18 Kasım 2016 Cuma

1962–1967 SÜRECİNDE KIBRIS TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ, BÖLÜM 2



 1962–1967 SÜRECİNDE KIBRIS TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ, BÖLÜM 2



KUMSAL KATLİAMI ( Devamı ),


Öte yandan Türkiye’den verilecek emri ve müsaadeyi bekleyen KTKA ise kışlayı terk etmediği gibi TMT tarafından talep edilen acil silah yardımı isteklerine de olumsuz cevap vermek zorunda kalır. 
Dönemin KTKA komutanı son derece kibar bir insan olmasının yanında son derece disiplinli ve kurallara sonuna kadar bağlı bir kimsedir ve inisiyatif kullanma bağlamında sıkıntı yaşanmasına neden olur. Aynı günlerde TMT Bayraktarı Kenan Çoygun ise ilk saldırıları atlattıktan sonra Rum saldırılarına karşı koyabilmek için acil tedbirler almayı başarmış ve KTKA’da görev yapan bazı genç personeli UNFICYP komuta kademesine hissettirmeden özellikle geceleri başta St. Hilarion bölgesi olmak üzere farklı noktalarda savunma hatlarına 
takviye olarak kullanmıştır. Tahtakale semtinde Rumların 2 masum Türkü katletmesiyle başlayan olaylar sonrasında bu bölgede oturan Türklerin daha güvenli Türk bölgelerine göçleri de başlar. Radyo ve televizyon istasyonlarını ellerinde bulunduran Rumlar ise başta Makarios ve İçişleri Bakanı Yorgacis olmak üzere Kıbrıs’ta anormal herhangi bir gelişme ve durum olmadığını, adadaki karışıklığın ve olayların silahlı Türkler tarafından çıkartıldığını ve masum Rumların ise sadece kendilerini korumaya yönelik gayretler içinde bulunduklarını ve durumun Rumlar açısından meşru müdafaadan başka bir şey olmadığını iddia ederler. Kıbrıs Rum basını ise Nikos Sampson’u “Küçük Kaymaklı Fatihi” ilan eder. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Üçlü Müşterek Karargâh’ta görev yapmaya başlayan Rum saldırılarının asıl planlayıcısı Yunan Tuğgeneral George Periden de Sampson’u kutlayanlar arasındadır.80 Bütün bunların arkasında ise Rumların yapmak istedikleri bir şey vardır; Kıbrıs Türk liderlerini ortadan kaldırmak, TMT hakkında sağlıklı bilgi toplamak, Kıbrıs Türklerini 
içeriden parçalayacak faaliyetlerde bulunmak, Kıbrıs Türk toplumu ile Türkiye arasındaki bağları zayıflatıp koparmak, Akritas doğrultusunda sözde Türk-Rum dostluğunu müdafaa etmek ve son olarak yıllar boyu şüphelendikleri ancak varlığını pek önemsemedikleri bir Türk direniş örgütü olup olmadığını öğrenmek.81 Kıbrıs hükümetinin Rum polisleri ile Kıbrıs’ta bulunan Yunan Alayı’nın subay ve erlerinin bir kısmının da katıldığı EOKA’cılar Türklerin oturdukları mahallelere baskınlar düzenler, insanları baskı altına alır. Böylece dünya kamuoyunun da olan bitenler konusunda sağlıklı bilgi almasının önüne de geçilmiş olur.82 24 Aralık Salı günü de Rumların saldırıları bütün şiddetiyle devam eder. Sivil olarak evine elbise değiştirmeye giden bir Türk Yüzbaşının otomobiline 10 el ateş açan Rumlar bunda başarılı olamazlar;83 ancak aynı gün dünyada eşine az rastlanacak türden bir vahşet yaşanır. Kumsal bölgesinin ölü bölge olarak düşünülerek savunmasız bırakılması üzerine, uzun zamandır bu bölgede Türklerle yaşayan ve Türkleştiği zannedilen Avrağami isimli Ermeni asıllı bir Rum’un bu bölgede Türk direnişi olmadığını Rumlara haber vermesiyle Rum katliamları da derhal başlar. Terezepulos kod isimli bir Yunan subayının komutasındaki 150’den fazla Rum bu bölgede bulunan Severis Un Fabrikası’ ndaki Rumların ateş desteğiyle Kumsal bölgesine gelirler84 ve Lefkoşa'nın Kumsal semtinde İrfan Bey Sokak, 2 numarada oturmakta olan KTAK doktoru Tabip Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi Mürüvvet, çocukları Murat, Kutsi ve İlhan saklandıkları banyoda Rumlar tarafından katledilirler.85 

Tarihe “Kumsal Katliamı” olarak geçen ve “tek suçları babalarının bir Türk subayı olması olan masum çocukların Rumlar tarafından katledildiği”86 bu olayın gerçekleştiği ev daha sonra söz konusu evin sahibi olan Hasan Yusuf Kudum tarafından Barbarlık Müzesi haline getirilir. Kumsal bölgesinde meydana gelen olay sonrasında ilk TMT ekipleri de yardım ekipleriyle beraber bölgeye gelirler.87 

Rumların Türk yerleşim merkezlerine ve Türk köylerine saldırıları korku salma amacını çoktan geride bırakıp vahşiyane bir hâl alır. Bu saldırıların en tipik örneği hastanedeki Türk hastaların katledilmesidir.88 Özellikle Lefkoşa'nın diğer bölgeler ve Sancaktarlıklarla irtibatı kesiktir. Türkiye'nin “Altı saat dayanın.” müjdesi ile mevzilerinde bekleyen TMT'ciler son çare olarak mermileri bittikçe Lefkoşa'ya doğru çekilmeye başlarlar. Rumlar da son darbeyi indirip Türkleri katletmek üzere son hazırlıklarını yaparlar. Adada ilk roketatar atışı da ağır silahlarla donatılmış Rumlar tarafından 23 Aralık günü Küçük Kaymaklıda yapılır. 21 Aralık’tan itibaren 4 gün 4 gece aç susuz Rum saldırılarına karşı koyan TMT mensupları kendilerine yiyecek getirmeye çalışanlara “Bize yemek değil, mermi getirin.”diye yalvarırlar.89 Ayrıca 25 Ocak 1963 gecesi Bayraktar Camisi 
bombalanmış, 3 Mart günü Maraş'taki Pertev Paşa Türbesi tahrip edilmiş, 30 Mayıs akşamı Ömeriye Camii ikinci kez saldırıya uğramıştır.90 Cumhuriyeti koruyup kollamak ve halkın can ve mal güvenliğini sağlamakla görevli Cumhurbaşkanı Makarios ise bu saldırıları önlemek yerine, addaki Türk isyanını bastırdığını iddia etmekte91 ve EOKA’cılara başarılar dilemektedir.92 Rumların Akritas Planı çerçevesinde 1963 yılı başında başlatılan, 21 Aralık 1963 katliamı ile zirveye ulaşan ve 1974 Barış Harekâtı’na kadar devam eden Kıbrıs 
Türklerini yok etmeye yönelik bu saldırılarda93 Albay Kenan Çoygun’un yeniden örgütlediği TMT büyük bir direnç göstermiş ve Kıbrıs Türk toplumunun yok olmaktan kurtulmasında önemli rol oynamıştır. 

Bilindiği üzere 1959 anlaşması gereğince 1960 yılında Kıbrıs’a 650 kişilik bir Türk birliği gönderilmişti.94 


4 Mart 1964 tarih ve 186 Sayılı karar ile Beşparmak Dağlarının BM denetimine verilmesine karar verilmiş ve bu karar hemen uygulamaya konulmuştur; ancak bu durum Rumların işine gelmiş, bölgeyi ele geçirmeye çalışmışlardır. Dağdaki az sayıdaki Kıbrıs Türkleri Rumların saldırıları karşısında Kenan Çoygun’un üstün gayreti sonucunda başarılı bir savunma gerçekleştirmiştir. Rum saldırılarına karşı oluşturulan silahlı milislere Kıbrıs Türk halkı, özellikle de kadınlar önemli katkılarda bulunmuştur. Mağusa Bayanlar Kulübü, Kıbrıs Türk Kadınlar Birliği Kadınlar Şubesi, Kıbrıs Türk Liseleri Mezunları Birliği, Boğaz Bölgesi Kadınlar Birliği gibi dernekler bir yandan şehit ailelerine, göçmenlere ve muhtaçlara yardım ederken, diğer yandan da Türk milis kuvvetlerinin en büyük yardımcısı olmuşlardır.95 

Gönüllü kadınlar yemek yapmak, bulaşık yıkamak, halktan şilte, battaniye gibi malzemeler temin etmek, çamaşır yıkamak, yaralıların bakımını yapmak, sökük dikmek, yama yapmak gibi pek çok görevi yerine getirmiştir. Yine gönüllü kadınlar soğuk havalar için yüzlerce kazak, başlık, eldiven ve çorap örerek bunu mücahitlere ulaştırmıştır. Gerek tüccarların yaptığı kumaş bağışları, gerekse Türkiye’den gönderilen kumaşlarla bu dönemde Mücahitlere üniforma dikilmeye başlanmıştır. Dikiş işlemleri evlerde ve oluşturulan atelyelerde büyük bir süratle yapılmıştır. Kıbrıs Türk kadını yalnızca mücahitlere giyecek yiyecek temininde değil, zaman zaman ateş hattına dahi girip bizzat savaşmış96, sırtlarında 
askerî malzeme taşımışlardır. Özellikle Beşparmak Dağlarının Kıbrıs Türklerinin kontrolünde kalmasında Kenan Çoygun’un büyük rolü olmuştur. 

 TMT’nin silah ve mühimmat ihtiyacının önemli bir kısmı da yine Kenan Çoygun’un yoğun çabalarıyla büyük bir gizlilik içersinde Türkiye’den temin edilmektedir. Bir miktar silah ve cephane de İngilizlerden satın alınmış veya çalınmıştır. Ancak bütün bunlar çok sayıda Rum-Yunan silahlı gücüne karşı mücadelede yetersiz kalmıştır. Türklerin dışarıdan adaya silah getirmeleri de Makarios’un, Türk bölgelerine malzeme ve hatta yiyecek sevkiyatını yasaklaması sonucu neredeyse imkansız hale gelmiştir. İşte bu süreçte Türk Sanayi Çarşısı’nda yer alan “Yavru Kırıkkale Fabrikası”nda üretilen A-4 makineli tüfek, MG-3 makineli tüfek, Tomson makineli tabanca, çeşitli çap ve ebatta mermiler önemli rol oynadı. 
Ayrıca Sancaktarlar da kendi çapında imalata yönelmişlerdi. 

Kenan Çoygun, Kıbrıs’ta yalnızca askeri örgütlenme ile ilgilenmemiş, eğitim, kültür, sağlık ve ekonomik faaliyetlerde planlayıcı ve uygulayıcı bir rol üstlenerek Kıbrıs Türk halkını topyekûn ayağı kaldırmaya çalışmıştır. Nitekim o Rumların 21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırılarından sonra Türk yetkilileri bütün devlet kurumlarından, resmi dairelerden ve bakanlıklardan silah zoru ile dışladıkları ve bütçenin mali imkanlarından mahrum edildiği bir dönemde Türk halkının ihtiyaçlarının karşılanması için Dr. Fazıl Küçük başkanlığında oluşturulan Genel Komite’nin işlemesinde en büyük desteği vermiştir. Ulusal bir mücadelenin sadece askeri yöntemlerle yürütülemeyeceğini çok iyi bilen Çoygun Paşa, adada yiyecek, giyecek sıkıntısı çeken her bir Türk’e ulaşmaya onların can güvenliğini huhukî haklarını korumaya ve eğitim ihtiyaçlarını gidermeye çalışmış, adadaki ve dünyadaki gelişmelerden haberdar olunması için bir radyo kurdurmuştur.97 

Zira 21 Aralık 1963’te başlayan Rum saldırıları neticesinde, Türklerle Rumlar’ın ortaklaşa çalıştırdıkları Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonu Lefkoşa’nın Rum kesiminde kalmış ve Türkçe bilen Rumlar kendi yorumlarına göre Türkçe haber ve programlar yayınlamaya başlamışlardı. Bu durum Kıbrıs Türk halkının moralini çok bozmaktadır; ancak Kıbrıs Türk’ünün var oluş mücadelesinde tartışılmaz yeri olan müesseselerden biri de Bayrak Radyosu olur. 21 Aralık 1963 tarihinde Rum saldırılarının başlaması ve Rum radyosunun Türk cemaatinin moralini bozacak şekilde yayınlar yapmaya başlamasıyla bir radyo istasyonu kurulması fikri gündeme gelir. Esasında bu konuyla ilgili çalışmalar çok daha önceden başlatılmış ve Rum radyosunun yanlı ve moral bozucu yayınları 
karşısında adada olup bitenleri yansıtmak amacıyla hazırlıklar yapılır ve özellikle Lefkoşa Sancaktarı Ahmet Göçmez’in girişimleri ve Bayraktar Kenan Çoygun’un onayıyla bu fikir hayata geçirilir. Bayrak Radyosu’nun esas amacı doğru haberin yanında özellikle halka moral vermektir. Bunu da hazırladıkları skeçlerle (Alikko ile Caher), piyeslerle, Mücahit’in Saati programları ile gerçekleştirirler. Mücahit'in Saati programında spiker Lefkoşa'daki mevzilere gider, mücahitlerle sohbet eder ve onların istedikleri şarkıları sorar ve daha sonra bunlar banttan yayımlanır.98 Kenan Çoygun’un önderlik ettiği bir başka sosyo-kültürel faaliyet de Kıbrıs Türk tiyatrolarının hayata geçirilmesidir;99 

“Halkın Sesi gazetesinin bitişiğinde, kuru kahve satan bir dükkan vardı. Meşhur Con kahvesi satılırdı bu dükkanda. İlk önceleri, yani 50’li yılların sonunda, yakın 
dostum Üner Ulutuğ çalıştırırdı bu dükkanı. Üner o dönemde hem bu dükkanı çalıştırıp, hem de Güzel Sanatlar Derneği’nde tiyatro çalışmaları yaptırıyordu. Ondan sonra Ankara Devlet Konservatuarı’nda tiyatro tahsili yapmış, dönüşünde ise Kemal Tunç’la birlikte ‘İlk Sahne’ isimli tiyatroyu kurmuştu. Tunç’la, Ulutuğ 1965 yılında sivil idarenin karşı çıkmasına rağmen, zamanın askeri liderinin emriyle ‘İlk Sahne’ye resmi hüvviyet kazandırmayı başarmışlar, adını da ‘Kıbrıs Türk Tiyatroları’ koymuşlardı.” 

Yeni Bayraktar’ın adada bulunduğu yaklaşık 5 yıllık süreç ise onun tam anlamıyla bir psikolojik harp uzmanı olduğunu gösteren pek çok örneklerle doludur. Kıbrıs adasını adeta bir atölye çalışması haline getiren Alb. Çoygun her seferinde geliştirdiği taktikler ve uyguladığı basit tedbirlerle moral inisiyatifin doğrudan Kıbrıs Türklerine ve TMT’ye geçmesine de büyük yardımcı olmuştur.100 
Bu kısıtlı imkânlar içerisinde verilen mücadele daha sonraki yıllarda da Kıbrıslı Türklerin mücadelesine rehber olur ve TMT’nin hemen her konuda topluma ön ayak olmasıyla zorlukların üstesinden gelinmesi konusunda Kıbrıs Türkleri çok büyük bir şansa da sahip olurlar;101 


DİPNOTLAR;

80 Pierre Oberling, The Road To Bellapais, New York, 1982, s. 97 
81 Aydın Akkurt, Yakın Mücadele Tarihimizin Bilinmeyen Yönleri ve Yorgacis’in Casusları, İstanbul, Ekim 1998, s. 65 
82 BA.030.01.64.394.29. 
83 Teoman Fehim, Kıbrıs’ı Tanıyalım, Ankara, 1964, s. 118. 
84 TMT Limasol Sancağı mensubu merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. 
85 Daily Mail, 28 Aralık 1963. 
86 Daily Telegraph, 15 Şubat 1964. 
87 TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi merhum Nevzat Uzunoğlu ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. 
88 Lefkoşa Devlet Hastanesi’nde hastabakıcılık yapan Veli Mehmet, aynı hastanede hasta olarak yatan Menteş Zorba isimli genç bir okul müdürü, Şefika Hasan, ayrıca hastanedeki oğluna kan vermek üzere gelen 
Tremeşe/Erdemli köyünden Yusuf Pekri ve babasının kanıyla iyileşmeyi beklerken babasıyla aynı kaderi paylaşan ve Rumların vücudundaki bütün kanı çektikten sonra ölüme terk ettikleri oğul Ahmet Yusuf Pekri 
de Rum vahşetinden kaçamayan Türkler arasındadırlar ve hastane başhemşiresi Türkan Aziz’in odasında katledilmişlerdir. Ateş yağmuruna tutulan ve çembere alınan Türkler toptan imha edilmeye çalışıldığından 
özellikle merkezden uzak köyler, karma köylerdeki Türk azınlık veya etrafı Rum köyleriyle çevrili Türk bölgelerinde durum çok kötüdür. Kışın en yoğun hissedildiği bu günlerde masum insanlar gece karanlığında, 
yağmur ve dondurucu soğuk altında sırtlarındaki incecik elbiselerle vahşet ve katliamdan kaçmaya başlarlar. Yatak çarşaflarının içinde duvar diplerinden geçirilerek Rum ve Yunan saldırından korunmaya çalışılan 
yaralılar arabalarla daha güvenli bölgelere götürülürler. Ne yardım ne de takviye gelme imkânı vardır. KGMA. K–4709.1964.9-4/1 Kıbrıs ve Kızılay Genel Başkan Vekili Dr. Fikret Pamir imzasıyla Sağlık ve 
Sosyal Yardım Bakanlığına gönderilen 26 Mart 1964 tarih ve 9.763 sayılı yazı. KGMA. K–4637.1964.9–4/1 Kıbrıs Gıda ve Malzeme Dosyası.. 
89 Rauf R. Denktaş, Rauf Denktaş’ın Anıları, Cilt I, Boğaziçi Yay., İstanbul, 1996, s. 297. 
90 Tarihi ve dinî mekânlara ait eserler yaklaşık bir yıl önce de bombalanmıştı. BCA, 030.01.7.41.8-1-7 
91 Kıbrıs Cumhuriyeti devlet radyosundan yapılan anonslarda, “devlet güvenlik kuvvetlerinin Türk isyanını bastırmak için uğraştığı” bildiriliyordu. Hüseyin Laptalı, “Kıbrıs’ta Bitmeyen Soykırım”, I. Uluslararası 
Kıbrıs Sempozyumu, 21–23 Kasım 2008, Ankara, 2009, s. 141. 
92 Rum saldırıları ve Makarios tutumu olaylara maruz kalan bir Türk vatandaşının 29 Aralık 1963 tarihli mektubunda özetle şöyle ifade edilmekteydi; “Aziz Büyüğüm, 29 Aralık Cuma gününden beri Kıbrıs’ta Rum 
polisi ve askeri ile birlikte tedhişçilerin yaptıkları Türk katliamından duyduğum derin acıdan dolayı bu mektubu yazıyorum. Benim bildiğim 17 senedir bu acı olaylar devam etmektedir. İnsan haklarını korumak 
gayesiyle kurulmuş Birleşmiş Milletler, Kıbrıs Meselesini, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın aralarında halletmelerini istemiştir. Fakat şimdiye kadar yapılan anlaşmaları hiçe sayan Makarios Türklerin haklarını, 
hürriyetlerini ellerinden almaya çalıştı. (Makarios) bir cumhur reis vasıflarına sahip olmak şöyle dursun insanlık vasıflarından mahrum olduğundan artık Kıbrıs Cumhuriyeti’nden uzaklaştırılmalıdır. Yunanistan’da 
kiliselere kapanıp ömrü boyunca günah çıkarsa silahsız bunca Türkün kanını döktüğü için Allah onu affetmeyecektir. Özellikle bu son olay tedhiş olayı olmaktan çıkmış, Makarios hükümetinin Rum polis ve 
askerinin yapmış olduğu vahşete dönmüştür…” BCA, 030.01.22.127.17–1. 
93 H. Fikret Alasya, Tarihte Kıbrıs, Ankara, 1988, s. 221–230; 
94 Türkiye’den çok sayıda vatandaş Kıbrıs’a gönderilecek olan birliğe gönüllü olarak katılmak için hükümete müracaat etmiştir. Bu mektuplardan biri de Koç Ali Özalan isimli bir vatandaş tarafından gönderilmiştir. 
Başbakan İsmet İnönü’ye gönderilen bu mektupta Özalan Kıbrıs’ta melun papaz Makarios ve onun şerirleri tarafından katledilen Türkleri korumak için gönderilecek olan birliğe katılmak istediğini ifade etmektedir. 
BCA. 030.01.22.128.3–1 
95 Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Cesur Bir Türk Kadını” www.anamurunsesi.com, 30 Ağustos 2011, Elmaziye Töre Temiz-Mustafa Aydın Başar, “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihinde Görev Alan Kadın Kahramanlar”, 
Uluslararası 2. Kıbrıs Sempozyumu, 21–25 Ekim 2010, Ankara, 2011, s. 406–407. 
96 Bu konuda Kenan Çoygun’un 30 Nisan 1964’de Lale isimli bir kadına gönderdiği mektup dikkati çekmektedir. Asil Türk kadınının yeri her zaman Türk erkeğinin yanında olduğunu ve birlikte mücadele için 
yeni bir fırsat çıktığını belirten Çoygun, Lale Hanım’a şu talimatı gönderir: “Ağırdağ ve Bozdağ bölgelerinde Mücahitler anundane şekilde savaşmaya devam ediyor. Siz ve kendiniz seçeceğiniz sizin gibi enerji dolu iki 
arkadaşınızdan müteşekkil 3 kişilik bir ekiple dağa çıkacak ve mücahitlerin saflarında çarpışacaksınız. Her birinize birer cellabiye, birer iğne (Sten) ve birer raptiye (tabanca) verilecektir. Arkadaşlarınızı bulunduğunuz 
daireye saat 15.00’te getiriniz. Kırmızı Gül parolası ile yaklaşacak olan mücahit, emin bir eve götürerek sizleri giydirecek ve raptiye kullanışını gösterecek, Ağırdağ’a götürüp idarecilere teslim edecektir. Bu gece 
dağda kalacak, yarın gündüz Ağırdağ idare merkezimizde istirahat edeceksiniz. Ertesi gün tekrar dağa çıkacak ve müteakip gün Lefkoşa’ya döneceksiniz. Sizin intibalarınızı bizzat dinleyeceğim. Müteakiben 
başkanlığınızda hususi bir ekip teşkili cihetine gitmeyi tasarlıyorum.Ulu Tanrıdan başarılar diler, üzerinize düşen vazifeyi bihakkın yerine getirmek için verilen saatlerde hazır bulunmanızı rica ederim.” Aydın Akkurt, 
Kod Adı; Lale, Mücahide Hatice Tahsin’in Anıları ve Yaşamı, Akdeniz Haber Ajansı Yay., Kasım 2000, Lefkoşa, s. 125 
97 Bayrak Radyosu çok zor şartlarda yayına başlamıştı. Önce Orhan Şefket Ambarları’nda, İngiliz askerlerinden kalma hurda eşyalar arasında bulunan bir verici gizli bir operasyonla Türk tarafına nakledilip geceli gündüzlü 
çalışmalardan sonra çalışır hale getirildi. Daha sonra evler gezilerek, yüzlerce araba aküsü toplandı. Telefon alıcılarından mikrofon yapıldı. İlk etapta 4 tane mikrofon yapılmıştı. Artık radyo istasyonu kurulabilir hale 
gelmişti. Bayrak Radyosu, 25 Aralık 1963 sabahı Kemal Tunç’un “Bayrak, bayrak, bayrak. burası, Kıbrıs Türk Mücahidi’nin Sesi. Bu toprakları Yunan çizmeleri altında ezdirmemeye yemin etmiş insanların sesidir.” 
sözleri ile yayına başladı. Ama bir saat geçmeden anlaşıldı ki bu sesleri ancak Sarayönü civarındaki radyolar alabiliyordu. Kullanılan mikrofonların her biri ile ancak iki dakika yayın yapılabiliyordu. İki dakika sonra 
yayın kısa bir süre kesilir ve diğer mikrofonla devam edilirdi. Daha sonra yapılan çalışmalarla Bayrak Radyosu’nun yayın alanı genişletildi. 
98 Bayrak Radyosu’nun ‘Kıbrıs Türk Mücahidinin Sesi’ olarak yayına başlamasından sonra Mağusa’da da Canbulat Radyosu yayın hazırlıklarına girişildi.1964 Şubat ayından itibaren TMT Mağusa Sancağı’nın destek 
ve onayı sonrasında Kemal Pehlivan ile Halil Asilkan eski Türkgücü binasının (şimdiki İş Bankası) avlusuna radyo vericisini kurarak yayına başlandı. Radyonun haber ve yorumlarla ilgili kısmı ise İsmet Kotak 
tarafından oluşturulmuş ve Eşref Çetinel de burada göreve başlamıştır. 24 saat boyunca yabancı radyo kanallarının dinlemesi sonrasında haber ve yorumlar banda alınmakta, Selçuk Veli, Ünal Sümer, Hüseyin 
Hes gibi yabancı dil bilen personel vasıtasıyla da hemen tercümeleri yapılmaktaydı. Radyoda Nazım Turanlı Türkçe haberleri, Selçuk Veli ise İngilizce haberleri sunmaktaydı. Ayrıca Rumca haberler için de Rumca 
bilen personel tahsis edilmişti. Radyoda çalışan diğer personel arasında zaman içerisinde Yıldıray Fenercioğlu, Hasan Tuncel, Türkan Aytaç, Nazım Turanlı, Hanife Sermet, Hanife Koruk, Feriha Arel, 
Mustafa Aytaç, Mehmet Kaymak, Mustafa Eroğlu, Elvan Mehmet de bulunmaktadır. Bayrak Radyosu’nun hemen ardından açılan ikinci radyo istasyonu ise Sancaktar Eftal Akça ve Serdar Ziya Rızkı’nın 
girişimleriyle 30 Aralık 1963 tarihinde hizmete giren Limasol Sancak Radyosu olur. Ancak EOKA teşkilatının kurulduğu ilk günden itibaren Grivas’ın üzerinde durduğu en önemli konulardan birisi 
propaganda ve basın-yayın kuruluşlarıyla ilişki olduğundan EOKA’cılar her fırsatta bundan azami çıkar sağlamaya yönelik girişimlere devam ederler. Bu arada kurulan bir diğer radyo istasyonu ise Anamur 
Radyosu olarak bilinen Kıbrıs’ın Sesi Radyosu’dur. Kıbrıs adasının Türkiye’ye en yakın nokta olduğu Mersin’in Anamur ilçesinde kurulan radyo istasyonu aracılığıyla günde 18 saat boyunca Türkçe, İngilizce ve 
Rumca yayın yapılır. Resmi adı Kısa Dalga A Radyosu olan radyo istasyonunun 1964–1974 döneminde Anamur’da yayın hayatında bulunduğu dönem içersinde faaliyetleri Genelkurmay Başkanlığı ile TRT ve 
PTT yetkililerinin yer aldığı KİPİG (Kıbrıs İşleri Planlama ve İcra Grubu) isimli bir üst kurul tarafından yönetilir. Radyonun her türlü yayım işleri, haber ve yorumları TRT tarafından düzenlenirken, teknik 
konulardaki destek ise PTT kanalıyla sağlanır. Söz konusu bu radyo istasyonu 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında işlevini tamamladığı gerekçesiyle kapatılır ve istasyon TRT Mersin Bölge Müdürlüğü tarafından 
devralınır. Bu radyolarla beraber hizmete giren bir başka radyo istasyonu ise 7 Ocak 1964 tarihinden itibaren yayın yapmaya başlayan Lefke Sancak Radyosu olur. Baf’ta yayın yapmakta olan Gazi Baf’ın Sesi Radyosu 
da yayınlarına aralıksız olarak 20 Temmuz 1974 tarihine kadar devam eder. Bu arada radyodan sorumlu polis memuru Ömer Yılmaz ile Baf Kaymakamı ve Serdarı olan Esat Fellahoğlu Rumlar tarafından 22 Temmuz 
1974 tarihinde tutuklanırlar ve Yeroşibu esir kampına götürülürler. Aydın Olgun, “Kıbrıs’ın Sesi Radyosu”, Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Sayı 46, Ekim 2001, Lefkoşa, s.27 ve Murad Hüsnü Özad, Baf ve Mücadele 
Yılları, Akdeniz Haber Ajansı Yay., İstanbul, Temmuz 2002, s.117. 
99 Aydın Akkurt, Volkan, 26 Mart 2007 
100 Örneğin özellikle bazı stratejik noktalardaki karma köylerde uyguladığı taktikle EOKA’nın da, Rumların da aklının karışmasına ve stratejik planlamalarının değişmesine neden olmuştur. Her gün ortalama 3–5 ekmek 
alan bir ailenin aniden Rum bakkaldan 10 ekmek almaya başlaması ve bu durumun farklı Türk köylüler tarafından tekrarlanması üzerine şüphelenmeye başlayan Rumlar durumu araştırmaya kalkınca da kaçamak 
cevaplar almaya başlar ve bölgede “Yörükler” olarak ifade ettikleri Türk askerinin bulunduğuna iyiden iyiye inanmaya başlarlar. Bu durum bölgedeki savunma mevzilerinin güçlendirilmesine, farklı noktalardaki askeri 
gücün buralara kaydırılmasına, nerede olduğunu anlayamadıkları ve hiç göremedikleri bir düşman karşısında morallerin düşmesine neden olmaktadır ve aslında böyle bir güç hiç olmamıştır. Özellikle 21 Aralık 1963 
sonrasında Kıbrıs Türklerinin daha güvenli bölgelere kaçarak canlarını kurtarmaları ve çadır kentlerde yaşamaya başlamalarının ardından karma köylerde tek tük de olsa Kıbrıs Türkleri yaşamaktadır ve Rumlar 
onları da bölgeden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yaparlar ve özellikle geceleri sağa sola rast gele ateş etmek suretiyle Kıbrıs Türklerini taciz etmeye başlarlar; ancak ertesi gün köyde yaşayan Türklerin hiçbir şey 
olmamış gibi davranması ve hayatlarından son derece mutlu görünmeleri ise EOKA mensuplarının kafalarını karıştırmaya yeter. Halka rağmen, halk için mücadele edilemeyeceğinin farkında olan Kenan Çoygun, bu 
çalışmaları ile halkla bütünleşmeyi başarmış, Kıbrıs davasını sadece silahlı bir TMT mücadelesi olmaktan çıkarıp halkın tümünün destek verdiği, topyekün bir mücadeleye dönüştürmüştür. Kıbrıs Türk’ünü böylesine 
birbirine kenetleyen Kenan Çoygun’un bu başarısının ardındaki sır aslında onun bütün doğallıyla, kişiliğinin buna uygun olmasıydı. 
101 Ercüment Yavuzalp, Kıbrıs Yangınında Büyükelçilik, İstanbul, 1993, s. 115-116. 

3.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


*****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder