken Bayraktar’ın geri alınmasına Dr. Fazıl Küçük ile Bayraktar arasında ortaya çıkan huzursuzluğun sebep olduğunu ileri sürerler.115 

Gazetelere göre Dr. Fazıl Küçük’le aralarında görüş ayrılıkları meydana gelmesi sonrasında Dr. Küçük’ün Kenan Çoygun’un geri çekilmesini istediği ifade edilir. Daha önce bu yöndeki bir talebe ‘Hayır’ denmesine rağmen adada Dr. Fazıl Küçük ile TMT mensupları arasında huzursuzluk yaşanabileceği endişesiyle hükümetin bu isteği kabul ettiği de iddia edilir.116 Aynı günlerde bir açıklama yapan Rauf R. Denktaş ise “Ankara TMT’ye gerektiği kadar yardım etmemiştir.”117 der. Öte yandan yukarıda da ifade edildiği üzere Kenan Çoygun’un adadan alınmasında Kıbrıs’taki Amerika Büyükelçiliği’nin 
parmağının olduğu ileri sürülür.118 

Zafer gazetesi ise Albay Kenan Çoygun’un adadan ayrılmasıyla ilgili olarak haber yapmakta, yalan ve iftira yoluyla kötülemek istedikleri”119 Kenan Çoygun’a çamur atanları sert bir şekilde eleştirmekteydi. 10 Nisan 1967 tarihli sayısında Kenan Çoygun’la ilgili olumsuz propaganda yapanları “cüce” olarak niteleyen Zafer, şu ifadeleri kullanmaktadır;120 

 “Üç yıldan fazla bir zaman Türk mücahidine komuta eden efsaneleşmiş ismiyle Bozkurt Kemal Coşkun’u son günlerde bazı cücelerin yalan ve iftira yoluyla kötülemek hevesine kapılmış olduklarını esefle görmekteyiz. Ancak Kemal Coşkun’un mert ve asil heybetine asla saldırmak cesaretini gösteremeyenler onun bırakmış olduğu eserleri parçalamak için bir takım hicap verici kundakçılık hareketlerine girişmişlerdir. Fakat şurası iyice hesaplanmalıdır ki Kemal Coşkun’un bırakmış olduğu eserler öyle birkaç yolunu şaşırmışın kundakçılığı ile yıkılacak kadar temelsiz ve köksüz değildir. Hepimiz 1963 yılının o korkunç günlerini dünmüş gibi hatırlarız. O buhranlı günlerde bir tek ümit, bir tek güven
kaynağımız vardı. Türk mücahidi ve bu güce kumanda edenler. Bozkurt bunların başında idi. Ve biz Türk toplumunun şeref ve haysiyetini, can ve malını cansiperane koruyan mücahit ile iftihar ettik. Ummadığımız bir zamanda 
ummadığımız şartlar içinde bu derece direnişi hepimizin gözlerini yaşarttı. 21 Aralığın o buhranlı günleri içinde evlerinde gizlenmiş olan meydan nutukçuları hemen ortaya döküldü. Artık kendilerini gösterme zamanı gelmişti. Ama Kemal Coşkun bütün yaltaklanmalara asla yüz vermedi. Yapılacak çok iş vardı. Her şeyden önce disiplinli bir mücahit gücü vücuda getirmek gerekirdi. Ve öyle yaptı. 12 bin kişilik bir mücahit ordusu meydana getirdi. Bu gücün en küçük ihtiyacı ile bizzat ilgileniyor ve örnek bir kuvvet olabilmesi için geceyi gündüze katarak çalışıyordu. Kuvvetin teçhizi karşılaşılan en büyük problemdi. Ama Bozkurt amansız gayret ve kesif çalışması ile bunu da başardı. Sadece Lefkoşa’ya değil fakat en ücra köylere kadar biraz ümit, biraz ışık, götürdü. Düşmanın bile havsalasının alamayacağı güçte bir ikmal ve haberleşme şebekesi kurdu. Ve Kemal Coşkun kelimenin tam manasıyla bir mukavemetçiydi. Türk toplumunun herkesten ve her şeyden çok muhtaç olduğu bir mukavemetçi. Şehitlere 
ebedi istirahatgâhı o yaptı. Gazilerin yaralarını o sardı. Şehit ailelerini, fakirleri, göçmenleri o düşündü. Erenköy’de muhasara altında sıkışıp kalmış erkek çocukların sünnetlerine varıncaya kadar her şeyi yaptı, yaptırdı. Bugün düşmanın dahi gıpta ettiği disiplinli, azimli ve kararlı bir mücahit ordusuna sahibiz. Silahımız, cephanemiz ve erzakımız vardır. Ve bütün bunların üstünde dayanma, direnme ve başarma azmimiz mevcuttur. Bütün bunları bize dayanmanın, direnmenin emsalsiz örneklerini veren Kemal Coşkun’a borçluyuz. Eğer Kemal Coşkun’un kuvvetli şahsiyeti ve çelik iradesi olmasaydı ilk günlerin şaşkınlığı üzerimizden geçer geçmez yeniden birbirimize düşerek mukaddes dava, büyük kavga bir kenarda unutulurdu. Kemal Coşkun hiçbir şey yapmamışsa bile güçlü ve disiplinli bir mücahit ordusu kurmakla çok şeyler yapmış oldu. Hiç olmazsa bu gerçeğe saygı gösterilmeli ve yapılan eserleri ortadan kaldırmak yerine yüceltmek yoluna gidilmelidir. ” 

Kenan Çoygun’un adadan ayrıldığı dönem Kıbrıs Türk toplumunun da siyasi bağlamda başsız kaldığı bir süreç olacaktır ve Rauf R. Denktaş’ın adaya dönemeyişi gerek Türkiye’de gerekse Kıbrıs’ta huzursuzlukların, dedikoduların ve sıkıntıların artmasına neden olacaktır. Örneğin Kıbrıs Türk Talebe Cemiyeti tarafından Ankara’da düzenlenen bir toplantıda konuşan Erenköymücahitlerinden Ergün Vehbi “…Biz artık Türk hükümetinin ve Genelkurmay’ının peşinden gitmeyeceğiz. Onlar bizim peşimizden gelsin. Davamızda çıkmaz bir yola girişimizin tek sebebi Kıbrıs’ı bizden iyi bildiklerini iddia eden, aslında hiçbir şey bilmeyen Türkiye’deki yöneticiler olmuştur.”121 der ve “Kıbrıs’ta TMT’de görev yapan komutanları cepheye gitmek istemeyen Kıbrıslı Türk tüccarlardan rüşvet almakla suçlar.”122 Bu arada Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Zeki Kuneralp de aynı günlerde resmi ziyarette bulunduğu Kahire’den Lefkoşa’ya gelerek Kenan Çoygun’un Türkiye’ye dönmesi sonrasında Dr. Fazıl Küçük’le Kıbrıs Türk mücahit komutanları arasında ortaya çıkan ihtilafı çözmek üzere görüşmelere başlar.123 Türk basınında da bu günler ön plana Kıbrıs ve Kenan Çoygun’un oturduğu günler olur;124 


DİPNOTLAR;

102 Kamil Özkaloğlu’dan aktaran Volkan, 12 Ekim 2008 
103 Kenan Çoygun Paşa yeni görev olarak İzmit’te, 15. Kolordu Kurmay Başkanlığı’na atandı. 
104 http://toplumsalhaber.com/yazar.php?id=162 
105 TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. 
106 Hürriyet, 19 Şubat 1967. 
107 Kenan Çoygun’un eşi ve 7 yaşındaki oğluyla beraber dönüş yolunda son sözleri ise “Evet gidiyorum. Fakat davamızın mücadelesi henüz bitmemiştir. Mücadele bundan sonra başlayacaktır.” olur. 24 Şubat 1967 Cuma 
günü saat 19.10’da Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği’nde görevli personelle vedalaşan ve daha sonra Lefkoşa’nın Rum kesimine geçerek havaalanına giden Kenan Çoygun’un uçağı saat 19.30’da adadan ayrılır. 
Kıbrıs’taki görevinden ayrılacağını aynı gün saat 13.00 civarında öğrenen Bayraktar bu durumu en yakınındakilere bile söylemez ve havaalanından Büyükelçilik Maslahatgüzarı Özdemir Benler tarafından 
uğurlanır. 
108 Zafer, 25 Şubat 1967 
109 Zafer, 25 Şubat 1967 
110 Zafer, 25 Şubat 1967 
111 Zafer, 10 Mart 1967. 
112 Zafer, 25 Şubat 1967 
113 Zafer, 3 Mart 1967. 
114 A. g. g., 3 Mart 1967. 
115 Örneğin bu konuyla ilgili olarak Türkiye’deki gazetelere bir yazı gönderen ve “Dr. Küçük’e Neden Cephe Aldık?” başlıklı uzun ve gayet ayrıntılı bir yazı yazan adı saklı bir “Mücahit” açıklamasının “Mücahitlere 
Müdahale” başlıklı kısmında “…Dr. Küçük bir savaş halinin şartlarına intibak edememiştir. Savaşın askerler tarafından yürütüldüğünü, başkomutanın ve irili ufaklı mücahit komutanlarının bazı yetkilere sahip 
bulunmalarının en basit askerlik kaidesi olduğunu bir türlü kabul etmek istememiştir. Askeri ve sivil yetki alanlarını tefrik edememiş, birbirine karıştırmış, hayatında hiç askerlik yapmadığı halde askeri meselelerde 
de son sözün daima kendisine ait olduğu kanaatiyle hareket etmiştir. Bu inançla Başkomutan Bozkurt’tan tutunuz da emrinde üç mücahit bulunan bir karakol komutanının en basit işlerine kadar her şeye müdahalede 
bulunmayı alışkanlık haline getirmiştir. Mesela Rumlar adına çalıştığı ihbar edilen bir Türk sorguya çekilmek üzere birkaç gün için tevkif edilmiştir. Bir kurtuluş savaşı içinde bundan daha tabii bir davranış olamaz. Ama 
hayır, Dr. Küçük derhal kollarını sıvamakta, nezarete alınan kimsenin serbest bırakılması için emirler yağdırmakta, askeri işlere karışmaması kendisine hatırlatıldığı zaman da kâğıda kaleme sarılarak Ankara’ya 
uydurma raporlar göndermekte, halka zulüm yapıldığını, halk arasında Gestapolar türediğini iddia etmektedir… Dr. Küçük’ün etrafı mücahitler için makbul sayılmayan kimselerden meydana gelmiştir. 
Müsteşarı olan Cemal Müftüzade halk arasında İngilizlerin adamı olarak tanınmaktadır. Gerçekten Müftüzade uzun yıllar İngilizlere büyük hizmetlerde bulunmuş, onlarla aşırı münasebetler ve çok sıkı bir 
dostluk kurmuştur. O kadar ki bizzat Dr. Küçük tam 20 yıl Müftüzade ailesine karşı kendi gazetesinde çok şiddetli bir mücadele açmış, bu ailenin fertlerine İngiliz muhipleri sıfatını takarak en ağır ithamlarda 
bulunmuş, fakat 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu zaman anlaşılmaz bir kararla ve halkın hayretleri arasında Cemal Müftüzade’yi kendisine müsteşar yapmıştır… Mücahitler son derecede sevdikleri 
ve bağlı oldukları Bozkurt’un adadan çekilmesinde en büyük rolü Dr. Küçük’ün oynadığını bilmektedirler. Bozkurt’un kendinden başka kimsenin halk tarafından sevilip sayılmasına tahammülü olmayan ve ‘Tek 
Adam’ haline gelmek isteyen Dr. Küçük’ün şahsi ihtiraslarına kurban edildiğinden hiçbir mücahidin şüphesi yoktur. Türkiye kamuoyunun iyice aydınlatıldığı bu konu üzerinde uzun uzadıya durmayı şimdilik faydasız 
görüyorum… Kıbrıs Türkleri ve özellikle mücahitler tarafından çok sevilen Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş’ın da adaya dönmesini engelleyen sebepler Dr. Küçük tarafından suni olarak yaratılmıştır…” 
denilir. Milliyet, 28–29 Mart 1967 ve Hürriyet, 19 Şubat 1967 
116 Akşam, 19 Şubat 1967 
117 Lefkoşa’da bir açıklamada bulunan Dr. Fazıl Küçük ise Türk toplumu arasında ikilik değil fikir erkinliği bulunduğunu ve Rauf R.Denktaş’ı adada görmekten mutlu olacağını belirtir. Milliyet, 21–25 Mart 1967. 
118 Örneğin Amerikan yönetiminin Kenan Çoygun’un Kıbrıs’tan uzaklaştırılması yönünde uzun zamandır kulis faaliyetlerinin içinde olduğu, ayrıca bir takım baskı girişimlerinde bulunduğu ve onun adadan 
uzaklaştırılacağı konusunda çok daha önceden bilgi sahibi olduğu da daha sonraları ortaya çıkacaktır. Lefkoşa’daki ABD Büytükelçiliği tarafından 1967 yılının hemen başında büyükelçilik rezidansında verilen 
bir resepsiyonda Dr. Fazıl Küçük, Dr. Şemsi Kazım ve bazı Kıbrıs Türk toplumu ileri gelenlerinin bulunduğu bir ortamda Amerikan Büyükelçiliği çalışanlarından birinin Kenan Çoygun’un adadan uzaklaştırılması için 
çalışıldığını ağzından kaçırması çok tartışılacak bir konudur. Zafer, 3–7 Mart 1967, Akşam, 7 Mart 1967. 
119 Zafer, 10 Nisan 1967 
120 A. g. g., 10 Nisan 1967 
121 Milliyet, 19 Mart 1967 
122 A.g.g., 19 Mart 1967 
123 Konuyla ilgili olarak “Düşünceler” köşesinde Hikmet Bil “Kıbrıs Türkleri Arasında Ne Var?” başlıklı bir yazı kaleme alır ve “…Kıbrıs’ta Türkiye’nin bir büyükelçiliği varken bizzat Genel Sekreter Mısır dönüşünü 
bahane ederek acaba niçin şahsen olay yerinde bir inceleme arzusu duymuştur? Zeki Kuneralp’in Kıbrıs’a bizzat uğramak istemesini elime geçen Kıbrıs gazetesindeki kaygılara bağlamak pekâlâ mümkündür. Bu öyle 
sanıyorum ki yukarıdaki sorunun cevabıdır. Şayet gerçekten Kıbrıs’taki Türkler arasında bir anlaşmazlık doğmuşsa bunu orada en iyi şekilde tespit edecek insan hiç şüphe yoktur ki Zeki Kuneralp’in ta kendisidir… 
Önümüzdeki günlerde veya aylarda Kıbrıs’ın gene ön plana çıkacak bir nitelikte olduğu, bir başka deyişle patlamak üzere bulunan bir bombadan farksız bulunduğu herkesçe gayet iyi bilinen bir gerçektir…” der. 
Milliyet, 4 Mart 1967. 
124 Milliyet, 24 Şubat 1967. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


*****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder