4 Aralık 2014 Perşembe

Sahte Kahramanlar Galerisinde Bir Şımarık Subay Kızı..,





Sahte Kahramanlar Galerisinde Bir Şımarık Subay Kızı.., 

( SULÜETİMİZİ MORARTAN HABER )





Emekli Orgeneral Ergun Saygun'un Balyoz davasından aldığı cezanın infazının "sağlık sebebiyle" ertelenmesi, siyasi ve magazin boyutuyla bir hayli yankı buldu.

İstenen de zaten buydu. Olayın, kamuoyunun zihnine siyasi bir projeksiyon olarak yerleştirilmesinde Tayyip Erdoğan her zamanki gibi başrolü üstlendi.

"Magazin" boyutunda ise Ergun Saygun'un kızı, rolü kimselere kaptırmadı.


Ergenekon ve Balyoz davaları, özü itibarıyla zaten bir sahne tasarımından ibaret. Usta işi sahne dekorunun önünde rol yapanların "yaratıcılığı" ise giderek alkışlanacak bir zenginliğe ulaşıyor.

Sahnenin bir tarafından "sanık" olarak girip, diğer tarafından "gizli tanık" olarak çıkabildikleri gibi,

"Darbelerle mücadele eden cesur siyasetçi" kostümüyle işe başlayıp, "Haksız tutukluluklara isyan eden vicdan sahibi Başbakan" kostümüyle devam edebiliyorlar.

Ne yapsalar, kendilerini alkışlayacak bir seyirci bulmakta sıkıntı yok nasılsa...

Ergun Saygun meselesinin siyasete ve magazine tahvil edilmesinde Tayyip Erdoğan ve Ece Saygun iyi iş çıkardılar.
 Kendilerini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. Tabii medya olmasa, bu başarı taçlandırılamazdı; bu vesileyle medyayı da hararetle tebrik ediyor ve saygılarımızı sunuyoruz.

Hint melodramına çevrilen bu olayda, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin mağduru olmuş kesimlere mensup kimi şahısların naifliği, öngörüsüzlüğü, boş kafalılılığı ve ahmaklara özgü duygusallığı ise ayakta alkışlanacak kıvamdadır.

Tabii, "insani asgari müşterekte buluşmak" adı altında, genel af sürecinin altına odun süren "ulusalcı kesim" görevlilerinin durumunu ayrı ele alacağız..

"Ece Saygun, babasına düşkün bir kız çocuğu. Ziyaret konusunda asıl Tayyip Erdoğan'ı eleştirmek lazım"

diyenlerle başlayalım:

Ergun Saygun'un kızını eleştirenler sanki Tayyip Erdoğan'ı eleştirmiyormuş gibi bir çarpıtma var bu yaklaşımda. Tayyip Erdoğan'ı eleştirme konusunda kendimizi kanıtlamaya girişecek değiliz; kaldı ki lütfedip kabul ederlerse, bu konuda Tayyip Erdoğan'ı değil, Ece Saygun'u eleştireceğiz.

Çünkü Tayyip Erdoğan bu sürecin başından sonuna kadar siyasi rolü üstlenmiş bir baş aktördür.


Dün, meydanlarda çıkıp yargılanması devam eden askerler hakkında "Ülkeyi kana bulayacaklardı" diye bağırırken de vazifesini yapıyordu, bugün "Komutanlarımız haksızlığa uğradı, savaşa gönderecek asker bulamıyoruz" derken ve Ergun Saygun'u ziyaret edip elini tutarken de görevini yapıyor.

İki tavır arasındaki farkı ve çelişkiyi, "Vicdanı en sonunda harekete geçti" veya "Biz kazandık, pes ettiler; şimdi kaçacak delik arıyor" şeklinde okumak ise bir zekâ sorunudur.

"Ece, küçük bir kız çocuğu" şeklinde söze başlayıp, konuyu Tayyip Erdoğan'ın "insaniliğine", "nezaketine" getirenler ise ya olayları okuyamayan sıfır numara salak, ya da Atatürkçü-ulusalcı kesimi "barış ve genel af" sürecine monte etme operasyonunda görev üstlenmiş vazifelilerdir.

Kimsenin vicdanı harekete geçmiş filan değildir. Pes eden de yok. "Barış" fotoğrafına sizi de monte etmeye çalışıyorlar hepsi bu. Bunu yaparken de hiç bir engelle karşılaşmıyorlar sayenizde.

Rütbesi itibarıyla, Türk Ordusu'nu temsil etmek konumunda bulunan, en azından yurtsever kesimlerce böyle algılanmak istenen bir askerin kızından ciddi ve dik duruş beklemek, çok şey mi istemektir?

Lafı bu kadar dolandırmaya hiç gerek yok aslında, onurlu olmak bir bakıma kolaydır.

"Sayın Başbakan görüşmek istiyor"

şeklinde bir telefon aldığınızda,

"Kusura bakmayın, babamın getirildiği noktada Sayın Başbakan ile paylaşacak bir durum göremiyoruz"

deyip, telefonla görüşme talebini geri çevireceksiniz.

Emri vâki yapıp hastaneye geldiğinde ise bırakın binanın dışına kadar çıkıp karşılamayı, yoğun bakım odasının kapısına yatıp

"Babam kimseyle görüşemez, hele de kendisini bu hale getirenleri karşısında görürse sağlık durumu iyice kötüye gidebilir"

diyeceksiniz...

Bunları yapacak cesaretiniz, basiretiniz, karakteriniz yoksa; hiç değilse yoğun bakımda tamamen steril şartlarda tutulmak durumunda olan babanızın odasına fotoğrafçısıyla, korumasıyla dalınmasına "sağlık sebebiyle" karşı çıkacaksınız.

Buna izin veren hastane yetkililerinden hesap soracaksınız.

Sonra da aşağıya inip sizden ne istendiğini ve sizin ne cevap verdiğinizi basına anlatacaksınız...

Aşağıdaki sorunun cevabı Ece Saygun'da var mı...

Allah korusun, babası ameliyattan sağ çıkamasaydı ..

O zaman da, Tayyip Erdoğan'ın cenazesine katılmasına izin verecek miydi?


Dedik ya onurlu ve dik durmak bir bakıma kolaydır.

Siz ne yaptınız?

Daha dolaşık yollara saptınız.

İpe sapa gelmez açıklamalarda bulundunuz. Sevindirik oldunuz,

"Kadir Topbaş öyle bir çiçek gönderi kiiiii!! Yatarım üstüne, babama da vermemmmm!"

şeklinde şımarık tweetler attınız.

Bu önemli sınavı şımarıkça elinize yüzünüze bulaştırmanızı eleştirenlere, sizin adınıza utananlara yüklenmeye kalkıştınız.

"Tahliye zaferi, Ece'nin sosyal medyada başlattığı mücadelenin sonucudur"

lafı da koca bir yalandır, propaganda ürünüdür haberiniz olsun.
 Eğer bu projeye denk düşen bir konumda olmasaydınız, kıçınızı yırtsanız yok sayılırdınız haberiniz olsun.

Kuddusi Okkır'ın eşinin çırpınışı kimin umurunda oldu?

Hiç kimsenin.. Neden? Çünkü bu hazin ölümün konjonktür itibarıyla "siyasi bir değeri" yoktu.


Hakkında gözaltı kararı çıkınca yurtdışındaki görevinden izin alıp teslim olan ve Silivri'den cenazesi çıkan Kâşif Kozinoğlu da "konjonktürü" kaçıranlardandı. İnsan, şöyle "genel af"ve "yeni anayasa" sath-ı mailine girilmişken ölür, öyle değil mi?

Neymiş, "Herkes susarken, Ece cesaretle tweet yazmış", onun için kendisini eleştiremezmişiz!

Kim susmuş?

Ergenekon soruşturmaları ne zaman başladı?

2007'de..

Ece Saygun, ne zaman "tweet mücadelesi" başlattı?

2012'de!

Kuddusi Okkır ölürken babası ve Ece'si neredelermiş diye sorarız...


Nerede olduklarını söyleyelim.

Baba, Genelkurmay Karargâhında ABD'ye yakın gazetecilerden Aslı Aydıntaşbaş'a kivi ikram ediyor, kızı da yurtdışında tatlı hayat yaşıyordu.

(Bkz: Aslı Aydıntaşbaş : Ankara'da Bir Kolonoskopi Uzmanı)

Ergenekon sürecini başlatanlar, sayacı sıfırladı ve "mücadele" Ece'nin "tweetleriyle", "haksızlığı giderme sürecini de" Tayyip Bey'in "Komutanlarımıza haksızlıklık yapılıyor"açıklamasıyla başlatıldı.

Şimdi, koskoca bir toplumu aptal yerine koyanlar, bizleri de "insani asgari müştereklere taş koyan, arıza insanlar" ilan etmeye kalkışıyorlar.

Hastane ziyaretinin samimi yurtseverler ve muhalifler nezdinde yarattığı büyük rahatsızlığı Odatv gibi süreçte aldığı rol artık ifşa olmuş mecralar vasıtasıyla bastırmaya çalışıyorlar...

Neymiş?

"Kalemşörlük" yapıyormuşuz..

"Biz hiç babamızı özlemiş miyiz?"

"Oturduğumuz yerden yazıyormuşuz.."


O "kalemşörlük" lafını kol böreği yapıp yediririz adama..

"Siz hiç babanızı özlediniz mi?"

şeklindeki romantik züppeliklerinizi de süreçte rol kapma azminizin dizi film safhasına saklayın.

Bir evladın babasının sağlık durumundan endişe duymasına, bunun için mücadele etmesine söz söyleyen yok burada.

Mercimek kadar beyninizle olmayan poziyonlar üretip, ileride milletvekili olma hayallerinize bizi alet etmeye kalkışmayın.

Türk Milleti, terör örgütüyle eşitlenmeye çalışılan ordusunun tutuklu- tutuksuz askeriyle, oğlu, kızı, anası, danasıyla dik durmasını istiyor.

Celladın önünde eğilmemesini, hesap soracak cesarete sahip olmasını istiyor.

Türk Ordusunu temsil konumunda bulunan komutanların, evlatlarını "sosyal medya" züppeleri olarak değil; bilinçli, cesaretli, akıllı yurttaşlar olarak yetiştirmelerini istiyor.

Çakalın önünde düğme iliklemesinler istiyor..


O bakımdan kimse, orta yaşı geçmiş 35 yaşındaki bir kadını "zayıf omuzlarında yük taşıyan kız çocuğu" ilan edip şımarık subay kızlarından "kahraman" yaratmaya kalkışmasın.

Esas o "zayıf omuzlar" böyle sahte bir kahramanlığı taşıyamaz.

Taşıyamadı nitekim...

Ne demiş Ece Saygun, Odatv'ye yaptığı açıklamada:

"Bilemiyorum, benim de kafamda bu soru gidip, geliyor. Yaşanan hukuksuzluklar, adaletsizlikler babamın üzerinden çok gün yüzüne çıktı. Herkeste, "bu kadar da olur mu ya" duygusu yarattı. İlk kez herkes insani ve vicdani bir noktada buluştu. Belki ondandır!..”

İstenen tam da buydu işte.

"Herkes insani ve vicdani bir noktada buluştu"

dedirtmek..

Hakikaten, "Bu kadar olur mu ya"?

Ece Saygun böyle bir açıklama yapmasa, hem de bu açıklama Odatv'ye yapılmasa şaşardık zaten..

Geçiş sürecinin aktör ve aktrist kadrosu hazır.

Birinci şart,
 cezaevinden çıkar çıkmaz Ayşe Arman'ın kucağına oturup sıska kıçınızla şuh kadın pozu vermek,

İkinci şart, cezaevinden çıkar çıkmaz, "davet üzerine" ABD Büyükelçiliği'nin resepsiyonuna koşmak,

Üçüncü şart, "Öcalan şu anda hangi kitabı okuyor" şeklinde teröristi meşrulaştırıcı haberler yapmak, "Siz hiç babanızı özlediniz mi" şeklinde yazılarla ucuz devrimci romantizmine yatmak..

Dördüncü şart, bütün turuncu devrimlerde olduğu gibi mücadeleyi "sosyal medya" boyutunda sürdürmek.."Babammm yaa..Öptüm yaa!!" şeklinde cıvıklılar yapabilmek..

Ayşe Arman'ın tornasında şekil aldıktan sonra bu aşamalardan geçmemek imkansızdır.

Onun için dedik size, Ayşe Arman bu sürece bilinçli olarak dahil edilmiştir. Ergenekon sanıklarını magazinleştirerek karamelize edecekler, sonra da 'barış sürecinde' rol verecekler" diye..


Bundan sonraki vazifenizi de yazalım:

Tayyip Erdoğan ile "insani noktada" buluştuktan sonra, bu kirli işbirliğine karşı çıkanlara ortak cephe alacaksınız.

Gücünüz yeterse şayet, bizleri neredeyse Ergenekon sürecinde yaşanan hukuksuzlukların, haksızlıkların, insanlık dramlarının sorumlusu;

yeni partneriniz Tayyip Erdoğan'ı da "bu zulmü ve haksızlığı durdurmaya çalışan adam" ilan edecekseniz..

Biz bu oyuna gelirsek tabii..

Dedik ya, "kalemşör" lafını kol böreği yapıp yediririz diye..


"Ziyaret meselesi, ulusalcıları birbirine düşürdü. Birbirimizi eleştirir konuma düşmek iyi olmadı"

diyenlere de bir çift söz söyleyerek bitiriyorum.

İyi olmadığı doğru..

Ama şayet, Tayyip Erdoğan'ın siyasi amaçlı bu ziyaretine fırsat verilmeseydi, böyle bir ayrılık da ortaya çıkmazdı.

Yani Ece Saygun'u kimse "Neden izin vermedin, Başbakan'a neden nezaketsiz davrandın" diye eleştiremeyeceğine göre, ikilik çıkmasının sorumlusu da bu basireti gösteremeyenler ve bu basiretsizliği "devlet terbiyesi" diye yutturmaya çalışanlardır...


http://www.guncelmeydan.com/pano/sahte-kahramanlar-galerisinde-bir-simarik-subay-kizi-fatma-sibel-yuksek-gurcihan-t33848.html


.


2 Aralık 2014 Salı

KAYBETTİĞİMİZ DEGERLERİ RAHMETLE ANIYOR MUMLA ARIYORUZ..





KAYBETTİĞİMİZ DEGERLERİ RAHMETLE ANIYOR MUMLA ARIYORUZ..


KADASTRO BAKANI VAR MI DÜNYADA..,  AMA BİZDE VAR
( ADAM  BAKIYOR' YA)
BAK   -    AN ..,    İŞTE     İSTERSEN KARŞILAMA..!!!!  


https://www.youtube.com/watch?v=IXyPukBu_TY#t=27   

BASBAKANA ACIK MEKTUP : DR. SUKRU M. ELEKDAĞ




BASBAKANA ACIK MEKTUP : DR. SUKRU M. ELEKDAĞ





SAYIN BAŞBAKAN R.T. ERDOĞAN’A
 “ BİZ HER TÜRLÜ MİLLİYETÇİLİĞİ AYAĞIMIZIN ALTINA ALAN BİR İKTİDARIZ ” 
ŞEKLİNDEKİ  İFADESİ NEDENİYLE AÇIK MEKTUP
 Dr. Şükrü M. Elekdağ <sukru@elekdag.com>
SUKRU ELEKDAG3
Sn. Başbakan, “ Biz her türlü milliyetçiliği ayağımızın altına alan bir iktidarız”  şeklindeki açıklamanız, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temelindeki Milli Mücadeleyi,  millet olarak varolma şuurunu  ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini  etkileyici bir nitelik taşıyor.
Bu önemi nedeniyledir ki, konuyla ilgili bazı hususları dikkatinize getirmeyi bir görev bildim.
Esasında  açıklamanız,  iki açıdan çok  talihsiz yorumlara yol açan  bir yaklaşımı yansıtıyor.
Birincisi, “her türlü milliyetçilik” ifadesi, Kurtuluş Savaşı’nda şahlanarak Anadolu’yu düşmandan arındıran  Türk milliyetçiliğini de kapsıyor.
Eminim anımsayacaksınız. Mustafa Kemal Atatürk Milli  Mücadelede  hedef olarak  şu parolayı ortaya atmıştı:   “Hakimiyeti milliyeye  müstenit, bilâkaydüşart  müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek… Ve Türk milletinin  haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasını sağlamak.”
Bu nedenle  ben Zat-ı Alinize soruyorum:
Milliyetçilik duygusu ile millet olarak var olma  ve yaşama  azmi Kurtuluş Savaşımızda  bir şuur ve iman halinde  yaşamasaydı, bugün  hür, haysiyetli ve şerefli bir millet olarak ayakta kalabilir miydik?
Anadolu düşman kuvvetlerinden arındırılabilir ve Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi?
Bu nedenle Sayın Başbakan, açıklamanızdaki “hertürlü milliyetçilik” ifadesinin hatalı olduğunu ve  murat etmediğiniz anlam ve yorumlara yol açtığını lütfen kabul buyurunuz.
İkincisi Sn. Başbakan, “Türk milleti”,  asla ve kat’a bir kavmin, bir ırkın,  veya bir etnik grubun adı değildir.
“Türk Milleti” nin en veciz  tanımı Atatürk’ün  şu ifadesinde yer almıştır:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye  halkına Türk Milleti denir”
Bir gönül bağı olan Atatürk milliyetçiliği, diğer milliyetçi akımların sizi rahatsız eden sakatlıklarından arındırılmıştır.
Şöyle ki:  Atatürk milliyetçiliği, ırkçılık, Turancılık  karşıtıdır, kafatasçılığı reddeder, özgürlükçü ve eşitlikçidir,  demokrasiyi hedefler, dünya ile barışıktır, başka milletleri ne hakir ne de kendinden üstün görür.
En önemlisi de, Atatürk milliyetçiliği, Türk halkını, tüm toplum bireylerini  dil, kültür ve tarih bilinci temelinde  “ Türk Milleti” ve “Türklük” şemsiyesi altında  birleştiren  bir  toplumsal yapıdır.
Sayın Başbakan, siz bu  milliyetçiliği “ayak altına almaya” kalkarsanız, o zaman,Türkiye halkını milli kimlikten ve  aidiyet duygusundan yoksun  bırakır,  bölünmüş, ufalanmış, dejenere bir  kitleye dönüştürürsünüz.
Türkiye’yi,  Türk milletinin var olmadığı  bir noktaya getirirseniz, Türkiye Yugoslavya’ya döner parçalanır.
Affınıza mağruren  belirteyim ki, görüşünüzde ısrar etmeniz ceremesini kıyamete kadar çekeceğiniz  vahim bir hata olacaktır.
Bu nedenle, Zat-ı Alinize naçizane telkinim, hatanızdan dönme erdemini  göstermeniz ve  bu konuda artık  bir polemiğe girmekten sarf-ı nazar etmek suretiyle malum  talihsiz ifadenin zaman içinde unutulmasını sağlamanızdır.
Saygılarımla, 
Şükrü M. Elekdağ


ABD MÜTTEFİKİMİZ.. BİRDE NATO' NUN ASKERİYİZ.. NASIL MÜTTEFİKLİK..!!




ABD  MÜTTEFİKİMİZ..  BİRDE NATO' NUN ASKERİYİZ.. NASIL MÜTTEFİKLİK..!!


F-16 Block 50+ Turkish


26.10.2011

Şükrü Elekdağ’ı bilmeyen tanımayan yoktur. Türkiye’nin ABD büyükelçiliğini uzun süre yaptı. Meclis’te milletvekili olarak da bulundu.

Barıştan yanadır.
Türkiye herkesle iyi olsun.
Barış içinde insanlık yücelsin.


Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin isim ve düşünce babası da Şükrü Elekdağ’dır. Türkiye’nin tüm komşularıyla “kavgasız-sorunsuz- çatışmasız” yaşamasını amaçlayan bu yaklaşımı politikacılar “biz bulduk” diye alıp kendilerine mal ettiler, gülüp geçti. 

Şükrü Elekdağ, Türkiye’nin haklarının ABD dahil hiçbir ülke tarafından istismar edilmemesi için son derece dikkatlidir. Muhtemel tehlikeleri dile getirip “uyaran” tavrını hiç bırakmadı. ABD’nin Irak işgali sırasındaki uyarıları harfiyen doğru çıktı.

7 Ekim Cuma günüydü.
Almanya – Türkiye maçı vardı.
Herkes maça düğümlenmişti.
O saatlerde Şükrü Elekdağ, bir TV kanalında şunları anlatıyordu:

Türkiye’nin savaş donanması çok güçlüdür, Akdeniz’in en iyisidir diyenler var. Övünmeyi çok seviyoruz.

Övünelim rahatlatır. Amma gerçeği de bilelim.


İsrail ile Türkiye arasında denizde meydana gelecek bir gerilim ola ki, kısa süreli ya da uzun süreli bir savaşa dönüşürse bu “deniz savaşı” olmayacaktır.

Hava savaşı olacaktır. Savaş uçakları havalanacak. Savaş gemilerini vuracak.

Bu nedenle, övünmenin biraz ötesine geçerek, “İsrail ile Türkiye’nin savaş uçakları envanterini” kıyaslamak gerekir. 

Türk Hava Kuvveleri’nin elinde 220 F-16 savaş uçağı vardı. Bunun 18 tanesi düştü. 203 savaş uçağı kaldı. 

Algılama ve radar sistemi etkinliği açısından F-16’lar “20’lik Blok-30’luk Blok- 40’lık Blok” diye isimlendiriliyorlar. En yüksek algılama ve en iyi radar sistemi olan F-16’lar en yeni üretim olan “50’ci Blok” savaş uçaklarıdır.

Biz ABD’den bunu istedik.

30 tane 50’lik F-16 verin ve “yazılım kodlarını” da bizim savaş uçağı subaylarımızın özgürce konumlandıracağı şekilde sunun dedik. Kongreden geçmesi gerekiyor. ABD yeni uçakları ve yazılım kodlarını vermedi.


Savaş uçaklarının düşmanla çatışmaya girdiklerinde yazılım kodları; “Dost(Friend) ve düşman(Foe)” diye düzenleniyor. 

ABD bize diyor ki, Türkiye benim müttefikim. Ben kimi “düşman” görüyorsam, Türk savaş uçakları da onu “düşman” olarak görsün. Ben kimi “dost” görüyorsam Türk savaş uçağı da “dost” görsün.

İsrail ABD’nin dostu.

Bizdeki F-16’ların yazılımları “İsrail’i dost” görmek üzerine kodlanmış. 

Bizim ordu bunu değiştiremiyor. İsrail, savaş uçaklarının yazılımını kendi yapıyor ve kimi düşman görmek istiyorsa onu özgürce kodluyor. 

Muhtemel bir Türk İsrail hava savaşında Türk savaş pilotları daha İsrail uçağını görmeden, İsrailli pilot Türk savaş uçağını düşürmüş olacak. Bu teknolojik avantaja sahip olduğu için İsrail 1982’de Suriye ile giriştiği savaşta yarım gün içinde 92 Suriye uçağının işini bitirdi.

Şükrü Elekdağ bunları anlattı.

5 gün geçti. Çıt cevap yok.
Üç maymunu oynadılar.
Duymadılar.
Görmediler.
Konuşmadılar.

BENIM NOTUM: KURUCUMUZUN LAFINI UNUTMAYALIM:
YURTTA SULH CİHANDA SULH..,


https://plus.google.com/100637967053354340337/posts/SYFDVL3A8gQ

..


Şükrü Elekdağ’ın Mektubu nu dikkatlice okuyalım



Şükrü Elekdağ’ın Mektubu nu Dikkatlice Okuyalım..,




Şükrü Elekdağ’ın Mektubu
    

29 Kasım 2013 Cuma

Ali Sirmen



Değerli Okurlarım, “Herkes Korkuyor” başlıklı yazımla ilgili olarak Şükrü Elekdağ’dan bir mektup aldım. 
Sayın Elekdağ’ın bulunduğu görevler dolayısıyla da son derecede vâkıf olduğu konuyla ilgili görüşlerini sizinle paylaşmak üzere mektubu olduğu gibi yayımlıyorum. Söz Sayın Şükrü Elekdağ’ın: 
Sayın Sirmen, 
Türkiye-ABD ilişkilerini geniş bir stratejik perspektiften ele alan ve Washington açısından “Tayyibizm”in iflas ettiği sonucuna varan “Herkes Korkuyor” başlıklı, ilgi ve yararlanarak okuduğum makalenizi keserek dosyaladım. Gayet gerçekçi ve isabetli bulduğum analizinize katılıyorum. Değerlendirmenizde İsrail’le bozulan ilişkilere ve antisemitizm faktörüne de münasip şekilde yer veriyorsunuz. Bu bağlamda izninizle önemli gördüğüm bazı gelişmeleri dikkatinize getireceğim.
***
Anımsayacaksınız, Washington’la Ankara arasında Suriye’de izlenecek strateji konusunda çıkan anlaşmazlığın yarattığı soğukluk sürerken birden İsrail ile Türkiye arasında bizim basının üstünde pek durmadığı bir kriz patlak verdi. Krizin nedeni, Başbakan Erdoğan’ın 20 Ağustos’ta yaptığı konuşmada, İsrail’i, Mısır’da Mursi’ye karşı düzenlenen darbenin arkasında bulunan esas aktör olmakla suçlamasıydı… Bu suçlamayı yaparken Başbakan elinde iddiasını kanıtlayan bir “belge” olduğunu da alayıvala ile ilan etmişti. Ancak “belge” dediği kanıtın, iki yıl önce düzenlenen bir panelde Yahudi asıllı Fransız yazarı Bernard Levi’nin Mısır’la ilgili olarak dile getirdiği tahminlerden ibaret olduğu anlaşılıverdi. 
Aynı gün, Beyaz Saray sözcüsü tarafından bu konuda beklenmedik şekilde şok bir yazılı açıklama yapıldı. Açıklamada, “Başbakan Erdoğan’ın sözleri kuvvetle kınandı”ve İsrail’e yönelik iddianın “saldırgan, dayanaksız ve hatalı” olduğunu vurgulandı. Beyaz Saray’ın bu zehir zemberek açıklamasının Ankara’yı sarstığını bilahare Dışişleri’nden öğrendim. Bir süre nutku tutulan Başbakan’dan ses seda çıkmadı. Birkaç gün sonra, Başbakan alttan alarak, “Beyaz Saray’ın cevabını duyunca üzüldüm. Bizim muhatabımız Beyaz Saray değildi. Beyaz Saray’a ne oluyor da konuşuyor. Konuşması gereken İsrail olmalıydı” demekle yetindi.
***
Bir ömür boyudur Türk-Amerikan ilişkilerini yakından izleyen bir kişi olarak şunu emniyetle söyleyebilirim: Cumhuriyet tarihinde hiçbir Türk hükümeti, ABD ile vukubulan en ciddi krizler sırasında dahi, Washington’un bu kadar sert bir kınamasına ve bu denli haşin bir üslup ve ağır ifadelerle yaptığı bir uyarıya muhatap olmamıştır. 
Açıklamanın bu denli sert olmasını, Başkan Obama’nın, bir aralık överek göklere çıkardığı Tayyip Erdoğan’a karşı duyduğu düş kırıklığına bağlıyorum. “One minute”olayıyla iyice bozulan, sonra da Mavi Marmara saldırısıyla tam anlamıyla iplerin koptuğu Türk-İsrail ilişkilerini düzeltmek için çaba harcayan Obama, bizzat Başbakan Netanyahu’ya baskı yaparak, onu, Başbakan Erdoğan’la telefonla görüşmeye ve özür dilemeye ikna etmişti. Anlaşılan, çabalarının, Başbakan Erdoğan’ın ayaküstü yaptığı fevri açıklamalarla boşa gittiğini gören Obama’nın da sigortaları atıverdi… 
Peki, Obama-Erdoğan krizi, Türkiye-ABD ilişkilerini nasıl etkileyecek? Bu hususta tahminde bulunmak için daha önce karşılaşılan benzer bir krizin nasıl sonuçlandığına bir göz atmakta yarar var. 2004 yılı Mart’ında, Hamas’ın 77 yaşındaki kötürüm kurucusu şeyh Yasin sabah namazından camiden çıkınca tekerlekli sandalyesinde bir İsrail uçağının attığı roketle paramparça edildi. Başbakan Erdoğan fevri bir tepkiyle bu cinayeti kınadı ve İsrail’i “devlet terörü”uygulamakla suçladı. Erdoğan’ın bu sözleri, ABD’deki İsrail lobisinin kuvvetli tepkilerine ve ABD medyasının Türkiye aleyhine yoğun bir kampanya başlatmasına yol açtı. Bu arada, Başbakan Erdoğan, aylar geçmesine rağmen Başkan Bush’tan beklediği randevu talebine bir türlü cevap alamıyor, durumun kamuoyuna aksetmiş olması da hükümet için ciddi sıkıntı yaratıyordu. Washington randevuyu Başbakan Erdoğan’ın Tel aviv’e gidip Şatila katliamı suçlusu Kasap lakaplı Ariel Şaron’la görüşmesinden önce vermeyeceğini el altından Ankara’ya duyurdu. Başkan Bush, fütursuzca Ankara’ya karşı çok kaba bir “burun sürttürme” operasyonuna girişmişti. Sonunda istediğini yaptırdı. Nitekim Başbakan Erdoğan 2005 başında geniş bir işadamları heyetiyle İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında “Holocaust” abidesini ziyaret etti, partisinin antisemitizmi insanlığa karşı bir suç olarak gördüğünü ve İran’ın nükleer ihtiraslarının sadece İsrail’i değil, tüm dünyayı tehdit ettiğini söyledi. Bu şekilde İsrail-Türkiye ilişkileri dostluk ve işbirliği yörüngesine oturtulmuş oldu… Ve ancak bundan sonra Başbakan Erdoğan, Başkan Bush tarafından 2005 Haziran’ında Oval Ofis’te kabul edildi. 
Bu olayı anlatmaktan maksadım şu noktayı vurgulamaktır. “Bundan böyle taş çatlasa Başbakan Erdoğan, İsrail ile buzları eritmeden Washington’u ziyaret edemez ve Beyaz Saray’da Obama ile görüşemez.” 
Yalnız bu söylediklerimi lütfen yanlış yorumlamayın. Beyaz Saray’ın Başbakan Erdoğan’a verdiği bu sessiz mesaj hiçbir zaman açığa vurulmayacak ve bu yoldaki yorumlar şiddetle reddedilecektir. Zira, Ortadoğu’daki ABD hegemonyasının bekçiliğine soyunmuş olan AKP hükümeti ile ilişkilerini alenen aksatmak Washington’un işine gelmez. “İşbirliği devam eder. İlişkiler rayına oturmuş gibi gözükür. Ama Erdoğan’ın Beyaz Saray’da kabulü de İsrail vizesi olmadan gerçekleşmez. Bu ifademe lütfen mim koyunuz!” 
Saygılarımla...  

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/14091/Sukru_Elekdag_in_Mektubu.html


1 Aralık 2014 Pazartesi

ÖZERKLİK İÇİN KÜRTLER BİRLEŞİYOR.. YA TÜRKLER.? YENİ PARTİLER KURARAK PARÇALANIYOR.,



ÖZERKLİK İÇİN  KÜRTLER  BİRLEŞİYOR..
YA  TÜRKLER.? 
YENİ PARTİLER  KURARAK PARÇALANIYOR.,



             

                2015 Referandum-Seçimi



7 ay sonra yapılacak olan 2015 Genel Seçimleri için ‘ateş hattı’ giderek daha net biçimde belirmeye başladı. Hem Türkiye iç politikası hem de Uluslararası politika açısından 2015 seçiminin önemi bir Kürt otonomisine yol verme noktasında düğümleniyor. Sonuçlar AKP iktidarının ve bazı muhalefet kesimlerinin Kürt Etnik oyları ile birleştiğinde ‘yeni’ bir Anayasa yaratacak çoğunluğa ulaşıp ulaşmaması yönüyle önem taşıyor. Ulusların tarihi açısından kalıcı olanlar sadece ‘kalın çizgilerdir’. Bu nedenle siyasi partilerin seçim programları açısından 2015 in anlamı yalnızca Kürt Meselesi açısından savunduğunuz çizgi ile önem taşıyacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ulus-devlet olarak varlığının devamını savunacakmısız ?  Temel mesele açısından 2015  Genel seçimi Türk toplumu içinde yapılacak bir ‘referandum’ anlamını taşıyor. Siyasi Partiler arasındaki ‘tek ve yegane’ farklılık bu noktada savunacağınız görüşler üzerinde. Kalanı söylemeseniz de olur.

                        Açılım da  ‘usulden esasa’ doğru

‘Açılım’ bugüne kadar AKP iktidarının yürüttüğü bir siyaset mühendisliği ile ‘usul’ üzerinde yapılan medya oyunları ile sürdürüldü. ‘Analar ağlamasın.., Silah bırakma..,ateşkesler..’ hepsi bugün içinde bulunduğumuz zemini yaratmak için oynanmış bir orta oyunu idi. Toplumdan gizlenen ise sonuç oldu. Bu gizli-yarı açık görüşmeler hangi sonucu sağlamak için yapılıyordu. PKK, yan parti ve kuruluşlarına ne vereceksiniz ? Şimdi, 2015 genel seçimi öncesinde ‘esas’ gündeme oturuyor. ‘Açılım’ ın örtüsünü kaldıran beklendiği gibi PKK oldu. İmralı görüşmelerinin yarattığı ‘yeni gündem’ içinde artık talepler ve ona bağlı hedefler gün ışığına çıkıyor. Kürtler, Orta-Doğu’daki son gelişmelerin yarattığı ‘ABD indinde favori toplum’ atmosferinin yarattığı avantajları kullanarak 2015 ve onu izleyen dönemde ne istediğini ‘kayıt altına aldırıyor’. İmralı görüşmelerinin medyaya yansıyan son ayağında ‘Avrupa Birliği Yerel İdareler Şartı’ na Türkiye’nin koyduğu çekincelerin kaldırılması yeterli görülüyor. Öcalan’ın ziyaretçilerine yazdırdığı ve basına açıklanan ‘esas hakkındaki görüş’te, ‘ilk iki maddede idari ve mali özerkliklerin vurgulanması’ ve Anayasa’da ‘vatandaşlığın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına’ tebdili şartıyla onaylanıyor Açılım süreci..
Gerçekte 2015 haziran ayında yapılacak genel seçimlerde oylanacak olan şey bu... AKP + HDP+ Muhalefet oyları sandıktan otonomi çıkarmaya yetecek mi ? Kuşkusuz irili ufaklı siyasi partiler tarihe bu seçim-referandum da izledikleri çizgi ile geçeceklerdir.

                      İlk kez Kılıçdaroğlu Zikretti.

‘Avrupa Birliği Yerel İdareler Şartı’, Avrupa ülkeleri arasında fazla ciddiye alınmayan bir sözleşme. Hiç bir ülke bu şartı uygulamıyor. Türkiye’de bu şartın üstü örtülü bir otonomi için kullanılması ‘Alaturka’ politika alışkanlığının bir sonucu. Bu sözleşmeye Türkiye’nin koyduğu çekincelerin kaldırılması ve Belediyeler üzerinden özerklik düşüncesi ilk kez CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından,2012 de, Hakkari’de yaptığı konuşmada zikredildi. Böyle bir sözleşmenin varlığından, Hakkari konuşmasından iki ay önce yaptığı Brüksel ziyareti sırasında haberdar olmuştu çiçeği burnunda Genel Başkan. Bu satırların yazarının yakından izlediği Brüksel görüşmelerinde AB’nin en yetkili yöneticileri  Kemal Kılıçdaroğlu’na ve yanındaki dönemin ikinci adamı Haluk Koç’a ‘Erdoğan bize söz verdi. Yeni Anayasa’yı sizinle birlikte hazırlayacak’ biçiminde yaptıkları empoze ile bir anlamda YCHP nin ilk temel taşlarını yerleştirdiler. Brüksel görüşmelerinden 10 gün sonra Bonn’ da yaptığı açıklama ile ‘tarikatlara politikaya karışmamaları şartıyla özgürlük’ sözü veren Kılıçdaroğlu, Hakkari konuşması ile Brüksel’in ‘iki şartına’ uyumlu ısınma turlarına başlamıştı. Bu nedenle 2015 Genel seçiminde Kürt Otonomisi konusunda CHP nin nasıl bir çizgi izleyeceği konusunda fazla şüphe bulunmuyor. Bu konuda merak edilebilecek nokta CHP nin alacağı oyların, Anayasa değişikliği ile ‘Açılımın hitama erdirilmesi’ sürecinde AKP ve HDP nin eksiklerini tamamlamaya yetip yetmeyeceği olacaktır.
Yüreğiniz el veriyorsa 2015 seçiminde de eski alışkanlıklarını sürdürürsünüz. Sonuçlar sizi ‘Kerhen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı’ yapmaya yetecektir.

..

PEŞMERGE HAVA YOLUYLA TRANSFER EDİLİYOR

PEŞMERGE HAVA YOLUYLA TRANSFER EDİLİYOR


                                  Peşmerge'ye teslim edilen çok namlulu roketatarlar
                             

                                 Peşmerge bu kez havadan geliyor

                  Kürt Üçgeninde Sürtüşme

        Kuzey Irak’tan geçtiğimiz ay Türkiye sınırları içinden kara yoluyla Kobane’ye geçen 150 kişilik Peşmerge kuvveti bu kez havadan naklediliyor. Ağır silahlar taşıyan yeni Peşmerge birliğinin, ilk olarak gönderilen 150 kişilik birliğin yerini alacağı bildiriliyor. Kuzey Irak’ta yayınlanan ‘Rudaw’ gazetesinin haberine göre,Kobane’deki  Peşmerge Birliği’nin değiştirilmesi ve takviye ağır silahlar gönderilmesi Türkiye- PYD ve Kuzey Irak arasında uzun tartışmalardan sonra gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta yaptığı ‘PYD, Peşmerge güçlerinin gelmesini istemiyor’ açıklamasına atıfta bulunan Rudaw gazetesi haberinde, Suriye’deki PYD güçleri Eşbaşkanı başkanı Salih Müslim’in ‘PYD ile Kuzey Irak Yönetimi arasında 150-200 peşmerge bulundurma konusunda anlaşma var. Erdoğan tarafların arasını bozmak için bu tür açıklamalar yapıyor. Herşeye o mu karar verecek ?’ açıklamasına yer verdi.

               Hava alanlarını kullanma izni ile ilgili mi ?

Kuzey Irak kaynaklarından bildirilen havadan nakliye ve ağır silahlar taşınmasının, geçtiğimiz hafta ABD – Türkiye arasında yapılan görüşmelerden sonra Washington’dan yapılan ‘Türkiye hava alanlarının kullanılmasına izin verdi’ şeklindeki açıklamalarla ilgili olup olmadığı belirtilmedi. Kuzey Irak Peşmerge komutanları Rudaw gazetesine yaptıkları açıklamada ‘Türkiye ile peşmerge ve silah nakli konusunda 6 görüşme yapıldığı ve henüz resmi olarak izin çıkmadığı’ kaydedildi. ABD yetkililerinin Washinton da yaptıkları açıklamalarda ise ‘Türkiye ile yapılan görüşmelerde hava üslerinin kullanılması karşılığında, Suriye’de sınırlı bir alanda ‘güvenli bölge’kurulması tavizinin verildiği’ ihsas ettirildi. Türkiye’nin ‘uçuşa kapalı bölge’ isteğini reddeden ve ‘güvenli bölgenin’ Akdeniz kıyılarına kadar geniş bir alana yayılması önerisine karşı çıkan ABD li askeri ve sivil yetkililerin Suriye’de IŞID güçlerini Kürt savaşçıları ile geriletme politikasının,Türkiye’nin savaşı Esad Ordusuna karşı bir savaş yönüne çevirme çabaları ile karşı karşıya kalmasının sürtüşmenin kaynağında yattığı vurgulanıyor ABD istihbarat sitelerinde.