29 Haziran 2016 Çarşamba

Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon BÖLÜM 2



Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon  BÖLÜM 2



Yazar: Ümit Özdağ
25 ŞUBAT 2015 ÇARŞAMBA




Yeni Irak kurulurken de tarikat başrolde

   Şeyh Muhammed, tarikatını siyasetin ve devletin tam orta yerine getirmişti. Devlet yapılanmasındaki hemen bütün kurumlarda Kesnizani müridi birçok kişi vardı. Ziyaretimize denk gelen Irak polis teşkilat’ının ve askeriyenin yeniden teşkili çalışmalarında başaktör yine söz konusu tarikattı. Yeni Irak’ın polis teşkilatı kurulurken, örneğin Kerkük’teki bütün karakollarda en az 5 Kesnizani müridi polis bulunacak şekilde atamaların ayarlanmasını bizzat Şeyh istemiş, isteği yerine getirilmişti. Kerkük’te onlarca karakol bulunduğu ve Şey’in aynı yöntemi ülkenin diğer kentlerinde de uygulandığını bilmek için fazla delile ihtiyaç yoktu.
     Böylece, tarikatın sadece polis teşkilatındaki müthiş gücü hemen anlaşılabilirdi. Saddam’ın askeri teşkilatına ilerleyen aşamada alternatif olması niyetiyle kurulan El-Difa El-Medeni (Sivil Savunma) kurumu, Kesnizani üyesi askerlerin adeta istilasına uğramıştı; gerek Talabani ve Barzani, gerekse işgal güçlerinin hoşgörü ve desteği arkasına alan tarikata üye bütün subaylar hemen yeni teşkilata aktarılmıştı.
   Bu gizemli ve karanlık tarikatın bütün Irak genelinde 3 milyona yakın mensubu bulunuyordu. Sadece Kürtlerden değil Türkmen ve Araplardan da birçok kişi Şeyh Kesnizani’nin müridi idi. Kerkük, Telafer, Erbil, Musul, Tuzhurmatu, Çamçamal (Şeyh’in doğum yeri) Türkmenleri yoğun şekilde tarikata girmişti ve giriyordu.

     Sadece Telafer’deki Kesnizaniye tarikatı müridi sayısı 10 bini aşıyordu ve kentte 6 tane tekkesi vardı. Tarikat, kentteki en güçlü teşkilat olan Irak Türkmen Cephesi’ni bile büyük oranda kontrol altına almış, oradaki sekiz ITC bürosunun yarıdan çoğunu ele geçirmiş, istediği doğrultuda yönlendirmekteydi. Tarikatın tesiri altına giren ITC büroları, Türkmen davası için Türkiye’den giden yurtsever Türkmenleri karalayıp gözden düşürmek için çevredeki her güç odağı nezdinde ayrı bir senaryo uyguluyordu:
      Bu kişilerin Türkmen davası için yeterince çalışmadıkları hatta davaya ihanet ettikleri gerekçesiyle tutuklanmaları veya geri çağırılmaları için Türkiye makamlarına ulaşan Barzani yönetimine gidip aynı kişilerin MİT ajanı olduklarını ve tutuklanmaları gerektiği, işgal yöntemi nezdinde de onların bölgeyi karıştırmak için görevli ajanlar olduğu yollu ihbarlarda bulunmuşlardı.
      Bu yurtseverlerin gözden düşmesi için Türkmen taban üzerinde en fazla etkiyi bırakacak yöntemi seçmiş, onların İsrail ajanı olduklarını yaymaya çalışıyorlardı. Babil coğrafyasına ait ‘’normal’’ çelişkilerden biride şuydu ki, Türkmen yurtseverleri İsrail ajanı ve hain olmakla suçlayan bu tarikat mensubu Türkmenler aynı sıralarda bölgede Yahudilerin ve Kürtlerin toprak almasına yardımcı olmaktaydılar.

Amerika’nın sevgili tarikatı!

    Amerikan güçlerinin Kerkük’e girişine, çeşitli lojistik ve hatta cephe destekleriyle yardımcı olmuştu; tarikat mensubu asker ve siviller. İşgal yönetimi, Şeyh’e vefa borcunu ödemekle gecikmemiş Kerkük il meclisi oluşturulurken, meclise tarikata mensup üç üyenin alınmasında ısrar etmişti. Fakat ilginçtir, KDP ve KYB Amerika’nın bu aleni isteğine yine aynı şekilde direnmişler, sonuçta il meclisine bir tane Kesnizani bilmişti. Onun adı DA Molla Mustafa idi. Ayrıca Kerkük polis teşkilat’ın da müdür yardımcısı olan Adnan ismindeki olan Türkmen’in Şeyh’in müridi olduğu söylenmişti.

       Tarikat Amerikalıların gözünde o kadar makbul hale gelmişti ki, işgalin yöneticileri Bağdat veya başka yerlerdeki toplantılar da sık sık Kesnizanileri övmekteydi. Hatta öyle ki, Amerikalılar bu tarikata maddi yardımda bulunduklarını, ihalelerde ayrıcalık sağladıklarını gizleme gereği dâhil duymuyordu.

     Kesnizaniye tarikatı, daha ziyade ülkenin kuzey orta kesimlerinde yaygındı. Tarikat her ne kadar kapılarını Türkmenlere ve Araplara açmış olsa da, inisiyatif Kürtlerin elindeydi; Şeyh’in müritlerinin sayısı ve konumları göz önüne alındığında, ülkedeki nüfus tabanını, sivil toplum yapısını kontrol edebilme imkânı tarikatın ve dolayısıyla İsrail’in eline geçiyordu.

    Şililer itikadi yönden uzaktı tarikata. Şeyh Muhammed, Şii diyarlarında da yerleşmek için, Hz. Ali ve 12 İmam’ın adlarını ihtiva eden dualar, Kerbela terennümlü bazı yöntemler geliştirmiş, ancak yine de Şii çoğunluktan yüz bulamamıştı. Bağdat’ın nüfus ekseriyeti Şiilerde olduğu için, bu çok fazla aleyhte sayılmıyordu.

       Ülkedeki bazı Şii grupların törenlerdeki Ritüel’ler ve insanları etkilemek için kullandıkları yöntemlere oldukça benzeyen kanlı gösteriler Kesnizani’ye tarafından da kullanılmaya başlanmıştı. İlk orta çağ çıktığı andan itibaren Şiiler Şeyh’e ve tarikatına kesin bir tavır almış oldukları da göz önüne alınırsa, Kesnizaniye’nin ortaya çıkış amaçlarından birinin Irak Şiiliğini dengeleme amaçlı olduğu da varsayıla bilirdi. Hele de Saddam ve BAAS adına Şeyh’le ilişkiyi kuran kişi birçok Şii katliamını da planlanmasında veya uygulanmasında adı geçen İzzet Duri idiyse. Tarikat, sanki ırak toplumsal tabanının kontrol ve İnisiyatifini Şiilerin elinden almak veya dengelemek için ortaya çıkmış gibiydi de. Şii tarikatlara gidecek / gitme eğilimli kişileri Kesnizani müritlerini engellemek için uğraştıklar da biliniyordu.
  Şeyh’in bütün tabana da yansıyan ve benimsenen bütün tarikatlara bakış politikası, rakip görme ve küçümseme esasına dayanıyordu. Bu da Müslümanlar arasında ayrımı ve parçalanmayı, daha da ötesine çatışmayı içinde barındıran bir durumdu. Zaten öyle de olmuş, hem birçok tarikat Kesnizanilere husumet beslemeye başlamış, hem de onların itikadi yaklaşım, güncel olaylara bakış gibi konulardaki tutumları diğer tarikatlar arasında ihtilaf da oluşturmuştu.

Türkmen cephesi Kesnizanilerin hedefi!

     Tarikatın genel politikası, küçük bir köy dahi olsa yerleşim birimine en az bir tane tekke açmak, başına da bir tane halife (temsilci) koymaktı. Kerkük’ten Tuzhurmatu’ya giden yolun altıncı kilometresinde yeni inşa edilen büyük bir bina Kompleksinin ne olduğunu sorduğumuzda, alacağımız cevabın, ‘’Kesnizani tarikatının merkezi, içinde her şey var’’ olacağını doğrusu, tahmin edememiştik.

    Müritler Şeyh’e öyle derin duygularla ve bağlarla bağlanıyordu ki, verilen her görev itirazsız yerine getirildiği gibi, müritler ellerinde avuçlarında neleri varsa gönüllü olarak getirip tarikata bağışlayabiliyordu.

      Irak Türkmen Cephesi Vahhabi-Selefiler, Hizb-i İslami, El Kaide gibi tarikat ve örgütlerin yanı sıra, Kesnizanilerin de hedefiydi. Şeyh’in tarikatı ITC’ye sızmaya, kontrol altına almaya çalışıyordu. Bu çerçevede Şeyh Muhammed, bazı ITC ileri gelenlerini / temsilcilerini kendisine mürit yapmayı başarmıştı. Hatta Telafer’deki 7 ITC temsilciliğinin birinin başında bulunan bir Türkmen’in, Şeyh’e mürit olmakla kalmayıp, tarikata 150 bin dinar bağışladığı konuşuluyordu. Şeyh’in Musul halifesi Seyyid Nedim, Telafer Halifesi ise Hasan Seccah adın da bir Türkmendi.

      Telafer’de 2003 Ekim’inin son günlerinde yapılan kaymakamlık seçimi. Kesnizaniye dâhil Irak’ta etkinlik kurmaya çalışan pek çok tarikat ve örgütün yarıştığı ilginç bir koşuydu. Vahabiler, El Kaide, Hizb-ül İslami, Kesnizani tarikat ve örgütleri kendi kaymakamlarını çıkartmış, yoğun bir propaganda çalışması yapmışlardı. Özellikle Şeyh Muhammed’in tarikatının ve Vahhabi- Selefilerin Telafer’de oldukça ağırlığı bulunuyordu; kaymakam adayı 15 kişinin hepsi de Türkmen olmasına rağmen, 12’si bu iki gruptan hem çekindikleri, hem de tesirlerini oya tahvil etmeyi amaçladıkları için, adaylık başvurusunda kendilerini ‘’ Arap Kökenli yazdırmışlardı. Sonuçta seçimi bir ‘’Arap’2 kazanmıştı.

         Öte yandan, Saddam’ın Birinci Körfez yenilgisinin acısını çıkardığı Vahhabi – Selefiler, onun gidişini izleyen aylarda tekrar toparlanmış, Irak’ın hemen bütün yörelerinde beklenenden daha kolay etkinlik yaymaya başlamışlardı. Kesnizaniye ile hem itikadi anlaşmazlığı, hem de yapılacak bir ‘’Rövanşı’’ bulunan Vahhabiler, Şeyh Muhammed’in ve İsrail’in Irak’ta önünü kesmek isteyen güçler için bulunmaz bir malzeme teşkil edebilirdi. Kim bilir, belki bunu daha önce bir güç, mesela Almanlar bunu hesap etmiş, Vahhabileri desteklemeye başlamış olabilirdi.

Şeyh Muhammed’in tarikatını zikir toplantılarından kaldırıp parti miting’ine götürecek derecede siyasetin içine sokmuş, Saddam’ın ardından hemen siyasi partisini kurmuştu: Tecemmu El- Vahde El – vataniye El – Irakkıye- Hareket-ü Tahrir’ül Irak ( Irak özgürleştirme hareketi ). Merkezi Bağdat’ta bulunan partinin, ülkenin hemen köşesinde bürosu mevcuttu. Şeyh, tarikatın merkezini de Bağdat’a taşımıştı. Tarikatın merkezi daha önce, Şeyh’in anlaştığı bazı konularda birlikte hareket ettikleri Talabani’nin merkezi Süleymaniye’deydi.         

Vahhabi- Kesnizani kavgası… Ölümüne!

1980’lerin sonu 1990’lı yılların başında yaşayan Vahhabi Kesnizani ‘’itikat kavgası’’, tarikatın tarihindeki enteresan olaylardan ve dönüm noktalarından biriydi. Vahhabi- Selefiler Kur’an ve sünnet yoluna gitmedikleri gerekçesiyle Kesnizanilere ‘’damardan’’ saldırmış, gerek mürit sayısı, gerekse etkinlik bakımından yok olma noktasına gelmişti. Kesnizaniler tam anlamıyla sinmişti. Vahhabilerin Irak’taki lideri İdris Davut adında biriydi. Davut Kesnizanilerle mücadeleye Kuzey Irak’tan başlamıştı; önce, katıksız bir Türkmen yurdu olan Telafer’i de içine alan Musul ile Rabia (Suriye sınırında Arap Gerger Kürtleri ve Yezidi ağırlıklı bir ilçe) bölgede bulunan çöl Arapları üzerinde etkili olup Kesnizanlardan temizlemiş ardından güneye Ramadi, Tikrit, hatta Basra’ya doğru tabanını yaymıştı.
        Fakat bu sırada acayip bir gelişme yaşanmış, Saddam ülkedeki Vahhabilere saldırmaya, kırmaya başlamış, bu defa da onları zayıflatmış, yok olma noktasına getirmişti. Bu baskıyı birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Saddam’ın Suudi Arabistan’a duyduğu hınca intikam alma duygusuna bağlayanlar da vardı. Saddam Vahhabileri zayıflatınca, bazı itikadi zaafları ve önü alınmaz yükselişi, İsrail’in de desteğiyle başlamıştı.

''İSRAİL, KESNİZANİLER ARACILIĞIYLA İSLAM'I KONTROL ETMEK İSTİYOR


Iraklı Türkmen gazeteci Muhammed Muhtar'ın Kesnizani İsrail-Amerika ilişkisine dikkat çekici bir yaklaşım vardı. Saddam Telafer ve El- beşir adlı haftalık gazeteler ile Külli Türkmen adlı aylık bir derginin sahibi olan Muhtar, ''İsrail ve Yahudilik, kendi eksenindeki İslam'ı Kesnizaniler yoluyla etki alanına almaya çalışıyor. Para ve mal verdi İsrail bunlara. MOSSAD 70'lerden itibaren bu tarikatı kontrolünde tutuyor. Kadiri'nin bir koluydu. Sonra İsrail para zoruyla ele geçirdi. Bunlar Saddam zamanın da ve şimdi Irak yönetiminde o kadar etkili ki, bir kişi idama mahkûm olsa bile onu idamdan kurtarabilir, yani Saddam'ın elinden alabilirlerdi.
Şimdi de alırlar''.diyordu.
           Amerika'nın arananlar listesinin ilk sıralarında ki ikinci adam İzzet Duri, Irak gezilerimiz boyunca ve bu kitabın yazıldığı süreç içinde hala yakalanamamıştı. Duri'nin Şeyh'e büyük hizmetleri geçmişti. Bunun mukabilinde de Tikrit, Beyci, Diyala ve Kerkük'teki onlarca Kesnizan tekkesi Duri'nin kontrolüne verilmişti.

SAVAŞI ''ERKEN'' BİTİREN DE Mİ KESNİZANİLER?

          İzzet Duri, Saddam'ın yakın çevresinde ki en karanlık, en gizemli şahsiyetlerden biriydi. Saddam'ın da onu yıkmaya çalışan Şeyh'in de (dolayısıyla MOSSAD ve CIA'nın) Saddam, Bağdat'ı da içine alan ülkenin orta bölgesini oğlu Kusay'a güneyi ise Ali Hasan Mecid'e vermişti. Adeta ülkeyi bu üçü arasında paylaştırmıştı. Amerikan işgali başlayınca Mecid güneyde 19 gün büyük bir direniş göstermiş, gücünün son raddesine kadar savaşmıştır. Zaten savaşta 20 gün sürmüştü. İzzet Duri ise kuzeyde emrindeki''efsane'' BAAS Askerlerine emir verip evlerine göndermiş, tek silah attırmadan bölgeyi teslim etmişti. Kusay ise Bağdat'ın savunmasında Duri'den gelecek takviye güçlere umut bağlamıştı; Beklediği yardım bir türlü gelmemiş ve Bağdat düşmüştü.

              Savaşın ''yeni başlıyor''dendiği sırada birdenbire bitmesinin sebeplerinden biri olarak ordu içindeki''gizli muhalif''paşalar gösteriliyordu. CIA'nın hizmetinde ki Ayad Allavi gibi isimlerin uzun zamandır bu paşalar ve subaylar üzerinde çalıştığı birçoğuyla 1995'lerden itibaren irtibatta olduğu söyleniyordu.                              
                                                                          
           Irak gezilerimiz boyunca en çok Saddam'ın ve Duri'nin nerelerde saklanabileceğine dair nabız yoklamıştık. Duri ile ilgili enteresan söylentiler/iddialar dolaşıyordu. Kaçamadığı, işgal güçlerinin elinde olduğu ve İsrail ile Amerika'nın onu Irak'a başkan yapmayı planladıkları yollu uçuk iddialara kadar varıyordu bunların ucu.

TEKKEDE BÜYÜ VE KABBALİZM!

            Kesnizani müritlerinin bir kısmının tuttuğu yola Irak'ta ''mübaşir yolu'' deniyordu. Aslında bir ''yol'' daha vardı tarikat içinde.  ''Dervişlik veya Tekke yolu'', hariçten kimselerin pek görebildiği; girebildiği ve malumu olduğu bir yol değildi. Tekke yolunda büyü ve Kabbalizm dâhil karışık inançlardan ve eğilimlerden kurulu ilginç bir eğitim veriliyordu. Ayrıca Tekke yolu müritlerinin en belirgin özelliği kanlı gösteriler yapmalarıydı. Bu yönüne de bakılacak olursa Tarikat aslında iki farklı ekole ayrılmış gibi görünüyordu. Mübaşirler eski geleneği; daha İslami olanı savunuyor, tekkecilerin yaptıklarını onaylamıyordu. Kanlı gösterilere ve kabala öğretilerine rağbet etmeyen mübaşir yolundakiler, Dervişane kılık- kıyafet ve davranışlar sergiliyor, halkın yaptığı yardımlarla karınlarını doyuruyordu.
        Tarikata ilk kez mürit olan kişi şeyh Kesnizani'nin ayağını öperdi. Birazda ilerleyip yükselenler Şeyh'in elini öper, daha da yükselen kişilerse mertebesinin göstergesi olarak (halifeler ve bölge sorumluları bu gruba giriyordu.) Şeyh'in omzunu öperdi.

        Kesnizani'ye de Muhammed'den itibaren tarikat Ritüelleri arasına bazı büyü uygulamalarının da girdiği söyleniyordu. Hatta bu yargıyı/ iddiayı ileri götürüp, ''Tarikat aslında sihirler bütününden ibaret'' diyen eski istihbaratçılara da rastlamıştık.  Alıntılara göre, tarikat meclislerinde büyü/sihir muhtevalı bazı metinler okunuyordu.    

İlginç olansa özellikle tekke yolu mensupları, tarikatta işlerin sihirle yürüdüğüne inanıyor olmalarıydı.
        Şeyh'in büyülerle ilgili ''formülleri''kadim Yahudi kaynaklarından aldığı, törenlerde Tevrat'tan alıntılar yaptırdığı /okuttuğu konuşuluyordu. Bu durumda ortaya İslam'la Musevilik arasında bir yerlerde duran veya İslam'dan Museviliğe dönüşme süreci yaşayan bir dini organizasyon çıkmış oluyordu. Bu durumun, Şeyh'in hayatıyla sınırlı olduğu da varsayılabilirdi.  Ancak, oğlu Nehru'nun MOSSAD ve İsrail'le ilişkileri kuran, bilgi aktarımı ve her türlü karşılıklı yardımlaşmayı koordine eden kişi olduğu göz önüne alındığında, Şeyh'ten sonra da ''ilginin ‘’ devam edeceği düşünülebilirdi.

ASKERLERİ CEZBEDEN, KANLII GÖSTERİLERDİ

      Törenlerde müritler, çalan Daf eşliğinde, zikir ve dinsel şarkılarla yoğunlaştıktan sonra sadece vücutlarına kesici / delici silahlar sokmakla kalmıyor, yeni katılanları etkilemek için jilet ve cam gibi şeyler yiyorlardı. Müritlere salık verilen bazı kitaplar vardı, her tarikatta olduğu gibi. İlmihal, örneğin...  Kamuoyuna açık,  görünürdeki kitaplarına bakanlar,  bu yolda Her hangi bir anormallik göremezdi. Fakat bir de, sadece törenlerde veya sadık müritlere gizlice okutulan, bizzat Şeyh'in yazdığı bir kitap vardı ki, söylenene göre sihir yöntemleriyle, Tevrat'tan yapılan alıntılarla doluydu. Kabala ve geçmişte bazı Müslümanların yazdığı Büyü/Sihir kitaplarından da alıntılar mevcuttu.
           Şeyh Kesnizani Kürt idi ve bir dönem Süleymaniye'de üs kurmuştu ama ne Barzani'ye ne Talabani'ye yakındı. Kürtler içinde ayrı ve dini bir ekol sayılabilirdi. Kürt siyasi çevrelerinden daha çok İsrail ve Amerika'ya yakınlığıyla tanınıyordu. İsrail,  Irak'taki birçok işini bu tarikat üzerine yürütüyordu. Bu çerçeveden bakıldığında,  İsrail'in Irak'ta siyaseten olduğu kadar( belki daha fazla) dinen de çok tesirli olduğu sonucuna varılabilirdi. İsrail böylece, Yahudi tarihindeki dönüm noktası vakalarda hep merkezi yerler işgal etmiş olan Mezopotamya 'ya ilgisini sınırlı yöntemler üzerinden değil,  çok yönlü olarak sürdürüyordu. İsrail, tarihte Nabukatnezar'dan Selehaddin Eyyübi'ye oradan Saddam'a dek Yahudiler için hep bir esareti, yıkımı tehlikeyi getirmiş olan ırak Coğrafyasını artık bir tehlike olmaktan çıkartmak, kontrol altında tutmak, belki bunu sağlamanın en iyi yolu olarak ülkeyi üçe bölmek istiyordu.

İŞGAL ASKERLERİNE SALDIRANLAR KİMLER?

Irak'taki en flu meselelerden biri, işgal güçlerine kimlerin saldırdığıydı. Yarım düzine kadar değişik alternatif/iddia vardı, bu sorunun yanıtına ilişkin. Bunlardan biri ve belki de en başka geleni, Saddam'ın yeraltına çektiği BAAS rejimi kalıntılarının saldırıların failleri olduğu şeklindeydi. BAAS iddiası, galiba manzaranın tamamını açıklamaya kâfi gelmiyordu. Saldıranlar arasında mutlaka Sünni temele/azınlığa dayanan BAAS kalıntıları ve Saddam yanlıları vardı. Zira işgalcilere yönelik saldırılar, BAAS rejimini sırtını dayadığı orta Irak'ta Sünnilerin bölgesine yoğunlaşıyordu. En azından ilk bakışta böyleydi.
         Fakat olayların''Sünni Üçgeni'' ile sınırlı kalmaması, bu görüşü zayıflatan en önemli unsurlardan biri haline geliyordu. Zira yüzde 60’ından daha fazlası Şia'ya mensup olduğu söylenen Bağdat, saldırıların en yoğun yaşandığı şehirdi. BAAS ve Saddam kalıntıları, saldırıların arkasındaki adreslerden sadece biriydi, o kadar. Dahası, Amerikan işgal sözcüklerinin uzun zaman dillerine doladıkları, '' saldırıların organizatörü Saddam olduğu'' iddiası vardı ki, o yakalandıktan sonra da saldırılar eski hızından hiç bir şey kaybetmemişti. Bu durum da belki Saddam'dan daha fazla saldırıların arkasında başkalarını aramak gerekiyordu.

LEJYONER-MÜCAHİTLER, AŞİRETLER VE İSTİHBARAT SERVİSLERİ

     ''Küfre karşı cihat'' fikri, radikal Müslüman’lar da 80'li yıllarla birlikte başlamış ve Saddam'ın düştüğü zamanlara gelindiğinde ''Mücahitlik'' adeta kurumsallaşmış, eski çağların Lejyonerliği haline dönmüştü. Bir farkla ki, lejyonerleri harekete geçiren dinamik para kazanma ve macera tutkusu iken, mücahitler, ''küfre'' karşı cihat ve Allah rızasını kazanma saikiyle hareket ediyordu. Afganistan'da Çeçenistan'da Bosna'da Kosova'da hatta Filipinlerde savaşıp epey tecrübe kazanmış mücahitlerin yeni makamının Irak olduğuna şüphe yoktu. İlginçtir, Amerikan işgalinin ufukta göründüğü günlerde mücahitler Irak'a girmeye başlamakla birlikte, asıl organize ''lejyoner-mücahit'' akını 10 Nisan'ı izleyen günlerde başlayıp haftalarca sürmüştü. Dikkate değer bir iddia/söylenti Irak üst düzey yönetiminde bulunan şahısların ağzında dolaşıyordu. Mücahitlerin önemli bir kısmı Almanya üzerinden veya bağlantılı bir şekilde geliyordu Irak'a.  Bu durumda hem coğrafyayı tanımayan, hem de üstün Amerikan silahlarına rağmen saldırılarına devam edip hemen, hemen hiç yakalanmayan mücahitlerin Irak'taki hareket ve saldırılarını koordine eden bazı güçlerin varlığından söz edilebilirdi. Bu güçler şüphesiz, Ortadoğu'da öteden beri etkinlik kurmaya uğraşan Rusya, Almanya, Fransa, Ürdün ( ki, Irak'ı da içine alan büyük Haşimi Krallığı hayali bu ülkenin Irak'ta büyük bir istihbarat ağı kuma çabasını tetikleyen etken olmuştu), Çin hatta Türkiye olabilirdi. Almanya'nın ki başta olmak üzere bazı istihbarat servislerinin, işgal güçlerine karşı yapılan saldırıları organize ettiği, en azından destek verdiği konuşuluyordu. Saldırıların arkasındaki bir başka adres ülkede adeta birer derebeylik titanlık gibi hareket eden aşiretlerdi.

Irak'ta yüzlerce yıllık bir geçmişin şekillendirdiği, tesis ettiği bir aşiret - hâkim düzeninin varlığını kimse imse inkâr edemezdi. Rejimler diktatörler, devletler gelmiş geçmiş, değişmiş, fakat aşiretlerin ağırlığı, hâkimiyeti hiç yok olmamıştı. O coğrafyadaki aşiretlerinin üzerine gelen devletler hep tek adam yönetimi benimsemişti. Buda aşiretlerin işine gelmiş, hatta güçlendirmişti. Irak'ı işgal eden Amerika, aşiretlerin ilk kez muhatap olduğu bir söylem kullanmaya, ülkede demokratik düzeni edeceğini dillendirmeye başlamıştı.
                Demokratik sistemin, yüzyıllardır süren hâkimiyetlerine son vereceğinden endişe eden aşiretler, işgalin ilk günlerindeki iyimserliklerini ve pastadan beklentilerini terk edip, Amerikalılara saldıranlar kervanına katılmışlardı. Yani saldırılar aslında tek kaynaktan çıkıp yönetilmiyor, birden fazla faktörün hesaplarıyla gerçekleştirdikleri fakat tek adrese yönelen bir yoğunlaşma halinde geliyordu.

    KİMSESİZ İŞGAL ASKERLERİ TOPLU MEZARLARA MI GÖMÜLÜYOR?

          Bu arada yeri gelmişken belirtelim; saldırılara maruz kalanların kimliğine ve cesetlerin ne yapıldığına ilişkin Irak halkının geneline yayılmış; doğru mu yoksa savaş efsaneleri kabilin ‘denmi olduğunu ayırt etmenin gerçekten güçleştiği tespit ve söylentilerle karşılaştık. Bunlardan birine göre, aslında işgal güçleriyle saldırganlar arasında zımni bir anlaşma noktasına kadar iyi işleyen bir saldırı düzeneği vardı; saldırganlar Amerika'nın çok değer verdiği '' öz - askerlerine '' yönelik değil, ''üveylere'' yönelik yoğunlaşıyordu. Amerika Irak'a götürecek asker Arake, çeşitli özel kuruluşlar vasıtasıyla (Orduya asker temininden, kadın teminine kadar her alanda faaliyet gösteren ve her savaş zamanında çok iyi para kazanan, belki de savaşların tek galibi haline dönüşen şirketler geleneği ta a Amerika'daki kuzey-güney savaşlarında ortaya çıkmıştı.) Çok düşük bir ücretle orduya yazılan macera arayan, en önemlisi de Amerikan doğumlu olmayan askerler riskli görev yerlerine gönderiliyor, çoğunlukla da saldırıya maruz kalıyorlardı.  Irak halkının ''murtaza'' olarak adlandırdığı bu maceracı ve ağzı kokan tipler öldüğünde, Bush yönetiminin asıl muhatap aldığı, hesap sormasından korktuğu Amerikan kamuoyundan pek ses yükselmeyecek, savaş ve işgal karşıtı odaklar güçsüz kalacaktı. Iraklı gazeteci Muhammed Muhtar, saldırılarla öldürülen bazı Amerikan askerlerinin çölde toplu mezarlara gömüldüğüne, ırmağa veya baraja atıldığına dair Irak basınında haber ve resimler çıktığını anlatıyordu. Muhtar'la sohbetimizde konu, Irak'ın birliğine geldiğinde tecrübeli gazeteci, ''Ben bir gazeteci olarak Irak'ın birlik sağlamasını artık çok zor olacağını düşünüyorum. Amerika'nın Irak'la ilgili en şekillenmiş planı bu ülkeyi üç ila beş arasında parçaya bölmektir. Çünkü bölününce İsrail için tehdit olmayacak. Burada hemen bütün düzenlemeler İsrail'in güvenliği esas alınarak yapılacaktır. Bundan emin olun. Bakın, Saddam gittikten sonra HAMAS'a buradan akan destek kesildi ve artık HAMAS İsrail'i vuramıyor.

Etkili olması da gitgide azalıyor.'' demişti.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/02/25/8085/kesnizani-tarikati-veya-buyuk-bir-ortulu-operasyon



 ..

Suriye Türkleri BÖLÜM 2





 Suriye Türkleri  BÖLÜM 2



Yazar: Meşküre Yılmaz


Ankara Şam’a “ya savaş ya Öcalan ve PKK” diyordu.


Türkiye’nin kararlı tutumunu anlayan Suriye 15 yıldan beri ilk kez PKK terör örgütü konusunda sınırda yetkiliklerle bir dizi toplantılar yapılacağını bildirmiştir[52].
Türkiye ve Suriye heyetleri terörizmle mücadele de işbirliğini görüşmek üzere 19-20 Ekim 1998 tarihlerinde Adana’da bir araya gelmişlerdir.
Varılan mutabakata göre: Öcalan şu andan itibaren Suriye’de değildir ve kesinlikle Suriye’ye girmesine izin verilmeyecektir, PKK’nda Suriye’ye girmesine ve şu andan itibaren faaliyet göstermesine izin verilmeyecektir. Birçok PKK’lı tutuklanmış ve adalete teslim edilmiştir. Listeleri de Türk tarafına verilmiştir[53].
Böylece imzalanan anlaşma ile Suriye, Türkiye’ye karşı yıllarca uyguladığı teröre destek politikasını bırakmıştır.
Türkiye ile Suriye ilişkisinde karşılıklı ziyaretler Abdullah Öcalan’ın 1998 yılında sınır dışı edilmesinden sonra, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000’de Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmasıyla başlamıştır.
Beşer Esad Türkiye’yi ziyaret etti (6 Ocak 2004). Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da 22 Aralık 2004 Tarihinde Suriye’ye gitti. Bu ziyarette Suriye Başkanı Muhammed Naci Otri ile bir görüşme yaptı .( Otri Temmuz 2004’de Türkiye’ye gelmişti). Otri “Dicle Nehrinden çektikleri suyun oranını artırmak” istediklerini Erdoğan’a iletti. Görüşmeler sonunda Suriye’nin Dicle Nehrinden sağladığı su miktarı 500 metreküpten, 850 metreküpe çıkarılmıştır.
Görüşmelerde iki ülke arasında serbest ticaret anlaşması da imzalanmıştır. Ayrıca iki ülke arasındaki ticaret hacminin de 821 milyon dolardan 2 milyar dolara çıkarılmasının amaçlandığı da açıklanmıştır.[54].
Türkiye Suriye ilişkisinde üst düzey görüşmeler yapılırken kültürel ilişkiler üzerinde de durulmaktadır. 2003 yılının Ekim ayında Türkiye, Suriye’de Kültür ve Tanıtma Müşavirliği kuruldu. Ancak kültürel ilişkilerin henüz olması gereken yerde olmadığı ve üniversitelerin üzerine düşen görevleri yapamadığı konusunda düşünceler mevcut[55].
Suriye’de yaşayan Türkler, Türkiye Suriye gerginliği sürerken Türklüklerini inkar ediyorlardı, şimdi herkes bir Türk akrabası olduğunu söylüyor[56].
İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi Türkiye’nin Suriye ile 1938 yılından beri devam eden Hatay sorununu, başbakan Erdoğan’ın Suriye gezisi sırasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasına eklenen bir madde ile çözüldüğünü yazdı. İki ülke ek bir maddeyle birbirinin sınırlarını tanıdı, dolayısıyla Şam, Hatay’ın Türkiye’nin sınırları içinde yer aldığını kabul etti, şeklinde bir açıklama aynı gazetede yer almıştır.
Türkiye dışişleri yetkilileri Suriye ile imzalanan anlaşmanın giriş bölümünde karşılıklı olarak sınırlarını tanıdıklarını beyan ettiklerini ancak bu yöndeki hükümlerin son dönemde imzalanan başka anlaşmalarda da yer aldığını ifade ettiler. Türkiye’nin Suriye ile bir sınır sorunu mevcut değildir. Hatay 1939’dan beri Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindedir. Bu Birleşmiş Milletleri’nde dünyanın da kabul ettiği bir olgudur şeklinde açıklama yaptılar.[57]
25 Eylül 2004 tarihinde de Mersin’de iki ülke arasında gelecekte başta turizm ve ticaret olmak üzere nelerin yapılabileceği konusunda görüşmeler yapıldı. Deniz ve demir yolu konusunda iki ülke arasında ulaşımı kolaylaştıracak projeler ele alındı[58].
Ahmet Necdet Sezer ABD’nin ve AB’nin iptal etmesini istedikleri Suriye gezisini plânladığı gibi 13-14 Nisan 2005 tarihinde gerçekleştirdi.[59].
Siyasi ve ticari ilişkiler bu şekilde geliştirilirken Suriye’nin Büyük Suriye hayali unutulmadan, Türkiye Suriye ile özellikle kültürel ilişkilerini de geliştirmelidir. Ayrıca Suriye’deki Türkler de ilgilenmeli, bağlantı kurulmalıdır. Türkiye Suriye’deki Türkleri sahipsiz bırakmamalı onlarla tarihten gelen ahlaki ve vicdani sorumluluğu çerçevesinde bağlarını sürdürmelidir. Bu ilişki hiçbir zaman Suriye’deki Türkleri kışkırtmaya yönelik değil barışçı olmalıdır. Başbakan Erdoğan’ın ziyaretinde bu konuların ele alınmamasın büyük bir eksikliktir.
Büyük Atatürk 1933 yılından itibaren 175 Türk gencini Hatay’dan getirterek Türkiye’de burslu okumalarını sağlamıştır.[60]
Bugün de Suriye’de yaşayan Türk gençlerine, Türk Cumhuriyetleri ve Akraba Topluluklarına tanınan kontenjan çerçevesinde hak tanınarak Türkiye’de yüksek öğretim imkânı sağlanmalıdır.
Görüldüğü gibi Cumhurbaşkanı Sezer ve Başbakan Erdoğan’ın temaslarıyla Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir dönemden söz etmek açıkça mümkünken o tarihte de belirttiğim gibi Suriye’de yaşayan Türklerle ilgili olumlu bir girişimden maalesef söz edemiyoruz.
SURİYE’NİN BUGÜNKÜ DURUMU
Bugüne geldiğimizde her şeyden önce Suriye’deki iç savaşın ne zaman ve nasıl başladığına kısaca bir bakmamız gerekir:
Aslında olaylar ‘Arap Baharı’ adı altında 2010 yılının sonlarında Tunus’da başladı.[61]Daha sonra Cezayir, Ürdün, Yemen, Libya, Bahreyn‘de görülen çatışmalar bugün Suriye’de bütün hızıyla devam ediyor. 15 Mart 2011’de Suriye’nin güneyindeki Der’a kentinde başlayan sokak gösterileri ile ‘Arap Baharı’ Suriye’ye gelmiş oldu. Adı geçen ülkelerde birçok insan hayatını kaybederken bazılarında rejim değişiklikleri yaşandı. Ancak daha önceki ülkelerden farklı olarak Suriye’deki gösteriler rejim kuvvetleri tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı insanlar ya hayatlarını kaybettiler ya da tutuklandılar. Suriye’deki rejim arkasına Rusya-İran desteğini alarak ülkeyi iç savaşa sürükledi. Bugün hala devam eden bu iç savaşta barış zamanı da çok rahat olduklarından söz edemeyeceğimiz Türkmenler hedef haline geldiler. Türkmenler, hem rejim kuvvetleri hem ülkedeki radikal unsurlar hem de diğer ayrılıkçı örgütlerin çatışma menzilinde adeta çapraz ateş arasında kaldılar.
         Günümüzde Suriye’de 3,5 milyon Türkmen yaşamaktadır. Bu sayı 2012’de ORSAM’ın yaptığı saha araştırmasına dayanmaktadır. Azımsanmayacak bir çoğunluğa sahip olmalarına rağmen uzun yıllar boyunca siyasi ve sosyal baskılara maruz kalan Türkmenler arasında siyasi bir hareketin gelişmediğini görmekteyiz. Ancak iç savaşın başladığı 2011’den itibaren oluşan konjonktürel zeminde Türkmenler arasında tepkisel ve kültürel bir milliyetçilik gelişmeye başlamıştır.
           Suriye’de 2011 yılında başlayan süreçte Suriye Türkmenleri hali hazırda Esad rejimine karşı hareket eden muhalif kanadın içinde yer almaktadırlar. Rejimin doğrudan doğruya hedefi haline gelen Suriye Türkmenleri savaşta ciddi anlamda kayıplar vermişlerdir.[62]
            Uzun yıllar Esad rejiminin uygulamaları çerçevesinde hiçbir şekilde örgütlenme imkânı bulamayan Suriye Türkmenleri Mart 2011’de başlayan halk ayaklanması sürecinde bu boşluğu doldurma çabası içine girmiştir. İlk örgütlenme çabaları bu dönemde ortaya çıkmıştır.Özgürlük mücadelesi başlayınca bunları siyasi kazanca çevirecek bir yapıya ihtiyaç duyulmuştur. Bu nedenle Türkiye’de yaşayan Türkmenlerin girişimi ile 2012 yılında Suriye Türkmenleri platformu kurulmuştur. Platform, Suriye Türkmenlerinin meşru temsilcisi olması ve her türlü müzakereyi yürütmesi amacıyla Suriye’den seçilecek delegeler yoluyla bir Suriye Türkmen Meclisi’nin kurulmasını hedeflemiştir. Bu faaliyetler sonucunda 29 Mart 2013 tarihinde Türkiye’nin de desteğiyle Suriye Türkmenlerinin uluslar arası alandaki meşru temsilcisi olma hedefi ile tüm Türkmen oluşumlarını tek çatı altında birleştiren Suriye Türkmen Meclisi kurulmuştur. Türkmen Meclisi’nin 42 üyesi vardır. Bu üyeler tüm bölgelerin temsilcileri tarafından demokratik bir şekilde seçilmiştir. Bu meclis içerisinde bütün partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri bulunmaktadır. Suriye’deki Türkmenler artık bu meclis tarafından temsil ediliyor. Suriye’deki Türkmenlerin bütün faaliyetleri bu meclis aracılığıyla yürütülmektedir. Bu nedenle bizde Suriye Meclis Başkanı Abrurahman Mustafa ve danışmanı Miray Vurmay Güzel’i referans olarak alıyoruz.
Son günlerde Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı aynı zamanda stratejik bir bölge olan Bayırbucak’a havadan ve karadan yapılan saldırılar çok arttığı için konuya buradan başlamak sanırım daha doğru olacak.
Bayırbucak’da Türkmenler Kasımın ortalarındanberi havadan Rus karadan ise Esad ve Hizbullah’ın ağır ateşi altındalar. Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa Hama ve Humus’ta Türklmenlerin etnik arındırmaya tabii tutulduğunu şimdi sıranın Bayırbucak bölgesine geldiğini, aslında üç yıldır buraya Esad güçlerinin varil bombası attığını ifade ediyor.  Burada yaşayan Türkmenler çatışmalarda direniş gösterip köylerini terk etmemişlerdir fakat Rus bombardımanından sonra köylerinde kalamamışlardır. 30 Eylül’den bu yana Rus bombardımanına maruz kalan Türkmenler 29 Kasım’da Kızıldağ ( deniz tarafından Bayırbucağın kuzey batısındadır) düşmesine rağmen bölgede direniş göstermektedirler. Çünkü biliyorlar ki bu dağa hakim olan stratejik olarak önemli olan bu bölgeye hakim olur. Ayrıca Türkmenler burası benim toprağımdır, köyümdür, toprak namustur diyerek insanüstü bir çaba harcıyorlar ve savunmaya devam ediyorlar.
Ancak Suriye’deki iç savaş tamamen uluslar arası aktörlerin mücadele alanına dönüşmüş durumda bu nedenle orada ne kadar Türkmen’in ya da başka etnik gruplardan ne kadar insanın öldüğünün maalesef fazla bir anlamı olmadığı görülüyor.
Bugün Suriye’de yüzbinlerce Suriyeli öldürülmüş ve yaralanmış, 10 milyona yakın Suriye vatandaşı doğduğu ve yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalmıştır. Fakat yine de bu savaşda en mağdur grup Türkmenlerdir.
- Çünkü değişik bölgelerde değişik gruplar tarafından saldırlar hep Türkmenler yönelik olarak yapılmaktadır.
- Savaşın başından bu yana 35 bin Türkmen şehit olmuştur:
- Hama ve Humus Türkmenleri rejim tarafından etnik temizliğe maruz kalarak köylerini tamamen boşaltmak zorunda kalmışlardır.
- Şam-Golan(Golan Şam’ın bitişiğindedir, Golan Türkmenleri birinci göçlerini İsrail’in işgalinde, ikinci göçlerini de Esad zamanında yaşadılar) Türkmenleri tümüyle rejimin ablukası altındadır.
-Halep’teki Türkmen köyleri 2 yıldır İŞİD’in kontrolü altındadır.
- Mayıs 2015’de Tel Abyad Türkmenleri PYD’nin tehcirine maruz kalmışlardır (PYD önce batılı güçlerle işbirliği yaparken daha sonra aynı ideolojiyi paylaştığı Rusya ile birlikte hareket etmeye başladı)
- Bayırbucak Türkmen bölgesi de havadan Rus karadan da rejim destekli Hizbullah’ın ateşi altındadırlar.
Suriye Türkmen Meclis Başkanı’nı danışmanı Güzel’e göre: ’Bayırbucak Türkmen bölgesine saldırının üç anlamı vardır. Herşeyden önce Akdeniz’e uzanacak Kürt koridorunu açma hedefi var ve Esad da masada anlaşmaya giderse kendisine Nusayri/Alevi devleti kurulabileceği toprakları genişletmek istiyor ve bunların yanında saldırılarla Türkiye’yi rahatsız etmek için de çaba harcanıyor.
Rusya’nın bir diğer amacı da bölgedeki ve özellikle de Suriye’deki çıkarlarını özellikle masaya oturulduğu takdirde masadaki elini güçlendirmeye çalışıyor. Güzel, Rusya’nın Akdeniz’deki 100 yıllık projesini gerçekleştirmek istediğine dikkat çekiyor.
Güzel, Türkmenlere yardım eden tek gücün Türkiye olduğunu ve Aynel Arap/ Kobani’deki olaylar bütün dünyanın gündemindeydi, dünya nerdeyse PYD ve YPG için topyekûn seferber olmuştu fakat Türkmenler için aynı tepki verilmedi diyor.
Doğru söylüyor ama buna şunu da eklemek lazım Abdurrahman Mustafa Türkiye’nin savaşın başındanberi Suriye’deki bütün muhalif gruplara yardım yaptığını açıklıyor.[63]
Suriye’deki Türkmenler manevi olarak inanmışlar ve ciddi bir şekilde kendilerinin de sloganlaştırdıkları gibi ‘ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ’ veriyorlar. Dileğimiz tabiî ki bunun gerçekleşmesi ancak şartlar buna çok imkân verecek gibi görünmüyor.
Abdurrahman Mustafa verdiği röportajda Bayırbucak bölgesinin sahil tarafı olan Bucak kısmı rejimin elinde, Bayır yani Türkmen Dağı bölgesi ise Türkmenlerin elinde. Bayır bölgesi Hatay ile sıfır noktadadır. Rusya işte bu noktayı vuruyor. Bayırbucak bölgesi Suriye rejimi ve Rusya için neden önemli? Suriye’de iki önemli proje var. Kürt koridoru olacaksa Bayırbucak bölgesinin alınması gerekiyor. Nusayri devleti kurulacaksa ve Bayırbucak Türkmenlerinin kontrolünde olursa Türkiye ile sınır olamayacaksın, iki projede de Bayırbucağın düşmesi gerekiyor. Yapılan ropörtajda bu iki projenin birbiriyle çatışıp çatışmayacağına cevap olarak Abdurrahman Mustafa iki projenin sahibi de aynı olduğu için çatışmayacak cevabını veriyor. Yapılmak istenen nedir? Sorusuna cevabı çok ilginç ‘Bosna’da yapıldığı gibi Bosna Savaşı’nda Sırplar önce katletti, sonra katledip çaresiz bıraktığı bir toplumu barış masasına oturtmaya zorladı. Bizi öldürüp, katillerimizle masaya oturtmaya çalışacaklar. Ama Türkmenlerin inancı bu konuda da tam ‘Türkiye ve Türkmenler buna izin vermeyecek’ diyorlar.
Türkmen Meclis Başkanı Abdurrahman Mustafa’yı umutlandıran konulardan bir tanesi de özellikle Türkmendağı vasıtasıyla Türkmenlerin sesinin duyulması olmuştur. Abdurrahman Mustafa Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurum ve kuruluşlarıyla yanlarında olduğunu; Kızılay ve AFAD’ın Türkmen kardeşleri için seferber olduğunu, Türk basınının seslerini duyurmak için gece gündüz çalıştığını, sivil toplum kuruluşlarından, meslek örgütlerinden, sendikalardan yardım ve destek telefonlarının yağdığını belirtiyor. . Abdurrahman Mustafa bütün bu desteklerden memnuniyet duyduğunu ancak bu destek iki yıl önceverilseydi durumun çok farklı olacakdı diyor.
Aynı röportajda kendisine Mit tırlarıyla ilgili soru sorulduğunda net bir cevap vermiyor.[64] Bu konuda net cevabı MHP’nin bölgeye gönderdiği komisyonun başkanı Gaziantep Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Prof.Dr.Ümit Özdağ bölgeyi ziyaretten sonra yaptığı açıklamayla veriyor.[65]
Abdurrahman Mustafa, Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşad Salihi’nin kendisini her gün arayıp destek verdiğini de ifade etmiştir.[66]
Abdurrahman Mustafa verilen bu desteklerden dolayı Türkmenlerin morallerini çok yüksek olduğunu belirtmekle birlikte durumun tesbitini de çok isabetli bir şekilde yapıyor:
- Suriye’de radikal güçleri yaratan uluslar arası güçlerdir.
- Bayırbucak kaybedilirse Türkmenler Suriye’deki varlığını kaybederler, bu nedenle varlığımızı devam ettirebilmek için hakim olmamız lazım
- Bayırbucağı kaybettiğimiz takdirde bin yıldır yaşadığımız topraklarda Esad döneminden bile kötü vaziyete düşeriz
-Baas, Hristıyanlar, PYD, İŞİD herkesin elinde bir Türkmen politikası var. Ama biz yine de ümitle bakıyoruz. Çünkü Tel Abya’dan itibaren yavaş yavaş Türkmen varlığından bahsedilmeye başlandı.
-Türkiye Suriyeli mültecilere inanılmaz bir şekilde yardımcı olmasına rağmen uluslar arası toplumda yeterli destek ve ilgiyi görmedi. Türkiye’nin bu konudaki çabaları savaş sonrası yaşanacak süreçte etkili olmak.
           - Terör örgütlerini Türkiye sınırına konuşlandırarak terörü Türkiye’ye taşımak istiyorlar
- Göçmen göndererek Türkiye’yi sıkıştırıyorlar
- Türkiye Güvenli Bölge konusunda ısrar ediyor ama hem Rusya hem de batı buna karşı çıkıyor. (Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa’nın danışmanı Güzel; ‘’Güvenli Bölge ya da diğer adıyla terörden arındırılmış bölge meselesinin kendileri ve Türkiye açısından ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor ve Güvenli Bölgenin, söz konusu Türkmen karekterinin korunması için elzem olduğunu belirtiyor. Güvenli Bölgeye Türkiye’ye dost grupların yerleştirilmesi durumunda, Türkiye’nin güney sınırlarının da güven altına alınacağını belirtiyor. Türkiye’deki Türkmen kamplarının bu bölgeye taşınması durumunda, Suriye Türkmen Meclisi’nin hayata geçirmeye çalıştığı ‘köye dönüş projesi’nin uygulama aşamasına geçebileceği ve böylece başta PYD tarafından uygulanmak istenen demografi değiştirme politikasının engellenebileceği anlama geliyor. Güvenli Bölge ayrıca PYD kantonlarını birleştirip oluşturmaya çalıştığı sözde ‘Kürt Kuşağına’ hem fiziki hem de siyasi olarak set çekeceğini düşünüyor. Sonuç olarak Güvenli Bölge, Suriye’nin Kuzeyi’ndeki bölücü oluşumların önüne geçerek Suriye’deki savaşın gidişanı değiştirecektir.)[67]
-Abdurrahman Mustafa Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da güvenli bölge ile ilgili düşüncesinden bahsederek Erdogan’ın bu bölgeyi ‘ Fırat’la Azez arası değil Fırat’la Akdeniz arası’ olarak tanımladığına dikkat çekiyor. ( Ancak 24 Kasım 2015’de Rus uçağının düşürülmesinden sonra Suriye daha da hareketlendi. Rusya PYD’ye Halep’in kuzeyinde Türkiye sınırında ‘Güvenli Bölge’ ilan edilmesi planlanan ve Türkiye’nin kırmızıçizgisi ilan edilen Azez-Cerablus hattında ilerlemesi için yoğun hava desteği sağlamaya başladı. PYD halıhazırda kontrol ettiği Afrin ve Kobani’yi birleştirmek için Rus şemsiyesi altında iki yönden harekete geçti. Bir yandan 5 gündür muhaliflerin Azez’deki cephe hatlarına saldıran PYD, diğer yandan Fırat’ın geçebilmek için Cerablus’ta İŞİD ile çatışıyor. YPG güçleri de üç gündür Rusya’nın hava desteğiyle İşid’in kontrolünde bulunan Fırat’ın batısındaki Cerablus’a ilerleme çabasına ağırlık verdi. YPG ile İŞİD arasında YPG’nin kontrolünde bulunan Zor Magar köyünün batısında, Fırat nehrinin iki tarafında şiddetli çatışmalar yaşanıyor).[68]
-Abdurrahman Mustafa, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduklarını ve bunun içinde bir ‘B Planı’nın olması gerektiğini ifade ediyor.
MHP’nin bölgede görevlendirdiği heyetin başkanı Gaziantep milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Ümit Özdağ bölgeyi ziyaretten sonra yaptığı açıklamada: ‘ Bayırbucak’taki Türkmenlerin çok zor şartlar altında insanı şaşırtan bir mücadele yürüttüklerini ve AKP Hükümeti’nin takip ettiği Suriye politikasının ağır bedelini sadece Türkiye’nin değil Ortadoğu Türklerine de ağır bedel ödettiği iyiden iyiye netleşmiş durumdadır. Türkiye’nin yaptığı insani yardımların çok önemli olduğunu kabul etmekle birlikte bunun yeterli olmadığını da kabul etmek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti büyük ve güçlü bir devlettir. Ancak artık bu büyük ve güçlü devleti yönetenlerin her vesileyle olduğu gibi şimdi de Türkiye’nin gücünü test etmesinler şeklinde bölgede ciddiye alınmayan ve dış politikada hiçbir şey ifade etmeyen açıklamaların ötesinde Türkiye’nin milli menfaatlerini korumak ve çevre coğrafyalardaki kardeşlerimizin insan haklarından kaynaklanan haklarını savunmanın vakti gelmiş geçmiştir. Şu ana kadar başbakanın yaptığı açıklamalardan ne Şam’ı ne de Moskova’yı Bayırbucak’a yapılan saldırılardan caydıracak, geri adım attıracak herhengi bir somut önlem alınmadığı görülmektedir. AKP Hükümeti tarafından yapılan açıklamalardan çıkan sonuç da önlem alma niyeti olmadığını göstermektedir.’[69]
Burada Sayın Özdağ’ın yaptığı açıklamaların son derece önemli ve isabetli olduğunu görüyoruz. Muhalefet partisinin yaptığı açıklamalar ne kadar önemli olursa olsun iş yürütmede bitiyor. Bu nedenle bir an önce harekete geçilmelidir. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatlerini korumaktır. Takip edilen Türk dış politikasında Türkiye’nin menfaatlerini korumak kadar bize yakın ya da uzak coğrafyada yaşayan kardeşlerimizin de hak ve hukuklarına da sahip çıkmaktır. Bu sahip çıkıp çıkmama meselesi belki bugünün meselesi değil ama Türkiye bölgede ve dünyada ‘büyük devlet’ olduğu iddiasında olduğu için bu iddianın gereğini de yerine getirmesi gerekmektedir.
Suriye bağlamında olaya baktığımızda Türk bölgelerine yapılan taaruzlarla Türkmenler göçe zorlanmakta ve onlardan açılan bölgelere Kürtler yerleşmektedir. Bizi buna götüren somut olaylardan birisi Aynel Arap/Kobani’deki olaylar sırasında Kuzey Irak yönetiminden gelen desteğin Türkiye Cumhuriyeti topraklarından geçmesidir (bu geçiş bir cumhuriyet bayramında 29 Ekim 2014’de gözümüzün içine baka baka gerçekleşmiştir). Daha sonra da PKK, PYD, ABD ve İngilizlerin desteğiyle İŞİD Aynel Arap/Kobani’den çıkartılarak Kürtler yerleştirilmiştir. Aynı olaylar sırasında Suriye’nin PKK’sı YPG Amerika tarafından ortak ilan edilmiştir.
Bu dönemde Suriye’de PYD, YPG güçlenirken Türkiye’de de PKK güçlenmektedir. Eylemlerini artıran PKK şehirlerde hendekler kazarak, özerklikler ilan ederek yoluna devam etmektedir.
Abdurahman Mustafa kendilerini Bosna Türklerine benzetirken ben daha çok Irak’taki Türkmenlere benzetiyorum. Bugün Suriye’de tartışılan ‘Güvenli Bölge’ 1990’lı yıllardaki 36. Paraleli hatırıma getiriyor. Sonuçları herkesçe malum. Türklerin yaşadıkları yerler bu güvenli bölgenin dışında kalmış ve Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmuştu. Bugün Suriye’de de aynı şekilde Aynel Arap/Kobani’den sonra Tel Abyad’a İŞİD’in çekilmesiyle PYD girmiştir. Amaç Hatay sınırına dayanmaktır. Bayırbucağı vurmalarının temeli de buna dayanmaktadır. Ümit ederim Suriye’deki Türkmenlerin durumu Iraktakilere benzemez.
Suriye’deki Türkmenler basından açık bir şekilde takip ettiğimiz gibi çok ağır şartlar altında direniş göstermektedirler.
Türkiye Cumhuriyeti’ni desteğiyle oluşturulan Suriye Türkmen Meclisi’nin ve Suriye’de cephelerde savaşan Türkmen mücahitlerin ümitlerinin boşa çıkarılmamasıdır.
       
KAYNAKLAR
Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu TTK Basımevi, Ankara, 1996, s.10.
Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Kültür Bakanlığı Yayınları, C.1, Ankara 1994, s.45.
Avrasya Dosyası, Yayın Kurulundan, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.6.
Ayın Tarihi, Ocak 1937, No: 38, s. 129
Ayın Tarihi, Kasım 1936, No 36, s.92-94
Başbakan Erdoğan’ın Suriye gezisi nedeniyle Şam’dan yayınlanan İskele Sancak Programına katılan Türkiye’nin Şam Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Ahmet Arslan ve Şam Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Mehmet Yuva’nın görüşleri Kanal 7, İskele Sancak, 24 Aralık 2004.
Bila, Fikret; “Hangi PKK” Milliyet 21 Ekim 2004.
Çaşin, Mesut; “Suriye Arap Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri”, Avrasya Dosyası, Sonbahar, 1995, s.55.
Doğanay, M. Zekai; Altun A. Fikret; Ortadoğu’nun Jeopolitik ve Jeostratejik Açıdan Değerlendirilmesi - Körfez Harbi ve Alınan Dersler, Ankara, 1994, s.465.
Erciyes, Erdem; Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul 2004, s.106.
Erkin, Feridun Cemal; Dışişlerinde 34 Yıl: Anılar, Yorumlar, TTK Yayınları, C.1, 2. Baskı, Ankara, 1987,s.86.
Gönlübol, Mehmet; Olaylarla Türk Dış Politikası, (1919-1995), Elif Matbaası, Ankara, 1989,s.129.
Güzel Vurmay, M iray; ‘’Suriye Türkmenleri’nin ‘onur ve özgürlük mücadelesi’, TÜRKBoyları, Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi, Sayı: 26 Nisan 2015, s.9-12
Güzel Vurmay, Miray; Kendisinden edindiğim bilgi notundan
Haberiniz.com.tr de konu ile ilgili video izlenebilir
http://tr.sputniknews.com/turkish.ruvr.ru/2013_12_24/Arap-bahari-ishte-bashladi/
Hürriyet 10 Ocak 2005.
Hürriyet 19 Ekim 1998.
Hürriyet 22 Ekim 1998.
Karakaya, Bahattin; “Suriye Dosyası”, Avrasya Dosyası, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.243.
Kirişcioğlu, Fatih; “Suriye Türkleri”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 1995, s.132-133.
Kocaoğlu, Mehmet; Uluslararası Ilişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995, s.326-327.
Köni, Hasan;, “Büyük Suriye Projesinin Tarihi Gelişimi”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 1995, s.46.
Milliyet 15 Nisan 2005.
Milliyet 7 Kasım 1998.
Milliyet.com.tr 1.12.2015
Orhonlu, Cengiz; “Suriye Türkleri”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976, s.1136-1137.
Ortadoğu’da Su Sorunu Bölgesel ve Sınırlarıaşan Sular Daire Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Haziran 1996, Ankara, s.17.

Öğüt Özgür; “Iskenderun Kurtuluş Örgütü”, Avrasya Dosyası, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s 247.
Över, Kıvanç Galip; “Hicaz’da Soru İşareti: Suriye Türkleri”, Yeni Türkiye, Türk Dünyası Özel II, a.g.e., s.1687.

Öztürk, Nazif;“Suriye Türkleri”, Yeni Türkiye Türk Dünyası Özel Sayısı II, a.g.e, s.1677.
Sabah 17 Eylül 1998.
Sabah 2 Ekim 1998.
Sabah 23 Aralık 2004.
Sabah Gazetesi, 30.11.2015, İsa Tatlıcan Röportajı
Sander, Oral; Siyasi Tarih - İlk çağlardan 1918’e -, Ankara, 1989, s.270-271.
Sökmen, Tayfur; Hatayın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara 1992, s.9
Yılmaz, Türel; “Atatürk Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, Cumhuriyet’in Kuruluşunun 75. Yıl Armağanı,  Ankara, 1998, s.14.
TV8.27.09.2004, Hulusi Kılınç, Türkiye’nin Halep Başkonsolosu.
TRT Avaz/ Düşünce Avazı proğramı 1Aralık 2015
Uçarol, Rıfat;Siyasi Tarih, IV.Baskı, Filiz Kitabevi,İstanbul,1995,, s.587-588.
Uzunçarşılı, Hakkı İsmail; Osmanlı Tarihi, Ankara,  3. Basım, C. II/I, 1975, s.284-286.
Ünal, Tahsin; Türk Siyasi Tarihi,1700-1958, Emel Yayınları, 4. Baskı, Ankara,1997, s.576-577.
Vurmay, Miray; TUSAM Ortadoğu Masasında Araştırmacı, Yeni Çağ, 29 Kasım 2004
Yeni Türk Ansiklopedisi, C. 4, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1985, s.1235. Yeni Türk Ansiklopedisi, 10. Cilt, Ötüken Yayınları, İstanbul, Suriye Maddesi, 1985, s.3746.
Zafer, Kaya; Suriye’de Türk Varlığı (1918 ve Sonrası Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü), Ankara, 1987. s.67

[1] Çaşin, Mesut; “Suriye Arap Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri”, Avrasya Dosyası, Sonbahar, 1995, s.55.
[2] Zafer, Kaya; Suriye’de Türk Varlığı (1918 ve Sonrası Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü), Ankara, 1987. s.67-69.
[3] Çaşin, Mesut; a.g.m.,s.56.
[4] Kirişcioğlu, Fatih; “Suriye Türkleri”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 1995, s.132-133.
[5] Uzunçarşılı, Hakkı İsmail; Osmanlı Tarihi, Ankara,  3. Basım, C. II/I, 1975, s.284-286.
[6] Yeni Türk Ansiklopedisi, 10. Cilt, Ötüken Yayınları, İstanbul, Suriye Maddesi, 1985, s.3746.
[7] Sander, Oral; Siyasi Tarih - İlk çağlardan 1918’e -, Ankara, 1989, s.270-271.
[8] Çaşin, Mesut; a.g.m.,s.57.
[9] Köni, Hasan;, “Büyük Suriye Projesinin Tarihi Gelişimi”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 1995, s.46.
[10] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.133.
[11]Erkin, Feridun Cemal; Dışişlerinde 34 Yıl: Anılar, Yorumlar, TTK Yayınları, C.1, 2. Baskı, Ankara, 1987,s.86.
[12] Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Kültür Bakanlığı Yayınları, C.1, Ankara 1994, s.45.
[13] Uçarol, Rıfat; a.g.e, s.587-588.
[14] Notanın metni için bkz. Ayın Tarihi, Kasım 1936, No 36, s.92-94.
[15] Uçarol, Rıfat; a.g.e.,s.587-588.
[16] Sökmen, Tayfur; Hatayın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara 1992, s.9
[17] Gönlübol, Mehmet; Olaylarla Türk Dış Politikası,a.g.e., s.129.
[18] Statü metni için bkz. Ayın Tarihi, Ocak 1937, No: 38, s.95-99.
[19] Yılmaz, Türel; “Atatürk Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, Cumhuriyet’in Kuruluşunun 75. Yıl Armağanı,  Ankara, 1998, s.14.
[20] Ünal, Tahsin; a.g.e., s.576-577.
[21] Yeni Türk Ansiklopedisi, C. 4, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1985, s.1235.
[22] Özkan, Nevzat; a.g.e, s.270.
[23] Öztürk, Nazif;“Suriye Türkleri”, Yeni Türkiye Türk Dünyası Özel Sayısı II, a.g.e, s.1677.
[24] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.134-135.
[25] Orhonlu, Cengiz; “Suriye Türkleri”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976, s.1136-1137.
[26] Orhonlu, Cengiz; a.g.m.,s.1135.
[27] Öztürk, Nazif; a.g.m.,s.1680.
[28] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.140.
[29] Orhonlu, Cengiz; a.g.m.,s.1136.
[30] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.140.
[31] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.139-140.
[32] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.140.
[33] Över, Kıvanç Galip; “Hicaz’da Soru İşareti: Suriye Türkleri”, Yeni Türkiye, Türk Dünyası Özel II, a.g.e., s.1687.
[34] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.139.
[35] Över, Kıvanç Galip; a.g.m.,s.1687.
[36] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.139.
[37] Över, Kıvanç Galip; a.g.m.,s.1687.
[38] Vurmay, Miray; TUSAM Ortadoğu Masasında Araştırmacı, Yeni Çağ, 29 Kasım 2004
[39] Öğüt Özgür; “Iskenderun Kurtuluş Örgütü”, Avrasya Dosyası, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s 247.
[40] Karakaya, Bahattin; “Suriye Dosyası”, Avrasya Dosyası, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.243.
[41] Vurmay, a.g.y.
[42] Avrasya Dosyası, Yayın Kurulundan, Ilbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.6.
[43] Avrasya Dosyası, Yayın Kurulundan, Ilbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.7.
[44] Erciyes, Erdem; Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul 2004, s.106.
[45] Ortadoğu’da Su Sorunu Bölgesel ve Sınırlarıaşan Sular Daire Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Haziran 1996, Ankara, s.17.
[46] Doğanay, M. Zekai; Altun A. Fikret; Ortadoğu’nun Jeopolitik ve Jeostratejik Açıdan Değerlendirilmesi - Körfez Harbi ve Alınan Dersler, Ankara, 1994, s.465.
[47] Kocaoğlu, Mehmet; Uluslararası Ilişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995, s.326-327.
[48] Bila, Fikret; “Hangi PKK” Milliyet 21 Ekim 2004.
[49] Sabah 17 Eylül 1998.
[50] Sabah 2 Ekim 1998.
[51] Milliyet 7 Kasım 1998.
[52] Hürriyet 19 Ekim 1998.
[53] Hürriyet 22 Ekim 1998.
[54] Sabah 23 Aralık 2004.
[55] Başbakan Erdoğan’ın Suriye gezisi nedeniyle Şam’dan yayınlanan İskele Sancak Programına katılan Türkiye’nin Şam Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Ahmet Arslan ve Şam Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Mehmet Yuva’nın görüşleri Kanal 7, İskele Sancak, 24 Aralık 2004.
[56] Aynı programda gazeteci Hüsnü Mahalli.
[57] Hürriyet 10 Ocak 2005.
[58] TV8.27.09.2004, Hulusi Kılınç, Türkiye’nin Halep Başkonsolosu.
[59] Milliyet 15 Nisan 2005.
[60] Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu TTK Basımevi, Ankara, 1996, s.10.
[61] http://tr.sputniknews.com/turkish.ruvr.ru/2013_12_24/Arap-bahari-ishte-bashladi/
[62] Güzel Vurmay, M iray; ‘’Suriye Türkmenleri’nin ‘onur ve özgürlük mücadelesi’, TÜRKBoyları, Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi, Sayı: 26 Nisan 2015, s.9-12
[63] TRT Avaz/ Düşünce Avazı proğramı 1Aralık 2015
[64] Sabah Gazetesi, 30.11.2015, İsa Tatlıcan Röportajı
[65] Haberiniz.com.tr’de konuyla ilgili video izlenebilir
[66] TRT Avaz/ Düşünce Avazı proğramı 1Aralık 2015
[67] Güzel Vurmay, Miray; Kendisinden edindiğim bilgi notundan
[68] Milliyet.com.tr 1.12.2015
[69] Haberiniz.com.tr’ de konu ile ilgili video izlenebilir