5 Ekim 2019 Cumartesi

DARAĞACINA GİDEN DEMOKRASİ, BÖLÜM 1

DARAĞACINA GİDEN DEMOKRASİ, BÖLÜM 1 




Menderes Dönemi (1950-1960) / M. Serhan Yücel Özet

Bin dokuz yüz yirmi üç yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde ilki 1925'te, ikincisi 1930 yılında iki kez çok partili siyasi hayata geçiş adımı atılmış, ancak ikisinden de sonuç alınamamıştır. 
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni dünya düzeni Türkiye'de de rejim değişikliğini zorunlu kılmış ve çok partili siyasal hayat başlamıştır. Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk'ün son başbakanı, liberal ekonomi yanlısı Celal Bayar ve üç arkadaşı tarafından kurulan Demokrat Parti, benzeri görülmemiş biçimde halkı peşinden sürüklemiş ve 1950 yılında 27 yıllık tek parti iktidarına seçimle son vermiştir. " Beyaz ihtilal " olarak adlandırılan bu seçimden sonra girdiği bütün seçimleri kazanan Demokrat Parti, 1960 yılında yapılan bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılmış, parti genel başkanı ve Başbakan Adnan Menderes ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiştir. DP iktidarı döneminde siyaset, seçkinler uğraşı olmaktan çıkarak, geniş halk kitlelerine ulaşmış, böylelikle Türk siyasi kültürüne olumlu etkide bulunulurken, bürokratik-baskıcı devlet geleneğinin yumuşaması ve milli bir ticaret-sanayi burjuvazisinin doğması sağlanmıştır. 



Tarım Reformu, Barajlar ve Hidroelektrik santraller, Eğitim ve Ulaşım hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının sonucu olarak siyasi yapının katı kalıpları yıkılmış ve Türkiye, tarihinin en önemli değişimini yaşamıştır.


A. Siyasal Tarih 1950-1960

1. Çok Partili Hayata Geçiş

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk, 1932 yılından 1938'de ölümüne kadar, bir gün patlak vereceğini söyleyegeldiği İkinci Dünya Savaşı'nın ne kadar geniş ve şiddetli olacağını şüphesiz biliyordu. Buna rağmen sanayileşmenin ve kalkınmanın mutlaka savaş bitmeden gerçekleştirilmesinde ısrar etmişti. Atatürk, Başbakanı Celal Bayar'a 18 Eylül 1938'de Dolmabahçe Sarayı'nda ölüm döşeğinde, adeta vasiyet edercesine şunları söylemişti:



"Bana bak Çocuk, vaktimiz daraldı. Beklenen dünya harbi yakında patlak verecek. Bu harbin galibi hangi taraf olursa olsun bizim sanayileşmemizi ve iktisaden kalkınmamızı asla istemezler. Onlar, bizi, kendi sanayilerine hammadde yetiştiren geri ve fakir bir tarım ülkesi olarak tutmak isterler. Bu uğurda da her türlü gayreti gösterirler.




Birbirleriyle de kolayca anlaşırlar. Getirdiğiniz programı hemen uygulamaya koyarak, harp bitmeden mutlaka gerçekleştirin. Para olsun veya olmasın, memleketin bütün menabii kuvvasını (kuvvet kaynaklarını) seferber ederek bu programdaki tesisleri mutlaka kurun, evvelkiler gibi çalışır hale getirin."1




Atatürk'ün ölümü üzerine Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, 26 Aralık 1938'de toplanan CHP kongresinde yapılan tüzük değişikliği ile " Değişmez Genel Başkan " oldu ve "Milli Şef" ilan edildi. Böylelikle İnönü, devletin kurucusu Atatürk'te bile bulunmayan bir sıfat ve yetkinin sahibi olmuştu. Her dört yılda bir, parti içinde Genel Başkanlığa aday olmasının bile kendi şahsiyet ve otoritesinin sarsıp zedeleyeceği görüşü, günümüzün demokrasi anlayışına oldukça zıt olmakla birlikte, 1938 şartlarında çok yanlış değildi: O tarihlerde "şeflik" sistemleri dünyanın en gözde sistemleriydi. Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini, Sovyet Rusya'da Stalin, İspanya'da Franko otoriter rejimleriyle Batı demokrasilerini tir tir titretiyorlardı. Demokrasi, dinamik değildi. Demokrasi; zafer kazanmak, toprak genişletmek için iyi bir idare değildi. Ülke içinde hızlı kalkınma, dışta da yayılmacı politikalar, ancak tek parti idarelerinin baskıcı rejimleriyle kurulabilirdi.2




Dünyada " Şeflik " bu kadar revaçta iken, Türkiye'ye de bu durumun yansımaması düşünülemezdi. İnönü, 1938-1945 tarihleri arasında baskıcı rejimini en aşırı örnekleriyle sürdürdü. Bu dönem, Türkiye tarihinin acı bir devri olarak hatırlanır.




İkinci Dünya Savaşı'nın Avrupa'daki bölümü 8 Mayıs 1945'te sona erdiğinde, diktatörlüklerin kesin yenilgisi söz konusuydu. 25 Nisan 1945'te San Fransisko Konferansı toplandı, 26 Haziran 1945 günü de Türkiye Birleşmiş Milletler Anayasası'nı onayladı.



II. Dünya Savaşı'yla birlikte bütün devletlerin dikta rejimlerinden dili yanmıştı. Dinamik olmadığı için beğenilmeyen demokrasi savaş sonrası yeni dünyanın gözdesiydi. Bu, Türkiye için de geçerliydi. Türkiye, Milli Şef rejimini terk edip, çok partili hayata geçmek zorundaydı.




İsmet İnönü, yeni dünya tarafından dışlanırsa, iktidarını kaybedeceğini biliyordu. Öte yandan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka denemelerinden rahatsızdı. Çok partili hayata geçmek CHP'nin de sonu olabilirdi. Bu nedenle İnönü ve yakın çevresi, "Kontrol edilebilir muhalefet" yaklaşımıyla çok partili hayata yeşil ışık yakmışlardır.3



Çok partili siyasal hayat, 18 Temmuz 1945'te Milli Kalkınma Partisi'nin kurulmasıyla başladı. Ancak bu parti bir varlık gösteremedi. Konjonktüre uygun söylemler yine CHP içinde dillendiriliyordu: Dünya ülkelerinde demokrasi lehine gerçekleşen hızlı değişimin farkına varan CHP milletvekillerinden Adnan Menderes ve Fuad Köprülü düşüncelerini yüksek sesle telaffuz ettiler. 7 Haziran 1945 tarihinde de Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuad Köprülü ve Adnan Menderes CHP'nin demokratikleşme ve liberalleşme hareketini başlatmasını, tarihe "Dörtlü Takrir" diye geçen önergeyle istediler. Dörtlü Takrir, Demokrat Parti'nin kurulmasına kadar gidecek süreci başlattı. Nitekim Dörtlü Takriri hazırlayanlar 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti'yi kurdular. Parti, her alanda liberalizmi savunuyordu.



DP, kuruluşundaki haliyle liberal-sol bir çizgiye oturmuştu. TBMM'den partiye katılanların sayısı dört kurucu ile birlikte 6'da kalırken Anadolu'nun her köşesinde DP'ye olağanüstü bir ilgi, olağanüstü bir kayma söz konusu oldu. CHP, karşısında böyle bir muhalefeti görünce şaşkına döndü. "Çığ gibi büyüyen yeni partinin gördüğü sevgi, endişe verici idi."4



CHP, Demokrat Parti'nin daha da büyümesine engel olabilmek için genel seçimleri erkene aldı ve Cumhuriyet tarihimizin ilk çok partili ve tek dereceli seçimi 21 Temmuz 1946'da yapıldı. Tarihe "hileli seçimler" olarak geçen "1946 Seçimlerini Demokratlar, mazbataları Halkçılar kazandı."5



Hileli seçimler sonrası Demokrat Parti ülkeyi karış karış dolaşarak halkın desteğini aldı. Partililer; ilki 1947'de, ikincisi 1949'da toplanan iki Büyük Kongre ile parti ismine yakışan şekilde davrandı: Özellikle Birinci Büyük Kongre'de esen demokratik hava, sabahlara kadar süren delege konuşmaları,6 Celal Bayar eleştirisinden Başkanlık sistemi önerisine kadar konu zenginliği partinin iktidara hazır olduğunun sinyallerini veriyordu. 1947'den sonra DP içinden başlarını Fevzi Çakmak'ın çektiği önemli bir grup koptuysa da bu hareket tabanın desteğini alamadı. Bu arada Türkiye, Truman Doktrini ve Marshall Planı ile ABD'den ilk yardımlarını almaya başlamıştı.

2. 1950-1954 Dönemi



DP önderlerinin dört yıl boyunca bütün yurdu gezerek yürüttükleri mücadele, iktidar mücadelesinden çok bir demokrasi mücadelesi şeklindeydi. DP'nin kurulduğu günlerde "biz şimdi Hasolarla Memoların ayağına mı gideceğiz?" diyen CHP'nin katı zihniyeti de 1946-1950 sürecinde kırıldı. O tarihlere kadar büyük şehirlerin caddelerinde dolaşmasına bile izin verilmeyen, horlanan, aşağılanan köylüler ise şimdi ayaklarına kadar gelen farklı partilere mensup politikacıları dinliyordu. Siyasilerin kendilerini beğendirme yolunda harcadıkları çabayı biraz da ironi ile karışık bir gururla seyrediyordu.7




14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlere yedi parti katıldı: CHP bütün illerde, DP Hakkari hariç bütün illerde, Millet Partisi 22 ilde, Milli Kalkınma Partisi 3 ilde, Toprak Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi, Türk Sosyal Demokrat Partisi ve İşçi Çiftçi Partisi sadece İstanbul'da seçimlere girdi.8 Seçim sonuçlarına göre DP %53.3 oranla 408 milletvekilliğinin sahibi olurken CHP %39.9 oranla 69 milletvekilliği kazanmıştı.

CHP'nin aldığı yüzde kırka yakın oy aslında büyük başarı idi. CHP'nin son iki yılda izlediği akıllı liberal politikalar bu başarıyı getirmişti. Eğer seçim 1948'de yapılsaydı CHP bu oyların ancak yarısını alabilirdi.9

Yeni TBMM 22 Mayıs 1950 toplanarak, TC'nin Üçüncü Cumhurbaşkanlığı'na Celal Bayar'ı, TBMM Başkanlığı'na da Refik Koraltan'ı seçti. Celal Bayar, aynı gün yemin ettikten sonra Adnan Menderes'le görüştü. Menderes'e başbakanın kimin olması gerektiğini soran Bayar, Menderes'ten Fuad Köprülü cevabını aldı. Menderes parti başkanlığı ile başbakanlığın ayrılması gerektiğini, parti başkanlığı için parti içinde Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu'nun adının geçtiğini, ancak uygun görülürse partiyle kendisinin ilgilenebileceğini söyledi. Ancak Bayar, Menderes'i hem Başbakan hem de parti başkanı olarak atamaya çoktan karar vermişti. Çünkü gerek Köprülü'nün gerekse Karaosmanoğlu'nun dokularının milletle uyuşmayacağının farkındaydı. Menderes'in başbakanlığı demek Bayar'ın siyaset iplerini Çankaya'da elinde tutması anlamına geldiği gibi, milletle DP arasında güçlü bir bağ kurulması da demekti. Celal Bayar'ın, Menderes'i başbakanlığa getirmesi, kendisine de 10 yıl sürecek Çankaya Köşkü'nün kapılarını açmıştır.



Adnan Menderes'in başbakan olmasıyla on yıl sürecek Demokrat Parti dönemi başlamış oluyordu. Bu on yıllık sürede Demokrat Parti ile Menderes isimleri özdeşleşmiş, ikisinin de yükselişleri, düşüşleri ve sonları aynı olmuştur.




Menderes Hükümeti iktidarının ilk ayı içinde çok önemli kararlar aldı. Öncelikle ordunun yüksek mevkilerinde değişiklikler yapıldı. Hemen sonrasında da valiler arasında geniş bir tasfiye hareketi başladı. 16 Haziran 1950'de de ezanın Arapça okunmasını yasaklayan kanun yürürlükten kaldırıldı.




Bu gelişmelere CHP ciddi bir tepki vermedi. Milli Mücadele'yi başarıyla sonuçlandıran, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin devamı olan, cumhuriyeti kuran, 27 yıl ülkeyi yöneten parti, henüz muhalefete alışamamıştı. Gerçi CHP'nin yayın organı durumunda olan Ulus Gazetesi'nde komutanların değişmesine ilişkin bir-iki eleştiri yazısı vardı.10 Ancak CHP'liler Arapça ezan yasağının kalkması konusu görüşülürken kanunun aleyhinde olmadılar.11 CHP'li birçok milletvekili, komutanların değişmesi ve valilerin tasfiyesini de yeni hükümetin tasarrufu olarak değerlendiriyordu.



DP iktidarı 14 Temmuz 1950 tarihinde Genel Af çıkararak CHP döneminde tıka basa dolmuş cezaevlerini boşalttı. Genel Af, DP yandaşlarınca, "yeni dönemde sosyal barışın sağlanması için atılan önemli bir adım" olarak değerlendirilirken, karşıtları "DP siyasal amaçları uğruna hırsızları, katilleri affetti" yorumunu yapıyordu.



DP iktidarının ilk aylardaki hızı 25 Temmuz 1950 günü Kore Kararı ile zirveye çıktı: Hükümet, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin talebi üzerine 4500 kişilik Türk Savaş Birliği'nin gönderilmesine karar verdi.




Kore Savaşı'na katılma kararı, Türkiye'nin DP ile yeni bir dış politika belirlediğinin bir göstergesiydi. Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, hem de kendinden kilometrelerce uzakta, vatandaşlarının adını bile bilmediği bir ülkede savaşa giriyordu. Bu yeni dış politikaya kısa sürede sert tepkiler geldi. Millet Partisi Genel Başkanı Hikmet Bayur "Bugün Birleşik Amerika Kore'de savaşa atılmışsa bunu orada pek büyük Amerikan ideali olduğu için mi, Birleşmiş Milletler ülküsünü kurtarmak için mi yapmıştır" sözleriyle Kore'ye asker gönderilmesine karşı çıkıyordu. Yeni Sabah ve Ulus gibi gazeteler de "ihtiyatsızca" alınan bu kararı eleştiri bombardımanına tuttular.12 Öte yandan CHP'nin Kore Kararı'na ilişkin tavrı net değildi. Böyle bir konuda niçin kendisine danışılmadığını soruyor, ama kararı onaylayıp onaylamadığını açıklamıyordu. Kore Kararı TBMM tatilde iken alınmış olduğu için kararın TBMM'de onaylanması Kasım ayında gerçekleşebildi.




Yaz aylarının son flaş icraatı Türkiye Sınai Kalkınma Bankası'nın kurulmasıdır. Ağustos ayının ilk günlerinde kurulan bu banka özel girişimi, özel sermayeyi teşvik etmek amacını güdecekti.13




1950'li yıllarda yerel organlara ayrı tarihlerde seçim yapıldığından, 1950 yılının Ağustos-Ekim dönemi yerel seçimlerle geçildi. Seçimlerde DP, CHP'ye karşı ezici bir üstünlük sağladı. Öyle ki, 600 belediyenin 560'ını DP'li adaylar kazandı. Başbakan Menderes seçim zaferinden sonra "Türk milleti Halk Partisi'ni 14 Mayıs'ta iktidardan tasfiye etmişti, 3 Eylül'de de muhalefetten tasfiye etti" diyecekti.14




1951 yılının başlarında hükümet, Kırşehir'deki Atatürk büstünün tahrip edilmesi olayı üzerine "inkılap ve Atatürk aleyhine işlenmekte olan suçların artma eğilimi gösterdiği" kanaatine vardı ve "Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun" tasarısını hazırlayarak TBMM'den geçmesini sağladı. Demokrat Partililer 1946-1950 döneminde iktidar partisi CHP'yi Atatürk'le ilgili birçok konuda eleştirmişlerdi. Öncelikle, Anıtkabir'in yapımının geciktirilerek Atatürk'ün Etnografya Müzesi'nde bekletilmesi, ayrıca para ve pullardan Atatürk'ün resminin kaldırılarak İnönü'nün resminin basılması DP'lilerin başlıca eleştiri konularındandı. DP, Atatürk Devrimlerine karşı olmakla suçlanmışsa da, uygulamada bu suçlama gerçeklerle örtüşmez.15 Özellikle Celal Bayar meşhur "Atatürk'ü sevmek millî bir ibadettir" sözüyle Atatürk hayranlığını dile getirmiştir.




1951 yılının Mart ayında, DP iktidarı henüz bir yılını doldurmadan, Başbakan Menderes'le Tarım Bakanı Nihat Eğriboz arasında yaşanan bir tartışma yüzünden hükümet istifa etti,16 yeni hükümet yine Menderes tarafından kuruldu.17




İkinci Menderes Hükümeti de, tıpkı ilk hükümet gibi özel sektörün gelişmesi, Anadolu'da ticaret ve sanayi burjuvazisinin doğması için çaba gösterdi. Öte yandan dış politikada benimsediği yeni yolda da emin adımlarla ilerledi. NATO'ya girmek için İnönü döneminden beri nabız yoklayan Türkiye, Kore Savaşı'nın sağladığı avantajla ABD'nin desteğini aldı. Ancak, İngiltere ve Fransa'nın muhalefetini kıramıyordu. 1951 yılının Mayıs ayında İngiltere Dışişleri Bakanı Morrison tarihe "Morrison Mektubu" olarak geçen belgeyi Türk hükümetine iletti. Morrison mektupla Türkiye'nin Atlantik Paktı'na alınmasına taraftar olduğunu belirtiyor ve diğer devletler nezdinde de gerekli girişimleri yapacağını taahhüt ediyordu. Ancak İngiltere bir şart öne sürüyordu: ABD, İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında Orta Doğu'nun savunmasını sağlamak üzere başka bir savunma sisteminin kurulması. Hükümet Morrison mektubuna verdiği cevapta, Türkiye için NATO'nun önemine değinirken, Orta Doğu için önerilen yeni savunma sistemi için de görüşmelere hazır olduğunu bildirdi.



Türkiye'nin bu tutumu, Ottowa'da yapılan Atlantik Konseyi'nde ele alındı ve 1951 yılının Eylül ayında Türkiye'nin NATO'ya alınması kabul edildi. NATO'ya giriş kararı DP ve CHP'nin oylarıyla 18 Şubat 1952 günü TBMM'de onaylandı.




Türkiye'nin NATO'ya girmesiyle birlikte dış politikasının yanı sıra iç politikasında da önemli değişikliklerin olacağı aşikardı. DP iktidarı, 1952 yılının ortalarından itibaren "aşırı sağ ve sol akımlar" olarak değerlendirdiği kurumların üstüne gitmeye başladı. Türk Milliyetçiler Derneği 9 Temmuz 1953 günü, Millet Partisi de 1953 yılının Ocak ayında kapatıldı. Köy Enstitüleri, Öğretmen Okullarına dönüştürüldü. CHP'nin tek parti döneminde haksız yere edindiği mallar hazineye devredildi. Türkiye'nin NATO'ya girmesine çok sıcak bakmadığı bilinen Hava Kuvvetleri Komutanı Muzaffer Göksenin emekli edildi.




Türkiye'de iç ve dış politikada hararetli günler yaşanırken aynı zamanda ülkenin çehresi de değişiyor, karayollarına verilen önem sayesinde mübadele aracı maldan paraya dönüşüyordu. Köylerin kasabalara ya da kentlere olan bağlantısı köylünün ürününü pazarda sergilemesini sağlıyor, bu da köylünün parayla tanışması sonucunu doğuruyordu. Para, Sümerbank'tan pazen alınması, pabuç alınması, basma alınması demekti. Para, kaliteli tohum, gübre hatta traktör demekti. Para, bazı köylüler için de pavyon demekti, eğlence demekti. Para, köylünün kenti keşfetmesi demekti. Nitekim, 1950 yılında 1 milyar lira olan para arzı, 1960 yılında 5 milyar liraya çıkmıştı.18




Demokrat Parti'nin kuruluşundan iktidara gelmesine kadar geçen dört yıllık dönemde yaptığı iki kongrenin, parti ve Türk demokrasisi açısından önemi yukarıda vurgulanmıştı. Demokrat Parti, iktidarda bulunduğu 1950-1960 arası on yıllık dönemde ise sadece iki kongre gerçekleşti. Parti'nin en önemli şahsiyeti Celal Bayar artık Cumhurbaşkanı idi. Partiye, -en azından- açıktan müdahale etmiyor, dolayısıyla teşkilatla ilgilenmiyordu. Toplantılarda, mitinglerde, kongrelerde yaptığı konuşmalarla siyaset dersleri veren, birçok defa kaybetmek üzereyken son anda yaptığı manevralarla kazanan Bayar'ın yükü artık Menderes'in omuzlarındaydı. Menderes ise Bayar'dan farklıydı. O, mücadeleyi sevmiyordu. Hitap ettiği milyonlarla özdeşleşebilen, onların duygu ve düşüncelerini okuyan, ruh hallerini çözen Menderes'in büyük bir eksiği vardı: Yüzbinlere hitap ederken o insanların tek tek aralarında ne konuşabileceklerini biliyordu, ama hemen yanı başında duran 5-10 kişinin ayak oyunlarının, dalkavukluklarının neler ifade edeceğini bir türlü çözemiyordu. Belki de çözmek istemiyordu.




Çocukluk yıllarında başlayan, özellikle iktidarının ilk yıllarında sıkça karşılaştığı ihanetler Menderes'te güvensizlik duygusunu arttırmıştı. Bu sebeple Menderes, kongre gibi hesaplaşma ortamlarını hiçbir zaman sevmedi. Hatta kongrelerden korktu. İktidarda bulunduğu on yıl içinde, biri 1951 diğeri 1955 yılında yapılan iki Büyük Kongre'de de gereksiz polemiklere, mücadelelere girdi. Menderes'in Genel Başkanı olduğu Demokrat Parti'de kongre demek bundan sonra çatışma demekti, bölünme demekti.19




Demokrat Parti'nin 1950-1960 yılları arasında topladığı iki kongreden ilki olan Üçüncü Büyük Kongre, 15 Ekim 1951'de, Ankara'da, Büyük Sinema'da çalışmalarına başladı. İlk iki kongre gibi uzun süren ve 20 Ekim 1951 akşamı sona eren kongreye 1160 delege katıldı. Kongrede, Cumhurbaşkanı Celal Bayar da bulundu. Ancak o, artık sahnede değil, Cumhurbaşkanlığı locasındaydı. Kürsüde konuşan, hesap veren, savaşan artık Adnan Menderes'ti.




Demokrat Parti Üçüncü Büyük Kongresi'nde yaşanan en ilginç gelişme, hiç şüphesiz İçişleri Bakanı Halil Özyörük'ü istifaya kadar götüren gazete haberi idi: Ulus gazetesi, bakanın eşine resmi bir araba tahsis edildiğini yazdı ve yayınladığı resimlerle de bu iddiasını ispat etti.20 Bu haberler üzerine Halil Özyörük, 17 Ekim 1951 günü bakanlık görevinden istifa etti.

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

2 Ekim 2019 Çarşamba

Muavenet gemisinin ABD’ye ait Saratoga tarafından vurulması

Muavenet gemisinin ABD’ye ait Saratoga tarafından vurulması



















1 Ekim 1992’de Türk donanmasına ait Muavenet gemisinin ABD Deniz Kuvvetlerine ait Saratoga gemisi tarafından vurulmasıyla ilgili Meydan Milliyet gazetelerinde çıkan haberler…

Aptal Coni,


ABD’nin Saratoga uçak gemisinden atılan füzeyle Türk muhribi Muavenet’in vurulması, tüm dünyayı şaşırttı. O hayda kasıt yoksa, geriye tek ihtimal kalıyor: Geri zekalılık. Gemi komutanı yarbayla 4 denizcinin şehit olması, 11 subay ve erin yaralanması yurtta üzüntü ve tepki yarattı.

Ege Denizi’ndeki “Kararlılık Gösterisi-92” tatbikatına katılan uçak gemisi Saratoga’dan önceki gece 22 sularında ateşlenen iki “Sea Sparrow” füzesinden biri, 3 mil uzaktaki Türk muhribi Muavenet’i vurdu. Kaptan köşkü havaya uçan gemide komutan Kurmay Yarbay Kudret Güngör ile 4 denizci şehit oldu. Komutan yardımcısı binbaşı ile 10 denizci de yaralandı.

https://2.bp.blogspot.com/-fwBPeU7C3Cw/WgJJuFUSkxI/AAAAAAAAOPc/ppXU-UPOhpI_9tMPrE6n-lagJzebaBlJACLcBGAs/s1600/Ege%2BDenizi%25E2%2580%2599ndeki%2B%25E2%2580%259CKararl%25C4%25B1l%25C4%25B1k%2BG%25C3%25B6sterisi-92%25E2%2580%259D%2Btatbikat%25C4%25B1na%2Bkat%25C4%25B1lan%2Bu%25C3%25A7ak%2Bgemisi%2BSaratoga%25E2%2580%2599dan%2B%25C3%25B6nceki%2Bgece%2B22%2Bsular%25C4%25B1nda%2Bate%25C5%259Flenen%2Biki%2B%25E2%2580%259CSea%2BSparrow%25E2%2580%259D%2Bf%25C3%25BCzesinden%2Bbiri%252C%2B3%2Bmil%2Buzaktaki%2BT%25C3%25BCrk%2Bmuhribi%2BMuavenet%25E2%2580%2599i%2Bvurdu.%2BKaptan%2Bk%25C3%25B6%25C5%259Fk%25C3%25BC%2Bhavaya%2Bu%25C3%25A7an%2Bgem.jpg

DOĞU Akdeniz’de başlayan Ege Denizi’nde süren NATO “Kararlılık Gösterisi-92” tatbikatının önceki geceki Sakız Adası açıklarındaki bölümünde bilinmeyen bir nedenle ABD deniz kuvvetlerine ait Saratoga uçak gemisinden ateşlenen bir füze, “Muavenet” adlı Türk muhribine isabet etti. Olayda gemi komutanı dahil beş subay ve er şehit oldu. Türk muhribinin köprüsünün tümüyle havaya uçmasına neden olan olayda 11 subay ve asker de yaralandı. Olay önceki gece 23.13’te meydana geldi. Yunanistan’ın İkarya Adası’nın 20 mil kuzey-batısında bulunan Saratoga uçak gemisinden bilinmeyen bir nedenle bir füze fırladı. Isıya duyarlı, tahrip gücü yüksek “Sea Sparrow” güdümlü füze, uçak gemisinin 3 mil açığında, Sakız Adası ile Pisara Adası arasındaki bölgede bulunan Muavenet muhribinin köprüsüne isabet etti. Tatbikatı izlemek üzere götürülen gazetecilerin bulunduğu Karamürsel-B muhribinin paralelinde bulunan muhripte şiddetli bir patlama meydana geldi. ABD yardımı olarak Türkiye’ye verilen muhripler arasında yer alan Muavenet’in köprüsü, şiddetli patlamayla birlikte havaya uçtu. Saratoga gemisinden 22.59′ da atılan füzeden bir dakika sonra İngiliz gemisi Andremoda’nın olaydan bilgisi oldu. İngiliz gemisi personeline, bir füzenin çıkış yaptığını duyurdu. Ancak Saratoga gemisi, durumdan diğer gemileri haberdar etmedi. İlk yaralı dün sabah saatlerinde getirildi. Hava Eğitim Komutanlıgı helikopter pistine indirilen ve Teğmen Ahmet Tırnova olduğu belirtilen yaralı, buradan Dokuz Eylül üniversitesi Hastanesi’ne kaldırılarak ameliyata alındı. Tırnova’nın başına şarapnel parçası isabet ettiği bildirildi.

Yine dün 13.30 sıralarında ise NATO’ya ait Marines 14 isimli bir helikopterle ikisi ağır 5 yaralı getirildi, Hava Eğitim Komutanlığı Hastanesi’nde tedaviye alındı. Aynı saatlerde Marines 10 isimli helikopterle getirilen beş şehidin cenazeleri, ambulanslara konarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ait Hatay’daki askeri hastaneye götürüldü.

SARATOGA: ‘HATA BIZDE’


Türk ve yabancı gazetecilere, saat 16.30’da Saratoga’da filo komutanı Koramiral Phillp A. Dur, Gemi Komutanı Albay James M. Drager ve 17. Hava Grup Komutanı Albay George N. Crim’in katıldığı brifing verildi. Koramiral Dur, şöyle konuştu: “Füze yanlışlıkla ateşlendi ve Türk gemisine isabet etti. Bu trajedik durumdan çok üzgünüz, ama kaza olur olmaz sıhhi, hasar kontrol, kurtarma ve yangın ekiplerimiz Türk gemisine gittiler. Helikopterlerimiz, Türk gemisinden Saratoga’ya yüzlerce sefer yaptılar.”

Dur, “Bu sistem, tatbikat zamanları yan otomatik olarak çalışır. Ateşlenmesi için mutlaka birinin düğmeye basması gerekir” dedi.

Dur, füze komuta kontrol odasının ve atış platformunun gazetecilere gösterileceğini söyledikten sonra bir binbaşı Sea Sparrow füzeleri hakkında bilgi verdi. Sistemin, radar, atış rampası ve ateş kontrol ünitesinden oluştuğunu kaydeden binbaşı, füzelerin tam ya da yarı otomatik olarak ateşlenebileceğini belirterek, şunları söyledi: “Sistem tatbikat ve normal seyirde yarı otomatikte tutuluyor. Tam otomatikte hedefe kilitlendikten sonra atış kararını da kendisi veriyor. Bu ancak savaş zamanı olur. Hata bizdedir, karşı tarafta değil. Üzgünüz.”



https://4.bp.blogspot.com/-FAKcSkAb6Oc/WgJJ8PD8WgI/AAAAAAAAOPg/yu_XaQpSuzsMsKk31rN_q5w0mw5CEd_UwCLcBGAs/s1600/Dur%252C%2Bf%25C3%25BCze%2Bkomuta%2Bkontrol%2Bodas%25C4%25B1n%25C4%25B1n%2Bve%2Bat%25C4%25B1%25C5%259F%2Bplatformunun%2Bgazetecilere%2Bg%25C3%25B6sterilece%25C4%259Fini%2Bs%25C3%25B6yledikten%2Bsonra%2Bbir%2Bbinba%25C5%259F%25C4%25B1%2BSea%2BSparrow%2Bf%25C3%25BCzeleri%2Bhakk%25C4%25B1nda%2Bbilgi%2Bverdi.%2BSistemin%252C%2Bradar%252C%2Bat%25C4%25B1%25C5%259F%2Brampas%25C4%25B1%2Bve%2Bate%25C5%259F%2Bkontrol%2B%25C3%25BCnitesinden%2Bolu%25C5%259Ftu%25C4%259Funu%2Bkayded.jpg












‘OLAY TAMAMEN KAZA’

Donanma Komutanı Oramiral Güven Erkaya, dün Muavenet muhribinde incelemelerde bulunduktan sonra yaptığı açıklamada, şunları söyledi: “Maalesef tamamen bir kaza neticesi, ABD gemisinden ateşlenen güdümlü merminin isabet ederek patlaması sonucu, olay meydana geldi.”


Şehit olan beş denizcinin cenazelerinin, Gölcük’e gönderileceği, pazartesi günü burada düzenlenecek askeri törenden sonra toprağa verilecek.

EVLERDE MATEM,


Muavenet muhribinde 4 kişiyle birlikte hayatını kaybeden Kurmay Yarbay Kudret Güngör’ün Gölcük’teki evinde matem yaşanıyor. Kocasını kaybettiğini sabah erken saatlerde öğrendikten sonra fenalaşarak sinir krizleri geçiren Deniz Güngör, doktor kontrolüne alındı. Körfez ilçesine bağlı Tütünçiftlik’teki Oruçreis Anadolu Lisesi üçüncü sınıf öğrencisi şehit yarbayın tek çocuğu Görkem Güngör, dün sabah babasının ölümünden habersiz olarak gittiği okulundan evlerine getirildikten sonra acı haberi öğrendi.

Şehit ve yaralılar • 

Şehitler: Muhrip Komutanı Dz. Kur. Yb. Kudret Güngör, 
Uçaksavar Yardımcı Subayı Dz. Tğm. Alper Tunga Akan, 
Telsiz Astsb. Çvş. Serkan Aktepe, 
Top Er Recep Akan, 
İkm. Çvş. Mustafa Kılıç.

https://3.bp.blogspot.com/-dy499YokPzA/WgJKLbePO6I/AAAAAAAAOPk/Vsjv7EfY-L4uZSaFX9V5VOsVKKjCmzDWwCLcBGAs/s1600/Manyak%2BAmerikal%25C4%25B1%2BEge%25E2%2580%2599yi%2Bkana%2Bbulad%25C4%25B1.jpg


Yaralılar: 
Muhrip ci Komutanı Dz. Kur. Kd. Bnb. Necati Erol, 
Harekat Subayı Dz. Ütğm. Fahrettin Kalkır, 
Muhabere Subayı Dz. Tğm. Ahmet Tırnava, 
Uçaksavar Yardıma Subayı İkm. Ütğm. M. İlter Özdil, 
Seyir Üçvş. Faruk Sarıyıldırım, 
Top. Astsb. Çvş. Taner Pişkin, 
Top. Astsb. Çvş. Tuncer Pınar, 
Top. Er Hakverdi Aydın, 
İkm. Er Ömer Hekim, 
       Serdümen Onbaşı 
       Tolga Işıklar. (Milliyet)

Manyak Amerikalı Ege’yi kana buladı,


Ege Denizi’nde devam eden NATO’nun Kararlılık Gösterisi – 92 Tatbikatı sırasında Amerikan Saratoga uçak gemisinden ateşlenen 2 füzeden biri muhribimize isabet etti.

Patlayıcı başlıklı güdümlü füze, savaş gemimizin kaptan köşkü ve radar merkezinin bulunduğu bölüme çarparak infilak etti. Patlama sırasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Muavenet muhribinin Komutanı Kurmay Yarbay Kudret Güngör ile 1 subay, 1 astsubay ile 2 er şehit oldu.

Olayda, Türk muhribinin 2. Komutanı Necati Erol’un da aralarında bulunduğu 14 mürettebat yaralandı. Patlama ile çıkan yangın başta Amerikan muhribi U.S.S. Gates olmak üzere diğer savaş gemilerinin personeli tarafından söndürüldü. Genelkurmay yetkilileri, kazanın ABD gemisinin hatası sonucu geliştiğini açıkladı.

Ege Denizi’nde devam eden NATO’nun Kararlılık Gösterisi 92 Tatbikatı sırasında, Amerikan Saratoga uçak gemisinden ateşlenen 2 füzeden biri muhribimize isabet etti.

Patlayıcı başlıklı güdümlü füze, savaş gemimizin kaptan köşkü ve radar merkezinin bulunduğu bölüme çarparak infilak etti. Patlama sırasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Muavenet gemisinin Komutanı Kurmay Yarbay Kudret Güngör ile 1 subay, 1 astsubay, 2 er şehit oldu. Olayda Muavenet’in 2. Komutanı Necati Erol’un da aralarında bulunduğu 14 mürettebat yaralandı. Patlama ile çıkan yangın başta Amerikan Muhribi U.S.S. Gates olmak üzere diğer savaş gemilerinin personeli tarafından söndürüldü. Genelkurmay yetkilileri, kazanın ABD gemisindeki hatası sonucu geliştiğini açıkladı.



https://4.bp.blogspot.com/-q8mkWtGiO2Y/WgJKZMcei8I/AAAAAAAAOPs/pda8idUf2vwuumGC5xP2G9OsB6_PCQHzwCLcBGAs/s1600/Patlay%25C4%25B1c%25C4%25B1%2Bba%25C5%259Fl%25C4%25B1kl%25C4%25B1%2Bg%25C3%25BCd%25C3%25BCml%25C3%25BC%2Bf%25C3%25BCze%252C%2Bsava%25C5%259F%2Bgemimizin%2Bkaptan%2Bk%25C3%25B6%25C5%259Fk%25C3%25BC%2Bve%2Bradar%2Bmerkezinin%2Bbulundu%25C4%259Fu%2Bb%25C3%25B6l%25C3%25BCme%2B%25C3%25A7arparak%2Binfilak%2Betti.%2BPatlama%2Bs%25C4%25B1ras%25C4%25B1nda%2BDeniz%2BKuvvetleri%2BKomutanl%25C4%25B1%25C4%259F%25C4%25B1%25E2%2580%2599na%2Bba%25C4%259Fl%25C4%25B1%2BMuavenet%2Bgemisinin%2BKomutan%25C4%25B1%2BKurmay%2BYarbay%2BKudret%2BG%25C3%25BCng%25C3%25B6.jpg






Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Muavenet gemisinin bu sabah iki gemi eşliğinde Gölcük Deniz Üssü’ne çekileceği öğrenildi.

Genelkurmay Başkanlığı, Ege Denizinde devam eden Kararlılık Gösterisi 92 Tatbikatı sırasında ABD uçak gemisi Saratoga’dan kaza sonucu ateşlenen güdümlü füzelerin Türk Muhribi Muavenet’e isabet etmesiyle ilgili olarak Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü Kurmay Albay Haluk Alper imzasıyla bir açıklama yaptı. Açıklamada şöyle denildi:

‘Ege Denizinde devam etmekte olan NATO’nun planlı tatbikatlarından ‘Kararlılık göslerial-92’ tatbikatının Saros Körfezine intikal ve fiili atış eğitimi olmayan bir safhasında, İzmir’in yaklaşık 80 mil batısında 1 Ekim saat 23.13’teUSS Saratoga Uçak Gemisinden bir hata sonucu ateşlenen güdümlü mermi TCG Muavenet Muhribinin köprü üstüne isabet etmiştir. Çıkan yangın, diğer Türk ve müttefik gemiler yardımı ile söndürülmüş, ABD gemisinin hatası sonucu meydana gelen müessif olayda gemi komutanı Deniz Kurmay Yarbay Kudret Güngör ve 4 personel şehit olmuş, 15 personel yaralanmıştır. Türk ve ABD yetkilileri tarafından olaya ilişkin gerekli soruşturmaya başlanmıştır. Müttefik Basın Bilgi Merkezi Komutanı Topçu Kıdemli Binbaşı İlhan Köksal, olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğünü belirterek olayın meydana geliş saatini de 22.11 olarak açıkladı.

Saratoga uçak gemisinden iki füzenin kimin tarafından ateşlendiği araştırılıyor.


https://1.bp.blogspot.com/-oCsuac1p5Q0/WgJKmQE9ESI/AAAAAAAAOPw/b9BUTxsNBXgExqeU9P1uQQBb5fXOzCUcgCLcBGAs/s1600/Mons%25E2%2580%2599taki%2BNATO%2BAvrupa%2BM%25C3%25BCttefik%2BKuvvetler%2BY%25C3%25BCksek%2BKarargah%25C4%25B1%2BS%25C3%25B6zc%25C3%25BCs%25C3%25BC%252C%2Bolay%2Bs%25C4%25B1ras%25C4%25B1nda%2BCanl%25C4%25B1%2BAt%25C4%25B1%25C5%259F%2Btatbikat%25C4%25B1%2Bolmad%25C4%25B1%25C4%259F%25C4%25B1n%25C4%25B1%2Bdo%25C4%259Frulad%25C4%25B1.%2BS%25C3%25B6zc%25C3%25BC%252C%2B5%2Bki%25C5%259Finin%2B%25C3%25B6l%25C3%25BCm%25C3%25BCne%252C%2B14%2Bki%25C5%259Finin%2Bde%2Byaralanmas%25C4%25B1na%2Bneden%2Bolan%2Bf%25C3%25BCzelerin%2Bkimin%2Btaraf%25C4%25B1ndan%2Bate%25C5%259Flendi%25C4%259Finin.jpg











Mons’taki NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Karargahı Sözcüsü, olay sırasında Canlı Atış tatbikatı olmadığını doğruladı. Sözcü, 5 kişinin ölümüne, 14 kişinin de yaralanmasına neden olan füzelerin kimin tarafından ateşlendiğinin araştırıldığını ve kısa sürede suçlunun ortaya çıkarılmasını beklediklerini ifade etti.

Sözcü, Saratoga’nın tatbikattan çekilmesini, “Manevraların bir bölümünün olaydan sonra askıya alındığı” şeklinde izah ederken, bir başka yetkili ise Saratoga’nın soruşturma amacıyla Napoli’ye geri çağrıldığını söyledi.

Müttefik Basın Bilgi Merkezi’nde Türk ve ABD’li subaylar tarafından düzenlenen kazayla ilgili  toplantıda, Amerikan 6. Filosu temsilcisi bir yüzbaşı, ateşlenen füzelerden birinin 12 feet uzunluğunda, 8 inç çapında, 500 libre ağırlığında ve içinde patlayıcı tahrip maddesi bulunan bir başlığa sahip olduğunu belirtti. ABD’li subay, füzelerin kutu kapağı açıldığında ateşlenebildiğini anlattı.

Ayaz: Karşı taraf özür diledi
Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz, elde olmayan nedenlerden dolayı bir kaza olduğunu, karşı tarafın da bunu kabul edip özür dilediğini belirterek şöyle konuştu:

“Bu tür tatbikatlarda, zaman zaman büyük veya küçük olaylar olabiliyor. Ama bu tür olayların kaza olması, üzüntü yönünü azaltıyor. Kasıtlı olsaydı o zaman çok daha üzücü olurdu. Yapılacak tahkikatlar neticesinde, olayın ne şekilde cereyan ettiği belli olacak. Karşı taraf, bu konuda süratle tahkikatları yapmak için teşebbüse geçmiştir. Olayın nasıl meydana geldiği tahkikat sonucu meydana çıkacaktır. Gereken her şeyin yapılması için direktif vermişlerdir.”

TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk da bir başsağlığı mesajı yayınlayarak üzüntüsünü dile getirdi.


Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, kendisine yöneltilen sorular üzerine açıklama yapmadı ve bu konuda açıklamayı Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz’ın yapacağını bildirdi.

Erbakan: Kaza değil kasıt


Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan olayın kasıtlı olduğunu ileri sürdü. Erbakan yaptığı yazılı açıklamada kaza ile ilgili olarak Başbakan Süleyman Demirel’i de eleştirdi.


https://2.bp.blogspot.com/-WdoQFg4oBvw/WgJK1x9PFEI/AAAAAAAAOP0/UdBCWidu0EY4jAtYFnbf6J4gyAtp0DVoQCLcBGAs/s1600/Olayda%2B%25C5%259Fehit%2Bd%25C3%25BC%25C5%259Fenler%2Bi%25C3%25A7in%2Bb%25C3%25BCy%25C3%25BCk%2B%25C3%25BCz%25C3%25BCnt%25C3%25BC%2Bduyduklar%25C4%25B1n%25C4%25B1%2Bbelirten%2BErbakan%252C%2B%25E2%2580%259COlay%25C4%25B1n%2Btatbikat%2Bat%25C4%25B1%25C5%259F%2Be%25C4%259Fitimi%2Bile%2Bilgisi%2Bolmayan%2Bbir%2Bsafhada%2Bmeydana%2Bgelmi%25C5%259F%2Bolmas%25C4%25B1%252C%2Bkas%25C4%25B1tl%25C4%25B1%2Bbir%2Bhareket%2Bolmas%25C4%25B1%2Bihtimalini%2Bson%2Bderece%2Bkuvvetlendirmi%25C5%259Ftir.%2BMillet%25C3%25A7e.jpg












Olayda şehit düşenler için büyük üzüntü duyduklarını belirten Erbakan, “Olayın tatbikat atış eğitimi ile ilgisi olmayan bir safhada meydana gelmiş olması, kasıtlı bir hareket olması ihtimalini son derece kuvvetlendirmiştir. Milletçe son derece büyük bir ilgiyle olayın üzerinde durmamızı gerektiriyor” dedi.

Demirel: Kazanın Arkasında ne çeşit yanlışlık var bilmiyoruz.

Başbakan Süleyman Demirel, Ege Denizi’nde devam eden NATO tatbikatı sırasında, Amerikan uçak gemisi Saratoga’dan ateşlenen güdümlü füzelerin Muavenet’e isabet etmesinin bir kaza sonucu meydana geldiğini söyledi. Demirel, Ankara’dan uçakla İstanbul’a gelişinde Atatürk Havalimanında gazetecilerin olayla ilgili sorusunu cevaplandırırken, “Olay bir kazadır. Henüz bu kazanın arkasında ne çeşit bir yanlışlık var bilmiyoruz. Biraz beklemek lazım. Olay aydınlanacak” dedi.

Başbakan Süleyman Demirel’i arayan ABD Başkanı George Bush üzüntülerini bildirdi.


Uzmanlar, Sea Sparrow Güdümlü füzesinin hata sonucu Türk muhribini vurmasını zayıf bir ihtimal olarak görüyor.

Uzmanlara göre, karmaşık bir elektronik sistemle yönetilen güdümlü füzenin fırlatılması için önce hedefin saptanması ve atış kontrol radarının hedefe kilitlenmesi gerekiyor.

Uzmanlar, füzeyi fırlatan rampanın kapaklarının ancak, silah operatörünün ateşe hazır hale getirmesinden sonra açılabileceğine dikkat çekerken “Füzenin ateşlenmesi için de düğmeye basılması gerekir” diyorlar.



https://1.bp.blogspot.com/--Hj65vj5JMc/WgJLC9DXJNI/AAAAAAAAOP8/LxTFoW4T7XoChCDoZ2kwAEfjKPi9ERqPgCLcBGAs/s1600/NATO%25E2%2580%2599nun%2Bsonbahar%2Bserisi%2Bplanl%25C4%25B1%2Btatbikatlar%25C4%25B1ndan%2Bolan%2B%25E2%2580%259CDisplay%2BDetermination%2B92%2B%2BKararl%25C4%25B1l%25C4%25B1k%2BG%25C3%25B6sterisi%2B92%25E2%2580%2599de%2Bya%25C5%259Fanan%2Bdeh%25C5%259Fet%2Bverici%2Bolay%252C%2Bhaf%25C4%25B1zalardan%2Buzun%2Bs%25C3%25BCre%2Bsilinmeyecek..jpg



















NATO’nun sonbahar serisi planlı tatbikatlarından olan “Display Determination 92 / Kararlılık Gösterisi 92’de yaşanan dehşet verici olay, hafızalardan uzun süre silinmeyecek.

Savunma ve saldırı sistemlerinde yüksek teknoloji ürünü silahları kullanmasıyla ünlü ABD silahlı kuvvetlerine ait 60 borda numaralı USS Saratoga’nın “Kaza sonucu” Türk Deniz Kuvvetlerine bağlı TCG Muavenet’e iki güdümlü füze fırlatması, askeri gözlemciler tarafından garip karşılandı.

Zira, ateşleme sistemi elektronik olarak yönetilen ve hedefe yine elektronik olarak yönlendirilen “Sea Sparrow” tipi güdümlü füzelerinin fırlatma sistemleri “Tetiğe yanlışlıkla bastık” gibi basit bir açıklamayla geçiştirilemeyecek düzeyde karmaşık.

Askeri uzmanlar, tipi ne olursa olsun, güdümlü bir füzenin fırlatılması için, silahın önce “ateşe hazır hale getirilmesi” gerektiğini vurguluyorlar. Ardından “Atış Kontrol Radarı”ndan vurulacak hedefin tespit edilmesi, tanımlanması (Koortinatları, büyüklüğü, hızı vs.) ve bilgisayar aracılığı ile bu bilgileri güdümlü füzenin içindeki yön bulucuya bildirilmesi gerektiğini de sözlerine ekliyorlar.

Komutları alan güdümlü füze rampası bunun üzerine hedefe yöneliyor. Silahın, “Sessiz konumdan”, “ateşe hazır” hale geçmesi, çeşitli ses ve ışık cihazlarıyla sistemi yöneten silah sistem operatörlerine iletiliyor. İşte bundan sonra sıra, güdümlü füzeyi fırlatmak üzere düğmeye basmaya geliyor.

İşin bir ilginç yanını ise güdümlü füze atış kontrol merkezinin, gemideki diğer silah sistemlerinden farklı bir yerde bulunması oluşturuyor. Bu da USS Saratoga’da görevli 5300 kişiden herhangi birinin suçlu duruma düşmesini engelliyor. Çünkü silahı kullanmak sadece o bölümün yetkililerinin kontrolünde gerçekleşebiliyor. DM 357 borda numaralı TCG Muavenet muhribini hedef alan atışta, ikinci bir Sea Sparrow’un daha gönderilmiş olması, olayın üzerindeki kuşkuları artırıyor.

Not: Haberi hazırlarken yararlandığımız Milliyet ve Meydan gazetelerinde İkinci günün ardından olayla ilgili haber yer almamaktadır.

Türkiye Gerçeklerini açıklayanları ABD yalakası yavşaklar sevmezler.


http://acikistihbarat-bilgipaylasim.blogspot.com/2017/11/muavenet-gemisinin-abdye-ait-saratoga.html