25 Ekim 2016 Salı

Fırat Kalkanı Harekâtı ve Suriye Türkleri




Fırat Kalkanı Harekâtı ve Suriye Türkleri


Yazar: Dr. İlhan Yılmaz Cömert
16 Eylül 2016 Cuma



Suriye’de 2011’de Arap Baharının etkisiyle meydana gelen karışıklık ortamı çeşitli terör örgütlerine de zemin hazırlamıştır. 

IŞİD (DAEŞ) terör örgütü, ülkenin önemli bir bölümünü,
—Irak’ta olduğu gibi
—Kontrolü altına almıştır. 
Bu arada, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD ve onun silahlı unsuru olan YPG, Suriye’nin kuzeyinde önemli kazanımlar elde etmiş ve Türkiye’yi güneyden tehdit eder hale gelmiştir. 

_Türkiye, 24 Ağustos’ta IŞİD ve PYD/PKK terör örgütlerine karşı sınır güvenliğini sağlamak maksadıyla, ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) unsurları ile birlikte ‘Fırat Kalkanı Harekâtı’nı başlatmıştır. Uluslararası hukuka uygun olarak gerçekleştirilen harekâtın hedefinin, sınırımızın güneyinde Fırat’tan batıya doğru 90 km. genişliğinde, 40-45 km. derinliğindeki alanı kontrol altına almak olduğu değerlendirilmektedir. Halen, TSK desteğindeki ÖSO güçleri Türkiye-Suriye sınırının güneyinde, Azez-Cerablus arasındaki bir şeridi tamamen kontrol altına almıştır. Türkiye, Cerablus’un ardından ‘ Çobanbey ’ cephesini de açarak ÖSO’nun ilerlemesini desteklemektedir.

Suriye’deki çatışma ortamının uzaması, bu ülkedeki önemli Türk (Türkmen) varlığını da ortaya çıkarmıştır. ‘Türkmen’deyimi, geniş ve bilindiği anlam­ıyla batıya göç eden Türkleri, yani Oğuzları, ayrıca İslâmiyet’i kabul eden Türkleri ifade eder. Türkmenler, yüzyıllardır Suriye topraklarında yaşamaktadırlar. Ancak Suriye’de 3,5 milyon civarındaki nüfuslarıyla ikinci büyük etnik unsuru oluşturan Türkmenler, ‘Türkmen’ olarak Türk ve Dünya kamuoyunun ilgisini çok fazla çek(e)memektedirler. Fırat Kalkanı Harekâtı ile adını duyduğumuz Çobanbey de Suriye’de Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden biridir. IŞİD terör örgütü, 27 Temmuz 2014’te, ÖSO saflarında savaşırken esir aldığı 23 Türkmen askerini Çobanbey kasaba meydanında katletmişti.

IŞİD, PYD/PKK ve Şam yönetimi tarafından Türkmen bölgelerinde yapılan katliamlar günümüze kadar devam etmiştir. Suriye’deki iç savaşın en büyük mağduru Türkmenler olmuştur. Her şeyden önce Türk oluşları, coğrafi olarak dağınık halde bulunmaları, toplumsal, siyasal ve askeri örgütlenmelerinin çok yeni oluşu, Türkiye’nin sınırlı desteği hariç tutulursa, dış destekten yoksun olmaları, Suriye Türklerini ‘ortak’ hedef haline getirmiştir 2011 yılında Suriye’de ayaklanmalar başladıktan sonra Türkmenler tarafsız kalmaya çalışmışlardır. Esad yönetimi, Türkiye ile gerilen ilişkiler nedeniyle Türkmenlerin üstüne gelmeye başlayınca muhalefete kaymışlardır. Ancak muhalif gruplar arasında yer almalarına rağmen, muhalefetten ve muhalefeti destekleyen dış güçlerden yeterli desteği görememişlerdir. 

     Halen Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında, ÖSO unsurları içinde ve onlarla birlikte hareket eden Türkmen Tugayları bulunmaktadır. Ancak sayıları ve etkinliği artırılmalıdır.Suriye Türklerini Türkiye dışında çıkarsız olarak dinleyecek ve anlayacak başka bir ülke mevcut değildir. Türkiye’nin bu bölgede yaşayan Türk toplumunun karşılaşabileceği tehlikelere karşı tedbir alması açısından da Fırat Kalkanı Harekâtı önemlidir. Suriye’nin kuzeyinin Türkmenlerin çoğunlukta olduğu silahlı unsurlar tarafından kontrol edilmesi, Türkiye’nin sınır güvenliği bakımından kaçınılmazdır.

Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadelesi açısından Suriye sınırımızın güneyinin tamamının IŞİD-PKK/PYD’den temizlenmesi hedef alınmalı, Fırat’ın Batısı-Afrin hattı dâhil kontrol edildikten sonra, harekât Fırat’ın doğusunu da kapsamalıdır. ABD, PYD/PKK unsurlarını Özel Kuvvet elemanları, silah, mühimmat ve hava unsurları ile desteklemektedir. Benzer şekilde muhalif unsurlara destek sağlamak suretiyle harekât başarılı olabilir. İran, Irak ve Şam Yönetimi’nin de desteğinin alınması önemlidir. Çünkü dört parçalı Kürdistan projesi bu ülkelerin toprak bütünlüğünü de etkilemektedir.

Türkiye, aktif bir Suriye politikasıyla hem soydaşlarına karşı vefa borcunu ödeyecek ve hem de kendi varlığını tehdit edebilecek olan siyasî oluşumları engelleyebilecektir.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü internet sitesinde yer alan yazılar, sadece yazarlarının görüş ve değerlendirmelerini yansıtmakta olup, bunların sitemizde yayınlanması, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından tümüyle veya kısmen benimsendikleri veya ‘Enstitünün’ kurumsal görüşünü yansıttıkları şeklinde alınamaz.

KORKMA...




KORKMA!




Abdullah Çağrı ELGÜN

23 Ekim 2016 Pazar






“Korkma! Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz,
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz… 
Mehmet Âkif ERSOY ”



Mehmet Âkif ERSOY,

“…
Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et,
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.
Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir.
Bu zavallı sürü için, ne merhamet ne hukuk;
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk
                                           Mehmet Emin YURDAKUL”



Şair Mehmet Emin YURDAKUL
















Ülkemizdeki yetkililerin ağzında pelesenk olmuş bir teşkilat var. Bu teşkilat: AKP teşkilatı, AKP teşkilatı AKP teşkilatı ve yine AKP kadroları, AKP kadroları, AKP kadroları!?.
Niçin?..
Türkiye Cumhuriyeti değil! 
Türk Halkı değil! 
Türk Milleti değil ?!.. AKP?.. (Yani nihayet bir parti…)
Benim bildiğim bu ülkede, 130 civarında parti ve teşkilat ve bunların mensupları var…
Sizce, Millet böyle mi kucaklanıyor?!.
Türk ve Türk Milleti, düşmanlığı ile beyinleri ipotek altına alınmış işbirlikçiler, vatanın bütün kaynaklarını ele geçirmişler ve halen sülük gibi emmeğe devam ediyorlar… Gaflet, dalalet ve ihanet devam ediyor… İlkokul mezunu bir Cemaat Reisine biat ediyor…










Doğruyu söylemekten, gerçeği haykırmaktan korkanlar, bukalemun gibi her iktidarda renk ve fikir değiştiren, tokmak kimin elinde ise onun davuluna yaklaşan, iki hatta üç, dört karakterli insan müsveddelerini oluşturan bu menfaat ortamında bukalemunların sayısı attıkça artmaktadır.

Irak, Suriye Libya Yemen İslamiyet ile yönetilen dini İslâm olanların birbirleriyle savaşı büyük güçlerin petrol, gaz, zengin madenleri ve su kaynaklarını ele geçirme, gerginlik, çatışma ve savaşı körükleme taktikleri de son hızla devam ediyor. İngiltere, Amerika, Almanya, Fransa, Rusya ve hatta Çin de arenada yer almak için yola çıkmıştır.













Medyanın tarafgirliği ve algı yönetimi ile beyin yıkama taktiği, her vakitte olay ve durumların saptırılmasından vaz geçilmiyor. Gerçeğin bir türlü ortaya çıkarılamaması, insanların karınlarını doyurma çabası, ekmeğini elde edebilmek için iktidarlara yaklaşma, ve iktidarların nimetlerinden pay alma arzusu, insanları da kimliksizleştiriyor, bukalemunlaştırıyor…  

Ülkenin aklı başında birkaç aydınından başka, gerçeği haykıran, seslendiren yok!.. Aydın afyonlanmış, aydın nemelazımcı, aydın da: “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!..”diyerek gerçeğin değil; fakat kim güçlü ise onun yanında olmakta, gemisini yürütmekte, onun davulunu çalmakta ve ona biat etme, gerçeğe aykırı olarak gaflet ve dalalet içinde olmağa  devam ediyor…








Beyni uyuşturulmuş, zihni bulanmış, aklı karıştırılmış bir halk ortaya çıkmış ki kendi kendi ile cebelleşmekte, kendi inançlarına ve doğrularına, yine kendisi ters düşmektedir. Mevlâna’nın dediği gibi:  “ İnandığı gibi değil; fakat yaşadığı gibi inanmağa ” alışmakta ve alıştırılmaktadır. 















Bu nasıl bir halk ki kendi adına, kimliğine hakaret eden: “ Ben Türk’üm! ” dersen o da Kürdüm, Arap’ım, Fars’ım ”der! diyerek bu necip milleti kendi kimliğinden ırkından ürküten, korkutan, sevdiği saygı duyduğu, ideal şahsiyet olarak ona unvan ve paye verdiği, tüm kutsal değerleri hiçleştiren, bir oyun var ortada. Daha dün İstiklâl Marşı’na gerek olmadığını söyleyerek bestesini ve sözlerini tartışmaya açan, İstiklâl Marşı’mızı kaldırmağa çalışan, ay yıldızlı bayrağını değiştirmeye kalkışan, Türklüğü ayaklar altına alan, Milliyetçiliği “Yok!” sayan Millî kahramanımız Atatürk’ün heykellerinin meydanlarda olmasından rahatsızlık duyan, kimi yerlerde kaldırtan, okul ve üniversitelerdeki Atatürk heykellerinin kırılmasına sinsi sinsi gülen bir zihniyet…  

 İlkokul mezunu bir Cemaat Reisine Biat ediyor…













Bu zihniyet, en az (69) atmış dokuz kez, ülkenin bayrağının indirilmesi cesaretini bu densizlere veren, ülkenin güvenlik güçlerini iş yapamaz duruma düşüren, Türk bayrağını bulunduğu gönderden indirenleri, millete sövenleri, Mecliste İstiklâl Marşı söylenirken ayağa kalkmayanları, ülkeyi bölerek “Kürdistan” kurmak isteyenleri çıkardığı Kanun Hükmündeki Kararname ile Habur Sınır Kapısı'nda affederek “Çözüm Süresi” ile sokağa salanlardır… Yine bunlar: Teröristlerin sokaklarda, örgütlenmelerine, silahlanmalarına yollara mayın döşemelerine, ülkeyi kana bulayarak “Canlı Bomba” ihraç edilmesine, Devlet kesesinden beslenen Meclistekilerin terörist cenazelerine katılmalarına, ülke içinde polis gücü kurmalarına, mahkemeler kurarak halkı ve Türkiye Cumhuriyeti Savcılarını Yargılamalarına, yol kesen, kimlik soran, camileri, okulları içindekilerle birlikte yakan…ve benzerlerini yapanları affeden, bunlara “Çözüm Üreten” aklı karışıklardır.











Bugüne gelinceye kadar, aynı hataları devam ettiren, 2004-2005 Yılında Millî Güvenlik Kurulunun Cematlerle İlgili Karar”ını, “Bu karar, bizim için yok hükmündedir!” diyerek  Fethullah GÜLEN ile sarmaş dolaş olup halkı bunların yaptıkları hizmetin doğruluğuna inandırıp, sevdirip, bizzat Türkçe Olimpiyatlarına ve okullarına para akıtıp, üniversite ve banka kurmalarına teşvik edip destek verdikten sonra, darbeye kadarki devrede gaflet içinde: “Ne istediler de vermedik?” diyerek son noktayı koyup “Yanıldık! Aldatıldık!” gibi pişkinliklerine devam eden, bu aklı karışmışları alkışlanmakta ve her defasında da galip ilan eden, yine aklı karışık bir topluluk ile karşı karşıyayız.   














Ülkeye yön verecek, ülkenin önünü, ufkunu açacak, aydın pısırık, aydın çekingen, aydın korkak, aydın sinmiş, aydın içe kapanmıştır. Asker çekingen, polis, öğretmen, akademisyenlerin beyinleri uyuşturulmuş ve ruhları gasp ve hegemonya altındadır. Bu Bu şartlarda Türkiye’nin durumu çıkmazda geleceği endişe vericidir…
 Halkın sağlam ve sağlıklı düşünen insanları ya sözleşme ile veya taşeronluk sistemi ile güvenden ve sağlıklı düşünceden yoksun bırakılmıştır. Ezik, güvensiz, pısırık, ürkek ve korkak bir nesil, gelecek endişesi ile baş başa kalmıştır. İşsizlik ve ekonomik dar boğazda, kredi kartı borçları ve banka kredileri ile eli kolu bağlanmış, psikolojisi bozulmuştur… Esnaf, fabrikatör ve ticaret erbabı işini kaybetme, iflas ve yarın ne olacak endişesine düşmüştür…



Üretici, ürettiklerini satamazken, tüketici neyi nasıl ve ne ile alacağım kaygı, endişe ve  çıkmazı içerisinde bunalımdadır… 






















Bu kadar olumsuzlukların yanında sevindirici bir şey vardır ki: Yüz yıldır sınırları içine hapsolmuş Türk, artık rotasını değiştirmiştir. Bunca zaman teröristin gelmesini sınırlarda içeride bekleyen Türkiye, sınır ötesindeki tapusu bizim olan topraklardadır. Hiçbir bahane, zorlama, sebep onu geriye döndürmemelidir. Türkiye’nin üçte ikisi kadar bile olmayan İngiliz türlü tuzaklarla, bizi kıtalar ötesinden gelerek bu topraklardan uzaklaştırmıştır.










Şimdi dönüş vaktidir. Evin içinde kalmak bize huzur yerine rahatsızlık verecektir. Biz artık Lozan’da belirlenen sınırların ötesinde at koşturmak ve BUZKAŞİ oynamak zorundayız. Bizim için geriye dönüş ölümdür, hatta ölümden daha beterdir!..




Bir tarafta terör diğer tarafta savaş… Komşulardan gelen göç dalgası, ilticacı ve mülteciler, ülkemiz ve halkının bir başka derdidir.  Buna rağmen, asıl gündem ve problemler rafa kaldırılıp tali ve beyhude gündemlerle: “Başkanlığı” tartışmaktadır. Hemen herkes üstüne aldığı vebal ve sorumluluktan kaçarak: “kandırıldık, aldatıldık” diyor.





Biz de diyoruz ki: Dış ve iç düşmanlar, ülkemizi lime lime bölmek isteyen  PKK, PYD, İŞİD, FETÖ…vb. gibi örgüt ve oluşumlar, topunu süngüsünü toplasın gelsin:
“Korkma! Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz,
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz…
                                                                        M.Âkif ERSOY”  


Vatan Şairi Namık Kemal















“Felek her türlü esbâb-ı sefasın toplasın gelsin
 Dönersem kahbeyim, millet yolunda bir azimetten. 
 Anılsın mesleğimde çektiğim cevr ü meşakkatler,
 Ki edna âlâdır, vezaretten, sadaretten…
                                              Namık Kemal” 
                                     Ankara, Pazar, 23 Ekim 2016




KAYNAKLAR:









http://cagrielgun.blogspot.com.tr/2016/10/korkma-abdullah-cagr-elgun.html

24 Ekim 2016 Pazartesi

Balkan Savaşları'nın 100. yıldönümü ve Balkanlarda Türk soykırımı BÖLÜM 2




“Balkan Savaşları'nın 100. yıldönümü ve Balkanlarda Türk soykırımı”  BÖLÜM 2



_SON SOYKIRIM ÖRNEKLERİ VE TÜRK VURGUSU., 
_ İNSAN HAKLARI GÜNÜNDE BALKANLARDA TÜRK SOYKIRIMI ,

    20. yüzyılın son dönemecinde dünya çok büyük bir soykırıma daha sahne oldu.1992 yılında Bosna’da başlayan bu soykırım boyunca yüzbinlerce insan topraklarından sürüldü, hayatını kaybetti, toplama kamplarına kapatıldı, insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Önce Bosna sonra da Kosova’da yürütülen bu büyük soykırımın özelliği ise, Balkanlarda 1821’den beri süre gelen önceki katliamlar gibi tüm dünyanın gözleri önünde, Avrupa ülkelerinin hemen yanıbaşında ve onların da desteğiyle 1992 – 1995 yılları arasında devam etmesiydi.

    Sırplar tarafından Türk olarak görüldükleri için öldürülen Bosnalı müslüman sayısı 200 bini aştı, 2 milyon insan evlerinden sürüldü, 50 bine yakın müslüman kadına tecavüz edildi. Benzer olaylar Makedonya ve Kosova’da da tekrarlanarak yaşandı.

    Balkanlar da soykırım, sadece Türklerin değil soykırımcılar tarafından Türk olarak görülen Boşnak ve Arnavutların da Sırp General Karadziç’in Srebrenica’da soykırım emrini verirken, “ Tek Türk kalmayıncaya kadar öldürün ” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, makus talihi olmuştur.

    Yüzyıllardır soykırımlarla sahneye konulan oyun Türkler üzerinde ve daha sonra da Türk gibi görülen müslüman topluluklar için uygulanmaya başlamıştır.

Her ne kadar, Balkanlarda soykırım denildiğinde akla Türkler gelse de, bu durum Türklerin yaşadığı her coğrafyada neredeyse aynı durumdadır.

Büyük bir sürgüne ve soykırıma uğrayan Kırım ve Ahıska Türkleri, Irak Türkleri, Kıbrıs Türkleri ve nihayetinde Hocalı’da Azerbaycan Türkleri değişik metod ve yöntemlerle aynı akibete uğratılmışlardır.

Büyük Şair Mehmet Akif  Ersoy;

    “İlahi, altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı…
     Yanan can, yırtılan İsmet, akan seller bütün kaldı
     Ne mâsum ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı !
     Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan, birer candı”

derken aslında soykırımın edebi tarifini yapıyordu.

    İfade ettiklerimizden görülmektedir ki, Müslüman Türkler Balkanlarda soykırıma uğramıştır.1821–1923 arası katledilen ve tek çare olarak ölüme zorlanan Türk sayısı 5.5 milyonun üzerindedir. Bu nedenle Balkanlarda Türk denilince akla hemen soykırım gelmekte ve ölüm duygusu çağrışım yapmaktadır.
    Türk Dünyası İnsan Hakları Savunucusu ressam Embiya Çavuş, anılarını kaleme aldığı “Bulgaristan’da Türk Olmak” adlı kitabında, Belene’yi anlatırken “Yılan, çiyan dolu bataklık bir adaydı. Komünistler muhaliflerini ve Türkleri oraya sürüp yok ediyorlardı. Açlık, çıplaklık ve dayaktan öldürdükleri insanları ceset arabasına koyup domuzlara yediriyorlardı. Buz kütleli sular Belene’yi basıp domuzlar sürüklenince, insanlar domuzlara yem olmaktan kurtuldu. Bunları da Belene kampından kurtulan Bulgar tarihçisi Vasil Lilov Kazanski ‘Ölüm Kampı Belene’ adlı kitabında yazdı. Kazanski bu kitabında ‘dışarıdan ne kadar mahkum gelirse o kadar mahkum öldürülecek’ emri gereği 110.000 kişinin öldürülüp domuzlara yedirildiğini söylüyor” diye yazmaktadır. Henüz üzerinden onlarca yıl geçmiş olan bu iddialar yetkililer tarafından tekzip görmemiş ve yalanlanmamıştır.  

    Türklere ve Türk gibi görünenlere yüzyıllardır insanlık suçu olan bu muameleleri reva görenlerin değişmez amacı Balkanlardan Türk ve Müslüman varlığını arındırmak ve Balkanlardan Türk izlerini silmektir.
    İnsanlık aleminin üzerine düşen; yine bir insanlık ayıbı olan bu soykırımların üzerindeki karanlık perdeyi kaldırmak, suçlularını deşifre etmek ve imkan varsa cezalandırmaktır. Türk milleti de Balkanlarda başıma gelen bu soykırımdan ders almalı ve bir nasihat şeklinde bu olayları gelecek nesillere objektif olmak kaydıyla aktarmalıdır.”

















RUMELİ BALKAN TÜRKLERİNDEN  Prof. Dr. TURAN YAZGAN'A ŞÜKRAN TÖRENİ 

Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM) Genel Başkanı Av. ÖZCAN PEHLİVANOĞLU'nun Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı (TDAV) Süleymaniye Kürsüsü'nde verdiği " BALKAN SAVAŞLARI'NIN 100. YILDÖNÜMÜ ve BALKANLARDA TüRK SOYKIRIMLARI " başlıklı konferansının ardından düzenlenen görkemli bir törenle, “ Türk Dünyası’nın Aksakalı ” ve TDAV Kurucu Başkanı Prof. Dr. TURAN YAZGAN'a, " Türk Dünyası ve Türk Milletine yaptığı unutulmaz hizmetlerinden dolayı",  RUMELi BALKAN FEDERASYONU çatısı altındaki sivil toplum kuruluşları tarafından çeşitli şükran plaketleri sunuldu. 


Törende, Rumeli Balkan Federasyonu adına Genel Başkan Ayhan Bölükbaşı, RUBASAM adına, önceki dönem Rumeli Balkan Federasyonu Genel Başkanı ve RUBASAM Başkan Vekili Süheyl ÇOBANOĞLU, RUBAKAD adına Başkan Hale GüLOĞLU, Eyüp Rumeli Türkleri Derneği adına Başkan Ayhan UYGUR, Amasya Balkan Türkleri Derneği adına Başkan Hüseyin YAZICI, Bağcılar Rumeli Balkan Türkleri Derneği adına Başkan Hüseyin BASKIN, Türkeli Derneği adına Başkan Dr.Fatih ÖÇLÜ ve Pirlepeliler Derneği adına Sait YILDIRIM Prof.Dr. Turan Yazgan’a, temsilcisi oldukları kuruluşların kendisine duydukları saygı ve şükran duygularını ifade eden birer plaket takdim ettiler.

Törende konuşan Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Kurucu Başkanı Prof.Dr TURAN YAZGAN, ‘Rumeli Balkan Türkleri tarafından şahsına gösterilen vefaya teşekkür etti ve hep birlikte Türk Milleti ve Türk Dünyası için yaşamaya ve savaşmaya devam edeceklerini’ belirtti. Rumeli Balkan Türklerinin mücadelesini de takdirle karşıladığını söyleyen Türk Dünyası’nın Aksakalı Prof. Dr. TURAN YAZGAN, “Türk Milletinin varlık mücadelesine katkı sağlayan bütün kardeşlerimi alınlarından öpüyorum” dedi.



HABER MÜDÜRÜMÜZ M.KEMAL SALLI’YA RUBASAM’DAN TEŞEKKÜR PLAKETİ

RUMELİ BALKAN FEDERASYONU çatısı altındaki kuruluşlar tarafından düzenlenen “Prof. Dr. Turan Yazgan’a Şükran Töreni” sonrasında, gazetemiz Haber Müdürü M.Kemal Sallı’ya da, “ Türk Dünyası’na yaptığı karşılıksız hizmetlerinden dolayı” Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM) adına SÜHEYL ÇOBANOĞLU ve Rumeli Balkan Federasyonu Başkanı Ayhan BÖLÜKBAŞI tarafından bir teşekkür plaketi verildi.

http://www.oncevatan.com.tr/%E2%80%9Cbalkan-savaslarinin-100-yildonumu-ve-balkanlarda-turk-soykirimi%E2%80%9D-makale,27986.html

..

İNSAN HAKLARI GÜNÜNDE BALKANLARDA TÜRK SOYKIRIMI 















Özcan PEHLİVANOĞLU

Dobruca 34:

İNSAN HAKLARI GÜNÜNDE BALKANLARDA TÜRK SOYKIRIMI, 

Günümüzde Balkanlara nasıl bakıldığını anlamak için Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın “… 1912 felaketinden sonra Anadolu’ya gelen Balkanlılar,Rumeli göçmenleri dediğimiz kesimdir.Bir toplantıda Türkkaya Ataöv tarihi meselelere hep “ileriye bak,geçmişi unut,kimseye kin tutma” felsefesi ile yaklaştığımızı söylemişti. 

Aslında bizden başka kimsenin geçmişini unuttuğu yok ve bu şekilde geçmişi unutarak ileriye yürünmesi de mümkün değildir.Nitekim bu savaş ne mektep kitaplarında ne matbuatta,ne de filmlerde yer alıyor ve Balkan Savaşı nedir,nasıl bir faciadır bilmiyoruz.

Vaktiyle büyük anneler olanları anlatırmış bir müddet sonra ise mesele “Ne diyor bu ihtiyar ?” yakınmasına dönüşmüştür. Halbuki Balkan Savaşı yakın Türk tarihinde bir faciadır ve bu faciayı yaşayanlar da bazı Türklerdir.” diyerek belirttiği görüşleri üzerinde düşünmek gerekir.

Balkanların 1800’lü yılların başından itibaren yazılı tarihi;Türklerin ve Türk olarak görülenlerin başına gelen,milyonlarca ölümle sonuçlanan soykırımların ve zorla göç ettirilmelerin tarihi niteliğindedir.

Balkanlarda 1821 ile 1922 yılları arasında beş milyondan fazla Müslüman Türk,ülkelerinden sürülüp atılmıştır.Beş buçuk milyon Müslüman Türk’te kimi savaşlarda öldürülerek,kimi de sığıntı durumunda iken açlıktan ve hastalıklardan canını yitirerek ölmüştür.

Balkanlarda uğranılan bu soykırımlar neticesinde Türk nüfusu önemli bir kayba uğramıştır.Bu sebeble Balkanların tarihi,Türklerin uğradığı soykırımlar göz önüne alınmaksızın gereği gibi anlaşılamaz.

Osmanlı – Türk İmparatorluğu;kendini yenilemek ve çağdaş bir devlet kimliğiyle varlığını sürdürmek için çabaladığı bir dönemde,önce sınırlı kaynaklarını, Müslüman Türk nüfusun düşmanlarınca kıyımdan geçirilmesini önlemek;sonra da bu düşmanlar üstüne geldiğinde,İmparatorluk merkezine akın akın gelen göçmenlerin gereksinmelerini karşılamak için harcamak zorunda bırakılmıştır.
Türkler,Balkanlardaki bu badireden yok edilemeden çıktı ama Türk Milleti Balkanlarda başına gelen olaylardan derinlemesine etkilendi ve bu etkiler günümüzde de sürmektedir.

Türklerin Balkanlarda uğradığı bu kayıplar,Türk tarihi açısından büyük önem taşımasına rağmen bu kayıplara ders kitaplarında değinilmez. Bulgarların,Sırpların,Rumların uğradığı kıyımları anlatan ders ve tarih kitapları,Türklerin uğradığı kıyımları anmamıştır.Bu durum Türklerin başına gelen ölüm ve sürgünlerin,tarihsel önemini anlamamızı engellemiştir.
Balkanlarda ilk toplu soykırım olarak 1683’te Viyana kuşatması ile başlayan ve 16 yıl harpleri neticesinde Karadağlıların Osmanlı-Türk karşıtı bir hareket ile Metropolit Danilo Petroviç önderliğinde yaptıkları katliamı gösterebiliriz.Balkanlarda Müslüman Türklere yönelik ilk toplu katliam olarak bilinen Danilo’nun kıyım hareketi “ Türkleşmiş olan hrıstiyanların imhası ” olarakta bilinmektedir.

Balkanlarda Türklerin uğradığı  toplu soykırımların ilk örneklerinden biri de 1821 Mora İsyanı olarak tarihe geçen  Yunan ayaklanmasıyla gerçekleşmiştir.Yunan ayaklanması, Balkanlarda Türklerin topluca öldürülmesi ve sürülmesi ile ilgili süreci başlatan ilk harekettir.Burada izlenen yöntem, daha sonra yapılacak olanlara bir model olarak ortaya çıkmıştır.

Tarihçi George Finlay 1861 yılında “1821 Nisanında,20000 kişiye yakın bir Müslüman Türk nüfus Yunanistan’da (Finlay,burada Yunanistan derken bu günkü Yunanistan’ın anakarasındaki güney kısmını yani Mora’yı kast ediyor.Çünkü 1861’de Yunanistan krallığının toprağı o kadardı.Yunanistan kurulduğu tarihten bu yana Türk topraklarını işgal ede ede Türkiye’nin aleyhine olmak üzere üç misli büyümüştür.) dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu.Ayaklanmanın üzerinden iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler. 

Adamlar,kadınlar,çocuklar,hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler.” demektedir.

Mora İsyanında Yunanlı çeteciler ve köylüler,buldukları her Türkü öldürmüşlerdir. Hatta Kalavryta ve Kalamata’dakiler kendilerine öldürülmeyecekleri sözü verilen Yunanlılara teslim oldu ancak bunlarda öldürüldü.Yunanlılar yarımadanın her bölümünde Türklere saldırdı ve hepsini öldürdü.Kalelere sığınanların geriye dönüş umudunu yıkmak için Türklerin evleri yakıldı.İsyanın başladığı Mart’ın 26’sından Nisan’ın 22’sindeki paskalya Pazar’ına kadar göz kırpmadan 15000 Türk can verdi.

Yunanlı Başpiskopos Germanos “ Hristiyanlara huzur,Konsoloslara saygı,Türklere ölüm” diye emir veriyordu.Yunanlılar yakaladıkları Türkleri erkeği,kadını ve çocuklarıyla kıyımdan geçirmek suretiyle “ Hiçbir Türk kalmayacak / Ne Mora’da, ne dünya da !” şarkısını da ağızdan ağıza yayarak soykırımı adeta alay edercesine tamamlamışlardı.Ayaklanmanın başlamasından itibaren üç hafta içinde Mora’da bir tek Türk bırakılmamıştı.

Tripolitza’daki olay ise vahşetin boyutunu çok iyi anlatmaktadır.Kolokotrones isimli birinin anlatımına göre kasabaya girdiğinden itibaren “yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi.İlerlediğim zafer kutlama töreni yolu cesetlerden bir örtüyle döşenmişti.” demektedir.
Bu soykırım değilde nedir ? Mora’da başımıza gelenler Türk Milletine anlatılmışmıdır ?Soykırımın hesabı sorulmuşmudur ? Bunlar tarihçiler ve siyasetçiler tarafından cevaplanması gereken önemli sorulardır.
Balkanlarda 1821 Mora ayaklanması ile başlayan Türk soykırımları;Balkanlardan Türk nüfusu arındırmak politikasına dayanıyordu.Bu politika Avrupa devletleri ve Rusya ile haçlı zihniyetinin bir eseriydi.Bu durum 1877 – 1878 Osmanlı – Rus, 1912 – 1913 Balkan ve 1919 – 1923 Kurtuluş Savaşlarında kendini yeniden göstermiştir.
Bir Bulgar devletinin yaratılmasıyla ve Bulgaristan Türklerinin soykırım ve yurtlarından sürülmesiyle sonuçlanan Bulgar ayaklanması hareketi, Osmanlı – Türk İmparatorluğuna karşı birbirleri ile bağlantısız eylemlerle başladı.Küçük Bulgar grupları,Sırp ve Yunan ayaklanmalarında Osmanlıya karşı savaştılar.Ruslar; 1806,1811 ve 1829’da Balkanları istila ettiklerinde Bulgar gönüllüleri Ruslara katılarak onların yanında yer aldı.

Tarihe 93 Harbi olarakta geçen 1877 – 1878 Osmanlı – Rus savaşının, Bulgaristan Türklerinin kıyımdan geçirilmesi  ile yaşanan dehşet olaylar üzerine başladığı söylenebilir.

Ayaklanmanın Elebaşlarından Benkovski’nin konuşmalarında “ Türklerin geçirilebilen her yerde öldürülmeleri” emrediliyordu.Bunun üzerine hemen 1000 civarında Türk köylüsü katledilmiştir.

1877 – 1878 Osmanlı – Rus savaşında Türklerin ölümleri dört  sınıfa ayrılabilir:

a-)Taraflar arasındaki çatışmalarda meydana gelen ölümler

b-)Bulgar ve Ruslar tarafından öldürülmeler

c-)Yaşam içim zorunlu gereksinmelerin sağlanmasının engellenmesiyle açlıktan ve hastalıktan ölümler

d-)Bulgaristan Türklerinin sığıntı durumda yaşadıkları koşullardan kaynaklanan ölümler,

Savaşın korkunç bilançosu sonucunda Müslüman Türklere ait nüfusun %17’sine tekabül eden 261.937 kişinin katledildiği görülmektedir.
Bu savaşa ilişkin bir belge henüz ortaya konamamış olsada, olayların gelişmesine bakılarak çıkarılabilecek en mantıklı sonuç,Rus askerlerin yaptığı insan öldürmelerinin,yıkımın ve ırza geçmelerin,Rus askeri komutanlığının emirleri çerçevesinde  gerçekleştiğidir.

Rusların sivil halkı kıyımdan geçirmeye girişmelerinin altında yatan temel amaç;Türk köylüler arasında dehşet salmak ve ilerleyen Rus ordularının önünde onları kovalayarak Osmanlı ordusunu harp dışı konularla ilgilenmeye itmekti.Nitekim Ruslar bunu gerçekleştirmekte başarılı oldular.Sürüler halinde Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nun merkezine doğru kaçan Türkler, yolları kapadılar,cepheye asker ve malzeme taşınmasında kullanılabilecek tren vagonlarını doldurdular.

Bu savaş döneminde Bulgaristan’da Türklerin varlığına son vermek için kullanılan yöntemler yani cinayet ve dehşet saçmanın kullanılması binlerce yıl önce keşfedilmişti.Bu yöntemler çerçevesinde Türkler ya hemen öldürülecek ya da öldürülme korkusu içinde yurdundan kaçırılacaktı. Eski Zahra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’nin yayınlanmış hatıralarından bu planların nasıl yaşama geçirildiği çok iyi anlaşılmaktadır.

Bu savaş sonucu;ülkenin yani Bulgaristan’ın Türklerden temizlenmesi ve ezici çoğunluğu Slavlaşmış Bulgarlardan oluşan bir Bulgaristan’ın ortaya çıkması sağlandı.Bulgaristan Türklerine saldırılması,Rusların askeri politikasının pratik,bilinçli ve acımasız bir amacı idi.

Ruslar,amaçlarına tahakkuk ettirmek için kirli savaşlarda usta ve uzman olan Don – Volga / Rus Kazaklarından faydalandılar.Kazaklar,kimse kaçmasın diye köyleri kuşatmaya alıyor,sonra da Bulgarlar köye dalıp talana ve kıyımdan geçirmeye girişiyorlardı.Örneğin Hıdır Bey köyünde Rus Kazakları Türklerin elindeki silahları toplayıp Bulgarlara verdiler.Bulgarlarda köyün 70 erkeğinden 55’ini orada öldürdüler. 
Yine Büklümbük’te aynı yöntemle silahsızlaştırdıkları köyün erkeklerini bir saman ambarına,kadınları ve çocukları evlere yerleştirdikten  sonra ateşe verdiler. Kaçmaya çalışanlara da Bulgarlar ateş ettiler.Kaçabilenler bunu diğer Türklere anlattılar zaten Ruslarda korku yaratmak için bunu istiyordu. Bunun gibi bir çok olay Müderrisli,Yeni Mahalle , Usturumca, Kadisle, Binpınar gibi Türk yerleşim birimlerinde yaşanmıştır.

Filibe  ve Edirne’de İngiltere’nin konsolos yardımcısı olarak görev yapan Edmund Calvert yazdığı 16 Eylül 1878 tarihli raporda “… bu yörenin Türk erkek nüfusunun toptan ve duygusuz kıyımdan geçirmelerle kökünden kazımak amacını güden hesaplı ve kısmen de başarılı olmuş girişimler…” diye ifade edilen soykırım1990’lı yıllarda Haçlı zihniyeti tarafından Türk olarak görülen Boşnaklara’da çoğunlukla erkekleri öldürmek sureti ile uygulanmıştır.
Avrupa eğer böyle utanç verici işleri Türkler yapmış olsaydı,bütün Türkleri kolayca lanetlerdi.Ancak aksine bu soykırımlar diplomatik raporların varlığına rağmen gizlenmiş ve planlı olarak olayların üstü örtülmüştür.
 Balkan Savaşı öncesindeki soykırım göçlerin önemli bir bölümünün Girit ve Oniki Ada olarak bilinen Türk adalarında olduğu görülür. Başta Girit olmak üzere Türk egemenliğindeki adalar uluslararası ayak oyunları ile Yunanistan’a verilmiştir.Sadece Girit Adasındaki nüfus oranları takip edildiğinde Rumlar tarafından gerçekleştirilen katliamların korkunç boyutu ortaya çıkar.

Girit Adasından 1878 – 1898 yılları arasında 175.900 müslüman Türk’ün göç etmek zorunda kaldığı göz önüne alınırsa Türklerin Girit’te hangi akibetle karşılaştıkları pek fazla tartışılır bir konu olmaktan çıkar.

Birinci Balkan Savaşında,Osmanlı – Türk İmparatorluğu 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşından çok daha hızlı bir yenilgiye uğradı.Sadece iki ay süren çatışmalar sonunda hemen hemen bütün Avrupa Türkiye’si yitirilmişti.Çatalca savunma çizgisi,Bulgarların saldırısına karşı direnmiş ve başkent İstanbul kurtulmuştur.İkinci Balkan Savaşı da yitirilen toprakların küçük bir bölümünü kurtaramaya neden olmuştur.

Balkan Savaşlarında 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşında görülenlere benzer tablolar yaşanmıştır.Öldürme,ırza geçme ve soygunlar,Türkleri evlerinden barklarından söküp ayırmış, Osmanlı’nın merkezine yani elde kalan Türk topraklarına göç etme sonucunu doğurmuştur.

Balkan Savaşlarında Türklere karşı ön saldırıları yapma işlevini Sırp, Bulgar, Makedon, Rum çeteleri üstlenmiş ve bunlar kendilerini himaye eden devletlerden destek görmüşlerdir.

Balkan Savaşları sırasında işlenen cinayetler;bir ırkı yani Türkleri yok etmeye yönelik türden cinayetlerdir.

Yapılan soykırımlar Balkanlarda daha önce yapılmış olanlara çok benziyordu. Nüfus çoğalmasının önüne geçilmesi yolu ile demografik dengelerin bozulmasına yönelik katliamların yapıldığı rahatlıkla söylenebilir. 
Örneğin diplomatik misyon üyesiMorgan adlı kişinin 28.12.1912 tarihinde Kavala’da yazdığı bir raporda “Kavala bölgesinde Kavala Türklerinin komitacılar tarafından daha önceki raporlarda bildirildiği üzere,öldürülmelerinin yanı sıra Pravista’da yaklaşık 200 Türkün ve Sarı Şaban’da bir o kadarının kıyımdan geçirildiği haber alınmıştır. Drama bölgesinde,Çatalca, Doksat ve Kırlık Ova’da Türkler öldürülmüşlerdir.” demektedir.

Yabancı misyon şefleri ve görevlileri ile ticaret için bölgeden bulunan yabancıların buna benzer rapor ve mektupları Batı ülkelerinin arşivlerinde bulunmaktadır.Batılı gözlemciler haksız ve hukuksuz bir şekilde katledilen Türk sayısını 200.000’in üzerinde olarak hesaplamışlardır.Bu soykırım değil de nedir ?
Türk Milletinin başına gelen kötü şeyleri anlatmakta zorluk çektiği ve bu konularda bir ketumiyet içinde bulunduğu  genelde kabul gören bir anlayıştır.Bu nedenle Balkanlarda meydana gelen soykırım ve karşılaşılan kötü muameleler bir türlü Türk toplumuna yansıtılamamıştır.

Selanik’te görevli olan İngiliz Konsolosu Lamb’ın “ Kılkış, Doyran ve Gevgili ilçelerinin tamamında bütün ileri gelen Türkler öldürülmüş,malları talan edilmiş ya da kullanılmaz hale getirilmiş,çiftlikleri ve evleri yakılmış,hanımları pek çok olayda aşağılanmış ve hatta çoğu kez daha beter davranışa uğramışlardır” diye Türklerin başına gelenlerin bir kısmını rapor etmiştir.Hatta olaylar daha da ileri gitmiş ve Müslüman Türklerin zorla din değiştirmesi için çeşitli ağır baskılar uygulanmıştır.

Amerikalı araştırmacı yazar Justin Mc Carthy Balkan Savaşları ve sonrasında ölen Müslüman Türk sayısını 632.408 kişi olarak veriyor.  Bu bir insanlık dramıdır.

Bu katliamlar ve soykırımlar Yunanlıların Anadolu’yu işgalinde de sürmüştür. 1919 yılında 3000 nüfuslu Menemen halkının 1300’ ü Yunanlılar tarafından iki üç gün içinde öldürülmüştür.Günümüzde Menemen halkı 1919 yılının Mayıs ayı içersinde gerçekleştirilen bu katliamdan halen habersizdir.En azından soykırım niteliği taşıyan bu katliam bir anıt dikilmek sureti ile hatırlanmalı ve gelecek nesiller soykırımdan bu şekilde haberdar edilmelidir. 

İngiliz, Fransız, İtalyan İşgal Güçleri ve Kızılhaç tarafından kurulan Soruşturma Komisyonları incelemelerine ve Bab – Ali raporlarına göre Yunanlıların Anadolu’da yaptıkları soykırım ; bunları Fransızcadan çeviren Dr. Necdet Ekinci’nin “ Türkiye’de Yunan Vahşeti ” isimli kitabında çok iyi bir şekilde resmi belgelere dayanılarak anlatılmaktadır.

Yunanlıların 1919 – 1922 yılları arasındaki Anadolu işgalinde yaptıkları, Haçlı zihniyetinin Balkanları Türklerden arındırma planının,Anadoluyu Türklerden arındırma  haline dönüşmüş şeklidir.

Bu katliamlar Balkanlarda günümüze kadar  süregelmiştir.Kronolojik sıraya göre de bunlardan biri de Yunanlılar tarafından yapılan Çamerya katliamıdır.
Almanlarla işbirliğine giden Yunanlı General Napoleon Zervas, daha sonra İngilizler tarafından desteklenmiş ve Haziran 1944’de ayında Çamerya’da geniş çaplı bir katliam ve etnik temizlik hareketi gerçekleştirmiştir.Bu olay aynı zamanda,Yunanistan tarihinde ilki 1821 İsyanı’nda,sonrada Balkan Savaşları ile Anadolu işgalinde yaşanan ve Yunanlıların giriştiği çeşitli katliam hareketlerinden biri olarak anılmaktadır.

Çamerya bölgesindeki Müslüman Arnavut halka karşı katliam hareketi 27 Haziran 1944'de başladı.İnsanların çeşitli uzuvlarının kesilip parçalandığı, hamile kadınların,bebeklerin katledildiği bir vahşetin söz konusu olduğu kayıtlara geçmiştir. Göz çıkarma,burun,kulak kesme ve benzeri vahşet sonucunda ilk 24 saat içinde sadece Paramiti’de 600'den fazla insan katledilmişti.27 Haziran 1944 ile Mart 1945 arasında Filat’ta 1286 kişi, Gümenice ve çevresinde 192 kişi,Margelliç ve Parga’da ise 626 kişi öldürülmüş,meçhul kayıplar ve başka vakalarda ise yüzlerce insan daha yok olmuştu.Belgelere göre,Haziran 1944 – Mart 1945 arasında Yunanlılar bütün Çamerya’da sivil halktan 3242 kişiyi katletmişlerdir.Ayrıca 745 kadına tecavüz edilmiş,76 kadın kaçırılmış,3 yaşından büyük 32 bebek katledilmiş,68 köy yerle bir edilmiş,5800 ev ve ibadethane (camiler dahil) yakılmış ve tahrip edilmiş,evler talan edilmişitir.
Bütün bu vahşetin ardından,hayatta kalabilen Müslüman Arnavutlar Mart 1945’den sonra anayurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır.Çoğu Arnavutluğa,bir kısmı da Türkiye’ye göçmüşlerdir.

SON SOYKIRIM ÖRNEKLERİ VE TÜRK VURGUSU

20. yüzyılın son dönemecinde dünya çok büyük bir soykırıma daha sahne oldu.1992 yılında Bosna’da başlayan bu soykırım boyunca yüzbinlerce insan topraklarından sürüldü,hayatını kaybetti,toplama kamplarına kapatıldı,insanlık dışı işkencelere maruz kaldı.Önce Bosna sonra da Kosova’da yürütülen bu büyük soykırımın özelliği ise,Balkanlarda 1821’den beri süre gelen önceki katliamlar gibi tüm dünyanın gözleri önünde,Avrupa ülkelerinin hemen yanıbaşında ve onların da desteğiyle 1992 – 1995 yılları arasında devam etmesiydi.
Sırplar tarafından Türk olarak görüldükleri için öldürülen Bosnalı müslüman sayısı 200 bini aştı,2 milyon insan evlerinden sürüldü,50 bine yakın müslüman kadına tecevüz edildi.Benzer olaylar Makedonya ve Kosova’da da tekrarlanarak yaşandı.
Balkanlar da soykırım, sadece Türklerin değil soykırımcılar tarafından Türk olarak görülen Boşnak ve Arnavutlarında Sırp General Karadziç’in  Srebrenica’da soykırım emrini verirken “Tek Türk kalmayıncaya kadar öldürün” ifadesinden de anlaşılacağı üzere makus talihi olmuştur.
Yüzyıllardır soykırımlarla sahneye konulan oyun Türkler üzerinde ve daha sonra da Türk gibi görülen müslüman topluluklar için uygulanmaya başlamıştır.
Her ne kadar Balkanlarda soykırım denilen akla Türkler gelse de bu durum Türklerin yaşadığı her coğrafyada neredeyse aynı durumdadır.
Büyük bir sürgüne ve soykırıma  uğrayan Kırım ve Ahıska Türkleri,Irak Türkleri,Kıbrıs Türkleri ve nihayetinde Hocalı’da Azerbaycan Türkleri değişik metod ve yöntemlerl aynı akibete uğratılmışlardır.

Büyük Şair Mehmet Akif  Ersoy;

   “İlahi,altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı…
     Yanan can,yırtılan İsmet,akan seller bütün kaldı
     Ne mâsum ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı !
     Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan,birer candı”

derken aslında soykırımın edebi tarifini yapıyordu.

İfade ettiklerimizden görülmektedir ki, Müslüman Türkler Balkanlarda soykırıma uğramıştır.1821 – 1923 arası katledilen ve tek çare olarak ölüme zorlanan Türk sayısı 5.5 milyonun üzerindedir.Bu nedenle Balkanlarda Türk denilince akla hemen soykırım gelmekte ve ölüm duygusu çağrışım yapmaktadır.
Türk Dünyası İnsan Hakları Savunucusu ressam Embiya Çavuş anılarını kaleme aldığı “Bulgaristan’da Türk Olmak” adlı kitabında Belene’yi anlatırken “yılan,çiyan dolu bataklık bir adaydı.Komünistler muhaliflerini ve Türkleri oraya sürüp yok ediyorlardı.Açlık,çıplaklık ve dayaktan öldürdükleri insanları ceset arabasına koyup domuzlara yediriyorlardı.Buz kütleli sular Belene’yi basıp domuzlar sürüklenince insanlar domuzlara yem olmaktan kurtuldu.Bunları da Belene kampından kurtulan Bulgar tarihçisi Vasil Lilov Kazanski “Ölüm Kampı Belene” adlı kitabında yazdı.Kazanski bu kitabında “dışarıdan ne kadar mahkum gelirse o kadar mahkum öldürülecek” emri gereği 110.000 kişinin öldürülüp domuzlara yedirildiğini söylüyor” diye yazmaktadır.Henüz üzerinden onlarca yıl geçmiş olan bu iddialar yetkililer tarafından tekzip görmemiş ve yalanlanmamıştır.  
Türklere ve Türk gibi görünenlere yüzyıllardır insanlık suçu olan bu muameleleri  reva görenlerin değişmez amacı Balkanlardan Türk ve Müslüman varlığını arındırmak ve Balkanlardan Türk izlerini silmektir.
İnsanlık aleminin üzerine düşen;yine bir insanlık ayıbı olan bu soykırımların üzerindeki karanlık perdeyi kaldırmak,suçlularını deşifre etmek ve imkan varsa cezalandırmaktır.Türk milleti de Balkanlarda başıma gelen bu soykırımdan ders almalı ve bir nasihat şeklinde bu olayları gelecek nesillere objektif olmak kaydıyla aktarmalıdır.İnsan Hakları Gününde hatırlatalım istedik.

Özcan PEHLİVANOĞLU
www.trakyanethaber.com
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com

..