10 Ocak 2016 Pazar

HEDEF: TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ PARÇALAMAK, BÖLÜM 2






                       HEDEF: TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ                                       PARÇALAMAK, BÖLÜM 2 




 Amerika’nın Ankara eski Büyükelçisi Robert Pearson, 20 Temmuz 2003 tarihinde yakın dostu, müttefiki ve dahi stratejik ortağı Ertuğrul Özkök, ün yönettiği gazeteye verdiği bir mülakatta şöyle diyordu:

“Irak’ın kuzeyi üzerinde berrak bir perspektif paylaşmamız gerekir!.

  Anadolu’nun güneyini, doğusunu ve Kuzey Irak’ı alırsanız, tek bir ekonomik bölge olduğunu görürsünüz.

 Bütün ulaşım-yolları, haberleşme hatları, petrolün sevki, hep bu yönde gidiyor!..

 Gerçek şu ki, ortak bir yaklaşıma odaklanmamız gerekiyor!..

 Bu odaklanma içinde, Irak’ın kuzeyinde Türk yatırımlarını, petrol ticaretini artırarak, yerel düzeyde ticareti teşvik ederek, sadece o bölgeye değil, aynı zamanda Güneydoğu ve Doğu Anadolu’ya da refah getirebilirsiniz!”

Mütareke basını, Amerika’nın Türkiye’nin Güneydoğu’sunda, ileriye yönelik planlarını, ele veren Pearson’ın bu sözlerini ya satır aralarında geçiştirdi, ya da görmezden geldi!..

 Oysa, Kuzey Iraklı aşiret ağalarından Mesut Barzani’nin adamları bakın bu sözleri nasıl değerlendiriyor?.

 Barzani’nin ‘Sanalevren’  üzerinde yayın yapan “www.kerkuk-kurdistan.com” adresli sitesinde yeralan ”Kürdistan’ın tümü tek bir ekonomik bölgedir…” başlıklı yorumda şu ifadelere yer veriliyordu:

 Türkiye’nin en büyük korkusu, Kürdistan’ın güneyi ile kuzeyinin tek bir ekonomik bölge ve bütünlüklü bir pazar şeklinde birbirine bağlanmasıdır; sonrası bütünlüklü ekonomik şekillenmenin bütünlüklü bir siyasi şekillenmeye dönüşmesi, bu da Türk devletinin tamamen Kürdistan’dan tasfiyesidir!..

 Kürtler’de, Kürdistan’ı sürekli olarak bütün bir pazar olarak görüyorlar!..

 Birleşik Kürdistan pazarının sınırlarına Kürt kentleri olan Adana, Mersin ve İskenderun’da dahildir!.. Robert Pearson’ın söz ettiği tek ekonomik bölgenin sınırları Akdeniz’e; Adana, Mersin ve İskenderun’a uzanıyor!..

 Doğruyu söylemek gerekirse, Antep, Adana, Mersin ve İskenderun pazarının Ankara, İstanbul ve İzmir’le bir ilişkisi bulunmuyor!..

 Öyle görünüyor ki Kürtler ile Amerikalılar, Türk tehlikesini Kürdistan’ın birleşik pazarının üzerinden zorla da olsa bertaraf edecekler!.”

Barzani’nin adamlarının sözünü ettiği hatta  özellikle dikkat!..

 Bu hat, Amerika’nın Irak Operasyonu’nu öncesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirtmek istediği tezkereye dayanarak uzun süreli bir işgal için yerleşmek istediği bölge!..

 Mister Pearson, Hürriyet’teki mülakatında, “Eve Dönüş Yasası”nın çıkarılmasının ardından, ‘irtibat halinde oldukları’ PKK militanlarının “gerekirse güç kullanılarak”  Kuzey Irak’tan çıkarılacağını belirtiyordu!...

 Ancak Amerika şimdiye kadar bu yönde herhangi bir adım atmadı!..

Uluslararası strateji uzmanları son günlerde Güneydoğu’yu Türkiye’den koparmaya yönelik “gizli” bir Amerikan planını tartışmaya başladılar!..

 Aşama aşama tedavüle sokulan plan şöyle işleyecek:

• İmralı’daki “ağır konuk”, sağlık gerekçesiyle serbest bırakılacak!..

• Kuzey Irak’ta eğitilen PKK militanları ceplerine “yerel yönetici” kimliği konularak dağlardan indirilecek!..

• Gerekirse DEHAP’ın yerine “daha etkin” yeni bir Kürtçü siyasi parti kurulacak!..

• Bu parti, terörden çok, uluslar arası kamuoyunda  “meşru kabul edilen” eylemlere başvuracak!..

• Önce Meclis’te kabul edilen ikiz yasalar ve Avrupa Birliği Uyum Yasaları’nın “harfi harfiyen uygulanması için” bastıracak!..

• Kuzey Irak’ta kurulacak sözde Kürt devleti ile “sıkı bir ekonomik ilişkinin kurulması için” altyapıyı hazırlayacak!..

• Pasif direnişe geçilerek, bölge halkının “kitleler halinde” devlete başkaldırması teşvik edilecek!..

• Türk askerinin herhangi bir müdahalesi halinde, “uluslar arası barış gücü” bölgeye davet edilecek!..

• Daha sonra, Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan Kürt halkının “kendi kaderini tayin etmesi için” referanduma gidilmesini talep edecek!..

• Referandumla Türkiye’den koparılacak olan bölge, daha sonra Kuzey Irak’taki kukla Kürt devleti ile birleştirilecek!..(19)

 Cüneyt Arcayürek,AB Bahane ” başlıklı makalesinde, çok önemli bir hususa değiniyor: “AKP iktidarı, Türkiye’yi kendilerine benzetmeye çalışıyor... Ustaca yazılmış bir madde ile yabancılara arsa satışı 30 hektara (üç yüz bin metrekare) serbest bırakılıyor. 30 hektarın üzerindeki alımlara Bakanlar Kurulu izni gerekiyor.

 Anayasa Mahkemesi iptal kararı verse de, yeni maddenin yerini alan yasa çıkıncaya kadar atı alan Üsküdar’ı geçecek.

 Danimarka yabancıya arazi satışını yasaklamış. AB’de arazi alımı sadece üye ülkelere verilen bir hak. Rusya, sınır bölgelerinde yabancıya arazi satışına izin vermiyor. Bizde topraklar haraç mezat!”

Konu çok önemli ve bu önemli konuyu en güzel ve önemine layık şekilde “Osmanlı’yı yıkan yılana bir daha fırsat vermeyelim: Yabancılar toprak ediniyor” başlıklı makalesinde (Orkun Dergisi/Eylül 2003) Turgay Tüfekçioğlu incelemiş.

Konunun kamuoyu ve bilimsel çevrelerde önemine uygun şekilde tartışılmasını sağlamak için, bu çok önemli araştırmanın tamamına yakınını aşağıya aynen alarak bu yazıma son veriyorum:

 Son yıllarda hükümetlerin  “AB’ne tam üyeliğin hayali içinde” birbiri ardına inatla çıkartmakta olduğu AB’ne uyum yasaları içinde olan “yabancılara toprak edindirme” konusu da kabul edildi. 57’nci, 58’nci ve 59’uncu hükümetler zamanında kabul edilen Kamu İhale Kanunu (No.4734 sayılı 4.1.2002 tarihli), Endüstri Bölgeleri Kanunu (No.4737 sayılı 9.1.2002), yabancıların çalışma izinleri hakkında kanun (No.4817 sayılı 27. 2. 2003), doğrudan yabancı yatırımlar kanunu (No.4875 sayılı 5.6.2003).

 AB uyum yasalarıyla, 22.12.1934 tarihli 2644 nolu Tapu Kanunu’ndaki 35. madde değiştirilerek yabancıların 30 hektara kadar (300 dönüm) toprak almaları sağlanmıştır. 30 hektarın üstü Bakanlar Kurulu kararına bağlanmıştır.

 Osmanlı’nın batının yaptığı siyasi, askeri ve ekonomik baskılar sonucunda 1867’de çıkarmak zorunda kaldığı “Yabancılara Toprak Edindirme” Kanunu nun bir benzeri 2003’te bu defa da AB dayatmaları ile bir kez daha milletimizin önüne getirildi. Ne yazık ki bizler tarihin unutmak istediğimiz kara sayfalarını bu günlerde milletçe tekrar yaşıyoruz ve kahroluyoruz.

 Osmanlı’da çok öncelerden başlamış olan batıya tabi, kul köle olma şeklindeki hasta ruh hali vardı. Bu kişilerin zamanla aldıkları dış beslenmelerle karınları büyümüş ve bu sakat yapıdan yerli işbirlikçi İngiliz Muhipleri 183’ te “Tanzimat Fermanıyla” doğmuştur. Bu gibilerin daha sonra batıyla birlikte yürüttükleri işbirlikçi çabaları sonunda 1867’deki “yabancılara toprak-mülk edindirme yasası” çıkarıldı. Saldırgan batının Osmanlı’daki siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri yayılmacılığının tırmanmasında bu mülk edinme kanunu çok önemli bir yasal zemin oluşturmuştur.

 Yabancılara Toprak Edindirme Yasası’nın Osmanlı’da nelere mal olduğu sayın Orhan Kurmuş’un “Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Savaş Yayınları, 1982” kitabında verilen İngiltere devlet arşivi belgelerinde açıkça görülüyor.

 Bugünün yayılmacı, işgalci ve saldırgan ABD’si ne ise 1860’ların İngiltere’si de oydu. Tarihe geniş açıdan bakıldığında ABD’nin yürüttüğü dış siyaset açısından İngiltere nin olduğu görülür. Yabancılara Toprak Edindirme Yasası Osmanlı’da 1867’de çıkmıştır ama ondan çok önceleri de İngilizler Osmanlı topraklarında mülk edinmeye başlamıştır. Mesela; İzmir’de W. Williamson adlı İngiliz 1840’ta 2.620 dönüm arazi ve üzerinde 7.500 dut ağacı olan bahçe satın almıştır.

 1877 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında  ise yabancıların Ege’deki toprak alımları tam bir yağmaya dönüşmüştür. Dönümü bir veya bir buçuk sterline tarla, bağ ve bahçelere İngilizler tarafından adeta el konulmuştur. Sonunda da ortaya muazzam büyüklükte İngiliz çiftlikleri çıkmıştır.

“1857-1892 arasındaki 35 yıl içinde ve yalnızca İzmir dolaylarındaki ve sadece İngilizlerin Batı Anadolu’da 2.8 milyon dönüm vatan topraklarını aldıkları görüldü. Buna o yıllardaki Rum, Ermeni ve Yahudilerin eline geçen topraklar eklendiğinde, 5-6 milyon dönüm toprağın yabancılara geçtiği, Toprak Edindirme Yasası sonunda Ege’deki Türk köylüsünün elinden alındığı açıkça görülür” diyen sayın O. Kurmuş, 1970’lerdeki bu araştırmasıyla 2003’lere adeta ışık tutmaktadır. Bizi bekleyen ölümcül tehlikeye yani vatan (toprak) kaybına karşı uyarmaktadır.

 1853-1897 arası 44 yıl içinde 200.000 Egeli Türk köylüsü şehit olmuştur, bir o kadarı da yaralıdır, sakattır. Aileler yoksul ve perişandır. Böylesi bir ortamda Osmanlı Devleti’de batılı devletler ve bankalarına aynen son yıllarda bize yapıldığı gibi borç sarmalına alınıp soyulmuş ve her yönden parçalanmaya, dağılmaya sürüklenmiştir. İngilizler işte bu ortamdan yararlanıp dönümünü bir-bir buçuk sterlin gibi komik paralara büyük toprakları kapatıp Ege’de geniş çiftlikler kurmuşlardır.

İzmir’deki yabancıların ve onların içinde de büyük ekseriyetle İngilizlerin mülk edinmesi, ağırlıklı olarak İzmir şehrinde ev ve dükkan gibi mülklerde de olmuştur. İşin bu yanı, Ege’deki tarım topraklarını ucuza kapatmadan da ileri gitmiş, 1895’lerde İzmir’in yüzde 85’inin tapusu, zamanın İngiliz sefirinin bizzat beyanıyla da doğrulandığı gibi, yabancıların eline geçmiştir. İzmir’de Alsancak, Karşıyaka gibi sahillerin dışında, Bornova ve Buca gibi semtler de tam bir İngiliz şehri gibi olmuştur. Buralarda İngilizlere ait top sahası, bisiklet pisti olmasının yanında, İngiliz kraliçesi Viktorya’nın doğum günleri sanki resmi tatilmiş gibi kutlanmakta, İngilizlere ait binalar İngiliz bayraklarıyla ve ışıklarla donatılmaktadır... 1838’lerden itibaren milletimizin İzmir şehri için kullandığı “gavur İzmir” tanımı da bundan kaynaklanmaktadır. İzmir, Yunan’ın Kurtuluş Savaşı’nda Ege’de denize dökülmesiyle tekrar Türk şehri olmuştur.

İzmir ve çevresinin acıklı hali böyledir de vatanın diğer bölgeleri farklı mıdır acaba? Ne yazık ki hayır. 

Bir de Adana bölgemize bakalım:

 19. yüzyılda Çukurova’da Piloğlu 30.000 dönüm, Gülbenkyan 5.000 dönüm, Bezdikyan 15.000 dönüm, Gökdereliyan 5.000 dönüm, Nalbantyan 25.000 dönüm, Kuyumcuyan 5.000 dönüm ve Cin Toros 5.000 dönüm gibi çok büyük topraklı yedi tane Ermenilere ait çiftlik bulunuyordu. Bu çiftliklerden biri olan 30.000 dönüm büyüklüğündeki Piloğlu çiftliği konusunun iç yapısını Orkun Dergisi’nin Mayıs 2002 sayısında “Ermeni ajanlarının Atatürk Çiftliği Araştırması!!!” adlı yazımızda incelemiştik. Sultan Abdülhamit yukarıda isimlerini verdiğimiz yedi Ermeni çiftliğinin genişlemelerini ve sayılarının daha da artmasını önlemek için, Kozan’da 400.000 dönüm, Miss’de 280.000 dönüm ve Yüreğir’de 400.000 dönüm olmak üzere Osmanlının en büyük çiftliği olan 1.080.000 dönümlük araziyi “Mercimek çiftliği” olarak kendi tapusuna (devlet hazinesine) almıştır. Bu olayda 1880’lerde hariciye nazırı (Dışişleri bakanı) olan, daha sonra da Abdülhamit tarafından Adana valisi yapılan Abidin Paşanın hizmetleri büyüktür.

 Abdülhamit’in, bu toprakları Osmanlı ordusunun ihtiyacı vardır gerekçesini de ileri sürerek muhafazası, 1909’da tahttan indirilmesine kadar sürmüştür. Abdülhamit’in halli sonrası devrin sadrazamı Muhtar Ahmet Paşa marifetiyle Adana’nın en mümbit toprakları, askeri açıdan en önemli bölgesi ve Ermeniler için en çok istenen, hedefledikleri topraklar, 75 yıllığına Fransızlara, 1911 yılında verilmiştir. Bu verdiğimiz örneklerle görülmektedir ki, Osmanlı ekonomisinin çökertilmesi ile gelen toprak edindirme kanunu, sonradan hız kazanmıştır. İstanbul’daki yabancıların mülk edinmelerine, Beyoğlu ve Pera konusuna şimdilik hiç girmiyorum. Burada sorulması gereken soru, Osmanlı bu duruma nasıl getirildi?

 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Anlaşması, ekonomik çöküşün başlangıcıdır. Çünkü bu  anlaşma, İngiliz malının Osmanlı ülkesinde serbestçe dolaşması ve gümrüksüz satılması demekti. Sonucunda, Osmanlı’da tekstil başta olmak üzere var olan sanayiyi bitirmiş, öldürmüştür. Bursa, Ankara, İstanbul ve diğer şehirlerdeki dokuma tezgahları kapanmış, 1866 sonunda da İngilizin İzmir limanından ithal ettiği pamuk, kuru incir, kuru üzüm... gibi tarım ürünlerini almayı maksatlı ve planlı olarak yavaşlatması, tarımı başta Ege de olmak üzere öldürmüştür. Ardı ardına gelen savaşlarla da borç alma zorunda bırakılan devlet gelirine bile, batılı devletler tarafından el konulmuştur. Bu hal ekonomik sömürgenin ötesinde, açıkça ülkenin işgal altına alınması sonucunu doğurmuştur.

 Bu durumdaki Osmanlı’nın önüne batının koyduğu  tek çözüm, en öz ifadesiyle toprağını sat, binalarını sat, varlıklarını sat, evet neyin varsa sat, sat, sat denmiştir. Neticede ne varsa satılmış, ama gelinen nokta Türk milleti için yıkım, fakirlik ve esaret olmuştur. Buraya kadar özetlediğimiz toprak kayıplarımızın tekrar geri alınmasının milletimize bedeli çok ağır olmuştur. Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Hicaz’da, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda verilen yüz binlerce şehit ve yaralı, kaybettiklerimizi geri almanın bedelidir. Türk milleti olarak böylesi ağır bedelleri bir daha milletimize ödetme tehlikelerinden sakınmalıyız. Toprakların yabancılara satışı hafife alınacak bir konu değildir.

 Yukarıda da belirttiğimiz gibi, 136 yıl sonra bakıyoruz ve görüyoruz ki, bugün de yılan aynı yılan, soyulan vatan aynı vatan. Egemenliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan, üzerinde şeytanca oyunlar oynanan millet, yine Türk milletidir. Yakın tarihimizin özeti budur, şimdi de içinde olduğumuz yıllara bakalım. Bu son duruma ülke olarak nasıl geldik, bugün neredeyiz ve yarın nereye sürükleneceğiz?

 1938 Atatürk’ün ölüm yılıdır ama, aynı zamanda da milli devletimizin ana yapısının, temellerini Türk tarihinden alan Türk Milliyetçiliği dünya görüşünden adım adım uzaklaşıldığı, her alanda bu temel görüşün terkedilmesi sonucunda milletimizin 2003’lerde karşı karşıya kaldığı siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri sıkıntıların başlangıcıdır. Nasıl mı?

19 Ekim 1939’da Atatürk’ün ölümünün üzerinden altı ay sonra Cumhurbaşkanı İnönü, Fransa ve İngiltere ile üçlü ittifak anlaşması imzalar. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın bu anlaşmayı değerlendirmesi ilginçtir: “Türkiye Avrupa’nın nüfuzunu kabul etmiştir.” Bu söz, yeniden Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi, batının yörüngesine cumhuriyet döneminde adım adım girişimizin başlangıcıdır. Sayın Metin Aydoğan “Üçlü ittifak Anlaşması Tanzimat’a geri dönüş sürecinin başlangıcıdır” tespitinde tamamen haklıdır (Avrupa Birliğinin Neresindeyiz, Metin Aydoğan, Kum Saati Yayınları). Cumhuriyet döneminde, Atatürk sonrası batıya kayış sürecinde, Türkiye’nin ABD ile ilk ikili borç anlaşması 23 Şubat 1945, Dünya Bankası ile 14 Şubat 1947, IMF ile 11 Mart 1947, Marşal Planı 4 Temmuz 1948, NATO ya giriş, 18 Şubat 1952 ve daha sonraki ikili anlaşmalarını yapa yapa, milli devletimizi kemire kemire, Atatürk ün kurduğu milli mensubiyet duygusunu yok ede ede, sıra yeni kimlik arayışına geldi: “Avrupalı Olmak.” Bu bilinçaltı mensubiyet şaşkınlığı, 12 Eylül 1963 te AET ile Ankara Anlaşması’nı imzaladı. O günün gazetelerinde Türkiye nin 1963’te Avrupalı olduğu müjdeleniyordu. Ama aslında Türkiye’nin batının kollarına doğru kayışının başlangıcıydı 1963 yılı.

1995 Gümrük Birliği Anlaşması ise, Türkiye için ekonomik bağımsızlığın gönüllü terkidir. 1995 sonrası, Türkiye açısından batıya kaymanın sürüklenme halini almasıdır. Şimdi yıl 2003, Ankara Anlaşması’nın üzerinden 40 koca yıl geçti. Türkiye uyum üstüne uyum yasaları ile, illa Avrupalı olacağım ısrarında. ABD yokuşunda her milli varlığını, her manevi değerini kolayca harcıyor, yok ediyor. Son uyum yasalarıyla Türkiye’nin durumu, uçurumdan düşüş halini almıştır.

 1838 İngiliz-Osmanlı Serbest Ticaret Anlaşması ile 1867 Yabancılara Toprak Edindirme Yasası arasında 29 yıl vardır. 1995 Gümrük Birliği Anlaşması ile, 2003 Yabancılara Toprak Edindirme Yasası arasında sadece 8 yıl vardır.

 Son aylarda yabancılar ve özellikle de Yunanlılar Ege ve Marmara bölgelerimizdeki tarım tesislerine büyük ilgi duymaktalar. Geçen ay Yunanistan’ın en büyük salça üretim sanayicisi olan Nomikas ailesi, Türkiye’nin en büyük salça ve donmuş gıda üreticilerinden olan ve yurda yayılmış dört büyük tesisi olan Merko gıdanın % 20’sini satın aldı. Çanakkale Yenice Kazası Beklen Köyü’nde Güre gıda tesisleri Yunanistan’dan Nikolas Constantipulos’un Kozak Firmasına kiralandı. Manisa Alaşehir ilçesi Killik beldesinde kurulu olan Yunanlılara ait Omega Ltd. Şti. Türkiye’nin ne büyük salamura yaprak tesisidir. Çanakkale’nin Çan kazasında Yunanistanlı Pel Helas sebze işleme tesisi satın aldı. Ne dikkat çekicidir ki, Yunanlılarca alınan bütün tesisler Batı Anadolu bölgemizde! ve ne yazık ki bu örnekler önümüzdeki günlerde artacak gibi!

 Sonuç olarak, Osmanlı’nın son dönemindeki duruma düşmemek için, Osmanlıyı sokan yılana, yani batıya, aynı fırsatı bir daha vermeyelim. Bu cennet vatana sahip olalım.

 Başına taktığı şapkasına, arabasındaki bayrağına, gömleğine ve en önemlisi de kafasındaki mensubiyet duygusuna “ben Avrupalıyım” diye yazıp, ortalarda gezen kişiliksizler, bu olanlardan ve ilerde olacaklardan hiç şikayetçi olmayacaklardır. Çünkü ruhları ve beyinleri, top ve pop ile uyuşmuş, köleliğe özenmeyi çağdaşlık sananlar için başlarına geçirilen çuvalların da, diğer bütün olumsuz gelişmelerin de, milliyetçi bakış açısından değerlendirilmesi beklenemez.

 Neyse ki, bu gibilerin sayısı toplumda çok ama çok azdır. Diğer tarafta da milli değerlere bağlı, Türk kültür dairesinden dışarı çıkmamış milyonlarca genç, Türk milletinin yılmaz bekçileri vardır. Onlar azimleri ve inançları yıkılmaz, kırılmaz, geçilmez ve tükenmez kahraman vatan evlatlarıdır. Onlar Türk tarihinin mirasçılarıdır. Onlar Türk devletinin teminatıdır. Yeter ki onlara doğrudan ulaşalım, aydınlatalım, gerçekleri okumalarını, bilmelerini sağlayalım. Türk milletini bilgilendirmek, kendini Türk milliyetçisi kabul edenlerin birinci görevidir. Görevi veren Türk tarihidir. Görevi yapacaklar da Türklerdir. Muhtaç olunan kudret de Atatürk’ün dediği gibi asil kanında mevcuttur.(20)




          Kaynakça

 1)       Hanri Benazus, Bir Millet Böyle Kurtuldu, s.89.

 2)       Prof.Dr. Sezgin Kızılçelik, Atatürk’ü Doğru Anlamak, s.135.

 3)       Metin Aydoğan, Avrupa Birliği’nin Neresindeyiz?, s.336 ve devamı. 

4)       Prof.Dr. Sezgin Kızılçelik,     adıgeçen eser, s.264.

 5)       Prof.Dr. Yakup Kepenek, Lozan ı Anlamak, Cumhuriyet gazetesi, 21.7.2003.

 6)       Metin Aydoğan, adı geçen eser, s.366.

 7)       Prof. Dr. Cihan Dura, Avrupa’nın Öteki Yüzü, Ağustos 2003 tarihli Yeniden Müdafaa-i Hukuk Dergisi.

 8)       Prof. Dr. Çetin Yetkin, Iktidara Karşı Türk Direniş ve Devrimleri, 3. cilt, 5.1012.

 9)       Prof.Dr. Toktamış Ateş, Cumhuriyet gazetesi, 27.4.2000.

 10)     Mahmut Yılbaş, Müdafaa-i Hukuk Makaleleri, s.105.

 11)     Özdemir İnce, Demek Sevr Paranoyasıl, Hürriyet gazetesi, 2.9.2003. 

 12)     Hasan Pulur, Onlar Sevr i Unutuyorlar mı?, Milliyet gazetesi, 28.8.2003. 

 13)     Kıvanç Değirmenli, Patriğin Duasını Anlamadan Amin  Diyen Mahcup Kadrolar, Star gazetesi, 1.11.2003.

 14)     Metin Aydoğan, Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler-Bitmeyen Oyun, s.174. 

 15)     Metin Aydoğan, adıgeçen eser, s.84 ve devamı.

16)     Vural Savaş, Atatürk’ün Kemiklerini Sızlatan Parti CHP, s.182.

 17)     Murat Çelik, Kızılcahamam’dan Erbil’e Bakış..., Star gazetesi, 14.2.2003. 

 18)     Kemal Yavuz, Stratejik Müttefikimiz, Akşam gazetesi, 25.6.2003.

 19)     Yeniçağ gazetesi, 12.12.2003.

 20)     Turgay Tüfekçioğlu, Osmanlıyı yıkan yılana bir daha fırsat vermeyelim: Yabancılar toprak ediniyor, Orkun Dergisi, Eylül 2003.


 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/ocak04_04.htm



..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder