19 Şubat 2015 Perşembe

AÇILIMIN GİZLİ TARİHİ


AÇILIMIN  GİZLİ  TARİHİ 





Mehmet Ali Güller 

20 Ekim 2011 tarihinde TBMM’de “terör” konulu bir kapalı oturum yapılmıştı. 
Ağzından “milli irade” lafını düşürmeyen AKP yönetimi, Türkiye’nin bu en önemli sorununu milletten gizleyerek konuşmuştu! 
Peki ne konuşulmuştu? 
O günkü Aydınlık gazetelerini okuyanlar anımsaycaktır: Aydınlık “açık kaynaklara” ve Açılım’ın asıl sahibi olan ABD’li Kürt uzmanlarının raporlarına 
bakarak, Türkiye’nin 25 eyalete bölünmesi, özerklik, Öcalan’ın durumu gibi konuların masada olduğunu yazmıştı.Artık o kapalı oturumda ne  konuşulduğu daha da somutlandı. CHP Milletvekili Engin Özkoç, 10 yıl boyunca gizli kalması gereken o kapalı oturumda TBMM’ye gelen PKK  şartlarını suç olmasına rağmen açıkladı, iyi de etti.PKK 20 Ekim 2011’de TBMM’ye 6 şart koymuştu: 

1) Türkiye’nin 25 eyalete bölünmesi. 
2) Öcalan’ın serbest bırakılması. 
3) Özerklik koşullarının gündeme getirilmesi. 
4) Eyalet başkanlarının TBMM’ye getirilmesi. 
5) Özerklik hakkının saklı kalması. 
6) Her eyaletin kendi özerk güvenlik güçlerinin olması.



PKK’NİN 6 ŞARTI NE DURUMDA?

Peki PKK’nin TBMM’ye sunduğu bu 6 şart ne durumda?AKP Hükümeti, Türkiye’nin idari yapısını eyalet modeline geçirebilmek için çok uğraştı ama 
Türkiye’nin milli kuvvetlerini tam aşamadı. Eyalet yerine “kalkınma ajansı” modeliyle bir geçiş uygulayabildi.Türkiye, 25 ayrı kalkınma ajansına 
bölünmüş durumda! Fırat Kalkınma Ajansı, Dicle Kalkınma Ajansı, Serhat kalkınma Ajansı gibi...Daha da önemlisi, örneğin Doğu Anadolu  Kalkınma Ajansı’nın Ankara’nın yerine Barzani yönetimiyle sınır kapısı açılabilmesi gibi anlaşmalar imzalayabilmesidir!

Özerkliğe gelirsek: 

BDP Öcalan’ın talimatıyla 14 Temmuz 2011’de “demokratik özerklik” ilan etti. Özerkliğin sahası, AKP’nin 25 kalkınma ajansına böldüğü Türkiye’nin 7
kalkınma ajansına denk geliyor.
PKK, özerkliğin fiiliyata geçebilmesi için de pilot bölge uygulaması başlattı. 
Cizre o pilot bölgelerin başındadır.
Özerk güvenlik güçleri mi? 
PKK, pilot bölgelerde asayiş birimleri, karakollar kurarak hayata geçirmeye çalışıyor. 
Yol kesip ehliyet soran PKK birimleri artık sıradan haberler kategorsinde.
Öcalan’ın durumu mu? 
İmralı’da kendisine yeni bir villa yapıldı, yerleşmek üzere. 
AKP kendisine sekreterya kuruyor. 
Öcalan istediği zaman MİT’in Bursa’daki yerine gidebiliyor ya da yatla Marmara’da özel görüşmeler yapabiliyor. 
Şimdi de sağlık gibi gerekçelerle adım adım serbest bırakılmasının yolu yapılıyor.

AÇILIM 12 MART 2003’TE BAŞLADI.

Açılım’ın hep 2009’da başladığını varsayıyoruz. 
Oysa AKP sandıktan çıkarıldığı gün Açılım başladı! 
Zira AKP, Adalet ve Kalkınma Partisi değil, 
Açılım Partisi’dir!
Daha ilk AKP Hükümeti, yani Abdullah Gül’ün başbakan olduğu ilk hükümet başlatmıştır Açılım’ı. 
ABD, Öcalan’dan alınan 12 Mart 2003 tarihli “Biat mektubuyla” başlattı Açılım’ı...
Başbakan Abdullah Gül, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, 
Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, o mektuba dayanarak 
“PKK’yi Dağdan indirma planı” adı altında Açılım’ı “Kamuoyuna açıklanmadan” başlattı!
2003-2005 tarihleri arasında Öcalan’ın Erdoğan’a yazdığı mektuplar ve 2005 yılında MİT Müsteşarı Emre Taner aracılığıyla yapılan müzakereler 
sonrasında, Erdoğan 2005 Ağustos’unda Diyarbakır Açılımı’nı başlattı!2006’da Murat Karayılan’ın Erdoğan’a, 
Öcalan’ın Bülent Arınç’a mektup yazması ve AKP’nin Sabri Ok’la görüşmesi gibi gelişmeler sonucunda  
Ekim 2006 tarihli AKP-PKK seçim anlaşması yapıldı!2008 Oslo süreçlerine, 2009 Kürt Açılım’larına ve son olarak 2013 Öcalan Açılım’larına 
böyle adım adım gelindi. Merak edenler bu ayrıntıları Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Hükümet-PKK görüşmeleri” isimli kitabımdan okuyabilirler.
KRİTİK 2015Önümüzdeki seçime giden 6 ay, Türk ile Kürt’ü ayrıştıran ve Kürt’ü bölgede ABD’nin BOP planlarına kurşun yapan bu Açılımlar 
akımından kritik önemdedir. AKP’nin başkanlık sistemiyle yönetilen bir Türk-Kürt federasyonu için ABD’yle yaptığı ilk anlaşmanın hayata 
geçirilmesi çabaları, 2015’in en önemli konusu olacaktır.Ancak bölgesel koşulların değişmesi, sorunun Açılımcılar lehine değil, 
Türkiye ve bölge lehine çözümünü dayatmaktadır.Bu nedenle yılın son yazısında yeni yılınızı kutluyor ve 2015’in bu en önemli mücadelesi için 
şimdiden hepimize başarılar diliyorum!

http://www.aydinlikgazete.com/m/?id=57992&t=makale

Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa, PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi




  Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa,
  PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi 




21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Terörizm ve Terörizmle Mücadele,
27 Mayıs 2013 Pazartesi
Cahit Armağan DİLEK tarafından yazıldı.



Türkiye Ağustos 1984'den bu yana PKK terörüyle mücadele etmektedir. Geçen 
yaklaşık  29 senede 35.000'in üzerinde insanımız hayatını kaybetmiştir.[1] 

1999-2003 arasında terörü neredeyse sıfır noktasında geçiren Türkiye, 2003'te 
Irak'ın işgaliyle terörü yeniden ağır biçimde yaşamaya başlamıştır. 2013'de PKK 
terör örgütünden kaynaklanan sorunun çözümünde yeni bir safhaya girilmiştir, o da içeriği henüz gizli ancak kamuoyunun gözü önündeymiş gibi yapılan terör 
örgütüyle pazarlıktır.

Bu çalışma yapılırken, Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesi iki ayrı dönemde 
incelenmiştir. Birinci dönem 1984-1999 yılları arasını, ikincisi 2003 sonrası 
dönemi kapsamaktadır.

Terörle Mücadelede Birinci Dönem

Birinci dönemde Türkiye, daha doğrusu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), zamanın 
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın deyişiyle üç beş çapulcuyla başlayıp dünyanın 
gördüğü en vahşi terör örgütlerinden birine dönüşen PKK terör örgütüyle tek 
başına ve kendi belirlediği yöntemlerle mücadele etmek zorunda kaldı.  Aslında 
TSK bu mücadelede başarılı oldu. TSK'nın operasyonları sonucunda zaten dağılma noktasında olan terör örgütü terörist başının Kenya'da teslim alınarak müebbet hapse mahkum olmasıyla çareyi Türkiye'yi terk etmekte bulmuştu. Bu durum son dönemde sıkça söylenen "o kadar yıldır defalarca askeri operasyonlar yapıldı, ama terör sona ermedi" nakaratını tekrar edenlere en iyi cevap aslında. Bu olayla birlikte Türkiye'deki genel algı "terör sona erdi, terörü yaratan 
sorunlar zaman içinde çözülür" şeklinde oluşurken, dağılacağı hesaplanan terör 
örgütünün kendini taşeron olarak kullanan aktörlerin yardımı ve yönlendirmesi İle  " yeniden toparlanma sürecine girdiği, bunda başarılı olduğu" anlaşılmaktadır. 

Örneğin, 2007 yılı son aylarıyla birlikte Irak'ın kuzeyindeki PKK kamplarına 
yönelik başlatılan operasyonlara ilişkin görüntüler, açıklanan bilgiler terör 
örgütünün 1999-2007 arası dönemde (Sınır ötesi operasyon yapılmayan dönem) Irak'ın kuzeyinde öyle bir güvenli sığınak olmuştur ki terör örgütü mağaraların dışına çıkmış, betonarme yapılarla söz konusu bölgelere artık hiç saldırı olmayacakmış, PKK hiç terk etmeyecekmiş gibi yerleşmiştir. Bu aşamada insanın aklına "PKK terör örgütünün orada bu kadar rahat, güvenli hareket etmesini sağlayan faktörler, aktörler nelerdir/kimlerdir?" diye sormak geliyor.

Terörle Mücadelede İkinci Dönem

2003 sonrasını kapsayan ikinci dönem birinciden oldukça farklı gelişti. 19 Mart 
2003'de başlayan Irak'ın işgaliyle birlikte bölgede PKK'nın hareket serbestini 
daha da artıran ortam oluştu. İşgal öncesinde ABD'nin her türlü olasılığı 
düşünerek hazırladığı işgal/ihtimaliyet planlarıyla Irak'ın kuzeyinde yerleşmiş 
örneğin Ansar-al İslam örgütüne karşı operasyon yaparken aynı bölgedeki PKK'ya karşı herhangi bir askeri operasyon yapmamasının verdiği mesaj PKK'yı 
cesaretlendirmiştir. Amerikalılarla ikili/uluslararası ortamda çalışanlar, 
Amerikan Ordusu’nun çalışma usullerini, operasyon planlama, hazırlık 
faaliyetlerini/kurallarını inceleyenler aslında Irak'ı işgal edecek ABD'nin Irak'la ilgili her türlü istihbaratı toplayıp her olasılığa karşı asıl/yedek harekat planlarını yapacağını, dolayısıyla ABD'nin PKK'ya karşı da mutlaka operasyon hazırlığı yapmış olacağını bileceklerdir. Neden yapmadığına ilişkin söyleneceklerse elde mevcut somut bilgiler ışığında şuanda spekülasyon olacaktır.

Gerçekse, terörist başının ABD merkezli bir operasyonla sağ olarak Türkiye'ye 
teslim edilirken 2003 sonrasında Türkiye'ye dayatılacak sözde terörle mücadele 
yaklaşımlarının ilk adımının atılmış olmasıdır. Yıllar sonra Amerikan Büyükelçisi Francis Ricardione'nin açıkladığı şartlar[2] ABD'nin konuyu bir terör olayından ziyade bir özgürlük konusu olarak ele aldığını gösteriyor. 
Nitekim terörle mücadele adı altında ABD'li ve Avrupalıların Türk muhataplarına 
önerileri de hep siyasi çözüm tedbirlerini içermiştir.[3]

Terörizm tanımındaki farklılıklar Türkiye ile ABD/AB'nin terörle mücadeleyi 
farklı düzlemlerde algıladığını göstermektedir. ABD'nin 1997'den itibaren PKK'yı 
terör örgütü olarak kabul etmesi[4], yıllık terörizm raporlarına dahil etmesi, 
terör örgütü listelerinde olmasına rağmen AB ülkelerinde[5] PKK'lılara yönelik 
göstermelik operasyonlar yapılması Türkiye'de hep kendisine destek gibi algılanmıştır. Ancak tanımlama/algılama farklılıkları nedeniyle Avrupa'da hiçbir PKK'lının yakalanıp iade edilmemesi, ABD'nin sadece sivillere yönelik 
saldırıları terörizm olarak görmesi, raporlarında PKK'nın güvenlik güçlerimize 
yaptığı saldırıları terörist faaliyet olarak göstermemesi Türkiye'de gözardı 
edilmiştir. Bu durum sorunun tanımlanmasında ve çözümüne yönelik yaklaşımlarda farklılık yaratmıştır.

İkinci Ortak ABD Yakın Markajda

Irak'ın işgalinden sonraki dönemde ABD'nin Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesine yönelik tutumu incelendiğinde bir kanaate ulaşılabilir. 2003'ten 2013'e kadar geçen zaman sürecindeki gelişmeler ABD'nin, PKK konusunu Irak'ın işgali bağlamında değil, Türkiye ile başka bir düzlemde ele alarak fiilen işin içine girmeyi ve süreci daha yakından kontrol etmeyi planladığını göstermektedir.

Amerikan askerleri 9 Nisan 2003'te Bağdat'a girdikten sonra[6] dönemin ABD 
Başkanı George Bush Irak'ta zafer ilan etmiş, ülkenin işgal dönemi başlamıştı.[7] PKK'ya karşı askeri operasyon yapmayan ABD'nin cevabını aradığı konu, Türkiye'nin PKK'ya karşı ve/veya Türkmenlerin haklarını korumak bahanesiyle Irak'a askeri müdahalede bulunup bulunmayacağı olmuştur. Irak'ın kuzeyinde Amerikalıların bilgisi dahilinde görev yapan Türk Özel Kuvvetleri’nin başına 4 Temmuz 2003'te Çuval geçirilmesi,[8] Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda 
"Türkiye Irak'a askeri müdahale yapabilir mi?" konusunun değerlendirildiği gizli 
toplantıların yapıldığı iddiaları[9] Türkiye'yi etkisizleştirmek için muhtelif 
girişimlerin yapıldığını göstermektedir.

Söz konusu endişeler ve gelişmelerin yanısıra artık ABD PKK terör örgütü 
konusunda Türkiye'yi daha yakın markaja almaya başlıyordu. Çuval olayından sonra sadece PKK gündemli ikili toplantıların yanında, her Türkiye-ABD ikili 
görüşmelerinin gündem maddeleri arasında PKK konusu mutlaka yer alıyordu.

Üçüncü Ortak Irak, Özel Temsilciler Dönemi

Görüşmelerde Türkiye destek isterken, ABD "silahla bu sorun çözülmez, konuyu 
Irak'la da görüşmelisiniz" telkini yapıyordu. Görüşmeler böyle sürerken PKK 2004 bahar aylarından itibaren Türkiye'deki saldırılarını artırdı. Ocak 2005'ten 
itibaren PKK'ya karşı işbirliği Türkiye-ABD ikili formatından Türkiye-Irak-ABD 
üçlü mekanizmasına dönüştürüldü.[10] Alınacak kararlar için bir ortağımız daha 
olmuştu. İşgal altında olan, iç savaş yaşayan, tek başına karar alamayan Irak'ın 
kendi ülkesine, halkına faydası yoktu ki Türkiye'ye destek olabilsin. Bunun 
böyle olduğu bilinmesine rağmen üçlü mekanizma devam etti. Gerekçe basitti. 
Irak'ın kuzeyine yapılacak operasyonlar için merkezi Irak yönetimi sürece dahil 
edilmeliydi, yani iş sürüncemede kalmalıydı.

Böylece 2006 yaz aylarına gelindiğinde bu sefer ABD tarafından özel temsilcilik 
formatı ortaya atıldı. Türkiye ve ABD'den emekli Orgeneraller, Irak'tan bir 
Bakan bu görevlere atandı.[11] Ancak Türkiye'de PKK saldırıları artıyor, PKK'ya 
karşı ABD ve Irak fiili ortak mücadeleye bir türlü dahil edilemiyordu, ancak her 
sene sözde yeni çözüm oluşumlarıyla vakit geçiriliyordu. 2007 yaz aylarına 
gelindiğinde özel temsilciliğin göstermelik görüşmelerden öteye gidemediği, 
görevden almalar ve istifalar sonucunda da bu oluşumun işlemediği görülüyordu.[12]

Dördüncü Ortak Barzani Terörle Mücadeleye Karşı Duruyor

2006-2007 yıllarında Irak'ta direniş artarken, işgal kuvvetleri ağır kayıplar 
veriyor Türkiye'de de PKK saldırıları artıyordu. Türkiye, ABD lee Irak'a somut 
tedbirler almaları konusunda çağrı yaparken ABD, önceliklerinin Irak'taki işgal 
operasyonu olduğunu, PKK'ya kuvvet ayıramayacağını,  Bağdat ise Irak'ın 
kuzeyinde yerel Kürt yönetiminin hakim olduğunu söylüyor, Türkiye'ye Kürt 
gruplarla görüşmeyi telkin ediyordu.  Bu arada Türkiye yasal dayanak oluşturma hamleleri kapsamında Bağdat'la terörle mücadele anlaşması imzalanmasını gündeme getirdi. Ağustos 2007'de başbakanlar arasında imzalan mutabakat muhtırasına[13] dayanarak Eylül 2007'de Ankara'da ikili terörle mücadele anlaşması imzalanması için yapılan görüşmelerde üzerinde anlaşılan, PKK'yı terör örgütü olarak kabul eden, karşılıklı sorumluluklar yükleyen, sınır ötesi operasyon için Türkiye'nin niyetini ortaya koyan hükümler içeren anlaşma metni[14] Barzani'nin karşı duruşuyla Irak Meclisi’nde onaya sunulamadı.[15] Barzani Irak'ta ve PKK'ya karşı mücadelede kendisinin bir aktör ve ortak olduğunu göstermişti.

Devam eden saldırılar Türk kamuoyunda infial yaratınca hükümet TBMM'den sınır ötesi harekat yetkisi aldı.[16] Ancak PKK olayları tırmandırmaya devam ediyordu. Nitekim 21 Ekim 2007 bir dönüm noktası oldu. Anılan tarihte PKK'nın Dağlıca saldırısı[17] Iraklı Kürt gruplar, Bağdat, İran, AB, NATO ve ABD'den tepkiler ve sınırı ötesi harekat yetkisinin hemen kullanılmaması Türkiye'de tartışmalara yol açtı.[18]

Bush-Erdoğan Görüşmesi

Türkiye'nin PKK'ya karşı hem meşru müdafaa hakkı hem de TBMM'den alınan sınır ötesi harekat yetkisiyle yasal açıdan somut dayanaklara ve meşruiyete sahip olmasına rağmen, Başbakanın ABD ziyaretinde konuyu ABD Başkanı ile görüşeceğini açıklaması ABD'nin PKK ile mücadeledeki rolünü ve kontrolü elinde tuttuğunu gösteriyordu. 5 Kasım 2007 tarihinde Beyaz Saray'da yapılan görüşmelerde Türkiye'nin sınır ötesi harekatına kısıtlı vize çıktığı anlaşılıyor, istihbarat işbirliği yapılacağı duyuruluyordu.[19] Gelişmeler Türkiye açısından yeni bir adım olarak algılanırken ABD'nin bu adımı daha öncelerden öngördüğü 
söylenebilir. Çünkü Irak'ta kötüleşen durum nedeniyle Bush’un Şubat 2007'de 
açıkladığı Irak Stratejisi[20], Irak'ın güvenliği ile Amerikan çıkarlarının 
korunması kapsamında bölgedeki müttefikleriyle istihbarat paylaşımının 
artırılacağını, PKK'dan bahsetmeden Türkiye-Irak sınırındaki sorunların 
çözümünde iki ülkeyle birlikte çalışılacağını vurguluyordu. Aynı açıklamada PKK 
terör örgütü ortak düşman olarak tanımlanıyordu. Buna rağmen ABD'nin PKK'ya 
karşı hiçbir askeri operasyona girmemesi, siyasi çözümü/diyalogu içeren 
yöntemleri önermesi, öte yandan kendisinin terörle mücadele stratejisi gereğince tek terör örgütü gördüğü El-Kaide'ye karşı “teröristi dünyanın neresinde hangi delikteyse bulup imha etme”[21] yönündeki iki farklı uygulamasına Türkiye'den karşılık verilemiyordu.[22]

İstihbarat Paylaşım Mekanizmasıyla Türkiye'nin Hareketleri Sınırlandırılıyor 

5 Kasım görüşmesinden kısa süre sonra istihbarat paylaşım mekanizması teşkil 
edilmiş, 1 Aralık 2007'den itibaren TSK'nın sınır ötesi operasyonları başlamıştı.[23] Şubat 2008'de kara birliklerinin katılımıyla gerçekleştirilen sınır ötesi harekata en büyük tepki Barzani ve ABD Savunma Bakanı’ndan gelmiş, 
Türk askerinin derhal Irak'tan çekilmesi istenmişti.[24] Gelişmelerden, aslında 
ABD'nin bu operasyonların hava operasyonlarıyla sınırlı kalmasını istediği, Türk 
askerinin karadan Irak'a müdahalesini engellemek için Türkiye'ye sınırlı hava 
operasyonu ortamı yaratılarak Türk hükümetinin, askerlerin, kamuoyunun gazının alınmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Amerikan resmi makamlarının beyanına göre istihbarat paylaşımı mekanizmasıyla Türkiye'nin hareketlerinin kontrol edilebildiği, Irak'ın kuzeyine yönelik kapsamlı harekat icra etmesinin 
engellendiği Amerikan Kongresi’ne sunulan raporlarda yer almaktadır.[25] Ayrıca Wikileaks belgeleri arasında yer alan Amerikan raporlarında istihbarat paylaşım mekanizmasıyla oluşan olumlu ortamın diğer askeri konulardaki işbirlikleri için manivela olarak kullanılması, TSK'nın sınırlı hava operasyonlarının askeri etkisinin az olduğu, bununla birlikte ABD'nin PKK ile mücadeleye destek verdiği algısının kuvvetlendiği, TSK'nın hava operasyonu yapmadan yeterli zaman öncesinde ABD'ye bilgi vererek Irak'ın kuzeyindeki Amerikan askerlerinin 
bölgeden(!) ayrılmasının sağlanmasını istediği belirtilmektedir.[26]

ABD gidişattan memnundu. Türkiye ise kamuoyu baskısını azaltacak şekilde sınır ötesi operasyon yapabiliyor olmaktan memnun, ama sorunun gerçek çözümünden uzaktı. "Sınırlı" sınır ötesi operasyonlarla Türkiye'ye bir şey daha 
gösterilmişti. Irak bu resmin içinde yer alacaktır, ancak esas güç Barzani'dir. 
Zaten özellikle Irak'ın üçlü mekanizmaya dahil olmasıyla birlikte hem 
Amerikalılar hem Bağdat yönetimi Barzani'yle görüşülmesini sürekli telkin 
etmişlerdir. Şubat 2008'deki hava destekli sınır ötesi kara operasyonunun 
planlandığı şekilde icra edilmesini engellemesiyle Irak'ın kuzeyinin Barzani'den 
sorulduğu fiilen Türkiye'ye gösterilmek istenmiştir. Artık Barzani PKK konusunda 
bir güç merkezidir, sorunun çözümü(!) ondan geçmektedir.

 Bütün bunlar 2008 yaz aylarından itibaren Türkiye'yi adeta Barzani açılımına 
yönlendirmiştir. Önce 1 Mayıs 2008'de N. Barzani'yle görüşülerek ilk resmi açık 
temas gerçekleştirilmiş[27], görünüşte üçlü pratikte dörtlü olan işbirliği 
mekanizması kapsamında anlık istihbaratın paylaşımını sağlayacak bir ofisin 
Erbil'de kurulmasının gündeme gelmesiyle (ofis Haziran 2009'da faaliyete 
geçmiştir)[28] Barzani yönetimi Bağdat'ın önüne geçerek mekanizmanın işleyişinde (daha doğrusu istihbarat akışının kilitlenmesinde) kontrolü ele geçirmiştir. Özellikle Eylül 2008'den sonra özel temsilci M. Özçelik'in Barzani ile başlayan görüşmeler süreci[29] Haziran 2009'da hükümeti Kürt açılımına kadar getirmiştir. Çünkü Türk hükümetine sorunu Kürt sorunu olarak lanse eden, sorunun silahla değil, diyalogla çözülebileceğini bu bağlamda her türlü desteği vereceğini ama askeri tedbirlerle sorunun çözümüne karşı olduklarını vurgulayarak konuyu direniş/özgürlük düzlemine taşıyıp siyasi çözümü zorlayanlar arasına ABD, AB, Irak'tan sonra Barzani de katılmıştır. 

Beşinci Ortak Teröristbaşı; Tek Muhatap

Barzani çözümün tek anahtarı olarak lanse edilirken bir süre sonra gerçeğin öyle olmadığı anlaşılacaktır. Sonradan açığa çıkan bilgiler göstermektedir ki aslında hükümet PKK ile 2006'dan buyana gizlice görüşmektedir[30]. 2009 Kürt açılımının arkasında PKK'dan alınan/verilen sözler vardır.Hükümetin kontrolünde olmadığı anlaşılan açılım süreci Habur fiyaskosuyla sonuçlanmıştır.[31] Bu manzara açılım konusunu bir süreliğine rafa kaldırtmış, ancak terör saldırıları sürerken gizli görüşmelerin devam ettiği Oslo görüşmelerinin ses kayıtlarının deşifre olmasıyla yeniden ortaya çıkmıştır. Oslo'nun da fiyaskoyla sonuçlanması 2011 genel seçimlerinin sonrasında Türkiye'yi yeniden terör saldırıları sürecine maruz bırakmıştır.

2012 yaz aylarının sonuna gelindiğinde PKK'ya karşı gerçekleştirilen askeri 
operasyonlar ve KCK operasyonları örgütü yeniden tükenme noktasına getirmek 
üzereyken PKK'nın güdümünde gerçekleşen anadilde savunma/eğitim ve Kürt 
kimliğinin tanınması,  teröristbaşına sözde tecridin kaldırılması, operasyonların durması gerekçeleriyle 12 Eylül 2012'de başlayan açlık grevinin "teröristbaşının direktifiyle sona erdirilmesi”[32] teröristbaşının tek muhatap olarak hükümetin karşına çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Artık teröristbaşı beşinci ortak olarak ancak belirleyici aktör olarak masadadır. Bu olaydan sonra MİT'in teröristbaşıyla görüşmelerini sıklaştırdığı, teröristbaşının görüşlerini esas alan bir plan üzerinde anlaştıktan sonra 2013 yılı başından itibaren hükümet tarafından İmralı-Barış-Çözüm gibi isimler alan bir sürecin başladığı kamuoyuna yansımıştır. Süreç "tek belirleyici" aktör konumundaki teröristbaşının aklındaki planla sürüyordu, yani PKK'dan kaynaklanan sorunun PKK'nın tutuklu liderinin belirlediği ilkeler çerçevesinde çözülebileceği iddia ediliyordu.

2013 Yılı İtibariyle Bütün Bunlar Ne Anlama Gelmektedir?

            Türkiye PKK terör örgütünden kaynaklanan sorunla mücadelesinin iki 
ayrı dönemde iki farklı yaklaşımla yürütmüştür. 1984-99 döneminde tam bir 
mutabakatla sorunu terör sorunu olarak tanımlamış ve terörle mücadelenin 
gerektirdiği askeri tedbirleri kendi başına verdiği kararlarla başarılı şekilde 
uygulamış ve PKK liderinin yakalanmasını, örgütün Türkiye sınırlarını terk 
etmesini sağlamış, siyasi, sosyal, ekonomik tedbirlerin uygulanabilmesi için 
gerekli ortamı hazırlamıştır.  Ancak 1999-2003 döneminde bu fırsat heba 
edilmiştir.

            2003'den sonraki dönemde ise Türkiye sorunun adını koyamamış, sorunu tanımlayamamış ve strateji hazırlayamamıştır. Çünkü PKK'nın salt terör örgütü kimliğiyle başarılı olamayacağını anlayanlar 2003 sonrasında PKK'yı bir direniş örgütüne dönüştürecek yöntemleri, evrensel değerler ile hukuku istismar ederek oluşturdukları talepleri terör tehdidiyle Türkiye'ye dayatmışlar, PKK terör 
örgütüyle pazarlık / müzakereye zorlamışlar ve bunda da başarılı olmuşlardır. AB ülkeleri ve ABD kendilerine karşı tehdit olarak gördükleri El Kaide'ye karşı 
askeri yöntemleri neredeyse tek seçenek olarak uygularken Türkiye'nin PKK ile 
mücadelesinde önerdikleri yöntem ise kendilerinin işgal ettikleri ülkelerde 
uygulamaya çalıştıkları direnişle mücadele yöntemleri olmuş Türkiye'nin askeri 
tedbirlerden vazgeçmesini istemişlerdir. Bu durum PKK'nın işini kolaylaştırmıştır. Bu süreçte;

- Teröristbaşının sağ teslim edilmesinin ileride yol açabileceği sorunlar 
zamanında iyi incelenememiş ve kavranamamıştır.  

- Terörle mücadelede Türkiye'ye yardım edenlerin aslında bir direniş örgütü 
yaratmakta olduklarının farkına varılamamıştır.

- Türkiye sorunu tam ve doğru tanımlayamamış, adını koyamamıştır. Dolayısıyla teröre karşı Türkiye'nin bir stratejisi olmamış, boşluğu diğer aktörlerin stratejileri doldurmuştur.

- Terör sorununa yönelik karar oluşturulmasında ortak sayısı artmış, her 
seferinde yeni ortak yönlendirici aktör olmuş, Türkiye'nin etkinliği sürekli 
seviye kaybetmiştir.

- Bütün bunlara rağmen PKK'nın her açıdan çok sıkıştığı bir dönemde (2012 
Sonbahar-Kış) Türkiye "müthiş bir operasyonla terör örgütüyle hem de anayasasını müzakere ve pazarlık ediyor pozisyonuna düşürülmüştür". Artık "müzakere yaptığınız örgüte terör örgütü diyemezsiniz" şikayetleri, "terörist derseniz süreç bozulur" tehditleri alınır duruma düşülmüştür. TSK'nın operasyon yapması nasıl engellenir arayışına girilmiş ve daha önce TSK'ya verilmiş operasyon yetkileri geri alınarak yurtdışı için her seferinde Hükümet'ten ve yurt içinde de ilgili Vali'den izin alınması düzenlemesi yapılmıştır.

- Halen Türkiye'nin kendine has terörle mücadele stratejisi ve çözüm haritası 
yoktur. 2013'le birlikte teröristbaşı tek yetkili pozisyonundadır, çünkü ondan 
gelecek açıklamalara, mektuplara umut bağlanmıştır.

- Türkiye, silah bırakmayan terör örgütüyle pazarlık yapan tek ülke  konumundadır. Terör örgütü terör yaparak taleplerini "müzakere ve pazarlık 
yaptırtma" hedefine ulaşmış, maalesef terörle bir yerlere varılabileceğini 
göstermiştir.

- Pazarlık / müzakerelerle yürütüldüğü anlaşılan süreçte teröristbaşının 
karşısına hükümet adına MİT müsteşarı oturtulmuştur. MİT kanununda teşkilata 
istihbarat faaliyeti dışında hiçbir görev verilemeyeceği açıkça yazmasına rağmen 
teşkilat bir pazarlık ve müzakere  yürütme sürecine dahil edilmiştir. Bununla 
birlikte 30 yıldır terör yaparak yaşayan, demagoji ve pazarlık/müzakere 
konusunda çok tecrübe kazanmış teröristbaşının karşısına müzakere eğitimi / 
tecrübesi olmayan kişiler oturtulmuş ve yapılan müzakerelerden doğal olarak 
teröristbaşı galip çıkmış, müzakere edilerek bir sonuca ulaşılmasından ziyade 
teröristbaşının kuralları, zamanlamayı, uygulamanın nasıl olacağını dikte ettiği 
bir sürece dönüşmüştür.

- Hükümet süreçle ilgili her şeyin kontrolleri altında olduğunu, sürecin 
başarıyla sürdüğünü söylemesine rağmen kamuoyun yansıyan gelişmeler maalesef bunu doğrulamamaktadır. Süreçte ne zaman ne olacağını ne yapılacağını teröristbaşından başka tam olarak bilen yoktur. Süreçte atılacak adımlara ilişkin başarı kriterleri beli değil tam aksine tersine değerlendirmesinde ve inisiyatifindedir. Örneğin Başbakan teröristler silahlarını Türkiye'de bırakarak 
çekilecekler derken terör örgütü silahla çekileceklerini söylemiş, mizansen 
fotoğraflarla da bunu göstermişler ve süreçte kendi sözlerinin geçeceğini ortaya 
koymuşlardır. Bu durum sürecin başarıyla ve mutabık kalındığı şekilde 
yürümediğini göstermez mi? İnisiyatifin terör örgütünde olduğunu, sürecin 
başarılı olup olmadığına ilişkin son sözü teröristlerin söyleyeceğini göstermez 
mi? Teröristlerin Irak'a geçtiklerine dair mizansen fotoğraflar boy boy basında 
yer alırken Genelkurmay Başkanlığının buna ilişkin bilgi, belge, görüntüye sahip 
olmadığı açıklamasını da dikkate aldığımızda teröristlerin Türkiye'yi terk 
ettiklerini nasıl teyit edeceksiniz? Tek çare terör örgütünün ben çekiliyorum, 
çekilmeyi tamamladım açıklamasına inanmak olacaksa, sürecin hükümetin 
kontrolünde olduğunu söyleyebilmek mümkün müdür?

- Bu süreçte yanlış  giden diğer bir husus da hükümetin  sadece teröristbaşının 
sözlerine esas alması ve bu sözleri çok güvenilir bulmasıdır. Ama uygulamada 
teröristbaşıyla görüşenlerin ve onları destekleyenlerin açıklamaları, hükümetin 
sürecin uygulanmasıyla gerçekleşeceğini söylediklerinin dışında ama sızan İmralı ve Oslo görüşme zabıtlarıyla örtüşen şeylerdir. Bunların teröristbaşının bilgisi dışında söylenmiş olması mümkün mü? Tabii ki değil. Dolayısıyla teröristbaşının gizli niyeti olduğunu ve iki yüzlü davrandığını göstermez mi? Böyle bir hareket tarzı Türkiye'nin bekası açısından kabul edilebilir bir davranış mıdır?

            Sonuç olarak bütün bunlar göstermektedir ki Türkiye, adını koyamadığı, tanımlayamadığı, PKK teröründen kaynaklanan ancak, bukalemunun renk değiştirmesi gibi değişik isimler konarak herkesin başka bir beklentiyle ele aldığı sorunu geçmişi terör, vahşet, kanla dolu güvenirliği sıfır olan bir kişinin aklıyla çözmeyi denemektedir. Türkiye teröristbaşının dümeni elinde tuttuğu su alan bir takaya bindirilmeye ve açık denizlere açılmaya zorlanmaktadır. Bunun kabul edilebilirliği, uygulanabilirliği ve yolculuğun güvenli bir şekilde sonuçlandırılması mümkün değildir. Çünkü bu taka bu haliyle sahilden açılamayacağı gibi, takanın içine sıkıştırılan  Türkiye'nin hareket kabiliyeti kısıtlanmıştır. En ufak ters bir harekette taka alabora olabilecek, kıyıda takanın hareketlerini izleyenler (yani Irak'ın kuzeyinde elinde silahla bekleyen teröristler) alabora olan takanın içindekilerini bu ters hareketleri nedeniyle cezalandırmaya kalkacaklardır.    

            Dolayısıyla Türkiye'nin terörle mücadele etmek yerine terör örgütüyle müzakere ederek sorunu çözmeyi düşündüğü mevcut süreç tamamlanmazsa da PKK’nın kaybedecek bir şeyi yoktur, çünkü mücadelesindeki en üst noktaya ulaşmıştır artık geri dönüş olmaz (yani PKK terör örgütü değildir, Kürtlerin tek temsilcisi olarak haklı bir özgürlük mücadele yapmıştır, teröristbaşı tek muhataptır algısı yerleşmiştir) bir noktaya ulaşmış olduklarından mücadelelerini yeni ve kendileri açısından avantajlı bir düzlemde devam ettireceklerdir. Süreç tamamlanırsa da zaten istediklerini almış olacaktır. Türkiye açısından ise mevcut sürecin iki sonucu da kayıpla sonuçlanacaktır.  

[1]  TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı Terör Alt Komisyonu’nun Ocak 2013'de açıklanan raporunda son 30 yılda terör nedeniyle toplam can kaybı 35 bin 576’dır. Buna göre 7 bin 918 kamu görevlisi şehit oldu, 5 bin 557 sivil hayatını yitirdi ve 22 bin 101 PKK’lı ölü olarak ele geçirildi. "30 Yılın Terör 
Bilançosu: 35 bin 576 ölü!", Radikal, 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspxaType=RadikalDetayV3&ArticleID=1118893
(28.01.2013).

[2]ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricardione Mayıs 2011'de 32.Gün programındaki 
röportajında "Öcalan'ın yolda ölmemesi, doğru bir dava görmesi, Kürt sorununda önemli adımlar atılması, idam edilmemesi" koşulların olduğunu doğruluyordu. “Öcalan'ı biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık”,         Gazetevatan, 

 http://haber.gazetevatan.com/ocalani-biz-teslim-etmedik-turkiyenin-isini-kolaylastirdik/377067/1i/
 gundem, (13.05.2011).


[3]Yazarın Notu: Terörle Mücadele ve Direnişle(Insurgency) Mücadele ayrı bir 
yazı veya kitapta incelenmesi gerekecek kadar farklı ve kapsamlı kavramlardır. 
Örneğin, ABD'nin ayrı ayrı terörle mücadele ve direnişle mücadele 
stratejileri/doktrinleri vardır. Direniş stratejileri herhangi bir bölgedeki iç 
karışıklıklarda ve sonrasında barışı yapma ve barışı koruma harekatlarında veya 
işgal edilen bir ülkede o ülkenin vatandaşlarınca gösterilen direnişi sona 
erdirmek için uygulanacak yöntemleri kapsar. ABD Terörle Mücadele Stratejisi 
için bakınız;  
http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/counterterrorism_strategy.pdf. 

(01 Haziran 2011). ABD Direnişle Mücadele doktrini için bakınız 

http://www.dtic.mil/doctrine/new_pubs/jp3_24.pdf. 

(05.10.2009). Söz konusu dokümanlara göre örneğin, direnişle mücadele DDR (Disarmament, Demobilization, Reintegration) yani "silahsızlandır, terhis et, entegre et" yaklaşımını esas alırken, direnişçilerle görüşürsünüz, isteklerini anlamaya, silahları bıraktırarak yeni sisteme entegre ettirmeye çalışırsınız, bu kapsamda ev sahibi ülke yönetimini de bu işe yönlendirirsiniz. Terörle mücadele ederken teröristle görüşmek/pazarlık etmek yoktur, özellikle lider kadroda olanlar özel operasyonlarla öldürülür, ABD için zaten gerçek anlamdaki tek terör örgütü El-Kaide'dir.

[4]"Foreign Terrorist Organizations", US Department of State, 

http://www.state.gov/j/ct/rls/other/des/123085.htm. (28.09.2012).


[5]"Council Decision 212/333/CFSP", The Council of the European Union, 

http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.douri=OJ:L:2012:165:0072:01:EN:HTML. 

(25.06.2012).

[6]"Bağdat Düştü", NTVMSNBC, 
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/209701.asp?cp1=1#BODY. (10.04.2003).

[7]"Commanderin Chief Lands on USS Lincoln", CNN International, 
http://edition.cnn.com/2003/ALLPOLITICS /05/01/bush.carrier.landing/. 
(02.05.2003).


[8]"Çuval Olayı", Vikipedi, http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87uval_olay%C4%B1. 
(12.04.2013)


[9]"Washington'daki Gizli Toplantı Sonrası Yakılan Kıvılcım", Açık İstihbarat, 
http://www.acikistihbarat.com /Haberler.asp?haber=8597. (05.01.2010).

[10]"PKK Zirvesi 11 Ocak'ta", Hürriyet,  
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=286545. 
(05.01.2005).

[11]"ABD'den PKK  Özel Temsilcisi" Hürriyet, 
 http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=4875328, (05.08.2006).

[12]"ABD, Irak ve Türkiye'de PKK'ya Karşı Kurulan Kurum Çöktü; Özel Temsilcilik Fiyaskosu", Radikal,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=230457, 

20 Ağustos 2007. (20.08.2007). 

[13]"Irak Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında 
Mutabakat Muhtırası", Dışişleri Bakanlığı, 07.08.2007,  

http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Bolgeler/Mutabakat Muhtirasi Irak. pdf.


[14]"Türkiye Irak Terörle Mücadele Anlaşması İmzalandı", Haberler.Com, 
 http://www.haberler.com/turkiye-irak-terorle-mucadele-anlasmasi-imzalandi-haberi/."

(28.07.2008).


[15]"ABD'nin Irak'tan Çekilme Süreci ve Bölge Dinamikleri Açısından 
Değerlendirilmesi", BÜSAM,  Ocak 2009, 

http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/080109abd-iraktan-cekilme-sureci.pdf. 

Ayrıca 15 Ekim 2009 tarihinde imzalan yeni Türkiye-Irak Terörle Mücadele 
Anlaşması da henüz TBMM'de onaylanmamıştır. Bakınız; 

http://www.tbmm.gov.tr/gundem/gundem.htm, (11 Nisan 2013).


[16]"TSK'nin Irak'ın Kuzeyinden Ülkemize Yönelik Terör Tehdidinin ve 
Saldırılarının Bertaraf Edilmesi Amacıyla Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede 
Bulunmak Üzere Irak'ın Kuzeyine Gönderilmesi ve Görevlendirilmesine İçin 
Hükümete Bir Yıl Süreyle İzin Verilmesine Dair TBMM Kararı",  17 Ekim 2007, 

http://www.tbmm.gov.tr/tbmm_kararlari/karar903.html,.


[17]"PKK'dan Dağlıca Baskını", Milliyet, 

http://www.milliyet.com.tr/2007/10/22/guncel/agun.html, (22.10.2007).


[18]"Peşmerge Sınırda, Kuzey Irak'ta Endişe", Hürriyet, 

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/7535524.asp?gid= 180&sz=14304, (22.10.2007)


[19]"Erdoğan - Bush  Görüşmesi  Sona  Erdi",  Sabah,  

http://arsiv.sabah.com.tr/2007/11/05/haber,3F42A4BD7DEA4B51AE9E5CBD6AC9C9CA.html. 
(05.11.2007).


[20]"Bush: We need to change our strategy in Iraq", CNN, 
http://edition.cnn.com/2007/POLITICS/01/10/ bush.transcript/

(11.01.2007).

[21]Yazarın Notu: ABD Başkanı Bush 11 Eylül saldırılarından sonraki konuşmalarında "terörist saldırıları normal bir polisiye olay gibi 
görmeyeceklerini, ABD'ye saldıran teröristlerle dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar hangi delikte saklanırlarsa saklansınlar arayıp bulup imha 
edeceklerini" ifade etmiştir. Başkan Obama da özellikle 2009 Afganistan-Pakistan stratejisini açıklarken benzer yaklaşımı kapsayan ifadeler kullanmıştır. Nitekim El-Kaide liderinin Pakistan'da öldürülmesi, halen özellikle Pakistan ve Yemen'de insansız uçaklarla seçilmiş lider kadrodaki teröristlere yönelik imha 
operasyonları bu terörle mücadele stratejisinin en somut örnekleridir.




[22]"ABD'den PKK'ya Ladin Formülü", Milliyet, 

http://gundem.milliyet.com.tr/abd-den-pkk-ya-ladin-formulu-/gundem/gundemdetay/17.10.2012/1612841/default.htm, 
(17.10.2012). 

Yazarın Notu: ABD Büyükelçisi Ricardione ABD'nin Türkiye'ye Usame Bin Laden'in öldürülmesiyle ilgili benzer operasyonların Türkiye tarafından da 
PKK lider kadrolarına yapılmasını önerdiğini açıkladı. Bunu açıkladığında büyük ihtimalle Türkiye'nin artık PKK terör örgütüyle müzakere aşamasında olduğunu 
biliyordu.

[23]"İlk Sınır Ötesi  Operasyon",  Sabah,  

http://arsiv.sabah.com.tr/2007/12/02/haber,4CF1385C7142487FB93 CD73E3AC2C1E1.html. 
(02.12.2012).

[24]"ABD: Harekat Bir An Önce Tamamlanmalı", NTVMSNBC, 
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/436669.asp, 
(22.02.2008).


[25]“The Kurds in Post-Saddam Iraq”, Kenneth Katzman, CRS Report, 01 September 
2009.

[26]Wikileaks belgeleri arasında yayımlanan ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 05 
Aralık 2007 tarihli ve 07ANKARA2898 numaralı mesajı.

[27]Yazarın Notu: Bu tarihte Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı Talabani'yi ziyaret eden zamanın Başbakanlık Danışmanı Ahmet Davutoğlu ve Türkiye'nin Irak Özel 
Temsilcisi Murat Özçelik Irak'ın kuzeyindeki yerel yönetimin Başbakanı Neçirvan Barzani ile de görüşmüştür.

[28]"Atalay Erbil'de Barzani ile Görüştü", Sabah, 
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/12/21/atalay_erbilde_barzani_ile_gorustu, 
(21.12.2009).

[29]"Özçelik-Barzani Görüşmesi Sona Erdi", Haber Türk, 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/102713-ozcelik-barzani-gorusmesi-sona-erdi,,
(14.10.2008).  

"Büyükelçi Özçelik Barzani ile Görüştü", CNN Türk, 

http://www.cnnturk.com/2010/dunya/09/23/buyukelci.ozcelik.barzani.ile.gorustu/590578.0/index.html, 

(23.09.2010).

[30]"PKK ile Pazarlık, Öcalan ile Anayasa Yapmak", Ümit Özdağ, Kripto Yayınları, Ankara, 2013.

[31]"34 PKK'lı Habur Sınır Kapısından Girip Teslim Oldu", Milliyet, 

http://www.milliyet.com.tr/acilim-da-kritik-an/siyaset/sondakikaarsiv/12.08.2010/1151953/default.htm,
(19 Ekim 2009).

[32]"Açlık Grevleri Sona Erdi", CNN Türk, 

http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/11/18/aclik.grevleri.sona.erdi/685028.0/index.html, 
(18.11.2012).

Uzman Hakkında
Cahit Armağan DİLEK
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi

..

AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda








  AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                          
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
10 Nisan 2014 Perşembe
Cahit Armağan DİLEK tarafından yazıldı.


Türkiye Cumhuriyeti son 30 yıldır fiilen 1984'te başlayan PKK terör örgütü sorunuyla mücadele etmektir. Türkiye'nin bugüne kadar sorunu çözememesinin en temel faktörü sorunu tam olarak tanımlayamaması ve dolayısıyla çözüm yöntemini belirleyememesidir. Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesini iki ayrı dönemde (birinci dönem 1984-1999, ikinci dönem 1999-....) incelediğimizde[1] aslında birinci dönemde sorun devlet tarafından  "terör" olarak görülmüş ve ona göre mücadele edilmiş, teröristbaşının yakalanmasıyla ve örgütün yurtdışına kaçmasıyla da askeri anlamda terör örgütü mağlup edilmişti.

Bunun hemen sonrasında ise devletin gerekli sosyal, ekonomik, siyasi, diplomatik tedbirleri hayata geçirememesini de fırsat bilen PKK Irak'ın kuzeyindeki güvenli sığınakta aldığı dış desteklerle birlikte 2003'ten sonra yeniden saldırılara başladı. Ancak bu sefer Türkiye'yi yönetenlere ve onların vasıtasıyla Tük milletine bu sorunun bir özgürlükler sorunu olduğu, askeri yöntemlerden vazgeçilerek siyasi çözümün bulunması empoze edildi. Maalesef bunda da başarılı oldular ve PKK terör örgütü AKP'nin müzakere masasına oturmasını sağladı.[2] Böylece uğruna binlerce gazi ve şehit verdiğimiz ve askeri anlamda kazanılan terörle mücadele siyaseten kaybedilmiş oldu.

Şimdilerde bunun yasal bir zemine oturtularak son imzaların atılması için gün sayılıyor. Ve Türkiye kendisinin acı şekilde yaşadığı ancak özellikle 2003'ten 
bu yana dik durup terör diye tanımlayamadığı PKK sorununda dışarıdan gelen empozelerle gerçeklere uygun olmayan sözde bir çözüme doğru sürüklenmektedir. Bunun sonucun da hatalı çıkması, yeni sorunlar yaratması kaçınılmaz olacaktır.

İşte bu makalede Türkiye'nin bekası açısından maalesef kötü sona doğru yaklaşan bu gidişin neden hatalı olduğunu önemli bir araştırmanın sonucundan faydalanarak ortaya koymaya çalışacağım. Öncelikle önemli bir ayrıntıyı vurgulamak gerekiyor. O da 2002'nin sonundan itibaren iktidarda bulunan AKP'nin 2013 yılı başında kamuoyuna duyurduğu ve sonrasındaki sözde çözüm sürecinde bile sürekli terörle mücadeleden bahsetmesine rağmen on yıldır uygulananların "isyancı-ayaklanan ya da işgale karşı direnen gruplara (insurgency)" karşı yürütülen strateji olduğudur. Bunlar Türkiye'ye dışarıdan dayatılan yöntemlerdir. Dünyada terörle mücadele ve isyancı-direniş gruplarına karşı mücadele stratejilerinin belirlenmesinde esas ülke ABD'dir. Ancak ABD'nin terörle mücadele adı altında Türkiye'ye önerdiği ise kendisinin işgal ettiği ülkelerde ya da BM/NATO gibi uluslararası ve bölgesel kuruluşlar vasıtasıyla müdahil olduğu çatışmaların yaşandığı ülkelerde uyguladığı isyana/direnişe karşı yöntemlerdir.  

Amerikan Yaklaşımı; İsyancı/Direniş Örgütleriyle Müzakere Ederek Sonuca Ulaşma 

ABD'de terörist ve direniş/isyancı gruplarla mücadelede izlenecek politika ve stratejilerin neler olabileceği konusunda yapılmış çok sayıda inceleme  ve rapor 
vardır. Çünkü ABD dünyanın her tarafındaki bu tür olayların içindedir. Amerikalı araştırmacılar ve karar vericiler de bunları bir sonraki olaylarda kullanmak 
üzere kapsamlı şekilde incelemekte, dersler çıkarmaktadır. Bu araştırmayı yapanlardan en dikkat çekici olanı ise Amerikan karar vericiler üzerinde çok 
etkili olduğu bilinen RAND'dır. RAND'ın bu konularda 2010 ve 2013 yıllarındaki incelemeleri detaylı raporlar[3] olarak kamuoyuyla da paylaşılmıştır. Bu 
raporlarda dünyadaki 71 adet terör örgütü ve direniş/isyancı grubun neden olduğu çatışma süreçleri, nasıl sonlandırılabileceği incelenmiş ve öneriler 
hazırlanmıştır.

RAND son olarak söz konusu raporlardaki ulaştığı sonuçlardan hareketle bir barış anlaşmasıyla sonuçlanan (incelenen 71 adedinden 13'ü) hükümetdireniş/isyancı 
grup çatışmalarının hangi safhalardan geçtiğini tespit ederek Afganistan'dan tamamen çekilme hazırlığı yapan ABD'deki konuyla ilgili kişilerin Afganistan'da 
barışı tesis edecek bir çözüme nasıl ulaşılabileceğine ilişkin önerileri içeren yeni bir rapor hazırlamıştır.[4]

Raporda müzakereyle çözüme ulaşmış örnek olaylardan tespit edilen ve bir barış anlaşmasına götüren temel basamaklar aşağıdaki şekilde tespit edilmiştir. 
Raporda her örnek olayda bu basamakların aynı basamak sırasını takip etmediği, bazen birkaç basamağın eş zamanlı olarak gerçekleştiği, şekildeki basamak 
sıralamasına uyan tek örneğin Kuzey İrlanda olduğu tespit edilmiştir.  

PKK Terör Örgütüne Direniş/İsyancı Örgüt Muamelesi Yapılıyor

Yukarıdaki şekille Türkiye'de son yıllarda PKK terör örgütüyle ilgili gelişmelere bakıldığında şaşırtıcı derecede örtüştüğünü görmekteyiz. Ama yine 
hatırlanması ve akılda tutulması gerekli olan şey PKK'nın bir terör örgütü olduğu (en azından devletin resmi söyleminin bu olduğu, halkın (PKK ve yandaşı 
örgüt/partiler hariç) da buna inandığı), bu şeklin ise terör örgütleriyle değil direniş/isyancı gruplarla müzakere ederek bir anlaşmaya varmanın basamakları 
olduğudur.

Türkiye'ye PKK terör örgütüyle mücadelede bu yaklaşımı öneren ABD açısından tek terör örgütü olan El Kaide ile mücadelesinde Reagan döneminden Obama yönetimine kadar tüm Amerikan Başkanları terör örgütleriyle görüşülemeyeceğini, teröristler dünyanın neresinde hangi inde saklanırlarsa saklansınlar aranıp bulanarak imha edilmesini ana hareket tarzı olarak kabul etmiştir ve halen de aynı stratejiyi uygulamaktadır. Bunun içindir ki ABD'nin terörle mücadele stratejisi ve direniş/isyancı gruplarla mücadele stratejisi farklıdır ama bizim terörle mücadelede ikincisini esas almamızı istenmektedir. Çünkü PKK ABD'nin terör örgütleri listesinde olmasına rağmen özellikle 1999'da Öcalan'ın yakalanıp teslim edilmesiyle birlikte artık  ABD açısından özgürlük/bağımsızlık arayan bir halk adına terörist yöntemler de kullanan bir direniş/isyan hareketidir.


Terörle Mücadele(!) Maksadıyla PKK ile Müzakere etmek ve Müzakerenin Safhaları

2012 yılında hükümetin en çok kullandığı ifadelerden birisi "terörle mücadele, siyasetle müzakere" idi. Ancak 2012 sonuna gelindiğinde bu ifade "terör 
örgütüyle müzakere" şekline dönüştü ve 2013 başından itibaren fiilen sözde çözüm süreci olarak uygulamaya geçti. İşte bu sürece bakıldığında yukarıdaki raporda belirtilen şekille örtüştüğünü ancak henüz sonuçlanmadığını görüyoruz. Nasıl mı? 

İşte Açıklaması.

Belki de söz konusu rapordaki diğer 13 örnek olaydan farklı olarak Türkiye'deki PKK örneğinde şekildeki yedi basmak hemen hemen aynı anda gerçekleşiyor. Önce askeri çıkmaz basamağına bakalım. Aslında Türk devleti PKK'yı askeri anlamda 1999'da mağlup etmiş örgütü dağılma noktasına getirmişti. Fakat yukarıda özetle anlatmaya çalıştığım şekilde 2003'ten sonra PKK siyasallaştırılarak ve yine terörü kullanarak yeniden piyasaya sürüldü. Çok ilginçtir ki sözde çözüm sürecinin başlamasından hemen önce de 2012 sonbaharında PKK yine askeri anlamda çözülme aşamasına gelmişken hükümetin MİT Müsteşarı nedeniyle sıkıştığı durum ve açlık grevi tehdidiyle oluşacağı iddia edilen komplike bir sorunu önleyebilecek tek kişi olarak Öcalan'ın parlatıldığı bir senaryoyla Öcalan'ın hükümetin başkanı olan Erdoğan ile temas kurmasının sağlanması, sanki ortada bir askeri çıkmaz varmış, devlet terör örgütünü yenememiş gibi bir ortam yaratılması, daha fazla kan akmasın, Öcalan PKK tarafında her şeye hakim çözüm ondan geçer, Öcalan sadece PKK'yı değil hükümete karşı her türlü girişimi önleyebilecek kudrette kişi algısının oluşturulmasıyla ortam olgunlaştırılmış ve müzakere süreci uygulamaya sokulmuştur.

PKK örneğinde isyancıların yasal müzakere tarafı olarak kabul edilmesi safhasının 2013 yılının hemen başında İmralı'da Öcalan ile görüşüldüğün 
kamuoyuna duyurulmasıyla başlamıştır. Burada Öcalan açısından sıkıntılı durum bunun henüz TBMM'den çıkarılacak bir kanunla bağlayıcı hale getirilmemiş 
olmasıdır. Hükümet bunu elinde bir koz olarak tutmak isterken Öcalan da yaptıkları görüşmelerin kanunsuz olduğu eğer bu kanun çıkmazsa Erdoğan ve ekibi yüce divana gider tehdidiyle hükümeti baskı altında tutmaya devam etmektedir. Nitekim şimdi de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP'yi desteklemek için bu yasal düzenlemeleri şart koşmaktadırlar. Ama bütün bunlara rağmen artık teröristbaşı Öcalan'ın müzakerenin bir tarafı olduğu hükümet tarafından kabul edilmiş, topluma da bu husus kanıksatılmaya devam edilmektedir.

Ateşkeskonusu PKK'nın uygulamalarında hep olmuştur. Özellikle 1999 öncesi dönemde PKK zorda kaldığı dönemlerde tek taraflı ateşkesler ilan etmiş, bu 
dönemleri yeniden toparlanma, güç kazanma için kullanmıştır. Bununla birlikte artık kamuoyunun da öğrendiği AKP'nin 2006'dan sonra muhtemelen aracılarla PKK ile gizli irtibatlar kurduğu, görüşmeler yaptığı dönemlerde özellikle seçim dönemlerinden önce PKK'nın ateşkes ilan ettiği, devlet buna resmen uymasa da 
PKK'nın yine bu dönemleri güç kazanma için kullanırken AKP'nin de nispeten çatışmaların olmadığı önemler olması nedeniyle özellikle seçmenler üzerinde 
siyasi bir argüman olarak kullanmasına fırsat verdiğini, her iki tarafın da bundan istifade ettiğini söyleyebiliriz. Kamuoyuna sızdırılan ve İmralı zabıtları olarak bilinen 23 Şubat 2013 günü Öcalan'ın kendisini ziyarete gelen kişilerle yaptığı görüşmelerde "biz iktidarı AKP'ye altın tepsisinde sunduk" ifadesiyle ateşkeslere de referans yaptığı bilinmektedir.[5]

AKP ile PKK arasında bir resmi ara anlaşma imzalandığına dair bir belge henüz yoktur. Ancak kamuoyunda Oslo süreci olarak bilinen görüşmelerin sonunda bir 
mutabakat metninin oluştuğu ancak Başbakan'ın buna imza atmadığı iddia edilmişti. Bu gerçekleşmeyince de Haziran 2011 genel seçimlerin hemen sonrasında PKK'nın çok kanlı bir terör dalgasını başlattığını biliyoruz. İşte bu gelişmenin yaşanabileceği yukarıda belirtilen RAND raporunda da vurgulanmaktadır,  Buna göre eğer taraflar bir ara anlaşma imzalarsa süreç daha sıkıntısız işleyebiliyor ancak bu ara anlaşma tek tarafın imzasıyla yarım kalırsa yeni bir şiddet sarmalı ortama hakim oluyor. İşte Haziran 2011 sonrasında da Türkiye'de olan budur. 

Yani PKK ile müzakere ederek sonuç alacağına inan AKP hükümeti PKK ile ara anlaşmaya yaklaşmış ancak son anda bundan vazgeçmiştir. Eğer bu gerçekleşseydi PKK büyük bir siyasi zafer elde edecek, Türk devletinin 1984'den bu yana yaptığı bütün mücadeleyi boşa çıkarırken hükümet de elindeki bütün kozları kaybetmiş olacaktı. Ancak bu ara anlaşma imzalanmamış olmasına rağmen 2013 başında başlatılan müzakerelerin bu imzasız mutabakatın üzerine inşa edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü terör örgütü elde ettiği bir pozisyondan daha geriye düşmeyi asla kabul etmeyecektir.    

Sızan Oslo ve İmralı görüşmeleri tutanakları yetki paylaşımı başlığı altına giren konuların AKP ile PKK arasındaki gizli görüşmelerde sürekli görüşüldüğünü 
göstermektedir. Zaten PKK ve ilintili parti/örgütler bu taleplerini açıkça dile getirmekle birlikte, söz konusu gizli görüşmelerde bunların detaylarına 
girildiği, sonuçta Türkiye'nin nasıl bir rejimle yönetileceğinin, görevden alınacak kamu görevlilerinden anayasada yer alacak hususlara kadar paylaşım 
konularının görüşüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim sonraki süreçte bunlardan bir kısmının demokratikleşme paketi adı verilen yasal düzenlemeler içine katılarak 
hayata geçirildiği de bilinmektedir. Bu kapsamda kamuoyunda da açıkça en çok tartışılan konular genel af ve seçimlerdeki yüzde on barajıdır. Yüzde on barajı 
konusunda adım atılması, oranın düşürülmesinin demokratik kriterler açısından genelde desteklendiği ve önümüzdeki süreçte bir şekilde çözüleceği 
beklenmelidir. Ancak genel af konusu sıkıntılıdır. Çünkü teröristlerin hiçbir ceza almadan af edilmesini topluma anlatmak zor gözükmektedir. Diğer taraftan 
PKK'nın da aftan yana olmadığını söylemeliyiz. Çünkü af PKK'nın yaptıklarının suç olduğunu vurgulayan bir uygulamadır. Halbuki onlar yaptıkları silahlı 
terörün haklı bir gerekçesi olduğunu, suçlu olmadıklarını, dolayısıyla herhangi bir sorgulama, yargılama ve af olmadan doğrudan sisteme dahil olmayı 
istemektedir. Dolayısıyla hükümetle varılacak bir çözüm yada barış anlaşmasının bir tarafı olarak devletin yasal güçleri nasıl muamele görüyse PKK'lı 
teröristlerin de aynı şekilde muamele görmesini beklemektedirler. Bu da yetki paylaşımının en çetrefilli konularından birisi olarak gündemdedir. Ama 
karşınızdakini isyancı/direniş grubu olarak kabul ederseniz bu tür talepleri geri çevirmeniz de zor olacaktır. Ayrıca PKK taleplerinin resmen, yasal olarak 
ve pratikte uygulamaya geçtiğini görmeden silah bırakmayı da düşünmemektedir ki silah bırakmayan bir örgüte af çıkarılması da ciddiyetten uzak bir yaklaşım olacaktır. Bununla ilişkili olarak PKK yönetimi mevcut silahlı gücünü ilan etmeyi hedeflediği özerk bölgenin özsavunma gücü olarak kullanmayı planladığından silah bırakmayı düşünmemektedir.

İsyancı grup liderliğinin ılımlılaşmasıkonusu PKK örneğinde tam bir sanal senaryoyla uygulamaya sokuldu. Yıllardır PKK sorunun siyasi yollardan çözülmesi gündeme getirilerek devletin karşısına sürekli bir muhatap çıkarılması gerektiği tartışılmış ve Öcalan'ın adı sürekli zikredilmiştir. Nitekim hapiste olan 
Öcalan, en son 2012 sonbaharındaki açlık grevini önleyebilecek tek kişi algısı oluşturularak zaten son birkaç yıldır devam eden muhatap kim olacak 
tartışmasında vazgeçilmez, barışı sağlayabilecek tek kişi algısıyla hükümetin daha doğrusu Başbakan Erdoğan'ın karşınsa çıkarıldı. Bu süreçte Öcalan sürekli 
iyi polisi, yapıcı rolü oynadı. Terör örgütünün diğer yöneticileri gerektiğinde kötü polis rolünü oynayarak Öcalan'ın ılımlı ve aranan lider kişi olarak sunulmasını sağladı. Halbuki sızan Şubat 2013 İmralı görüşmeleri ve son olarak Mart 2014'de sızan Öcalan'ın İmralı'daki diğer mahkumlarla görüşmelerindeki ifadeleri, Öcalan'ın ılımlı, barış yapıcı tavrının bir maske olduğunu, bunu görüşmelerde ve müzakerelerde karşı tarafı aldatmaya yönelik bir tavır olduğunu, Öcalan'ın hiçbir şeyden vazgeçmediğini göstermektedir.

PKK ile müzakerelerde garantör üçüncü şahıs arayışları devam etmektedir. Aslında garantörlük mekanizması tecrübe edilmiştir. Çünkü Oslo sürecindeki görüşmelerin üçüncü bir şahıs/devlet garantörlüğünde yapıldığı artık bilinmektedir. Bununla birlikte PKK tarafının şimdiki sözde çözüm sürecinin yürütülmesini takip edecek bir gözlem heyetinin de resmen kurulmasına yönelik talepleri vardır. Bu heyetin Meclis'ten temsilciler olabileceği gibi yabancı-uluslararası kuruluşlardan veya akil insanlar heyeti benzeri bir grup olabileceği bunun için de TBMM'den bir kanun çıkarılması istenmektedir. PKK tarafının ayrıca uluslararası bir gözlemci heyeti için de girişimleri vardır. AKP tarafının ise bu konuyu da yine elinde bir koz olarak tutarak iç politik gelişmelere bağlı olarak ele alması beklenmektedir. Oslo sürecinde garantör uygulamasını hayata geçiren tarafların müzakereler için de bir garantör mekanizmasında anlaşması hiç de uzak bir ihtimal değildir.

Tarihi vazifede(!) son viraj  

Türkiye'de 30 Mart'ta yapılan yerel seçimlerle birlikte PKK ile müzakerelerde son viraja girilmiş gibi gözüküyor. Bu müzakerelerin barış anlaşmasıyla 
sonuçlanabilmesi için Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin AKP'nin daha doğrusu Başbakan Erdoğan'ın istediği şekilde çözülmesi gerekmektedir. 2013 başında 
başlayan sözde çözüm süreci müzakereleri karşılıklı yoklamalar, PKK'nın terörist faaliyetlerini tehditlerini şantajlarını görmezden gelmeler, demokratik paketler 
içine sıkıştırılmış tavizlerle yerel seçimlere kadar getirildi. Ama Türkiye'nin iç siyasi ortamı PKK'nın beklediği bir barış anlaşmasının imzalanmasını henüz 
mümkün kılmamaktadır.

Fakat PKK'nın artan tehdit ve şantajları, dış baskılar bu sorunda Türk milletinin istemediği şekilde de olsa bir sonuca ulaşılmasını dikte etmektedir. 

Bunun perde arkasında da ABD'nin olduğu söylemek bir komplo teorisi değildir. ABD'nin Ankara'daki Büyükelçisi daha birkaç gün önce bu konuyu yapılması gereken bir "tarihi vazife" olarak tanımlamaktadır.[6] İlk başta tepki çekmesine rağmen bu tanımlamanın arka planında 1999'da Öcalan'ın neden ve hangi şartlarla Türkiye'ye teslim edildiğini açıklayan aynı büyükelçinin açıklamalarında yer almaktadır.[7] Yani daha Öcalan teslim edilirken bu tarihi vazife Türk 
hükümetlerine verilmiştir.

İşte öyle bir ortamda biraz da zamanlamanın dikkate alınmasıyla Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra (Öcalan'ın emriyle Başbakan Erdoğan'ın adaylığını destekleyecek PKK/BDP tabanı) PKK'nın beklediği yasal düzenlemelerde somut adımlar atılabilecektir. Bu süreç içinde yeni MİT kanunun çıkarılarak geç de olsa dolaylı yoldan müzakerelerin yasal güvenceye alınması, yeni MİT kanunun verdiği yetkilerle Öcalan'ın İmralı'da veya başka yerlerde PKK'nın diğer yönetici kadrolarıyla görüştürülmesinin sağlanması, Öcalan'ın ziyaretçi yelpazesinin (yabancı heyetler, gazeteciler vs) genişletilmesi, güneydoğuda fiili özerklik uygulamalarının genişlemesine ve derinleşmesine sessiz kalınması gibi uygulamalarla PKK'nın imzalı, resmi ve yasal bir metine yönelik baskılarının azaltılması sağlanabilecektir.

Sonuç

Türkiye 30 yıldır PKK terör örgütüyle mücadele etmektedir. 1999'a gelindiğinde PKK'nın lideri yakalanmış, yargılanmış, hapse atılmış, PKK askeri anlamda mağlup edilmiş, tükenmiş,  dağılma noktasına getirilmiştir. Ancak Türkiye'nin yanlış ve eksik sosyo-ekonomik politikaları ve PKK'yı taşeron olarak kullanan güçlerin hedefleri özellikle 2003 sonrasında PKK terör örgütünü yeniden sahneye çıkarmıştır. Ancak bu sefer terörün siyasallaşmasının ve PKK'nın bir direniş / isyancı örgüt kimliğine bürünmesinin önünü açan dışarıdan empoze edilen yöntemler Türkiye'nin terörle mücadelesinde uygulanmıştır.

2013 yılı başından itibaren PKK ile hükümet müzakere eder pozisyondadır. Bu durum PKK'nın terör örgütü kimliğinden kurtulup özgürlükler bağlamında mücadele eden bir direniş ya da isyancı örgüt algısını yaratmıştır. Etnik temelde farklı olduğunu iddia eden bir direniş ya da isyancı örgütle müzakere ettiğinizde de barış anlaşmasına giden yolda onların farklılığını ortaya koyacak bazı tavizlerin (özerklik, federal yapı, konfederasyon, merkezi yönetimde ve kurumlarında kotalar vs) verilmesi de kaçınılmaz olacaktır. Halbuki terör örgütüyle ve teröristlerle mücadele edilseydi onlarla müzakere edilmez tam tersine ya onları saklandıkları inde bulup işlediği suçların karşılığında ceza almaları için yargıya havale edersiniz ya da teslim olmazlarsa onları etkisiz hale getirirsiniz, taviz vermeniz söz konusu olmaz. Gerçek anlamda terörle mücadele için lütfen ABD'nin El Kaide ile mücadelesini inceleyiniz.

Diğer bir sonuç da 1984'te etnik bölücülük politikasıyla ortaya çıkan PKK sorununun her ne kadar devlet açısından terörle mücadele ediliyor PKK açısından da Kürtlerin hakları için mücadele ediliyor gibi sunulmasına rağmen bugün artık kişiselleşmiş bir mücadele altında yürüdüğünü söyleyebiliriz. O da Erdoğan ile Öcalan'ın mücadelesidir.  Erdoğan her ne kadar 11 yıldır Başbakan olmasına rağmen artık AKP ve hükümet denildiğinde Erdoğan tek başına anılmaktadır, partinin ve hükümetin yerel seçim propagandaları bile Erdoğan'ın resimleri, sözleri üzerinden yapılamaktadır yani parti ve hükümet Erdoğan'ın kimliğinde toplanmıştır. Her şey Erdoğan'ın Başbakan olması ve şimdi de Cumhurbaşkanı olması üzerine kişiselleştirilmiştir.  Diğer tarafta da ömür boyu hapse mahkum bir terörist hapishanede terörü sonlandırılabilecek, Kürtlerin haklarını savunabilecek tek kişi olarak sunulmaktadır. Halbuki sızan görüşme zabıtları ve PKK/BDP cephesinin talepleri bütün mücadelenin Öcalan'ın özgürlüne odaklandığını göstermektedir. Onun içindir ki süregelen ve artık son viraja giren 
müzakerelerin asıl hedefi Erdoğan ile Öcalan'ın hedeflerinin gerçekleşmesine göre şekillenecektir. Onun içindir ki hükümet ile PKK arasında yapıldığı iddia 
edilen müzakereler aslında Erdoğan ile Öcalan arasındadır ve muhtemel bir barış anlaşması da ikisi arasında olacaktır. Ama kişisel hesaplar üzerinden yapılacak 
devleti, rejimi şekillendirme gayretlerinin hem o kişilere hem de devlete ve topluma fayda sağlaması beklenemez. Ama şu bilinmelidir ki bu hiç de kolay bir 
viraj değildir. Türk milletinin senaryo üzerindeki farkındalığının artmasıyla birlikte bu son viraja girdiklerini düşünenlerin oradan istediklerini alarak çıkması da zora girecektir.

[1] "Çapulcudan özgürlük savaşçısına, terörden direnişe, direnişten bağımsızlığa; PKK terör örgütünün dönüştürülmesi", 27 Mayıs 2013, Cahit Armağan Dilek, 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/05/27/7012/capulcudan-ozgurluk-savascisina-terorden-direnise-direnisten-bagimsizliga-pkk-teror-orgutunun-donusturulmesi.i

Erişim tarihi 01 Nisan 2014.

 [2] "PKK'nın yeni stratejisi; adam öldürme, fikir öldür", Cahit Armağan Dilek, 21.yy Dergisi Kasım 2013 sayısı.


[3] RAND'ın bu konularda yayımladığı raporlar:

• Victory Has a Thousand Fathers: Sources of Success in Counterinsurgency,  Christopher Paul, Colin P. Clarke, and Beth Grill, (MG-964-OSD), 2010.

• Victory Has a Thousand Fathers: Detailed Counterinsurgenc, Case Studies, Christopher Paul, Colin P. Clarke, and Beth Grill, (MG-964/1-OSD), 2010.

• Paths to Victory: Lessons from Modern Insurgencies, Christopher Paul, Colin P. Clarke, Beth Grill, and Molly Dunigan, (RR-291/1-OSD), 2013.

• Paths to Victory: Detailed Insurgency Case Studies, Christopher Paul, Colin P. Clarke, Beth Grill, and Molly Dunigan, (RR-291/2-OSD), 2013.

• Counterinsurgency Scorecard: Afghanistan in Early 2013 Relative to Insurgencies Since World War II, Christopher Paul, Colin P. Clarke, Beth Grill, 
and Molly Dunigan (RR-396-OSD, 2013)

[4]From Stalemate to Settlement, Lessons for Afghanistan from Historical Insurgencies That Have Been Resolved Through Negotiations, Christopher Paul and Colin P. Clarke, 2014.

[5] "İşte İmralı görüşmesinin tutanaklarının tam metni", 28 Şubat 2013, 
http://t24.com.tr/haber/iste-imralidaki-gorusmenin-tutanaklari/224711
Erişim tarihi 07 Nisan 2014.

[6] "Ricciardone'den önemli açıklamalar", 07 Nisan 2014, 
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26165895.asp. Erişim tarihi 07 Nisan 2014.

[7] ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricardione Mayıs 2011'de 32.Gün programındaki röportajında "Öcalan'ın yolda ölmemesi, doğru bir dava görmesi, Kürt sorununda 
önemli adımlar atılması, idam edilmemesi" koşulların olduğunu doğruluyordu. “Öcalan'ı biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık”,         
Gazetevatan, 
 http://haber.gazetevatan.com/ocalani-biz-teslim-etmedik-turkiyenin-isini-kolaylastirdik/377067/1/gundem, 
(13.05.2011). Erişim tarihi 07 Nisan 2014.

..