22 Temmuz 2007 SEÇİMLERİ, TÜRK SİYASETİ ve MHP
BÖLÜM 2
ÜMİT ÖZDAĞ,
08 AĞUSTOS 2007
V. AKP Döneminde Dış Politika
AKP dönemi dış politikasına damgasını vuran dış politika süreci AB tam üyelik süreci onunla bağlantılı Kıbrıs ve ABD ile ilişkiler ve onun uzantısı oalrak Kuzey Irak şeklinde özetlenebilir. Kuzey Irak’ı yukarıda ele aldığımız için burada değinilmeyecektir.
AKP’nin AB tam üyelik süreci, AB’ye inanç ve bağlılıktan çok AB’yi milli devleti tasfiye etmekte kullanacağı bir araç olarak görmüştür. Bundan dolayı, bu süreçte AKP Kıbrıs başta olmak üzere her türlü tavizi düşünmeden vermiştir. Bunu yaparken, AB ile belirsiz bir süreci, Türk milletine AB tam üyeliğine ilk adımı attık şeklinde satabilmiştir. Muhalefetin AB karşısındaki belirsiz/omurgasız tavrı AKP’nin bu oyununu çok kolaylaştırmıştır. Sonuçta, AKP’nin Kıbrıs ve AB tam üyelik politikaları Türkiye’nin menfaatleri açısından çift taraflı iflas etmiş bir sürece dönüşürken, AKP’nin gizli gündemi açısından bir zafer oluşturmuştur.
AKP’nin ABD ile ilişkilerinin uzun ve derinlemesine bir analizi mümkündür. Ancak AKP dönemi Türk-ABD ilişkilerini bir tek cümle özetler: “Başbakanı lağıma süpürmek yerine kullanın.”
Özetle AKP’nin beş senelik icraatı Türkiye ve Türk milletini, onun geleceğini, milletin büyüklüğünü ve devletin varlığını çok boyutlu tehdit altına sokan bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Buna rağmen AKP oylarını büyük ölçüde artırarak, % 46’nın üzerine çıkarmıştır. Ortaya çıkan bu sonucu sadece TSK’nın verdiği “elektronik muhturaya” ve “Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde mağdur edilmesine!” bağlamak, bunlarla izah etmek ve Türk halkını “akıllı olmamak ile suçlamak” 2007 seçimlerinin mağluplarının kendi kendisini kandırması ve AKP’nin yeni seçim galibiyetlerine de zemin hazırlayacaktır.
Eğer, geçtiğimiz beş sene içinde CHP, MHP, DYP gibi partiler sürekli, sistemli, yaratıcı bir propaganda süreci geliştirebilmiş olsalardı, hem elektronik muhtıraya gerek kalmaz hemde bir değil beş elektronik muhtıra dahi AKP’nin oyunun artışına yol açmazdı. Eğer, CHP, MHP, DYP sistemli ve sürekli bir propaganda ile Gül’ün neden cumhurbaşkanı olmaması gerektiğini anlatabilselerdi, A. Gül’den dolayı AKP oy kazanmaz aksine oy kaybederdi. Özetle AKP’nin başarısının en önemli boyutu muhalefet partilerinin başarısızlığında gizlidir.
Bundan dolayı, AKP’nin seçim zaferinin ve CHP ile MHP’nin seçim mağlubiyetinin nedenleri nesnel bir şekilde ortaya konulmalıdır. Öncelikle bütün kötü, zararlı, eksik ve Türkiye için risk oluşturan eylemlerine rağmen AKP’nin, değil oylarını korumak, artırmasının nedeni ortaya konulmalıdır.
VI. AKP’nin Seçim Zaferinin Nedenleri
AKP’nin seçim zaferini tek nedene indirgemek ve seçim öncesindeki kısa sürede yaşanan gelişmelerle izah etmeye çalışmak bu başarıyı doğru anlamamızı mümkün olmaktan çıkarır. AKP’nin seçim başarısı ancak beş senelik süreçte bir çok eylemi yan yana getirildiğinde doğru değerlendirilebilir. Aşağıda bunlar sırası ile incelenecektir.
VI. 1. Siyaset Sürekli Propagandadır
AKP siyasetin en temel ilkesi olan “siyaset sürekli propagandadır” ilkesini en iyi kavramış partidir. AKP’nin 22 Temmuz 2007 seçimleri için seçim kampanyası nerede ise 4 Kasım 2002’de başlamıştır. Özellikle Erdoğan başbakan olduktan sonra nerede ise haftanın beş gününü, yurtdışında olduğu zaman hariç, AKP propagandası için Ankara dışında geçirmiştir. Dış geziler bile bir propaganda aracı haline getirilmiştir. AKP iktidarda bu şekilde halktan kopmamıştır.
Erdoğan’ın camilerde kıldığı namazlar, pazar ziyaretleri, halkla iletişimi, başarılı bir propaganda süreci oluşturmuştur. Erdoğan’ın bir numaralı sorumlusu olduğu hızlı tren kazasından sonra başsağlığı için gittiği evlerden birisinde kapının önünde ayakkabılarını çıkarması, içerde Kuranı-ı Kerim okumasından sonra ölen şahsın ailesinden birisinin basına “geçen seçimde AKP’ye oy vermemiştik ancak gelecek seçimde AKP’ye oy vereceğiz” demesi, başarılı bir propaganda örneğidir.
AKP bu süreçte sahip olduğu mevcut basın-yayın organlarını güçlendirirken hızla yeni televizyonlar ve gazeteler oluşturma yoluna gitmiştir. AKP’nin 22 Temmuz seçimlerine girerken 13 televizyon ve seçim sürecinde yüz binlerce bedava dağıtılan dört ulusal gazete sahip olduğu parti basını sayılabilecek basın-yayın gücüne demokrasi tarihimizde hiçbir partinin sahip olmadığı görülmektedir. AKP’li belediyelerde büyük reklam bütçeleri ile yaptıklarının reklamını hemen her gün ortaya koyarak bir başka boyutta reklama süreklilik getirmişlerdir.
Özetle, muhalefet partileri propagandayı seçimden önceki bir ay içine sıkıştırırken Erdoğan ve AKP 22 Temmuz seçimlerine beş senelik bir propaganda süreci ile girmişlerdir. Üstelik son bir ayda da Erdoğan’ın gerçekleştirmiş olduğu miting sayısı Baykal ve Bahçeli’nin gerçekleştirmiş olduğu miting sayısının toplamından daha fazladır. Keza aynı süreçte Erdoğan, televizyonları ve gazeteleri Baykal ve Bahçeli’nin toplam ortak yayın saatinden daha fazla kullanmıştır.
Ayrıca üzerinde durulması gereken husus, AKP’nin propaganda mekanizmasının AKP iktidarı boyunca uluslar arası sistem ve yerli unsurlarının Türk halkına yönlendirdikleri psikolojik operasyon niteliği kazanan kapsamlı propaganda ile desteklenmesidir.[3] Halkın yanlış bilgilendirilmesine dayanan ve halkın doğru bilgiye ulaşmasını engelleyen bu sürece Avrupa Birliği faşizmi süreci diyebiliriz. AB faşizmi sürecinde Türk basını nerede ise tek parti dönemi basını karakteri kazanmıştır.
AB faşizminin yürüttüğü psikolojik harekatta insan ve kitlelerin düşünce ve duygularını şekillendirmek için dört aşamalı bir plan uygulanmıştır. Birinci aşamada hedef seçilen Türkiye’nin milli menfaatleri ile ilgili konular “önemsizleştirilmeye” çalışılmıştır. İkinci aşamada milli menfaatlerimiz ile ilgili konulara karşı Türk halkının “duyarsızlaşması” hedeflenmiştir. Üçüncü aşamada ise psikolojik operasyonu yönetenlerin hedefi kitleleri milli menfaatlerimizin ortadan kaldırılmasına yönelik eylemlere karşı “tepkisizleştirmek” olmuştur. Dördüncü ve son aşamada ise kendi politikalarının Türk halkına “kabullendirilmesi” gerçekleşmiştir.
22 Temmuz 2007’de sandık başına giden seçmen AKP propagandasını destekleyen kusursuz bir psikolojik operasyondan geçmiştir.
VI. 2. Yatırımların İyi İzahı
AKP, duble yollar, hastanelerde yeni sistem, TOKİ inşaatları gibi günlük yaşamın kolaylıkla parçası olan alanlarda yaptığı düzenlemeleri sürekli tekrar yolu ile de destekleyerek, AKP’nin başarısı olarak sunmakta başarılı olmuştur. Keza köylerin altyapılarının gerçekleştirilmesine yönelik Köydes ve Beldes projeleri, seçimden hemen önce 7 Haziran’da hububat alım fiyatları, mera ve yayla affı AKP’nin propagandasını çok etkili şekilde gerçekleştirdiği projeler olmuştur. Bedava okul kitapları, eğitim bursları ve seçim öncesinde 218 bin kişiye daimi kadro verilmesi AKP’nin seçim başarısına yardımcı olmuştur.
Çok üzerinde durulmayan bir başka alan ise doğalgaz kullanımının 2002’de 9 il iken 2007’de 44 ile çıkmış olmasıdır. Doğalgaz dışa tek yanlı bağımlılık yaratırken, kullanan vatandaş için temiz ve ucuz bir enerji kaynağı oluşturmuştur. Üstelik AB ülkelerine kıyasla en ucuz doğalgaz Türkiye’dedir. AKP, son dört senede elektrik fiyatlarına zam yapmamıştır.[4]Bütün bunların AKP’nin seçim başarısındaki etkisini küçümsememek gerekmektedir. Yapılan araştırmalarda AKP’ye oy veren seçmenin % 70’inin ekonomik nedenlerle AKP’yi desteklediği görülmektedir. Yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi seçmen gelecek krizlere göre değil, bugüne göre oy vermiştir.
VI.3 Belediyelerin ve Yardım Kuruluşlarının Ayni Yardımları
AKP’li belediyeler özellikle de İstanbul ve Ankara gibi Büyükşehir belediyeleri yıllardan buyana sistemli olarak kentlerin varoşlarına muhtaçlara yardım adı altında yiyecek, yakacak ve giysi yardımı yapmaktadırlar. AKP’nin gerçekleştirdiği yardımların ekonomik tutarının 5 milyar Dolara ulaştığı ifade edilmektedir. Bu ayni yardım süreci sayıca çok önemli bir kısım seçmende yardım bağımlılığı yaratmıştır. Keza AKP eğilimli yardım kuruluşları da son beş senede büyük bir basın kampanyası desteği ile bir kısım halka ayni yardım yapmış ve AKP’nin seçim başarısına katkıda bulunmuştur.
Muhalefet partileri ne belediyeleri ellerinde tuttukları yerlerde ne de diğer kentlerde AKP’nin belediyeler aracılığı ile yaptığı bu ayni yardımı dengeleyecek bir strateji geliştirmemişlerdir. Bu durumda anılan bölgeler AKP için oy deposuna dönüşmüştür.
VI.4 Uluslar arası Sistemin AKP’ye Desteği
AKP’nin 22 Temmuz seçimlerinde kazandığı başarı sadece etkili propaganda ve yatırımları ile yeterince izah edilemez. Cari açığın milli gelire oranının % 9’a yükseldiği bir ülkede uluslar arası sistemin etkin desteği olmadan bir iktidarın ekonomik krizi engellemesi mümkün değildir. AKP gibi ekonomiyi her an çökebilecek hassas dengeler üzerine iten bir partinin de uluslar arası sistemin ekonomik desteği olmadan ayakta kalması açıklanamaz. 22 Temmuz seçimleri öncesindeki beş yılda olduğu gibi seçim döneminde de ABD, AB ve ABD denetimindeki Arap sermayesi, Türkiye’de piyasaların dengede olması için üzerine düşeni yaparken, IMF’de normal şartlarda AKP hükümetinin IMF ile yaptığı anlaşmayı ihlal etmesine fırsat vermeden sert çıkması gerekirken susmayı tercih etmiştir.
Özetle, AKP’nin 22 Temmuz’daki zaferinin arkasındaki en önemli neden uluslararası sermayenin gelecek iki yılda Türkiye’de talana hazırlandığı “100 milyar Dolar” civarındaki zenginliklerimizdir.[5]
VII. MHP ve Seçimler
MHP 3 Kasım 2002 seçimlerinde % 8.7 olan oylarını Nisan 2004 yerel seçimlerinde il genel meclisi oyları olarak % 10.87’e yükseltmiştir. 22 Temmuz seçimlerinde ise MHP oylarını ikinci kez yükselterek, % 14. 34’e yükseltmiştir. MHP’nin oylarındaki artış gerek sayı gerek oran olarak küçümsenemez. MHP sistemli bir yükselme içindedir. Bu artış bir başarıdır.
Ancak seçimler yarıştır. Yarışta başarı, elinizdeki imkanlar, kendinize koyduğunuz hedef ve ulaştığınız sonuç arasındaki ilişkinin sonucunda belirir. Bu çerçevede örneğin Saadet Partisi için 22 Temmuz seçimlerinde % 10’un üzerinde almak “müthiş bir başarı” Demokrat Parti için % 10’u aşmak “çok önemli bir başarı” olarak nitelendirilebilirdi.
Seçimlere “tek başına iktidar” sloganı ile giren ve kendi parti kadrolarına “en az % 25-27” oy alacağı mesajını veren bir partinin seçim sonunda “halk bize muhalefet görevini verdi” demesi başarısızlığın/yenilginin nazik bir ilanıdır. Bu durumda MHP, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden kendi koyduğu hedeflere ulaşma açısından ne yazık ki büyük bir başarısızlıkla çıkmış demektir. Yarışa birinci gelmek için katılan bir atletin bir önceki yarıştan daha iyi koşması ancak kendi rekorunu dahi kıramadığı bir yarışta üçüncü gelmesini gerçek bir başarı kabul etmek mümkün değildir.
MHP ve CHP için başarının veya başarısızlığın tabii ki tek ölçütü kendi aldığı oy değildir. AKP başta olmak üzere diğer partilerin aldığı oydur. Bu çerçeveden bakıldığında AKP, aldığı oy ile CHP’nin iki katından fazla ve MHP’nin ise üç katından fazla oy ile bu iki partinin mağlubiyetini daha da ağırlaştırmıştır. Bir başka ifade ile AKP, MHP’nin toplam oyu kadar oylarını artırmıştır.
MHP’nin 22 Temmuz seçimlerinde alınan sonuçtan çok daha başarılı bir sonuç ile çıkması için var olan bir çok şart mevcuttu. Ancak bu olumlu şartlar yeterince değerlendirilememiştir. Şimdi sırası ile bu şartları ve neden değerlendirilemediklerini inceleyelim.
VII.1 “Yükselen Türk Milliyetçiliği”
Türk milliyetçiliği son yıllarda toplumun çok geniş katmanlarında AB sürecinde karşılaşılan aşağılamalardan, ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden sonra uyguladığı Türkiye karşıtı uygulamalardan dolayı ciddi bir kabul görmüştür. Türk milliyetçiliğinin yaygın benimsenmesi AKP’nin dahi dikkatinden kaçmamıştır. AKP son üç yılda sistemli olarak ve giderek artan ölçüde Türk milliyetçisi bir söylem kullanmaya başlamıştır. 22 Temmuz öncesinde AKP hem kendine yönelik şüpheleri etkisizleştirmek hem de milliyetçi zemini mümkün olduğunca kendisine çekmek için “tek millet, tek devlet, tek bayrak” sloganını ön plana çıkarmıştır.
Türk milliyetçiliğinin yükselmesi Türk milliyetçiliğinin siyasal markası olan MHP’nin oy patlaması yapması için çok uygun bir zemin oluşturmuştur. Ancak bu noktada MHP, Türk milliyetçiliği çizgisini Atatürk-Türkeş çizgisinde temsil etmemiştir. Liberal ve sol basın tarafından alkışlanan, “kontrollu devlet milliyetçiliği” hareketin eylem ve söylemine hakim olmuştur. İdeolojik ve politik yumuşama çizgisindeki MHP “devletin ve milletin menfaatlerini partinin menfaatlerinin üstünde tutuyor” şeklinde yayın yapan sistemin kalemlerinin tuzağına düşürülmüştür.
Bu yaklaşım MHP’nin menfaatleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatlerinin çatıştığı gibi bir ön kabulü doğru saymaktır ki, bu akla aykırıdır. Ancak bu tuzağa düşen MHP, “devlet ve milletin menfaatlerinin gerçekleşmesi adına partinin menfaatlerinden feragat eden” bir parti konumunu kabullenmiş hatta bununla övünmüştür. Bazıları daha da ileri giderek, “Biz isteseydik, oylarımızı çok yükseltirdik ancak kan gövdeyi götürürdü. Ancak bunu yapmayarak ne kadar sorumlu olduğumuzu gösteriyoruz” deme gafletine bile düşmüşlerdir.
Oysa Türk milliyetçilerinin siyasal partisinin büyümesi Türkiye’nin menfaatlerinin aleyhine değildir aksine Türk milletinin menfaatleri ancak MHP’nin büyümesi ile gerçekleştirilebilir. Ve Türk milliyetçiliğinin büyümesi için “kanın gövdeyi götürmesine” gerek yoktur. Yapılması gereken Atatürk-Türkeş çizgisinde Türk milletinin beklediği ve istediği bir zeminde “Ne Mozaiği ulan” diyen bir Türk milliyetçiliğidir. “Çiçek bahçesi” veya “Türkiye’yi farklılıkların farkında olarak yöneteceğiz şeklindeki yaklaşımlar MHP’ye bir tek ek oy getirmediği gibi çok oy kaybedilmesine neden olmuştur. Özetle, Türk milliyetçiliği için çok uygun olan politik ve psikolojik ortam değerlendirilmemiştir.
VII.2 Terör ve Şehit Cenazeleri
2006-2007 ilkbahar ve yazlarında PKK azgın bir saldırganlığı temsil etmektedir. Anadolu’nun her yanına şehit cenazeleri ulaşmıştır. 2000’li yıllarda Türk milliyetçilerinin sokaktan çekilmek adına toplumsal ve milli muhalefete öncülük yapmaları engellenmiştir. 2007 ilkbahar ve yazında artan PKK saldırıları ve şehit sayısı halkın AKP’ye karşı haklı tepkisini yükseltmiştir. Bu tepki yükselen milliyetçiliğe bir duygusal zemin de oluşturmuştur.
22 Temmuz seçimlerinin ilan edilmesinden sonra şehit cenazelerinden uzunca süre uzak tutulan gençliğin cenazelere katılması ve toplumsal/milli tepkiyi dile getirmesi tekrar başlamıştır. Ancak, bu tepkinin seçime endeksli tepki olduğu inancı halkın bir kısmında ortaya çıkınca AKP’ye tepki ve doğal olarak oy kaybına neden olan süreç, MHP’ye tepkiye dönüşmüştür. Oysa Türk milletinin ve milliyetçi gençliğin cenazelerdeki tepkisi haklı bir milli tepkidir. Fakat doğru bir siyasal tavır sürekli şekilde sergilenmediği için ortaya teröre tepki anlamında gereken siyasal sonuç çıkmamıştır.
VII.3 ANAP’ın Çöküşü
ANAP ve DYP ittifakının gerçekleşmemesi neticesinde DYP tek başına DP adı ile seçime girerken ANAP teşkilatları bir çok yerde DP’den intikam almak adına da olsa MHP’nin yanında yer almışlardır. Bu MHP için siyasal bir avantajdır. Bu avantajdan yeterince faydalanılmamıştır.
VII.4 Genç Parti’nin Çöküşü
2002 seçimlerinde % 7’nin üstünde oy alan Genç Parti 2007 seçimlerinde çökmüştür. Bu sonuçta MHP için büyük bir avantajdı. Özellikle Genç Parti’nin yıkılışı genç seçmen gruplarının MHP’ye yönelmesi için uygun bir zemin oluşmuştu. Ne yazık ki bu sonuçta yeterince MHP’ye yönlendirilememiştir.
VII.5 DYP’nin Silinmesi
DP’nin uğradığı % 50 civarında oy kaybı, MHP’nin 22 Temmuz seçimlerinde ciddi başarı sağlamasını kolaylaştıracak bir faktördü. 2006 başına kadar yoğun bir çalışma ile oylarını artıran ve M. Ağar’ın bürokratik kariyerinde PKK ile mücadelesinden dolayı seçimlerde MHP’den oy alma ihtimali olan DYP önce “ovada siyaset” söylemi ile ağır bir darbe almıştır. Sonra ANAP ile birleşme sürecinin fiyasko ile sonuçlanması DYP’nin silinmesine yol açmıştır.
Özet olarak, ANAP, Genç Parti ve DYP/DP’nin 2002 seçimleri ile karşılaştırıldığında toplam oy kaybı % 12 civarındadır. Bu % 15’den MHP’ye kayan oy çok az görünmektedir.
VII.6 DSP ve CHP’den MHP’ye Oy Kayışı
22 Temmuz seçimlerinde ulusal sol diye nitelendirilebilecek seçmen zemininden MHP’ye oy kayışı partinin bu seçimlerde çok yüksek bir oy almasına yardımcı olacak bir başka olumlu faktör olmuştur. 22 Temmuz seçimlerinin bir diğer özelliği de CHP ile birleşmeyi içine sindirememiş olan DSP’li teşkilatların seçim kampanyası süresince gizli şekilde MHP’ye çalışmaları ve MHP’ye oy kaydırmalarıdır. Keza CHP’de Baykal’a karşı olan CHP’liler de bir çok yerde MHP’ye oy vermişlerdir. DSP ve CHP’den MHP’ye oy kayışında bir süreden buyana yapılan “Solda CHP sağda MHP’yi destekleme” kampanyalarının da etkisi olmuştur.
CHP ve DSP’den MHP’ye oy kayışının oransal olarak kesin doğrulukla tespit etmek mümkün olmamak ile birlikte bunun MHP’nin oyunu artırdığı merkezler ve kaybettiği kaleler göz önünde tutulduğu ve MHP’nin aldığı % 14.23 oy üzerinden hesaplandığında toplam oyun % 5’i civarında olduğu düşünülebilir. Bazı yorumcular, MHP’yi TBMM’ne sol oyların taşıdığını belirtmektedirler ki, bu büyük ölçüde doğrudur.[6] Ancak bilinmelidir ki, ülkücü oyları feda ederek, konjektüre bağlı ve ödünç gelen bu oylarla siyaset yapmak “kaygan sabun üzerinde” siyaset yapmaktır.
VII.7 BBP’nin Seçime Girmemesi
BBP’nin seçimlere parti olarak girmeyip sadece belirli illerde bağımsız adaylar çıkarması da MHP’nin seçim başarısını kolaylaştırıcı unsurlardan birisiydi. Oysa BBP’nin milliyetçi camiadaki bir çok ileri gelen şahsiyeti bir araya getirerek “Milliyetçi Türkiye Partisi”ni kurması durumunda 22 Temmuz seçimleri MHP için çok zor bir seçim haline gelirdi. Hiçbir faaliyet yapmayan, siyasal anlamda ölü bir parti diye nitelendirilebilecek olan ATP dahi sadece 25 ilde aday göstermiş olmasına rağmen % 0.59 oy almıştır. Özetle BBP’nin seçimlere girmemesi de MHP’nin yararına olan bir faktördü.
VII.8 Basının MHP’ye Geniş Desteği
MHP, 22 Temmuz seçimlerinde yaygın basından 1965 seçimlerinden bu yana görmediği kadar büyük ve etkili bir destek görmüştür. Basın bütün kampanya boyunca MHP’nin olumlu yanlarını ön plana çıkarmıştır. Etkili köşe yazarları MHP ile ilgili olumlu şeyler yazmak konusunda hassas davranmışlardır. Hatta bazen MHP’ye AKP’den yönelen saldırıların etkisizleştirilmesi için basın ya görmemezlikten gelmiş ya da aktif olarak MHP’yi savunmuştur. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çok az çıktığı televizyon söyleşilerinde diğer siyasal parti liderlerine göre bariz bir şekilde korunmuş ve kollanmıştır. Basının bu yaygın desteği de MHP’nin daha başarılı bir sonuç alması için olumlu bir zemin oluşturmuştur.
Özetle, MHP, 22 Temmuz seçimlerinde çok daha yüksek oy alması için gereken yükselen Türk milliyetçiliği, AKP’nin terör ile mücadeledeki zaafı, ANAP’ın çöküşü ve ANAP teşkilatlarının MHP’ye desteği, Genç Parti’nin çözülüşü, DP’nin dağılması, DSP ve CHP’den küçümsenmeyecek bir oy desteğinin MHP’ye akması, BBP’nin seçimlere girmemesi ve nihayet basının MHP’ye olan büyük desteğine rağmen sadece % 14.23 gibi bir oyda kalarak, iktidar olma iddiası ile girdiği seçimde iktidar partisinin aldığı oyun 3/1’ini alarak büyük bir mağlubiyet ile çıkmıştır.
IIX. Mağlubiyetin Anlaşılması
MHP yöneticileri ne yazık ki, hala neden mağlup olduklarını anlamamanın şaşkınlığı içindedirler. Sayın D. Bahçeli’nin “AKP’nin bu kadar çok hata, bu kadar yanlışına rağmen oylarını bu kadar artırması hayret edilecek bir durum. Nasıl oluyor, anlamakta zorluk çekiyorum” demesi, şaşkınlığın ölçüsünü göstermektedir.[7] Keza Genel Sekreter Cihan Paçacı’da “Köylü, esnaf herkes demek ki hayatından çok memnunmuş. Demek ki bu ülkede fındık fiyatı iyiymiş, terör hiç problem değilmiş, milli kaynaklarımızın yabancılara satışında herhangi bir sıkıntı yokmuş, Cumhuriyet değerlerinin tahribatına yönelik herhangi bir kaygısı yokmuş vatandaşın. Vatandaş son derece mutlu demek ki. Şimdi Müslüman bir cumhurbaşkanı da seçersek ülkemiz daha mutlu hale gelecek. Bu vatandaş devletin kurumlarıyla çatışan daha şimdiden bu halkın muhtırası diyen bir anlayışı tek başına iktidar yapmıştır. Artık çok söyleyecek bir şey yok” diyerek, meseleyi sayın Bahçeli gibi gördüğünü ortaya koymaktadır.[8]
Seçim sonuçları ile ilgili olarak MHP (ve CHP) yöneticilerinin gösterdiği şaşkınlık ve halkı suçlamaya yönelik kızgınlık makul değildir. Tekrar edelim ki, son beş yıldan bu yana AKP iktidarı ve uluslar arası sistem el ele Türk halkına yönelik çok kapsamlı bir psikolojik operasyon gerçekleştirmiştir. Bu süreçte MHP (ve CHP ile diğer muhalefet partileri) bu psikolojik operasyonu etkisizleştirecek ve halkı aydınlatacak bir karşı-propaganda/doğru bilgilendirme çalışması gerçekleştirememişlerdir.
Bu koşullar altında yani Türk halkının karşı karşıya olduğu yalanın büyüklüğü ve bu yalanın halka iletilmedeki kapsamı/yoğunluğu göz önünde tutulduğunda AKP’nin % 60-65 arasında oy alması dahi şaşırtıcı olmamalıydı. Diğer bir ifade ile propaganda performansları göz önünde tutulduğunda muhalefet partileri çok oy bile almışlardır.
22 Temmuz seçimlerinin üzerinden bir gün geçtikten sonra MHP Genel Merkezi esasen AKP ve Türkiye’deki liberal AB’ci lobinin stratejik nedenlerle geliştirdikleri AKP’nin seçim zaferi ile ilgili iki tali nedeni, AKP’nin seçim zaferinin gerçek nedenleri olarak ortaya koymuştur. Tabii ki, AKP seçim zaferini uluslar arası sistemin AB, ABD ve Arap sermayesinin yoğun mali desteği, son beş senede gerçekleştirilen psikolojik operasyon niteliği kazanan çok başarılı propaganda kampanyası, halka belediyeler aracılığı ile sistemli ve sürekli rüşvet verme operasyonları açıklayacak değildir.
AKP ve AB’ci lobi AKP’nin seçim başarısında gerçek ve stratejik nedenler yerine tali/ikincil öneme sahip olan TSK muhtırası ve A. Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığını ön plana çıkarmaktadır.[9] Muhakkak ki, muhalefetin özellikle cumhurbaşkanlığı meselesini doğru anlatamaması neticesinde AKP özellikle seçim kampanyası sürecinde “Gül’ün mağduriyeti üzerine başarılı bir duygusal sömürü siyaseti” yapmıştır. Bu başarılı duygusal sömürü siyasetinin AKP’ye yaptığı oy katkısının % 47 içinde % 7 bile olması çok zordur.
Gerek MHP’nin gerek CHP’nin şimdi AKP ve AB’ci liberal lobinin tuzağına düşerek, beş seneden buyana yaptıkları hataları anlamak ve bu hataları gelecekte telafi edecek yollar bulmak yerine seçimi kaybetmenin suçunu Türk ordusunun üzerine atmaya çalışmaları her anlamda yanlıştır. MHP’nin (ve CHP) yapması gereken mağlubiyetin faturasını Türk halkına ve Türk ordusuna çıkarmadan mağlubiyetin sorumluluğunu üstlenerek nedenlerini kendi bünyesinde araştırmaktır.[10]
Mağlubiyetten dolayı Türk halkı sorumlu tutulmamalı hele halka hakaret yoluna hiç gidilmemelidir. Yapılması gereken mağlubiyetin gerçek nedenlerini anlamaya çalışmak olmalıdır. Mağlubiyetin nedenleri anlaşılırken, mağlubiyetin gerçek kapsamı da anlaşılacaktır. MHP’nin ülkücü hareketten koparak, ideoloji ve kadro dönüşümüne 22 Temmuz seçimlerinde “seçmen değiştirmeyi” eklemesi de bu anlama süreci içinde görülecektir. Tabii ki, mağlubiyetin gerçek nedenleri anlaşılınca gelecekteki galibiyeti inşa etmek daha kolay olacaktır.
IIX.1. İdeolojik Değişim veya Yumuşama
MHP’nin aldığı mağlubiyette en önemli neden partinin Aralık 2004’de açık bir şekilde içine girdiği ideolojik dönüşüm sürecidir. Seçimden hemen önce MHP Genel Merkezi tarafından MHP’nin propaganda stratejisini “toplumsal merkezin siyasal izdüşümü” üzerine inşa edeceğini açıklaması bu dönüşümün bir ifadesi idi. Bu ideolojik dönüşümün merkezini “Çiçek Bahçesi” söylemi teşkil etmiştir. MHP’nin liberal ve sol çevreler tarafından alkışlanan bu çizgisi 22 Temmuz seçimlerine kadar sürmüştür. Denilebilir ki, halk seçimlerde ideolojilerle pek ilgilenmez. Bu doğrudur. Ancak ideolojiler, partilerin siyasetlerini, söylemlerini ve halka önerilerini belirlerler.
MHP, geçirdiği ideolojik dönüşüm sürecinde Atatürk-Türkeş çizgisinden koptukça kendi tabanının siyaset ile ilgili talep ve özlemlerinden de kopmuştur. İdeolojik yumuşama neticesinde MHP, tabanının ve seçmeninin geniş katmanlarının ABD, Kuzey Irak, AB, IMF konusundaki taleplerini dile getiren parti olmaktan çıkmıştır.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder