Mehmet Ali Güller etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehmet Ali Güller etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Eylül 2020 Pazar

Bağdat’taki Bölge fotoğrafı

Bağdat’taki Bölge fotoğrafı



Mehmet Ali Güller

22 NİSAN 2019 PAZARTESİ

CUMHURİYET



Bölgemizde iki temel karşıtlık var: 

1. Türkiye-Suriye karşıtlığı. (Bunu AKP’nin Esad karşıtlığı diye okumak daha doğru.) 

2. İran-Suudi Arabistan karşıtlığı.

Kuşkusuz bölgesel politikalar açısından temel olmamakla birlikte Türkiye’nin İran’la, İran’ın Irak’la, Irak’ın Kuveyt’le, Kuveyt’in Suudi Arabistan’la karşıtlıkları da var elbette... 

Ancak belirleyici olan bu iki karşıtlıktır, zira bu karşıtlıklar aynı zamanda ABD emperyalizminin bölgemize yönelik planlarında yararlandığı bir zemindir.

Emperyalizmin istemediği fotoğraf

Geçen hafta bu iki karşıtlığa rağmen, çok anlamlı bir “bölge fotoğrafı” ortaya çıktı: Bağdat’ta düzenlenen “Irak’a Komşu Ülkeler Parlamento Başkanları

Zirvesi”nde Irak, Türkiye, Suriye, İran, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Ürdün yetkilileri bir araya geldi! (İran’ı Şûra Meclisi üyesi Alaaddin Brocerdi temsil ederken, diğer tüm ülkeler Meclis başkanlarınca temsil edildi.)

Zirvenin sonuç bildirgesinde “Irak’ın istikrarı bölgenin istikrarı için gereklidir” denildi. 

Çok doğru... 

Irak’ın istikrarı Suriye’nin istikrarıdır; İran’ın istikrarı Türkiye’nin istikrarıdır, Ürdün’ün istikrarı Suudi Arabistan’ın istikrarıdır vb.

Ülkenizde istikrar ve barış, komşularınızda istikrar ve barıştır; aynı zamanda komşularınızda istikrar ve barış, ülkenizde istikrar ve barıştır.

İktidarların çıkarları, ABD’ye zemin sağlıyor

Peki bu fotoğraf, yukarıda belirttiğimiz iki temel karşıtlığın ortadan kalktığı anlamına mı gelir? Elbette hayır. Ancak uygun şartlarda kalkabileceğinin de işaretidir. 

Örneğin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşen (16.4.2019) İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in “bu görüşmeyle ilgili Erdoğan’a rapor sunacağını”

söylemesi ve ardından Erdoğan’la bir araya gelmesi (17.4.2019) oldukça önemlidir. 

Ankara’nın Şam’la anlaşması ve ardından Ankara, Şam, Bağdat, Tahran dörtlüsü arasında bir bölgesel ittifak zemini oluşması, örneğin Suudi Arabistan’ı dizginleyecektir!

Bölgesel istikrar ve barışın önündeki engel tek tek ülkelerin çıkarları değil, iktidarda kalma çıkarını ülkenin çıkarının önünde gören yöneticilerdir!

Bölgemizin asıl sorunu budur ve ABD emperyalizmi, işte bu sorunu kullanarak bölgede etkinliğini sürdürebilmektedir! 

Somut söylersek... 

Örneğin ABD’nin “İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıma” hamlesinde Suriye’de Esad karşıtı konumlanan Türkiye ve Suudi Arabistan’ın, hatta

Ürdün’ün sorumluluğu yok mu? Elbette var! 

Örneğin Irak’taki istikrarsızlıkta belli ölçülerde İran ve Türkiye’nin sorumluluğu yok mu? Elbette var! 

Uzatmayalım, önemli olan yukarıdaki fotoğrafı bir bölgesel istikrara nasıl dönüştüreceğimizdir.

Bölgenin düğümü: Ankara-Şam ilişkisi

Ankara-Şam ilişkisi burada kritik düğümdür. Ankara ile Şam anlaştığı anda Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında kritik bir işbirliği oluşur. Bu dörtlünün yan yana gelmesinin önemini somut örneklerden verelim: 

ABD’nin Irak’a saldırısına Suriye karşı çıkmıştı, Türkiye katılmamış ama karşı çıkmamıştı, İran ise sessiz kalmıştı. ABD’nin Suriye’ye saldırısına ise

İran eylemli olarak karşı çıkmış, Irak karşı çıkmış ama tersine Türkiye ABD’nin yanında yer almıştı. 

Buradan çıkarmamız gereken sonuç şudur: ABD’nin bu dört ülke üzerindeki hamlelerini durdurabilmenin öncelikli yolu, dört ülkenin ittifakıdır!

Dört ülkenin işbirliği, ABD’nin inşa ettiği İran karşıtı cepheyi de bölecektir. ABD İran’a karşı hem Arap NATO’su kurmakta hem de Mısır destekli Suudi-İsrail ittifakı oluşturmaktadır. 

Ankara, Tahran, Bağdat, Şam işbirliği, öncelikle Mısır’ı bu girişimin dışında kalmaya itecektir. Mısır’sız Suudi Arabistan- İsrail ittifakı ise işlevsiz olacaktır.

Sonuç olarak, Ankara ile Şam’ın anlaşması, bölgenin istikrarı için başlama noktasıdır.


https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mehmet-ali-guller/bagdattaki-bolge-fotografi-1356761


***

11 Ekim 2017 Çarşamba

MOSKOVA’NIN BAŞARISI: ANKARA’DAN SONRA RİYAD DA ASTANACI OLDU

MOSKOVA’NIN BAŞARISI: ANKARA’DAN SONRA RİYAD DA ASTANACI OLDU



Mehmet Ali Güller
7 Ekim 2017
ABC Gazetesi


Suudi Arabistan Kralı Selman’ın Moskova ziyareti, Rusya’nın Suriye sahasındaki ikinci büyük kazanımının işaretlerini verdi.
Birincisi Türkiye’ydi. Moskova sahada Atlantik kampı içinde Esad’a karşı konumlanan en önemli kuvvet olan Türkiye’yi, Türkiye’nin de manevraya ihtiyaç duyduğu bir zamanda yanına çekti.
Bu durum sahada üç ciddi sonuç yarattı:
1- Sahada ABD cephesini zayıflattı ve Türkiye-Suudi Arabistan-Katar üçlüsünü bozdu.
2- Cenevre sürecinin tam karşısına Astana sürecini koydu.
3- Esad’ın Halep’i almasını ve kuzeye doğru yönelebilmesini sağladı.
Kuşkusuz henüz Ankara-Şam anlaşmasının olmamasından kaynaklanan sıkıntılar sürmekte, AKP hükümetinin iki tarafla da iş tutmayı esas alan ikircikli çizgisi süreci geciktirmektedir. 
Bu ise en çok PYD’ye yaramaktadır!

RİYAD 3 CEPHEDE SIKIŞTI
Ankara’nın Moskova desteğiyle Suriye’deki pozisyonunu değiştirmeye başlaması, sahada en başından beri var olan Türkiye-Suudi Arabistan-Katar üçlü cephesini de böldü. Bunun pratikte sahada desteklenen örgütlerin ayrışmasına kadar varan yansımaları oldu.
Şimdi Moskova, tam da Ankara’nın ihtiyaç duyduğu türden bir manevraya ihtiyaç duyduğu anda, Riyad’a da el uzattı. Riyad’a Yemen konusunda bir jest yaparak Kral Selman’ın Moskova’ya gelmesini sağladı. Rusya, Riyad’ın desteklediği Yemen yönetiminin Moskova’ya atamaya çalıştığı üç ismi de reddettikten sonra, dördüncüyü onaylayarak bu jesti yaptı.
Evet, Riyad üç büyük sorunla karşı karşıyaydı:
1- savaş ilan ettiği Yemen’deki tıkanma ve işin içinden çıkamaz durumda olması.
2- körfez krizi. Suudi öncülüğündeki Körfez ülkelerinin Katar’ı hedef alması umulan sonuçları doğurmadı, tersine hem Riyad’ın hem de Doha’nın Washington’dan yüklü silah almasıyla sonuçlandı. Dahası Pentagon krizden sonra Katar’la askeri tatbikat yapmışken, diğer körfez ülkeleriyle yapacağı tatbikatları krizin sürmesini gerekçe göstererek erteledi. Ve en başında açıkça Riyad’ı destekleyen ve Doha’yı uyaran Trump yönetimi, şimdi Doha’ya yönelik Riyad öncülüğündeki yaptırımların son bulmasını istiyor.
3- Diğer yandan ABD’nin sırf Rusya’yı sıkıştırabilmek için petrol fiyatlarını Suudi Arabistan faktörüyle düşük tutma politikası, Moskova’dan önce Riyad’ı vurdu. Öyle ki geçen sene Suudi Arabistan en sonunda Rusya’yla düşük fiyata karşı anlaşmak zorunda kaldı.
İşte Kral Selman’ın Rusya ziyareti bu şartlarda gerçekleşti.

RİYAD’DAN ASTANA SÜRECİNE DESTEK İLANI

Peki Kral Selman’ın Moskova ziyaretinden somut neler çıktı?
Öncelikle belirtelim: Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil El Cubeyr’in, ülkesinin Moskova ile ilişkilerinin “tarihi anı” yakaladığını ilan etmesi karşılıklı kazançların seviyesine işaret etmektedir.
Zira toplamda değişik alanlarda 14 önemli anlaşma imzalanmıştır. Ancak asıl önemlisi şu iki gelişmedir:
1- Riyad, Moskova’da Astana sürecini desteklediğini ilan etti.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov “Putin ve Kral Selman Suriye konusunda anlaştı” derken, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil El Cubeyr “Astana sürecine ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne destek verdiklerini” açıkladı.
Böylece Moskova, Ankara’dan sonra Riyad’ı da karşı cepheden söküp almış oldu!
2- Diğer yandan Türkiye’den sonra Suudi Arabistan’ın da Rusya’dan S-400 alabileceği gündeme geldi.
Bu konuda henüz bir netlik olmasa da, konunun masaya gelmiş olması çok çok önemli. Zira Suudi Arabistan büyük silah üreticileri açısından çok değerli bir müşteridir.

DİPLOMASİ ÖRNEĞİ: MOSKOVA’NIN KÖRFEZ’DEKİ TUTUMU

Bitirirken, büyük devletlerin nasıl diplomasi yürüttüklerini anlamak açısından Moskova’nın körfez krizine yaklaşımına bakalım. Zira Kral Selman’ın Moskova’ya gelebilmesini, biraz da o krizdeki Moskova tavrı belirlemiştir.
Riyad öncülüğündeki Körfez ülkeleri Katar’ı hedef aldığında ne olmuştu? Başta ABD olmak üzere Almanya hariç neredeyse tüm Batı kampı Suudileri desteklemiş ve Katar’a cephe almıştı. Türkiye ise herkesten önce, gaz sahası ortağı İran ve ticaret partneri Almanya’dan önce Katar’a destek vermişti.
Rusya ise ne müttefikleri İran ve Türkiye gibi hızla Katarcılık yapmış, ne de Batı’ya uyup Suudicilik yapmıştı. Tarafsız kalmış, tarafları sükunete davet etmiş, iki tarafla da “barışma” hedefli temaslar yürütmüştü.
Peki ne oldu? Başta Suudicilik yapan ABD Katar’a destek vermeye başladı ama bu iki farklı konumlanışında da büyük silah satışlarıyla kazanç sağladı. Katar’a herkesten önce destek veren ve asker gönderen Türkiye ise diğer ülkeler krizden kazançlar elde ederken, kazansız ortada kaldı.
Rusya ise “tarafsız ve barışçı” pozisyonu ile orta ve uzun vadeli diplomatik başarı kazandı, şimdi tek tek ülkeleri bölgedeki saflaşmada bölge cephesine kaydetmeye çalışıyor…



***

8 Eylül 2015 Salı

ERDOĞAN’IN ABD’YE ÇIPALI FELSEFESİ



ERDOĞAN’IN ABD’YE ÇIPALI FELSEFESİ



Daha önce Batı’ya seslenen ve “NATO’nun Libya’da ne işi var” diye rest çeken Başbakan Erdoğan, alışılageldik bir şekilde yine çark etti. Erdoğan, NATO Libya konusunda devreye girecekse Türkiye’nin bazı şartları olduğunu belirtti: “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir. Yer altı kaynaklarının, zenginliklerinin birilerine dağıtımı için değil. Libyalı kardeşlerimiz, güçlü, istikrarlı, huzurlu bir geleceği inşa etmek için her türlü imkâna sahipler. Libya halkına bu fırsat tanınmalı, operasyon işgale dönüşmeden, Libyalıların kendi kararlarını vermeleri için fırsat tesis edinmelidir”.
LİBYA AÇILIMI
Öncelikle Başbakan Erdoğan’ın oldukça felsefi olan bu “Libya Açılımı”nı üç adımda anlamaya ve kavramaya çalışalım:
1.. Görülmüştür ki, Erdoğan “NATO’nun Libya’da ne işi var” dediğinde, aslında rest çekmemiş, tersine gayet normal bir soru sormuş. Ve Erdoğan, bu sorusuna yanıtını da şimdi vermiştir ve demiştir ki, “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir”.
2.. Erdoğan’a göre NATO bir tespit ve tescil kurumuymuş. NATO Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tescil için oraya girmeliymiş. Ki anımsayınız, Başbakan Erdoğan, daha önce de NATO’yu Kuzey Irak’a davet etmişti. Demek o zaman da, NATO’yu, Kuzey Irak’ın Irak’a değil, Kürdistan’ın Kürtlere ait olduğunu tespit ve tescil etmesi için davet etmiş! Ki Erdoğan, 1 Mart 2003 öncesi de, yine NATO’yu, yani ABD ve İngiltere’yi, Türkiye’nin güneydoğusuna yerleştirmek için TBMM’de milletvekillerine baskı uygulamıştı. Acaba o zaman NATO (ABD-İngiltere) neyi tescil edecekti?
3.. Erdoğan’a göre NATO’nun operasyonu işgale dönüşmemeliymiş. İşte burası Libya Açılımı’nın en önemli noktasıdır. Bu noktayı en iyi anlayan Kemal Kılıçdaroğlu, Batı’nın Libya’ya müdahalesini ve AKP’nin tutumunu doğru bulduğunu söylemiş ve “yapılan operasyonun, kan dökülmeden gerçekleşmesini istiyoruz” demişti. Anlaşılıyor ki, kan dökmeyen ve işgale dönüşmeyen tipteki bir operasyon, olabiliyormuş(!)
ERDOĞAN’IN “U” DÖNÜŞLERİ
Şimdi gelin Erdoğan’ın, Libya’ya NATO müdahalesiyle ilgili bu iki açıklamasını, geçmişteki açıklamalarını anımsayarak, birlikte değerlendirelim:
Erdoğan Davos’ta “one minute” demiş ve Şimon Peres’in şaşkın bakışları arasında “bir daha da Davos’a gelmem” diyerek salonu terk etmişti. Erdoğan diğer salona geçtiğinde, “Ben one minute’i Peres’e değil, moderatöre dedim” demişti! “Bir daha da Davos’a gelmem” diyen Başbakan Erdoğan, iki yıl sonraki Davos’a katılmıştı!
Başbakan Erdoğan, Genel Sekreterliği gündeme gelen eski Danimarka Başbakanı Rasmussen’e “Danimarka’da Müslüman karşıtı karikatürlere engel olmadığı” için karşı çıkmıştı! Rasmussen, bir hafta sonra NATO Genel Sekreteri olduğunda, Başbakan Erdoğan “istediğimizi aldık” demişti!
NATO’nun Lizbon Zirvesi öncesinde, füze kalkanıyla ilgili şart koşan(!) Başbakan Erdoğan, “komuta bizde olacak” demişti. Erdoğan, zirveden sonra yaptığı ilk açıklamada, “komuta NATO’da olmalıdır” demişti!
Örnekleri artırmak mümkün…
EKSEN KAYMADI
Erdoğan’ın açıklamalarını doğru okuma kılavuzunun başına, mutlaka iktidarını Washington’a borçlu olduğu maddesini ve BOP Eşbaşkanı olduğu maddesini ekleyiniz.
Aksi takdirde “eksen kaydı” sanıp, Kılıçdaroğlu gibi gidip Erdoğan’ı Brüksel’e şikâyet edersiniz!

Mehmet Ali Güller
21 Mart 2011
http://maliguller.blogspot.com.tr/2011/03/erdoganin-abdye-cipali-felsefesi.html

..

19 Şubat 2015 Perşembe

AÇILIMIN GİZLİ TARİHİ


AÇILIMIN  GİZLİ  TARİHİ 





Mehmet Ali Güller 

20 Ekim 2011 tarihinde TBMM’de “terör” konulu bir kapalı oturum yapılmıştı. 
Ağzından “milli irade” lafını düşürmeyen AKP yönetimi, Türkiye’nin bu en önemli sorununu milletten gizleyerek konuşmuştu! 
Peki ne konuşulmuştu? 
O günkü Aydınlık gazetelerini okuyanlar anımsaycaktır: Aydınlık “açık kaynaklara” ve Açılım’ın asıl sahibi olan ABD’li Kürt uzmanlarının raporlarına 
bakarak, Türkiye’nin 25 eyalete bölünmesi, özerklik, Öcalan’ın durumu gibi konuların masada olduğunu yazmıştı.Artık o kapalı oturumda ne  konuşulduğu daha da somutlandı. CHP Milletvekili Engin Özkoç, 10 yıl boyunca gizli kalması gereken o kapalı oturumda TBMM’ye gelen PKK  şartlarını suç olmasına rağmen açıkladı, iyi de etti.PKK 20 Ekim 2011’de TBMM’ye 6 şart koymuştu: 

1) Türkiye’nin 25 eyalete bölünmesi. 
2) Öcalan’ın serbest bırakılması. 
3) Özerklik koşullarının gündeme getirilmesi. 
4) Eyalet başkanlarının TBMM’ye getirilmesi. 
5) Özerklik hakkının saklı kalması. 
6) Her eyaletin kendi özerk güvenlik güçlerinin olması.



PKK’NİN 6 ŞARTI NE DURUMDA?

Peki PKK’nin TBMM’ye sunduğu bu 6 şart ne durumda?AKP Hükümeti, Türkiye’nin idari yapısını eyalet modeline geçirebilmek için çok uğraştı ama 
Türkiye’nin milli kuvvetlerini tam aşamadı. Eyalet yerine “kalkınma ajansı” modeliyle bir geçiş uygulayabildi.Türkiye, 25 ayrı kalkınma ajansına 
bölünmüş durumda! Fırat Kalkınma Ajansı, Dicle Kalkınma Ajansı, Serhat kalkınma Ajansı gibi...Daha da önemlisi, örneğin Doğu Anadolu  Kalkınma Ajansı’nın Ankara’nın yerine Barzani yönetimiyle sınır kapısı açılabilmesi gibi anlaşmalar imzalayabilmesidir!

Özerkliğe gelirsek: 

BDP Öcalan’ın talimatıyla 14 Temmuz 2011’de “demokratik özerklik” ilan etti. Özerkliğin sahası, AKP’nin 25 kalkınma ajansına böldüğü Türkiye’nin 7
kalkınma ajansına denk geliyor.
PKK, özerkliğin fiiliyata geçebilmesi için de pilot bölge uygulaması başlattı. 
Cizre o pilot bölgelerin başındadır.
Özerk güvenlik güçleri mi? 
PKK, pilot bölgelerde asayiş birimleri, karakollar kurarak hayata geçirmeye çalışıyor. 
Yol kesip ehliyet soran PKK birimleri artık sıradan haberler kategorsinde.
Öcalan’ın durumu mu? 
İmralı’da kendisine yeni bir villa yapıldı, yerleşmek üzere. 
AKP kendisine sekreterya kuruyor. 
Öcalan istediği zaman MİT’in Bursa’daki yerine gidebiliyor ya da yatla Marmara’da özel görüşmeler yapabiliyor. 
Şimdi de sağlık gibi gerekçelerle adım adım serbest bırakılmasının yolu yapılıyor.

AÇILIM 12 MART 2003’TE BAŞLADI.

Açılım’ın hep 2009’da başladığını varsayıyoruz. 
Oysa AKP sandıktan çıkarıldığı gün Açılım başladı! 
Zira AKP, Adalet ve Kalkınma Partisi değil, 
Açılım Partisi’dir!
Daha ilk AKP Hükümeti, yani Abdullah Gül’ün başbakan olduğu ilk hükümet başlatmıştır Açılım’ı. 
ABD, Öcalan’dan alınan 12 Mart 2003 tarihli “Biat mektubuyla” başlattı Açılım’ı...
Başbakan Abdullah Gül, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, 
Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, o mektuba dayanarak 
“PKK’yi Dağdan indirma planı” adı altında Açılım’ı “Kamuoyuna açıklanmadan” başlattı!
2003-2005 tarihleri arasında Öcalan’ın Erdoğan’a yazdığı mektuplar ve 2005 yılında MİT Müsteşarı Emre Taner aracılığıyla yapılan müzakereler 
sonrasında, Erdoğan 2005 Ağustos’unda Diyarbakır Açılımı’nı başlattı!2006’da Murat Karayılan’ın Erdoğan’a, 
Öcalan’ın Bülent Arınç’a mektup yazması ve AKP’nin Sabri Ok’la görüşmesi gibi gelişmeler sonucunda  
Ekim 2006 tarihli AKP-PKK seçim anlaşması yapıldı!2008 Oslo süreçlerine, 2009 Kürt Açılım’larına ve son olarak 2013 Öcalan Açılım’larına 
böyle adım adım gelindi. Merak edenler bu ayrıntıları Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Hükümet-PKK görüşmeleri” isimli kitabımdan okuyabilirler.
KRİTİK 2015Önümüzdeki seçime giden 6 ay, Türk ile Kürt’ü ayrıştıran ve Kürt’ü bölgede ABD’nin BOP planlarına kurşun yapan bu Açılımlar 
akımından kritik önemdedir. AKP’nin başkanlık sistemiyle yönetilen bir Türk-Kürt federasyonu için ABD’yle yaptığı ilk anlaşmanın hayata 
geçirilmesi çabaları, 2015’in en önemli konusu olacaktır.Ancak bölgesel koşulların değişmesi, sorunun Açılımcılar lehine değil, 
Türkiye ve bölge lehine çözümünü dayatmaktadır.Bu nedenle yılın son yazısında yeni yılınızı kutluyor ve 2015’in bu en önemli mücadelesi için 
şimdiden hepimize başarılar diliyorum!

http://www.aydinlikgazete.com/m/?id=57992&t=makale