5 Mart 2015 Perşembe

DERİN DEVLET NEDİR..? 1


DERİN  DEVLET NEDİR..? 1




Derin Devlet

Derin devlet dizisi sona erdi. 6 gün Süleyman Demirel'i yazdık. 4 gün de Kenan Evren'i. En çok gelen sorulardan biri derin devlet dizisinin zamanlaması ile ilgiliydi. Neden şimdi?...

Tarihi Mektup


12 Eylül 1980 askeri müdahalesinin ilk yazılı belgesi SABAH'ta. Demirel, 12 Eylül sabahı Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren imzalı "Feshedildiniz, Hamzakoy'a gidiyorsunuz" mektubunu ilk kez Yavuz Donat'a açıkladı

Yönetime el koyduk hükümet feshedildiEvren "Sayın Süleyman Demirel" diye başladığı mektubu "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz" diye sürdürüyor.

Su testisi su yolunda kırılır, haydi gidelimDemirel'in o gün "Saat 05.30. Nahit Menteşe mektupla geldi. Saat 06.45. Evden ayrıldık. Su testisi su yolunda kırılır. Allah'ın takdiri ne ise o olur. Gidelim" notu düştüğü günlüğün sayfası da SABAH'ta...

Bir saat sonra Hamzakoy'aEvren'in mektubunda "Hamzakoy-Gelibolu'ya götürüleceksiniz. Bir saat içinde hazır olunuz" diye yazıyor. Demirel ve Ecevit'i eşleriyle birlikte gösteren bu fotoğraf mektuptan iki saat sonra Hamzakoy yolunda çekildi.

***















Derin devlet yaşayan bir olay (4 Nisan 2005 Pazartesi)
Kenan Evren'le yaptığımız konuşmanın"ilk bölümünün" yayınlandığı gün...
Demirel, Evren'in sözlerini dikkatle okudu.
- Sayın Demirel... Derin devlet konusu okuyucularımızdan büyük ilgi gördü.
- Elbette... Türkiye'nin büyük bir olayı... Yaşayan bir olay.
- Efendim sizi kimler aradı?
- Kimler aramıyor ki?.. Devletin işlemesi lazım... Geçmişte yaşananbirtakım arızalar, Türkiye'nin gelecekte daha iyi olması bakımındanönemli... Herkes önemsemeli.
Süleyman Demirel:
- Birkaç gündür tepkileri değerlendiriyorum... Olumlu... Kötüleyenyok... Aranan istikrardır... Hikaye anlatılmadı... Geçmişten dersçıkarılarak, geleceğe ümitle bakılması için tecrübeler aktarıldı.
- Efendim, deniliyor ki, Demirel neden derin devlet işinin daha da derinine inmedi? 



















Ben sorulara yanıt verdim...Şimdilikbu kadar verdim... Belki bir başkazaman...... Bir başka bahara

Derin devlet dizisi sona erdi.
6 gün Süleyman Demirel'i yazdık.
4 gün de Kenan Evren'i.
En çok gelen sorulardan biri:
- Derin devlet dizisinin zamanlaması... Neden şimdi?
Cevap, İbrahim Tatlıses'ten esinlenmeli:
- Oxford vardı da okumadık mı?
Daha önce derin devleti anlatan oldu da, yazmadık mı?

Demirel "dört duvar arasındaydı."
Dışarı çıkmak istiyordu, doktorlar bırakmıyordu.
Ziyaretçi kabul etmek istiyordu, doktorlar engel oluyordu.
Açıkçası "doluydu."
Böyle bir dönemde sohbet derin devletten açılınca...
Biraz "kurcaladık."
"Zemberek" boşaldı.

En çok sorulan sorulardan bir başkası: 















   Konuşulanların tamamı yazıldı mı?.. Yazılmayanbölümler ne kadar? 
Yanıt:
Dinlediklerimizin hepsini yazmadık.
Bir kısmı "ambargolu."
Beyanın sahibi "of the record" dedi... Yazılmamak üzere... Teypte olsa bile, kağıda dökmedik.

"Değişik çevrelerden" arayanlar oldu.
Ellerinde "belge, bilgi" olanlar.
"Konuşmak" isteyenler.
İçlerinde "devletin önemli yerlerinde görev yapmış olanlar" da var.
Hepsi de derin devletle ilgili "bir şeyler" anlatacaklar.
Hangi birini yazalım?
Soli Özel aradı:
- Okuyucu kimliğimle telefon ediyorum... Derin devletin yazılmasıgerekiyordu... Teşekkür ederim.
Ahmet Taşgetiren, yazdıklarımızla yakından ilgilenenlerdendi.
Şöyle dedi:
- Devam edecek misiniz?.. Etmelisiniz... Demirel biraz daha derineinecek mi?.. İnmeli.

Kimbilir...
Belki bir başka bahara.

Baba'nın dağarcığı (5 Nisan 2005 Salı)














Kenan Evren'in anlattıklarının ikinci bölümünün yayınlandığı gün. Demirel, Evren'i okudu.

- Sayın Demirel... Bazı kişiler, içlerinde siyasetçi de var, üniversite hocası da, gazeteci de... Diyorlar ki... Sayın Demirel'in dağarcığında daha çok şey olmalı.
- Doğru... Var.
- Yine diyorlar ki... Baba, derin devlet olayının tümünü anlatmalı.
- Anlatırız, anlatmasına da... Neyse.
- Neden neyse?
- Başka türlü anlatırız.
- Ne zaman?
- Şart mı?
- Talep var.
- Hele tamamen iyileşip, çalışmaya başlayalım.

Süleyman Demirel:
- Sözlerimiz güncelin üzerinde... Kişilerle ilgisi yok... Polemik amacınıgütmüyor... Kimseyi hedef almıyor... Aranan, devlette istikrardır...Devletin işlemesidir... Devlet sokakta bulunmadı ki.

Derin Demirel (6 Nisan 2005 Çarşamba)


Kenan Evren'le sohbetin üçüncü bölümüyayınlandı. Demirel sabah ilk olarak onu okudu.
Süleyman Demirel: 


















  Bütün bunlar... Yani anlattıklarımız,Türkiye'de derin devletinmevcudiyetini ispatlamak içinanlatılmadı... Devletin, başkaülkelerde olduğu gibi işlemesi içinanlatıldı. 

Efendim bir de "derin Demirel" var... Bildiklerinizi tam anlatmıyorsunuz.
- Olur, anlatırım anlatmasına da... Derin devlet neden devreyegiriyor?.. Veya soruyu şöyle soralım: Devlet bir gün niçin derin devletoluyor?
- Niçin?
- İşte Türkiye bunu düşünsün... Benim istediğim, devlete güvenin enüst seviyede tutulması... Sistemin darbesiz, müdahalesiz işlemesi.
Demirel:
- İşleyen devlet için, işleyen demokrasi şart... Aslolan bu... Saygınparlamento, saygın siyaset, saygın siyasetçi... İşleyen demokrasi içinhalkın demokrasiye sahip çıkması ve çıkarılması lazım... 

Ben diyorumki, halkın devlet üzerindeki hakimiyetiartsın. 















- Sayın Demirel... Çok kişi diyor ki Demirel bir kapalı kutu... Devletin kara kutusu... Daha açık konuşsun, her şeyi söylesin.
- Çok mu istiyorlar.
- Evet.
- Öyleyse... Dur bakalım...

Devrim Demirel


Kenan Evren bize demişti ki:
- İstanbul'a gittim... Harp Akademileri Komutanı Org. Bedrettin Demirel'e sordum... Ne yapalım?.. Bana dedi ki: Müdahale... Başka çare yok.
Dün merhum Org. Bedrettin Demirel'in oğlu Devrim Demirel telefon etti:
- Evren Paşa, babamın okul arkadaşı... Harbiye'den de sıra arkadaşı... Babamın anılarına göre, Kenan Paşa bu konuyu ilk önce babama açmış... Babamın yanıtı da şöyle olmuş:
- Komutanım... Ordunun alt kademesi rahatsız... Alt kademeden serzenişler geliyor.
Devrim Demirel " bu ayrıntıyı yazarsanız ailece memnun olacağız" dedi.
Yazıyoruz. 












Erkan Mumcu

Sayın Demirel... Bir Ispartalı daha Genel Başkan oldu... Sayın Erkan Mumcu.
- Gönülden başarılar dilerim.
- Ne yapar?.. Şansı nedir?
- Siyasette laf başta değil, sonda söylenir... Siyaset karmaşıktır, şartları değişiktir... Zaman gösterir... Shakespeare diyor ki: Siz işin sonuna bakın.

Demirel'in ajandası

İsmet İnönü "günlük" tutardı. Günün önemli olaylarını "ajandasına" not ederdi. İnönü'nün alışkanlığını Demirel sürdürüyor.
Günün önemli konularını "Süleyman Demirel başlıklı ajandasına" not ediyor. İşte Demirel'in 12 Eylül 1980 sabahı el yazılı notları. "Su testisi suyolunda kırılır" sözü de ihtilal sabahı notlarının arasında.

Derin mektup














12 Eylül döneminde askeri yönetim tarafından, siyasi liderlere yazılanmektuplar hep "Bay" diye başlardı.
"Bay Süleyman Demirel" gibi.
"Bay Bülent Ecevit" gibi.
Bunun tek istisnası var.
12 Eylül günü sabaha karşı Kenan Evren'in yazdığı mektup.
"Sayın Süleyman Demirel" diye başlayan ve "bir saatiçinde hazırlanıp evi terk etmesi" istenen mektup.
Bu mektubu, derin devlet dizisi bağlamında Demirel'in "özelarşivinden" gün ışığına çıkarıyoruz.

Yeni adres Hamzakoy

Demirel'e mektup yazan Evren, "Yeni adresiniz Hamzakoy, isterseniz eşinizi de götürebilirsiniz" diyordu. Demirel ve eşi Nazmiye Hanım ile Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Hanım, o gün aynı uçakla yeni adreslerine götürüldüler.

Demirel: Evren'in değerlendirmeleri dürüst













Sayın Demirel... Sayın Kenan Evren'in değerlendirmelerini okudunuz... Ne diyorsunuz?
Sayın Evren'in değerlendirmeleri gayet dürüst... Gerçekleri olduğugibi aksettirmiş... Sizin yazı dizinizdegeçmişteki olayların şu veya buşekilde cereyan ettiği meselesinegirilmedi... Başka bir şey yapıldı.
- Yapılan nedir?
- Sayın Evren'in ve benimkonuşmalarım, bir büyük olayın, bazısayfalarıdır... Olayın tümü içinsöylenecek çok şey var... SABAH'tayayınlananlar, büyük olaya dair birfragmandır.

Demirel:
- Türkiye'de ilk defa iki Cumhurbaşkanı, fevkalade karışık bir devriniçine dair düşüncelerini, gerçekçi ve hislerden uzak biçimdesöylediler... Türkiye için aydınlatma ve aydınlanma yönünden büyükolaydır.

Tayyip bey... Ve Çankaya...

Sayın Demirel... Siyaset mühendisisiniz... Cumhurbaşkanlığı seçimi için ne diyorsunuz?
- Cumhuriyet döneminde 59 hükümet, 10 Cumhurbaşkanı var... Veher Cumhurbaşkanı'nın gelişi, gidişi birbirinden farklı.














- Bu defa ne olacak? 
Türkiye'nin aradığı devlet istikrarı...Ve bütün kuralların işlemesi...Kurallar hür ve serbest bir ortamdaişlerse, telaşa gerek yok.

Demirel:
- Seçimle gelinecek yerlere insanlargelir ve giderler... Ne gelişleri problemolur, ne gidişleri... Ama kurallarişlemez veya işlemeyeceğine dair birizlenim doğarsa, problem çıkar.

- Genel Başkan olarak böyle bir Meclis aritmetiğini arkasına alan Tayyip bey, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ne yapar?
- Cumhurbaşkanlığı gibi önemli bir makama insanların hevesetmemesi mümkün değil... Hele Cumhurbaşkanı seçtirecek siyasigücü elinde tutanlar, bunu, birine hediye ediyormuş gibi biristikamete sapmazlar... Kendileri için kullanırlar... Bu dayadırganacak bir şey değildir.















Demirel: 

Bugünkü Meclis çoğunluğunun seçeceği kimsenin,kamuoyu tarafından yadırganıp, yadırganmamasıayrı konu.
- Yani?
- Anayasa diyor ki, son turda Meclis'teki oylarınyarıdan bir fazlasını alan Cumhurbaşkanı olur... Bukesin... Yalnız, 2002 seçimlerinin getirdiği bir zaafvar.
- Nedir?
- Yüzde 35 oy ile Meclis'te yüzde 66 sandalye.

Demirel:
- Cumhurbaşkanı'nın daha yüksek bir temsili taşıması doğru olur...Yani şu söylenir: Yüzde 35 oyla geldi... Ama bunda hukuki yanlışlıkyok... Zaten hukuki doğrular yetse, siyasi krizlere hiç gidilmezdi.

- Sayın Demirel... Çare?.. Ve sonuç?
- Şu anda hiçbir çaresi yok... Çıkması, hukuken yanlış değil... Çıkar...Ama 2002 şartlarından dolayı zaman zaman tartışmalara sebep olur,o kadar. 


Demirel derin devleti anlatıyor

Yavuz Donat'ın Süleyman Demirel'le görüşmesi "45 dakika ile" sınırlıydı. Sınırı koyan doktorlardı.

Sayın Demirel... Derin devlet nedir?.. Derin devlet var mı? 
- Türkiye Cumhuriyeti devletinin kanunları var... Kurumları var... Kuralları var.
Derin devlet? 
- Kanunlar içerisinde kurulmuş organlar var... İstihbarat örgütleri var... Güvenlik birimleri var... Buralarda keyfilik, insan haklarına aykırı bir şey yok... Olmamalı da.
Efendim, derin devlet? 
- Çok itina ile söylüyorum, devlet yönetiminde zaaf belirirse...
Zaaf nasıl belirir? 
- Şöyle... Devletin kanunları vardır, uygulanamamaktadır... Valisi, kaymakamı vardır... Hakimi, savcısı vardır... Askeri, polisi vardır... Ama kanunlar uygulanamadığı için huzur yoktur.
Böyle durumda derin devlet mi devreye girer? 
- O zaman bu huzuru biz tesis edelim niyeti ile devletin içinden ve dışından talepler gelir... Bu bir devlet boşluğudur... Devlet, boşluğu kabul etmez... Türkiye maalesef bunu yaşamıştır.
Derin devlet olayı bu mudur? 
- Bu yaşandı... 1977-1978'lerde... 1979'da biz idareyi devraldığımız zaman tam bir devlet boşluğu vardı.
Devlet boşluğu olunca da devreye derin devlet giriyor... Öyle mi? 
- Derin devletin içinde kimler var?.. Olaya şöyle bakacaksınız... Derin devletin içindekiler yani normal zamanlarda belirli yetkileri kullanma durumunda olanlar, bir de bakarsınız, kurtarıcı haline gelmek isterler... Öyle hissederler kendilerini... Oysa kimse onlara görev vermemiştir.

Ülkeyi kim yönetecek?
Sayın Demirel. Hükümete oldukça uzun süreli avans tanınmıştı. Şu anda durum nedir? Ve sayın Recep Tayyip Erdoğan, bugün itibariyle, siyaset yolculuğunun hangi istasyonundadır? 


Türkiye, yönetilmesi zor bir ülke... Tek parti döneminde de zordu, çok partili dönemde de zor... Etraf problemli... Tarih ve coğrafya yönetime istikamet veriyor... Yönetimi güçleştiriyor veya kolaylaştırıyor.
Efendim, bugün durum nedir? 
- Dünü irdelemeden, bu konudaki analiz tam yapılamaz... Tarihten aldığımız şartlar var... 624 yıllık Osmanlı deneyimi var... Bu yönetimin içinde önemli unsurlar var... Pozitif unsurlar var... Güç var... Kudret var.
Yani, Osmanlı'dan bahsediyoruz. 
- Evet... Kurumların en başında "hanedan" var... Ve ikinci kurum "ilmiye." Yani alimler... Daha çok din alimleri... Üçüncü kurum "kalemiye" yani bürokrasi... Dördüncü kurum "seyfiye" yani askerler.
Bu durumda Osmanlı yönetiminde söz kimdeydi? 
- İlk bakışta söz padişahın... Ama ülke yönetimine baktığınızda ilmiyenin de, kalemiyenin de, seyfiyenin de söz hakkı var... Bu kendiliğinden işleyen bir olay... Yani padişah fetva almadıkça birtakım şeyleri yapamıyor.
Sayın Demirel... Osmanlı çöktü... Genç Cumhuriyet kuruldu... Gelelim bugüne. 
- Dur, acele etme... Osmanlı çok uluslu, çok dilli, çok dinli bir ülke... Böyle bir ülkenin yönetimindeki zorlukların önemli bir kısmı bugün intikal etmiştir.
Nasıl? 
- Genç Cumhuriyet kuruldu tamam... Ama Osmanlı'nın içinden çıkan komşu ülkelerle Türkiye'nin sorunları oldu... Ve bu bir savunma olayını doğurdu... Bu noktada altı çizilecek bir husus var. 




Altı çizilecek konu nedir? 















- Türkiye Cumhuriyeti'ni var eden, büyük Atatürk'ün gösterdiği istikamette 
hareket eden ordu hareketidir... Milletin ordusudur... Kurtuluş Savaşı bittikten sonra da askerin, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde özel bir iddiası olmuştur. 
Bunu açar mısınız? 
- Atatürk Cumhurbaşkanı'dır, devletin kurucusudur, askerdir... İnönü ikinci Cumhurbaşkanı'dır, devletin ikinci kurucusudur, askerdir... Atatürk'ün çevresindekilerin bir kısmı askerdir... Sivil olarak ilk defa Celal Bayar görünüyor... O da Kurtuluş Savaşı'nın içinden geliyor.
Siz buradan nereye geleceksiniz? 
- İşte bu şartlarda, demokratik yönetime geçiliyor... Artık milli irade var... Millet iradesinin üstünlüğü var... Hakimiyet milletindir... Çok partili sistem var.
Öyleyse geldik bugüne... Muhalefet var... İktidar var... Başında Tayyip bey var. 
- Şimdi dikkatinizi bir noktaya çekiyorum... İktidar, seçimle gelir. Ve der ki... Milletten yetki aldım, ülke yönetiminde her şey artık benim hakkımdır... Ben nasıl istersem, ülke öyle yönetilecek... Bu bir jakoben düşüncedir.

Sohbetin bu noktasında, Demirel'in "telefon bağlanmasın" demesine rağmen, telefon çaldı.
Baba "dikkatimi dağıtmayın" diye kızdı.
Sohbete "kısa bir mola" verildi.
Demirel dedi ki:
- İşin püf noktasına geldik... Söyleyeceklerimin her satırı çok önemli.

Sayın Demirel... Jakoben düşünceden bahsediyordunuz. 
- Jakoben idare...
Yani, siyasi iktidarın yetkiyi kimseyle paylaşmak istememesi. İktidar benim, her şeye ben karar veririm demesi.
Bu jakoben düşünce. 















- Evet... Millet iradesini ben temsil ediyorum, yönetimde son söz benim felsefesi ... Jakoben inanış. Bu inanış ülke yönetimini bir yerde zorlaştırdı... Zira çok partili yaşama girildikten sonra birkurullar devleti ile karşı karşıyasınız... Devletin yönetimi adeta paylaşılmıştır... Burada iki önemli tezat var. 

Devlet yönetimindeki iki tezat nedir? 
- Biri, iktidarın gayri kabili taksimidir... Büyük bir konu.
Yani iktidar gücü paylaşılamaz konusu. 
- Evet... Doğru... İktidar gücü taksim edilemez ama...
Ama? 
- Bu gücü kullanırken, devletin yönetimine iştirak olan diğer kurumların fikrini alma var, danışma var, istişare var. Devlet yönetimine iştirak olan diğer kurumların fikrini almak, iktidarı taksim etme anlamına gelebilir mi? Gelebilir.
Öyleyse... Yorumunuz? 
- Burada her şey neyi, nasıl yapacağınıza bağlı.
Yani? 
- Bunu öyle yaparsınız ki, Anayasal kurumların düşüncesini alır, tartışır ve ona göre karar verirsiniz... Zira siyasi iktidarın kararlarını icra edecek olanlar da aslında yine bu kurumlardır.
Sayın Demirel... Yani "millet bana yetki verdi, istediğimi yaparım, yetkiyi kimseyle paylaşmam" felsefesi, jakoben yaklaşım. 
- Evet.
Geçmişte bu havaya girenler oldu mu?.. Adnan Menderes?.. Siz? 
- Evet, hep girdik... Adnan bey de jakobendi, ben de jakobendim.
Ve geldik bugüne... Bugün Türkiye'yi yöneten siyasi iktidar için ne diyorsunuz? 
- İyi niyetli oldukları kesin... Ama kendi siyasi iktidarlarını anlayış felsefeleri jakoben.
Tayyip bey? 
- Evet.

Süleyman Demirel'le görüşme süremiz "45 dakika ile" sınırlıydı.
Sınırı koyan "doktorlardı."
Saat 11.30'da konuşmaya başladık.
Saat 12.15'te "beyefendi" dedik:
- 45 dakika doldu... Bize müsaade.














Demirel, önce Dr. Aylin Cesur'a baktı.
Sonra saatine.
Ve bize döndü:
- Konuşmayı burada kesemeyiz... Bu konuyu yarım bırakamam.
O sırada konu "derin devlet" idi.
Demirel'e sorduk:
- Ne yapalım? Bir kez daha saatine baktı.
"Devam edeceğiz" dedi.
- Yarım saatin daha var.

Bir ara telefon çaldı.
Demirel açmadı ve "şu talimatı" verdi:
- Konuşmamın kesilmesini istemiyorum... Hiçbir telefon bağlanmasın.
"Konu" yine derin devletti.
Ve Demirel, ağzından çıkan her sözü ölçüp, biçip tartıyordu.
Dikkatinin dağılmasını istemiyordu.

35 yıldır Demirel ailesinin hizmetinde olan "emektar İsmail" bize çay getirdi.
Demirel'den, İsmail'e:
- Kapıyı kapat... Konuşmam bitene kadar hiç açılmayacak.
Baba o sırada "çıt çıkmasını... Sinek uçmasını" bile istemiyordu. Zira "asker ve siyaset" konusunu anlatıyordu.

"Bir şey daha" anlattı.
Yine "sözlerini hiç kestirmeden... Ve çok dikkatli bir üslupla."
Anlattığı, yıllar öncesine ait bir anıydı.
"Yazılmamak kaydıyla" dedi.
Demirel'le görüşmelerimizi teybe almazdık.
Bu defa resim çekmek, TV için film çekmek gibi işlerle de uğraştığımız için, Demirel'in önüne teyp koyduk.
Onun "yazılmayacak" dedikleri de teybe kaydedildi.
Bunu kendisine de söyledik.
Tepkisi şöyle oldu:
- Teyp, çözüldükten sonra, bu bölümü çekmecene koy... İleride yazarsın... Ama şu dönemde asla.
Konu yine "devletin derinliklerinde geçen bir olaydı."

Demirel 10 kiloyu nasıl verdi?














Demirel'i zayıflamış bulduk. "10 kilo verdim" dedi. Dr. Aylin Cesur:
- Beyefendi 12 yıldan sonra ilk kez 100 kilonun altına indiler.
"Nasıl" diye sorduk.
Demirel:
- Diyet yaparak.
Diyette neler yasak? 
Demirel güldü:
- Yasak yok. Yasaklara karşı yıllarca meydanları dolaşıp, mücadele vermedik mi? Yasaksız Türkiye diye bağırmadık mı?
Demirel'in diyetinde gerçekten "yasak" yok. Diyet bir "ekibin gözetiminde" yapılıyor. Ekibin başı Güven Hastanesi'nden Dr. Mustafa Cesur... Ve onun yanında bir diyetisyenler grubu.
Dr. Mustafa Cesur:
- Yasak yok. Beyefendi her şeyi yiyebilir, ama ölçülü. Tuz, yağ, şeker ve un ölçülü olacak. Protein de..
Demirel "her şeyi" yiyor. Ama günde toplam "1735 kaloriyi" aşmadan.
Demirel'in gıdasının "yüzde 55'i karbonhidrat." Yüzde 30'u "yağ." Yüzde 15'i de "protein."
Sayın Demirel... Günde kaç öğün yemek yiyorsunuz? 
- 3 ana, 3 ara öğün.
Açlık çekiyor musunuz? 
- Hayır.
Sayın Dr. Mustafa Cesur... Nasıl başardınız? 
- Bu sadece doktorun, diyetisyenin ve ahçının başarısı değil... Karşınızdaki insan da kilo vermeye istekli olacak.
Süleyman bey nasıl? 
- Uyumlu... Anlayışlı... Doktorları dinliyor.
Dr. Cesur'dan son sözler:
* İsteyen herkes kilo verebilir.
* Ama önce kilo vermeyi kafasında kararlaştıracak... Beyni hazır olacak.
* Konuya kilo vermek diye de bakmamak lazım. Bu bir dengeli beslenme olayı... Ve yaşam tarzı.

Eskiden Demirel, misafir geldiği zaman yerinden "ağır ağır" kalkardı.
Baktık şimdi "daha dinç... Daha hareketli."
"Hasta haliyle" bizi, kapıya kadar geçirdi.
- Beyefendi, maşallah, incelmişsiniz.
- Aslında herkes becerebilir... Doktorları dinlemek şart... Tabii, kendin de hazır olacaksın. 


http://arsiv.sabah.com.tr/ozel/derin911/dosya_900.html


..

4 Mart 2015 Çarşamba

1951 - 1960 Önemli Olayları..




 1951 - 1960 Önemli Olayları..



Halkevleri kapatildi (8 Agustos 1951)
Cumhuriyetin en önemli sosyal kurumlarindan halk evleri DP iktidari tarafindan kapatildi.

TKP Tevkifati (26 Ekim 1951)
İllegal TKP'ye yönelik büyük çapta tevkifat yapildi. Tutuklananlar arasinda Zeki Bastimar, Mihri Belli, gibi taninmis isimler vardi.

Din Dersleri (4 Kasim 1951) 
İlkokullarin ders programlarina din dersi alindi.

NATO Üyeligi (18 Subat 1952)
Türkiye Kuzey Atlantik Assamblesi'ne (NATO) üye oldu. Bunun neticesi olarak topraklarimiza ABD askeri üsleri kurulmaya baslandi.

İlk renkli film "Halici Kiz" (1953)
Türk sinema tarihinin ilk renkli filmi "Halici Kiz" gösterime girdi. Film Yapi Kredi ve Dogan Kardes destegiyle, Muhsin Ertugrul tarafindan çekildi. Vedat Nedim Tör senaryosunu yazdi.

Dumlupinar Faciasi (4 Nisan 1953)

Deniz Kuvvetlerimizin Dumlupinar denizaltisi, Çanakkkale Bogazi'nda Naboland isimli Isveç silebiyle çarpisti. 88 denizci diri diri sulara gömüldü.

İnsan Haklari Sözlesmesi (20 Mart 1954)
Türkiye Avrupa Insan Haklari Sözlesmesine imza atti.

6-7 Eylül Olaylari (6-7 Eylül 1955)
Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atildigi söylentileri üzerine basta Rumlar olmak üzere, Ermeni ve Musevi azinliga yönelik saldirilar oldu. Birçok bina ve isyeri tahrip edildi. Sikiyönetim ilan edildi. Olay komünistlerin üzerine yikildi. 27 Mayis Ihtilali sonrasi, olaylarin DP tarafindan tertiplendigi iddiasiyla Yassiada Mahkemesi tarafindan yargilanan yöneticiler çesitli cezalara çarptirildi.

Genel Seçimler (27 Ekim 1957)
Genel seçimler yapildi. Demokrat parti %48 oyla iktidarini korurken, muhalefet %52 oy aldi. Seçimlere hile karistigi iddialari ortaya atildi.

Vatan Cephesi (12 Ekim 1958)

DP iktidari ülkede demokratiklesmeyi saglamak iddiasiyla gelmis, ancak uygulamasiyla ülkede cephelesmeyi arttirmis, kendi disindaki siyasi güçleri tasfiye etmeye çalismisti. Bu uygulamalardan birisi de "Vatan Cephesi" adiyla yapilan uygulamadir. CHP'ye karsi kisileri ancak vatansever gören bu anlayis neticesi, radyolarda isim listeleri yayinlanmaya baslandi.
 
Menderes'in uçagi düstü(17 Subat 1959)
DP Genel Baskani ve Basbakan Adnan Menderes'i Londra'ya götüren uçak düstü. 14 kisi öldü. Adnan Menderes sag olarak kurtuldu.

Usak Olaylari (7 Mayis 1959)
CHP genel baskani Ismet Inönü, Usak'ta DP'li bir grup tarafindan saldiriya ugradi. Tansiyon daha da gerginlesti.

Tahkikat Komisyonu (18 Nisan 1960)
DP iktidarinin sonunu getiren en önemli olaylardandir. DP iktidari TBMM'de kendi milletvekillerine olaganüstü yetkiler veren ve CHP'yi kapatmayi hedefleyen "tahkikat komisyonlari"ni gündeme getirdi. Ismet Inönü, bunun üzerine DP'liler için ünlü sözü, "Sizi ben bile kurtaramam"i sarfetmistir.

555 K Olaylari (5 Mayis 1960)
Ankara Kizilay'da ögrencilerin DP iktidarini protesto gösterileri. Ayni olaylar esnasinda Adnan Menderes'te saldiriya ugramistir. Bu olaylar DP iktidarinin sonunu getiren olaylar arasindadir.

Harp Okulu Yürüyüsü ((21 Mayis 1960)

Ankara'da Harp Okulu Ögrencilerinin DP aleyhine gösterileri.

27 Mayis Ihtilali (27 Mayis 1960)
Türk Silahli Kuvvetleri DP iktidarini devirerek, yönetimi fiilen eline aldi. Cumhuriyet tarihinin en önemli dönemeçleri arasinda olan bu olayla 10 yillik demokrasi denemesi son buluyordu. Celal Bayar, Adnan Menderes ve DP ileri gelenleri tutuklandilar. Halk bu olayi sevinçle karsiladi. Orduya sevgi tezahüratlarinda bulunuldu. Cemal Gürsel Devlet Baskanligina getirildi.

MBK Kuruldu (12 Haziran 1960)

TBMM'nin yetkileri feshedildi, anayasanin bazi maddeleri geçersiz sayildi. Onun yerine Milli Birlik Komitesi tüm yetkiyi eline aldi. 38 üyeden olusan MBK fiilen ülkeyi yönetmeye basladi.

Yassiada Yargilamalari basladi (14 Ekim 1960)
DP'li yöneticilerin yargilandigi Yassiada mahkemesi basladi. Bu mahkemeler 203 celse sürmüs olup, 529 sanik, 1063 tanik dinlenmistir. 15 kisi ölüm cezasi, 31 kisi müebbet hapis, 418 kisi muhtelif cezalar almis, 123 kisi ise beraat etmistir. MBK, 15 ölüm cezasindan 4'ünü onaylamamis, Celal Bayar'in cezasi yasindan dolayi hapse çevrilmis, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüstü Zorlu'nun idamlari ise onaylamistir.

14'ler Olayi (15 Kasim 1960)
Milli Birlik Komitesi içinde çeliskiler artmis ve bunun sonucunda 14 subay ordudan uzaklastirilarak, yurtdisina "müsavirlik" adi altinda sürgüne gönderildiler. Bu subaylar arasinda Alpaslan Türkes, Orhan Kabibay, Orhan Erkanli, Münir Köseoglu, Mustafa Kaplan, Muzaffer Karan, Sefik Soyuyüce, Fazil Akkoyunlu, Rifat Baykal, Dündar Taser ve Numan Esin vardi.

..

68 KUŞAĞI,




68  KUŞAĞI..






68 Kuşağı, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Harun Karadeniz Sinan Cemgil gibi devrimci önderlerin liderliğinde oluşturulan Türkiye'de ki Komünist hareketin adıdır.

 Mustafa Kemal Yürüyüşü 

1960'lı yılların içinde bulunduğu ve tüm dünyada esen özgürlük akımından ve savaş karşıtlığından etkilenmiş ve Türkiye'de sol görüşlü 60 gençliğinin oluşturduğu bir akım olarak bilinir.

68 kuşağı Türkiye'de Deniz Gezmiş (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu-THKO), Mahir Çayan(Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi-THKPC), İbrahim Kaypakkaya(Türkiye Komünist Partisi / Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu-TKP/TİKKO), Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi solu kendi içinde çeşitli fraksiyonlara bölen devrimci ve eylemci öğrenciler oluşturmuştur.

Deniz Gezmiş

68 kuşağının içinde bulunduğu olaylarda sağ ve soldan birçok gencimiz hayatını yitirmiştir.Bu dönemde özellikle göze çarpan olaylar "kanlı pazar" ve 6. Filo'ya karşı yapılan Amerikan askerlerinin denize atıldığı olaylardır.Kanlı Pazar olayında 5 kişi bıçaklanmış ve 3'ü ölmüştür.Devrimcilerin 6. Filo'yu protesto amaçlı başlattıkları bu yürüyüşte radikal sağ görüşlüler bıçak ve sopalarla saldırarak devrimcileri yaralamıştır.
  
Mahir Çayan 
Deniz Gezmiş ile Mahir Çayan'ın önderliğini yaptığı iki fraksiyon o dönemde hedef seçilmiştir. Bunun üstüne Mahir Çayan önderliğindeki THKPCanarşizm ile mücadele kararı almıştır.Deniz Gezmiş önderliğindeki THKO ise anarşizme uzak kalmıştır.Ancak emniyetin yakalanan devrimcilere şiddet uygulaması bu gruptada anarşizm hareketini ateşlemiştir. 

68 Kuşağı İle İlgili 

68 Kuşağı, 1940’lı yılların ortalarından itibaren emeklemeye başlayan Cumhuriyet’in emanetçisi bebeklerin, bu aydınlık ufuklarda büyüyüp gençliğe adım atmalarıyla ortaya çıkan ve artık başka bir dünya arayışıyla ülkemizi emperyalist bağımlılık ilişkilerine ve emperyalist borç batağına sürüklemeyi tercih eden işbirlikçi politikalara karşı bağımsızlığın direniş mevzisi olmasıdır. 1950’li yılların sonunda “Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu / Kahrolası diktatörler bu dünya sana kalır mı?” gibi marşlarla ifade edilen bir kalabalıklaşma ve dayanışma dalgası 27 Mayıs Devrimi’ni doğurmuş ve bu kuşakların mücadelesinin yansıdığı önemli bir atılım olarak özgürlük ve bağımsızlık yolundaki gençliğin mücadelesine yeni aydınlıklar açmıştı.
68 Kuşağı, Can Yücel’e; 
En uzun koşuysa elbet 
Türkiye’de de devrim  
O, onun en güzel yüz metresini koştu  
En sekmez luverin namlusundan fırlayarak... 
En hızlısıydı hepimizn,
en önce göğüsledi ipi,
Acıyorsam sana anam avradım olsun,  
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun...dedirten Deniz Gezmiş gibi önderleriyle büyüyen ve tüm gençliği sarmakla kalmayıp toplumun tümünü kucaklayan bir sevdaya dönüştü.












O dönemin sevdasının “Kahrolsun Emperyalizm, Bağımsız Türkiye, Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye, NATO’ya Hayır, Amerikan Üslerine Hayır, Kahrolsun Emperyalizm ve Yerli İşbirlikçileri, Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, Emek En Yüce Değerdir, Atatürk Geliyor...” gibi sloganlarla yaratıldığını söylemek yeterlidir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan emperyalizmi dünyanın dört bir yanına ahtapot kollarını uzatmıştı. Ama dünyanın dört bir yanından da çoban ateşleri gibi emperyalizme karşı mücadele yangınları başlatılmıştı. Afrika’nın dört bir yanı, Latin Amerika, Güneydoğu Asya, Vietnam, Ortadoğu, Filistin kaynıyordu. 



68 patlaması yaşanmaya başladığında ülkemizde bir karşı devrim yaşanıyordu ve bu karşı devrime dur demek için 68 Kuşağı ayağa kalkmıştı. Ülkemiz gençliği de, Vietnam ve Filistin direnişlerinde simgelenen antiemperyalist özle büyük bir kararlılık, kitlesellik, dayanışma ve coşkuyla ayağa kalktı.
6.Filodaki Amerikan Askerlerinin Kaldığı Opera Oteli
 Önünde Yapılan Eylem

6. Filo’nun bir daha yıllarca denizlerimize gelememesi, sözde “Barış Gönüllüleri”nin toprağımızdan kovulması, ulusal değerlerimizin sahiplenilmesi, bağımsızlık bilincinin yükselmesi bu dönemin yadsınamaz zaferlerindendir.

















Mustafa Kemal yürüyüşü posteri.

1960'lı yılların içinde bulunduğu ve tüm dünyada esen özgürlük akımından ve savaş karşıtlığından etkilenmiş ve Türkiye'de sol görüşlü 60 gençliğinin oluşturduğu bir akım olarak bilinir.

Aynı dönemde kapitalist birçok ülkede ve özellikle Amerika'da sisteme aykırı hareketleriyle ön plana çıkan Hippiler gibi özgürlükçü ve antimilitarist akımlar oluşmuştu. Amerikadaki 60 kuşağının en önemli hareketi o zaman Amerika'nın yürüttüğü Vietnam Savaşı'na karşı yaptıkları protestolardı ve hem Amerika'nın verdiği kayıpların aşırı artması hem de hippiler ile birlikte tüm Amerikada ve dünyada yayılan savaş ve Amerikan karşıtı gösteriler sayesinde Amerika Savaşı sonuçlandırmadan geri çekilmek zorunda kalmıştı.

Ayrıca Amerika'da 68 kuşağı,2. dünya Savaşı'nı görmeyip onun etkisini hissetmeyen savaştan sonraki ilk nesildir.Bu yüzden Amerika'da bu jenerasyonun döneminde lüks malların tüketimi(büyük amerikan arabaları) ve doğum oranlarında patlama görülmüştür.Bu kuşağa bu özelliği nedeniyle 'baby boom generation' denilmektedir.

68 kuşağını başlatan olayların ilki Fransa'daki Sorbonne Üniversitesi'nde meydana gelen öğrenci isyanıdır.Ayrıca Latin Amerikalı devrimci Ernesto Che Guevera'nın 1967 yılında Bolivya dağlarında yakalanarak öldürülmesi de bu olayların başlangıcına neden olarak gösterilebilir.

68 kuşağının Türkiye'deki uzantısını ise Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi solu kendi içinde çeşitli fraksiyonlara bölen devrimci ve eylemci öğrenciler oluşturmuştur...

68 kuşağının içinde bulunduğu olaylarda sağ ve soldan birçok gencimiz hayatını yitirmiştir.Bu dönemde özellikle göze çarpan olaylar "kanlı pazar" ve 6. Filo'ya karşı yapılan Amerikan askerlerinin denize atıldığı olaylardır.Kanlı Pazar olayında 5 kişi bıçaklanmış ve 3'ü ölmüştür.Devrimcilerin 6. Filo'yu protesto amaçlı başlattıkları bu yürüyüşte radikal sağ görüşlüler bıçak ve sopalarla saldırarak devrimcileri yaralamıştır.

Deniz Gezmiş ile Mahir Çayan'ın önderliğini yaptığı iki fraksiyon o dönemde hedef seçilmiştir bunun üstüne mahir çayan önderliğindeki thkpc(türkiye halk kurtuluş partisi cephesi)anarşizm ile mücadele kararı almıştır.deniz gezmiş önderliğindeki THKO ise anarşizme uzak kalmıştır.ancak emniyetin yakalanan devrimcilere şiddet uygulaması bu gruptada anarşizm hareketini ateşlemiştir.

68 Kuşağı














Cumhuriyet aydınlanmasının bir armağanı olan 68 Kuşağı Mayıs ayında yine gündemdeydi. Aynı zamanda Türkiye gençliğinin Cumhuriyet devrimlerine bir borç ödemesi olan 68 Kuşağı; gençliğin coşkusunun, dinamizminin, yaşamı sahiplenmesinin, ütopyasının ve dünyayı fethetme isteğinin ete kemiğe bürünerek toprağımızda kök salmasının adıdır. Bu kök salma, “çaresizliklerden çare” yaratan Kurtuluş Savaşı ve “kimsesizlerin kimsesi” olmayı amaçlayan Cumhuriyet’in önderlerinin gerçek bir yurt haline getirdiği Türkiye’de “yurttaş olma” bilincinin kuşaklardan kuşaklara geçmesinde önemli bir kanıt olmuştur.
Mustafa Kemal ve devrimci arkadaşlarının, Nâzım Hikmet’in dediği gibi, “dağlarda tek tek ateşler” yakarak kazandırdıkları zaferden sonra oluşturduğu yapılanmayla doğan ilk kuşak Cumhuriyet çocukları, 1940 Kuşağı’nı ve Köy Enstitülüler Kuşağı’nı yaratarak tarihin aynasında anlamlı bir sınav vermişti. Bu sınav, İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında ülkemizi yönetenlerin devrimleri sürdürmekle devrimci politikalardan vaz geçmek arasında; bağımsızlıkçı, onurlu politikayı sürdürmekle Amerikan emperyalizminin kurmak istediği Yeni Düzene boyun eğmek arasında kararsız kaldığı dönemde Cumhuriyet’in yılmaz savunucusu olunarak verilmişti. O yıllarda, Cumhuriyet’in ilkelerini, bağımsızlığı, laikliği, yurt sevgisini öne alan bir yaşam biçimi anlayışının topraklarımızda yeşermesiydi bu kuşaklar.

68 Kuşağı, 

1940’lı yılların ortalarından itibaren emeklemeye başlayan Cumhuriyet’in emanetçisi bebeklerin, bu aydınlık ufuklarda büyüyüp gençliğe adım atmalarıyla ortaya çıkan ve artık başka bir dünya arayışıyla ülkemizi emperyalist bağımlılık ilişkilerine ve emperyalist borç batağına sürüklemeyi tercih eden işbirlikçi politikalara karşı bağımsızlığın direniş mevzisi olmasıdır. 1950’li yılların sonunda “Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu / Kahrolası diktatörler bu dünya sana kalır mı?” gibi marşlarla ifade edilen bir kalabalıklaşma ve dayanışma dalgası 27 Mayıs Devrimi’ni doğurmuş ve bu kuşakların mücadelesinin yansıdığı önemli bir atılım olarak özgürlük ve bağımsızlık yolundaki gençliğin mücadelesine yeni aydınlıklar açmıştı.
68 Kuşağı, Can Yücel’e, “En uzun koşuysa elbet / Türkiye’de de devrim / O, onun en güzel yüz metresini koştu / En sekmez luverin namlusundan fırlayarak... / En hızlısıydı hepimizn, / en önce göğüsledi ipi... / Acıyorsam sana anam avradım olsun / Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun.” dedirten Deniz Gezmiş gibi önderleriyle büyüyen ve tüm gençliği sarmakla kalmayıp toplumun tümünü kucaklayan bir sevdaya dönüştü.
O dönemin sevdasının “Kahrolsun Emperyalizm, Bağımsız Türkiye, Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye, NATO’ya Hayır, Amerikan Üslerine Hayır, Kahrolsun Emperyalizm ve Yerli İşbirlikçileri, Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, Emek En Yüce Değerdir, Atatürk Geliyor...” gibi sloganlarla yaratıldığını söylemek yeterlidir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan emperyalizmi dünyanın dört bir yanına ahtapot kollarını uzatmıştı. Ama dünyanın dört bir yanından da çoban ateşleri gibi emperyalizme karşı mücadele yangınları başlatılmıştı. Afrika’nın dört bir yanı, Latin Amerika, Güneydoğu Asya, Vietnam, Ortadoğu, Filistin kaynıyordu. 68 patlaması yaşanmaya başladığında ülkemizde bir karşı devrim yaşanıyordu ve bu karşı devrime dur demek için 68 Kuşağı ayağa kalkmıştı. Ülkemiz gençliği de, Vietnam ve Filistin direnişlerinde simgelenen antiemperyalist özle büyük bir kararlılık, kitlesellik, dayanışma ve coşkuyla ayağa kalktı. 6. Filo’nun bir daha yıllarca denizlerimize gelememesi, sözde “Barış Gönüllüleri”nin toprağımızdan kovulması, ulusal değerlerimizin sahiplenilmesi, bağımsızlık bilincinin yükselmesi bu dönemin yadsınamaz zaferlerindendir.
Tarihinin köklerindeki toplumsal dinamikle bütünleşmeyi başaran 68 Kuşağı, bugünün dünyasında yaşanan sorunlara ve ülkemizin getirildiği yere bakıldığında haklı olmanın kıvancını yaşamaya devam ediyor. Dünyanın en gericisi olan emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı mücadele etmenin erdemiyle dolu olmanın ne büyük bir kıvanç olduğunu kim yadsıyabilir? Bugünün küreselleşen dünyasında Amerikan emperyalizminin, en gerici işbirlikçileriyle birlikte tıpkı 68 Kuşağı’nın doğduğu dönemdeki gibi, dünyanın dört bir yanını, en yakın tarihte Afganistan’ı ve Irak’ı kana ve ateşe boğduğu koşullarda 68 Kuşağı ne kadar doğru davranmış denmesinin bir gurur kaynağı olduğunu söylemekten daha doğal ne vardır?
Ne mutlu bu ülkeye ki 68 Kuşağı’nı doğurmuş; tarihinden aldığı güçle en karanlık dönemlerde bile bağımsızlık ateşlerini tutuşturmayı bilen; Şükran Kurdakul’un, “Biz ki acılar döneminden / Ellerimizi kirletmeden geçtik” dizelerindeki gibi haykıran kuşaklar yetiştirmiş.
Bugün, yeni 68 Kuşaklarına; Amerikan emperyalizminin dayatmalarına direnebilecek güçlü direniş kaleleri oluşturma görevini yerine getirecek önderliklere ihtiyacı var ülkemizin.

Bugün o kuşakların genlerini taşıyan bağımsızlık meşalelerini, antiemperyalist savaşımı sürdürecek birikime sahip olmanın kıvancını taşıyoruz ve bu birikim, ülkemizin dört bir yanında çoban ateşlerini yakıyor.
ÖNER YAĞCI

http://www.turksolu.com.tr/56/yagci56.htm


http://seyritarih.blogspot.com.tr/2009/12/68-kusag.html


..