1 Aralık 2014 Pazartesi

Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu BÖLÜM 8






Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu  BÖLÜM 8







CHP'deki 'özür krizi' ve MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Tunceli'yi ziyaret edip, "1937'de yaşanan isyandır. Katılan da teröristtir" sözleri konuyu bir kez daha gündeme taşıdı.
Dersim Katliamı; Tunceli ili'nde 1937-38 yıllarında Ankara ile Dersim aşiretleri arasındaki anlaşmazlık sonucu yaşanan olaylara verilen isimdir. Dersim'de "mutlak devlet hakimiyetini sağlamak için" Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından harekat düzenlendi.
13 BİNDEN FAZLA ÖLÜ, 12 BİNE YAKIN SÜRGÜN
Harekat sonrasında, bölgede yaşayan 13 binden fazla sivil ve 110 asker öldü. Sayıları 12 bini bulan insan da zorunlu göçe tabi tutuldu.
Muhsin Batur, 1985 yılında yayınlanan "Anılar ve Görüşler" adlı kitabında, 'Dersim Katliamı'na ilişkin şu yazıyı yazmıştı:

"Günlerden bir gün alayımıza emir geldi... Tren yoluyla Elazığ'a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz 40 kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında pek ilkel ve zor koşullar altında gerçekleşti. Elazığ'ın biraz uzağında Harput'un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum..."

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/150953/1937-38_de_Dersim_de_ne_oldu.html



1937 ve 1938'deki I.-II. Dersim İsyanı'ndan önce 31 tane ayrılıkçı Kürt isyanı çıkmıştır. Bu ay-rılıkçı isyanların sonuncusu Dersim isyanları olmuştur. Dersim'den önceki isyanlar incelenirse Der-sim olayları daha iyi anlaşılır. 1919-1938 arasındaki ayrılıkçı Kürt isyanlarının tam listesi şöyledir:
 1. Ali Batı İsyanı (1919)
2. Milli Aşireti İsyanı (1920)
3. Cemil Çeto İsyanı (1920)
4. Koçgiri İsyanı (Ekim 1920, Haziran 1921)
5. Nasturi İsyanı (1924)
6. Jilyan Harekatı
7. Şeyh Sait İsyanı (1925)
8. Birinci Şemdinli İsyanı (Seyit Taha ve Seyit Abdullah Baskını)
9. Raçkotan (Reskoyan) ve Raman İsyanı (1925)
10. Eruhlu Yakup Ağa ve Oğulları İsyanı
11. Güyan İsyanı (Çölemerik Baskını)
12. Haco İsyanı
13. Sason İsyanı (1925)
14. Birinci Ağrı İsyanı (1926)
15. İkinci Şemdinli İsyanı
16. Koçuşağı Aşireti İsyanı (1926)
17. Mutki Aşireti İsyanı (1927)
18. Hakkâri İsyanı (Beytüşşebap Baskını)
19. İkinci Ağrı İsyanı (1927)
20.Bicar İsyanı (1927)
21. Resul Ağa İsyanı (1929)
22. Tendürük İsyanı (1929)
23. Savur İsyanı (1930)
24. Zeylan İsyanı (1930)
25. Tutakh Ali Can İsyanı
26. Oramar İsyanı – Barzan Şeyhi Ahmet İsyanı (Üçüncü Şemdinli Baskını) (1930)
27. Üçüncü Ağrı İsyanı (1930)
28. Pülümür İsyanı (1930)
29. Buban Aşireti İsyanı
30. Abdurrahman İsyanı
31. Abdülkuddüs İsyanı
32. Dersim İsyanları (1937-1938)
 Bu isyanlara dair bir gerçeği de Sinan Meydan şöyle açıklamaktadır:
 "Bu ayrılıkçı Kürt isyanlarına 20 binden fazla silahlı, ayrılıkçı Kürt katılmıştır. İsyanlar, özellikle Ağrı, Dersim (Tunceli), Bingöl, Diyarbakır, Siirt, Şırnak ve Hakkâri civarında gelişmiştir."5
 Bölgedeki egemen feodalizmin kırıcı gücü köylüyü ezerken feodal beylerin ceplerini doldur-maktadır. Köylünün hayatı, yaşayışı, hukuku feodal beylerin iki dudağının arasındadır. Milli Mücadele sırasında Ve Cumhuriyet'in kuruluş sürecindeki bu isyanlar, kimi zaman ayrılıkçı neden-lerle kimi zaman da emperyalist kışkırtmalarla çıkmıştır. Şeyh Sait isyanındaki İngiliz parmağı ya da Nasturi Ayaklanması buna örnektir. 6

İlk Kök: Koçgiri İsyanı

Dersim'in ilk kökü 1920-1921 yıllarında çıkan Koçgiri İsyanı'dır. Koçgiri İsyanı'nın amacı, önce özerk, ardından bağımsız bir Kürdistan kurmaktır. Bu isyan, Kürt Teali Cemiyeti'nin çalışmalarıyla çıkmıştır.
Kürt Teali Cemiyeti sekreteri Alişer'in üstüne gönderilen Refahiye Kaymakamı Alişan Bey, çok geçmeden İngilizler ile diyalog içine girmiş ve TBMM'nin milletvekili teklifini reddetmiştir.7
Baytar Nuri, toplantılarını Alevi tekkelerinde yaparak, Alevi Kürtlerin desteğini almak istemiştir. Babası İbrahim Ağa tarafından dört maddelik bir bildiri hazırlanmış, bildiri Miço Ağa tarafından TBMM'ye gönderilmiştir. Bu dört maddelik ayrılıkçı bildirideki istekler şunlardır:
 1.  Kürdistan muhtariyet (özerk) idaresini muvafakat eden (kabul eden) İstanbul Saltanat hükü-metinin bu baptaki kararını Mustafa Kemal hükümetinin de kabul edip etmediğinin açıklanması.
2. Kürdistan muhtariyet idaresi hakkında Mustafa Kemal hükümetinin görüş noktasının ne olduğu hususunda aşair rüesasına (aşiret başkanlarına) acele cevap verilmesi.
3. Elazığ, Sivas, Malatya ve Erzincan mıntıkaları hapishanelerinde tutuklu bulunan bütün Kürtlerin derhal serbest bırakılması.
4. Kürt çoğunluğu bulunan mıntıkalardan Türk memurlarının çekilmesi. Koçgiri mıntıkasına gön-derildiği haber alınan müfrezelerin derhal geri çekilmesi.
 15 Kasım'da gönderilen bu bildiriden sonra batı Dersim aşiretleri 25 Kasım'da ikinci bir bildiriyle TBMM'yi şöyle tehdit etmiştir:
 "Sevr Anlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bağımsız bir Kürdistan ku-rulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa, bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz."8
 Bunun üzerine TBMM bazı aşiret liderlerine milletvekilliği teklif ederek olayları yatıştırmaya ça-lışmıştır. TBMM'nin bu teklifi üzerine; Miço Ağa, Diyap Ağa, Ahmet Remzi ve Binbaşı Hasan Hayri milletvekili olmuşlardır. Bu noktadan sonra ayrılıkçılar arasında Seyit Rıza öne çıkmıştır.
TBMM, Baytar Nuri'yi tutuklamış; ancak baskılar ve tehditler sonucu, Yunan ilerleyişi sürerken yeni bir iç savaşı göze alamayarak, Baytar Nuri'yi serbest bırakmıştır. Alişan Bey ise 2500 kişilik bir kuvvetle Kemah üzerinden Kuruçay'a inerek isyanı başlatmıştır.
 İkinci Kök: Ağrı İsyanı
Birincisi Mayıs 1926'da, ikincisi Eylül 1927'de, üçüncüsü Eylül 1930'da çıkan Ağrı isyanlarının en etkili Kürtçü isyanlardan olduğu su götürmez bir gerçektir. İkinci ve üçüncü Ağrı isyanının ar-kasındaki isim ayrılıkçı Hoybun Cemiyeti'dir. (Hoybun Cemiyeti ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Sinan Meydan, El-Cevap, 2013)
 Baytar Nuri bazı Dersim aşiretlerinin üçüncü Ağrı İsyanı'nı desteklediklerini şöyle ifade etmiştir:
 “1925-1926'dan beri Ağrı'da toplanmış olan Kürt kahramanlarının faaliyeti yukarıda bah-settiğimiz gibi 1930 yılı başlarında daha fazla alevlenmiş ve bütün Kürdistan'ı içine alacak şekilde Dersimli Seyit Rıza'ya haber vererek bu harekâtı desteklemenin zorunlu olduğunu bil-dirmiştim. Bunun üzerine Seyit Rıza ve Keçalan aşiretleri 1930 yılı ilkbaharında ayaklanarak Erzurum ve Er-zincan mıntıkalarında bulunan Türk kuvvetlerine şiddetle saldırıya başladılar. "
 7-14 Eylül 1930 tarihinde isyan tamamen bastırılmıştır. Hoybun Cemiyeti'nin kararları incelenirse Ağrı İsyanı'ndaki İngiliz parmağı görülecektir. 9
1937 İsyanı (I. Dersim İsyanı)
1937 yılının Mart ayında bazı Ermenilerin ve Koçgirili Alişer'in propagandaları isyanın kıvıl-cımlarını başlatmıştır. Bu propaganda şöyledir:
 "*Dersim'deki kadınlar gece askerlerin olacak!
*Elazığ Halkevi'nde yaptıkları gibi kadınlarla erkeleri birlikte toplayıp mumları söndürecekler!
*Evlerin iki kapısı olacak, bir kapıda polis bekleyecek ve sizlerin bütün kazandıklarınızı toplayacak!
*Ekmek, odun hatta keçilere toplayacağınız meşe yaprakları bile vesikaya (izin kağıdına) bağlanacak, bunlardan bile vergi alınacak!
*Sizleri de Ermeniler gibi kesecek ve sürecekler!
*Ankara Seyit Rıza'yı kabul ediyor, onu Dersim'in reisi sayıyor!
*Türk Hükümeti istese de Dersim'e giremez, buna yetecek gücü yoktur, nitekim geçmişte de gi-rememiştir!"10
  Seyit Rıza, Dersim aşiretlerine adam göndererek, hükümet aleyhinde ittifak oluşturmuştur. Bu sı-rada, Yusufhan aşiretinin liderinin oğlu Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey'i öldürmüştür. Saldırılar şöyledir:

 “* 21 Mart 1937'de (Nevruz gecesi) Demeran ve Haydaran aşiretleri Tunceli-Erzincan arasındaki Kahmut köprüsü yıkıp Puh nahiyesini basmıştır.
   * 25 Mart 1937'de Seyit Rıza'nın adamları, Sin köyündeki karakolu basmıştır.
   * 27 Mart 1937'de Abasanlar, Deşt (Geyiksuyu) Karakolu'nu basmıştır.
   * 27 Mart 1937'de Kahmut-Puh arasındaki telefon hattı kesilmiştir.
   * 27 Mart 1937'de Kahmut Karakolu'nu takviye için gönderilen jandarmaya pusu kurulmuştur.
   * 26 Nisan 1937'de 36 jandarmalık Askisor Karakolu 100 kadar eşkiya tarafından kuşatılmıştır.
  * 27 Nisan 1937'de saat 23.00'da, 80 kişilik bir kuvvet Puh yakınlarında 9. Seyyar Jandarma Taburu Süvari Bölüğü'ne saldırmıştır.
   * 30 Nisan 1937'de bir grup isyancı Mazgirt Köprüsü'nü tahrip etmiş ve aynı anda 3 askeri hede-fe daha baskın yapmıştır."


1937 Askeri Harekâtı (I. Harekât)


3 Mayıs 1937'de Türk Hava Kuvvetleri'ne bağlı bir uçak filosuyla askeri harekât başlamıştır.
4 Mayıs 1937'de bölgeye eski ve yeni harflerle Kırmanca ve Zazaca uyarı metinleri atılmaya baş-lanmıştır. Uçaklardan atılan bu metin, "isyancıların bir an önce teslim edilmeleri, aksi halde isyancılara yardım edenlerin de zarar göreceği" şeklindedir. Bu uyarı metinlerinden bir sonuç alı-namayınca 'tenkil' ve 'tedip' harekâtına başlanmıştır. I. Harekât sırasında reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk, başbakan İsmet İnönü'dür.12
Harekâta katılan Türk uçakları hem gözlem yapmış hem de isyancıların bulunduğu en sert nokta-ları bombalamışlardı

1937 İsyanı'nın Sonu (I. Dersim İsyanı'nın Sonu
Haziran 1937'de Türk Ordusu isyancıları saklandıkları yerde sıkıştırmıştır. Baytar Nuri bu hare-katı "harp" olarak değerlendirmiştir. Bu noktadan sonra isyanın elebaşısı Seyit Rıza 10 Eylül 1937'de yakalanmış ve kendisi ile birlikte 11 kişi idam edilmiştir. 13
Seyit Rıza'nın Yardım Mektubu
Seyit Rıza I. Harekatı’n sonuna doğru köşeye sıkışınca İngiltere hükümetinden yardım istemiştir. Bu mektubu en ilginç yanı, Seyit Rıza'nın "Dersim Generali" ünvanıyla mektubu yazmasıdır. Seyit Rıza'nın yardım isteğine olumlu bir cevap gelmemiştir. Dersim olayları konusunda görmezden ge-linen bu belge ihanetin en açık göstergesidir. Seyit Rıza bu mektubu akıl hocası Baytar Nuri'nin önerisiyle yazmıştır.  Mektuptan anlaşıldığı gibi isyanın "Alevilik" değil "Kürtçülük" niyetiyle baş-latıldığı bellidir. Bunun dışında Baytar Nuri İngiltere, Fransa, ABD ve MC'ye başvurduğunu da bel-lirtmiştir. Seyit Rıza, İngiltere'den ne istemiş:
"Dışişleri Bakanlığı
Dersim-Kürdistan
30 Temmuz 1937
   Sayın Başkan,
   Yıllardan beri Türkiye Hükümeti, Kürt halkını asimile etmeye çalışmakta, gazete ve yayınlarını yasaklamakta, anadillerini konuşanlara eziyet ederek, Kürdistan’ın bereketli topraklarından gi-denlerden büyük bir bölümünün telef olduğu Anadolu’nun çorak topraklarına zorunlu göçler dü-zenleyerek bu halka zulmetmektedir.
   Son olarak Türkiye hükümeti kendisiyle yapılan bir antlaşma sonucu bu baskılardan arındırılmış Dersim bölgesine de girmeye kalkışmıştır.
   Bu olay karşısında Kürtler göçün uzak yollarında can vermek yerine kendilerini korumak için 1930′da Ararat Tepesi’nde, Zilan ve Beyazıt Ovası’nda olduğu gibi silahlara sarıldılar.
   Üç aydan beri ülkemde tüyler ürpertici bir savaş sürüyor. Savaş olanaklarının eşitsizliğine, yangın bombalarının, boğucu gazların kullanılmasına rağmen ben ve yurttaşlarım Türkiye ordu-sunu başarısızlığa uğrattık.
   Direnişimiz karşısında Türkiye ordusu kasabaları bombalıyor, yakıp yıkıyor…
   Zindanlar yumuşak başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor, aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor ya da Türkiye’nin tecrit edilmiş bölgelerine sürülüyor.
   Üç milyon Kürt, sesimden ekselanslarına sesleniyor ve hükümetinizin manevi etkisinden Kürt hal-kını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor.
   Sayın Başkan en derin saygılarımın kabulünü rica ederim.
Dersim Generali Seyit Rıza"14 (EK 2)

Seyit Rıza'nın İdamı

Bu bölümü 18-19 Ağustos 1989 tarihli Güneş Gazetesi'nden "İhsan Sabri Çağlayangil'in Anıları" başlığı altından bulabilirsiniz. İhsan Sabri Çağlayangil, o zamanın Malatya Emniyet müdürüdür.
 "O sırada merkezde görevli İhsan Sabri Çağlayangil, hükümet tarafından, Atatürk'ün Elazığ'a geleceği pazartesi gününden önce, Seyit Rıza'nın infazı konusunu halletmek için Elazığ'a gönderilmiştir. İhsan Sabri Çağlayangil, tatil günü mahkemeyi çalıştırıp, pazartesi gününe kadar Seyit Rıza'nın infazını gerçekleştirmek istemiştir. Önce rapor alınıp savcıya gönderilmiş, yerine Çağlayangil'in hukuktan arkadaşı, savcı yardımcısı geçmiştir. Sanıkların temyiz hakkı olmadığı için Sıkıyönetim Kumandanı Abdullah Alpdoğan Paşa'dan boş kağıda idam kararının onayını almışlardır.
Ancak hâkim, pazartesiden önce mahkemeyi toplayamayacağını söylemiştir. Bunun üzerine Çağlayangil, hâkimi pazar akşamı, sahurdan sonra mahkemeye toplamaya razı etmiştir. O saatte elektriklerin kesilmesi ve duruşmada izleyici bulunması sorunu da çözülmüştür. Vali de bir Çingene cellat bulmuştur. Gece 12.00'da hapishaneye gidip ve onun 72 sanığını mahkemeye götürmüşlerdir.
Savcının 27 ölüm isteğine karşın 7 kişi idama mahkum edilmiştir. Seyit Rıza, idam sehpalarını görünce, "Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?" diye sormuştur. Namaz kılmak istememiştir.
O gece idam edilmiştir."15

1938 İsyanı (II. Dersim İsyanı) ve II. Askeri Harekât

I. Harekât’ta ıslah olmayan aşiretler, 2 Ocak 1938'de bir kez daha isyan etmiştir.
Tunceli'de kaçak asker toplayan Zabit Jandarma Müfrezesi’nden 7 er pusuya düşürülerek şehit edilmiştir. Ayrıca, isyancılar Mercan Karakolu'nu basarak 2 eri şehit etmişlerdir. Bu sabotajlardan dolayı Genelkurmay Başkanlığı, Org. Kazım Orbay komutasındaki 3 kolordunun katıldığı bir harekât düzenlemiştir. 16 Eylül 1938'de arama-tarama ve silahtan arındırma çalışmalarıyla 1938 Harekâtı (II. Harekât) tamamlanmıştır.16

İsyanlardan Sonrası

Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri çıkan tüm ayrılıkçı isyanlar bastırılmıştır. Bölgedeki feo-dalite yıkılmış; ağalık, şeyhlik düzeni yıkılmış, bölgedeki çağdaşlaşmanın yolu açılmıştır. Bölgeden alınan çeşitli raporlar sonucu iktisadi düzenlemeler düşünülmüştür. TBBM zabıt ceridelerinden bu konu incelenebilir.
Genç Cumhuriyet en fazla Doğu bölgesine yatırım yaparken, ayrılıkçı isyanların bu bölgede çıkması hiç şüphesiz ki bölgedeki feodal beylerin ve emperyalizmin kışkırtmalarıyla çıkmıştır. Peki, isyan sonucu verilen kayıplar ne kadardır?

I. ve II. Askeri Harekât Sonrası Rakamlar

Gelelim konunun en can alıcı kısmına. Bu konuda çok spekülasyon vardır. Cumhuriyetin kurucu kadrosunun, acımasızca eleştirildiği bu olayda, harekât sonrası rakamlar çarpıtılarak açık artırma misali artmaktadır. Nasıl yani?

*Başbakan Erdoğan, 13.000'den başlamaktadır.
*İsmail Beşikçi, "1937-1938'de ise 50.000'in üzerinde Alevi-Kürt'ün öldürüldüğü görül-mektedir" demiştir.
 *Şerafettin Halis, "Dersim'de 70.000 ile 90.000 arasında insanın kanına ve canına mâl olan bir katliam yaşanmıştır" demiştir.
 *Mustafa Yelkenli, "Mustafa Kemal'in emri ile 100.000 kadar kişinin katliamına neden olacak bastırma operasyonu yapıldı." demiştir.
 *Özlem Çelik, "Dersim'de 90.000'den fazla insan öldürüldü" demiştir.
 *Ayşe Hür, "Tahminlere göre 110.000 nüfusu olan Dersim'in 72.000 kişisi ülkenin değişik yerlerine sürüldü" demiştir.17
Peki, bu rakamlar gerçeği yansıtıyor mu? Maalesef hayır. En insaflı rakamı ele alırsak 13.000 rakamı bile gerçeği yansıtmaktan daha çok bir çarpıtmaya örnektir. 1995 yılında Sırplar Srebrenitsa'da 8 bin küsür Boşnak Müslümanını hunharca katletmiştir. Dünya bu olayı "Srebenitsa Katliamı" olarak kaydetmiştir. Dünyayı ayağa kaldıran bu olayla II. Dersim Harekâtı’nı karşı-laştıracak olursak ortaya komik bir analiz çıkmaktadır. Dünyadaki ilk antiemperyalist mücadelenin verildiği Milli Mücadele yıllarında Sina Akşin'in deyimiyle "iç savaş" ve ayrılıkçı isyanlara; Lozan'da batının emperyalist planlarını yerle bir eden mücadele sonrasında dünyanın Dersim'deki herhangi bir katliamdan haberdar olmaması imkânsızdır. Olaya bu taraftan bakınca açık arttırma misali yüzbinlere dayanan bu çarpıtılmış rakamlardan, dünya arşivlerinde de yer bulmaması ilginçtir. Bu karşı devrim yalanı son yıllarda Liberal, Marksist ve siyasal İslamcı çevrelerden epeyce destek toplamıştır.
Ülkemizin popüler düşünce portalı ekşisözlük’te bu konuda ilk 'entry' 2009 yılında girilmiştir. Milliyetçiliğin ırkçılık, bölücülüğün hümanistlik, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü 'faşist dik-tatör' olarak yaftalayan güruhların fazla olduğu bu portalda, "Dersim" konusu siyasi propaganda malzemesi olmaktadır. Çok değerli bilim insanlarımızın, çok önemli tarihçilerimizin ve siya-setçilerimizin, bir takım vasıfsız insanların fütursuz eleştirilerine maruz kaldığı bu portalda ya-zılanları, açıkça pek kaale almamak gerekir. Peki, karşı devrimin bu macerasında gerçek rakamlar nasıldır? Bu harekâtın gerçek rakamları:
 "Atatürk ve İnönü'nün doğrudan sorumlu oldukları 1937'deki I. Dersim Harekâtı’nda isyancıların toplam kayıtları şöyledir:
   Başkaldıranlardan;
   265 kişi ölmüştür.
   20 yaralı vardır.
   27 kişi yakalanmıştır.
   849 kişi çarpışma sonu teslim olmuştur.
   58 kişi yargılanmış,
   7 kişi idam edilmiştir.
   Buna karşılık Türk ordusunda da,
   28 şehit (biri subay, biri bekçi)
   51 yaralı (dördü subay, biri bekçi) vardır."18

Bu rakamlara ilk isyandan önceki saldırılarda Türk ordusunun verdiği 39 şehit-65 yaralı dâhil değildir. I. İsyan ile ilgili çok spekülasyon yoktur. Seyit Rıza ile birlikte 7 kişi idam edilmiştir.

II. Harekât, I. Harekât’a göre çok daha şiddetli olmuştur. 

Peki, bahsedilen 13.000 ve artan rakamlar ne derece gerçeği yansıtır? Bunu anlamak için elimizde yeterli veriler vardır. Bu verilere bakmadan ön-ce Başbakan Erdoğan'ın Dersim hakkındaki konuşmalarını analiz etmek gereklidir. 


..

Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu BÖLÜM 7




Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu  BÖLÜM 7



    Sonuç

Tunceli’de ordu zaman zaman çok sert davranmıştır. Ancak her şey kendi döneminin şartları içinde ele alınabilir.
Fatih Sultan Mehmet’i 19. Yüzyıl şartları ile değerlendiremezsiniz. 1937-38’de Tunceli’de uygulanan tahrik edilmiş sertlik
1938’den sonra Amerikan, Rus, Alman, Japon vs. orduların uyguladıkları sertlikten asla daha fazla değildir.
Tunceli o günden 1977’ye kadar rahat etmiştir. Allah Atatürk, İnönü, Bayar ve Mareşal Çakmak ile Türk Ordusu’ndan razı olsun.
Utanması gerekenler, Dersim için özür dileyenlerdir. PKK’ya teslim olanlar, PKK’nın atasından da özür dilerler.


[1] Ebubekir Pamukçu,Dersim Zaza Ayaklanmasının Tarihsel Kökenleri, YÖN Yayınları, İstanbul 1992, s.101

[2] Suat Akgül, Yakın Tarihimizde Dersim İsyanları ve Gerçekler, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992, s. 19

[3] E. Pamukçu, age, s.103-105

[4] Günerkan Aydoğmuş,Şark Çıbanı, nakleden Altemur Kılıç, 29 Kasım 2009

[5] Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi ve Dersim, Kaynak Yayınları, Eylül 2009, s.23

[6] Aşiretlerin listesi için bkz. Ek-1

[7] Bu konuda E. Pamukçu şöyle demektedir: “1920’li ve 30’lu yıllarda bölgede Zazalar arasında bir de gizli Ermeni nüfus bulunmakla beraber,
bu nüfus dönemin sosyal yaşantısında kendisini hissettirebilecek nitel ve nicel özelliklere sahip olmaktan uzaktır.”E.Pamukçu, age, s.101

[8] Naşit Hakkı Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor, Kaynak Yayınları, Ankara 2007, s. s.90 ilk baskı 1939

[9] S. Akgül, age, s.20 ve Bilal Aksoy, Tarihsel Değişim Sürecinde Tunceli, Tunç Çağından Cumhuriyete Dek, Cilt 1, Ankara 1985, s.196

[10] S. Akgül, age, s.21 ve B. Aksoy, age, s.197

[11] S. Akgül, age, s, 21 ve B. Aksoy, age, s.200

[12] S. Akgül, age, s, 55

[13] age. S.21

[14] S. Akgül ,age, s.22 ve B. Aksoy

[15] N. H. Uluğ, Derebeyi…, s.44

[16] S. Akgül, age, s.23-24 ve B. Aksoy, age, s.206

[17] N.H. Uluğ, age, s.56-57 ve 63

[18] S. Akgül, age, s.25 ve N. H. Uluğ, age, s.55

[19] age, s.26

[20] age, s.28

[21] age, s.28-29

[22] age, s.29

[23] Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, 7. baskı, Ankara 2008, s.425

[24] S. Akgül, age, s.31

[25] A. Çay, age, s.428-429

[26] S. Akgül, age, s.32

[27] age, s.33

[28] N.H.Uluğ, age, s.48

[29] S. Akgül, age, s.33

[30] age, s.34

[31] age, s.35

[32] A. Çay, age, s.429

[33] age, s.427

[34] S. Akgül, age, s.37-38

[35] A. Çay, age, s.427

[36] age, s.428

[37] S. Akgül, age, s.40-41

[38] age, s.42

[39] E. Pamukçu, age, s.110-111

[40] age, s.109

[41] S. Akgül, age, s. 42-43

[42] Bu konuda bkz. Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Boğaziçi Yayınları,
İstanbul 1992

[43] S. Akgül, age, s.44-45 ve N. H. Uluğ, age, s.49

[44] S. Akgül, age, s.46

[45] N. H. Uluğ, age, s. 49

[46] Hamdi Beyin Raporu için bkz.Belma Akçura, Devletin Kürt Filmi-1925-2009 Kürt Raporları, New Age Yayınları, Genişletilmiş Yeni Baskı,
Ekim 2009, s.65-67

[47] Bilal Şimşir, Kürtçülük, 1924-1999, bilgi yayınevi, Ankara 2009, s.377

[48] age, s.378

[49] Celal Bardakçı’nın Raporu için bkz. B. Akçura, age, s.68-70

[50] S. Akgül, age, s. 49

[51] S Akgül age, s.49 ve E Pamukçu, age, s.114

[52] age, s.50

[53] Masis Kürkçügil, “Dersim Cumhruiyetin en büyük kıyımı”,NTV Tarih, Sayı 11 Aralık 2009, s.56

[54] S. Akgül, age, s.51

[55] age, s.52

[56] age, s.51

[57] age, s.53

[58] age, s.54

[59] M. Kürkçügil, age, s.57

[60] age, s.54

[61] N.H. Uluğ, Derebeyi.., s.24-25

[62] B. Şimşir, age, s.385-388

[63] age, s.380-383

[64] S. Akgül, age, s.56

[65] age, s.57-58

[66] age, s.58-59

[67] age, s.63

[68] age, s.61

[69] N. H. Uluğ, age, s.17

[70] M. Kürkçügil, age, s.58

[71] S. Akgül, age, s.62-63

[72] age, s.64

[73] age, s.66

[74] B. Şimşir, age, s.402

[75] S. Akgül, age, s.75

[76] B. Şimşir, age, 396

[77] Ermeni Hoybun Örgütü 1933 ve 1934’de Tunceli’ye Bogos ve M. Nıri Dersimi’yi yollayarak 1.5 sene gizli çalışmalar yaptırımıştır. S.Akgül, age, s.85

[78] S. Akgül, age, s.67 ve B. Şimşir, age, s.398

[79] age, s.68

[80] age, s.124

[81] age,s. 124

[82] age, s.125

[83] age, s.130

[84] E. Pamukçu, age, s.106-107

[85] Reşat Hallı,Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara 1972, s. 376ve A. Akgül, age, s.125-126

[86] age, s.127

[87] age, s.128

[88] B. Şimşir, age, s.390

[89] age, s.408

[90] R. Hallı, age, s.388

[91] S. Akgül, age, s.129 ve B. Şimşir, age, s.399

[92] age, s.130

[93] R. Hallı, age s.390

[94] S. Akgül, age, s.131

[95] age, s.134

[96] age, s.137

[97] age, s.139

[98] age, s.144

[99] age, s.142

[100] age, s.146-147

[101] B. şimşir, age, s.415

[102] age, s.417

[103] R. Hallı, age, s.410

[104] S. Akgül, age, s.150-151

[105] R. Hallı, age, s.417-418

[106] age, s.421

[107] S. Akgül, age, s.155

[108] age, s.156

[109] R. Hallı, age, s.431

[110]  age, s.433

[111] age, s.432

[112] age, s.433

[113] age, s.436-437

[114] age, s.435

[115] age, s.432-438

[116] age, s.439-440

[117] age, s.441

[118] age, s.457

[119] age, s.458

[120] age, s.459-459

[121] S. Akgül, age, s.158-159

[122] R. Hallı, age, s.4560-461

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/11/15/7861/tuncelide-ne-ve-neden-oldu

Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu BÖLÜM 6





Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu  BÖLÜM 6







     1938 İsyanı, (2 Ocak 1938)


İsyanın bastırılmasından sonra Tunceli’de devlet nizamının sağlanması amacı ile bir dizi işlem yürütülmeye başlanmıştır. Bunlardan birisi de asker
kaçaklarının asker alınması için jandarmanın yaptığı aramalardır. 2 Ocak 1938’de Kör Abbas, Keçel ve Başuşağı aşiretlerine mensupları yedi
jandarma erini Masuluşağı Köyünde tuzağa düşürüp şehit etmişlerdir. Aynı grup daha sonra Mercan Deresinde bulunan Mercan karakolundan
Aktaş Köyüne giden iki eri daha şehit etmişlerdir.[103]

Bu saldırılar öncesi ve sonrasında Keçel, Kör Abbas, Baluşağı, Aşuran, Demenan, Haydaran ve Bahtiyar aşiretleri tarafından
1)ağaların sürüleceği,
2)Adliye tarafından cezaları tecil edenlerin durumunun geçici olduğu,
3)Hükümetin her geçen gün özgürlüklerini elinden alacağını ve
4)1937’de askeri harekat düzenleyen devlet bir daha kısa zaman içinde harekat düzenleyemez şimdi tekrar isyan zamanıdır şeklinde dört esas
üzerine kurulu bir propaganda başlatılmıştır.[104]

Bu gelişmeler üzerine hükümet jandarmaların şehit edildiği Mansul Uşağı köyündeki Mansul uşağı aşiretine yönelik bir operasyon başlatma kararı
almıştır. Bu amaçla birliklerin 1 Haziran 1938’de hazır olması emri verilmiştir. Hükümet TSK’ya Tunceli’de gerçekleştirilmesi gereken 10 hedef
vermiştir. Bunlar,
1)son saldırılara sebep olanların ezilmesi,
2)1937 harekatından kalanların yakalanması,
3)Asker kaçaklarının yakalanması,
4)Silah toplanması,
5)Son olayları yapanların ve dağ başındaki şüpheli unsurların (2000-5000 kişi) Tunceli dışına sürülmesi,
6)Yasak bölgelerin tespiti,
7)Çemişgezek’te tapu dağıtılması,
8)Gemişgezek yakınlarındaki köylülere tapu dağıtılması,
9)Devlete itaat edenlere tarıma uygun arazi verilmesi, 10)İnşaatlara devam edilmesi.[105]

8 Haziran 1938’de TSK aldığı emirleri yerine getirmek amacı ile Birinci aşaması Mercan Deresi, ikinci aşaması Merho Deresi ve üçüncü aşaması
Kalan Deresi olan ve 31 Ağustos 1938’de bitmesi planlanan askeri harekatı başlatmıştır. Harekatın Mercan Deresi aşaması kısa zamanda son
bulmuş ve burada isyancılar 11 Haziran’da aileleri ve sürüleri ile teslim olmuşlardır.[106]

İsyana  Koç, Şam Uşağı, Yukarı Abbas, Kureyşan ve Şeyhan aşiretlerini takılması üzerine isyan küçük boyutlu çatışmalarla Çemişgezek bölgesine
yayılmıştır. Bunun üzerine bir tugay takviye Tunceli’ye sevk edilmiştir. Koç Aşireti ise 18 Haziran’da çekingen davranan aşiretlerinde isyana
katılmasını sağlamak için Amutka karakolunu basmış ise de Hozat’tan taarruza geçen Seyyar jandarma Piyade Alayı 22 Haziran’da isyancıları
Kozluca ve Aliboğazına çekilmeye zorlamış, karakolu kurtarmıştır.[107]

İsyancı aşiretler ise Karaballılar gibi isyana katılmayan aşiretlerin köylerine saldırmaya ve yağmalamaya başlamışlardır.[108] 28 Haziran itibarı ile
Türk birlikleri 33 şehit vermiş, 60 asker yaralanmıştır. 163 isyancı öldürülmüş veya yaralanmıştır. 866 isyancı teslim olmuştur. 60 köy yakılmıştır.[109]


29 Haziran 1938‘de Başbakan Celal Bayar, “Dersim denilen işi suret-i kat’iyede halletmek”  amacı ile 3. Ordu’nun manevra çalışmalarını Tunceli’de
yaparak, isyanın bastırılmasına dahil olacağını açıklamıştır. 1 Temmuz’da 4. Müfettişlik uçaklardan atılan bildiriler ile son bir uyarıda bulunarak
isyancıları teslim olmaya çağırmıştır.[110] Aynı gün isyancıların durumu ise şöyledir:

       1)Haydaran ve Kör Abbas aşiretlerinden 100 isyancı Timnas tepeleri ve Roşnak boğazını tutmaktadır.

       2)Demenanlı 50 isyancı Dolubaba ve Kerenko tepelerindedir.

       3)Keçel Aşiretinden 100 isyancı Karasakal yaylası civarındadır.

       4)Keçel Aşiretinden 50 isyancı Dojikbaba’nın kuzey sırtlarındadır.

       5)Abbas, Aşuran ve Beyit aşiretlerinden 50 kişi Dojikbaba’nın güney sırtlarındadır.

       6)Koç, Resik, Şam Uşağı aşiretleri isyancıları Ali boğazına çekilmişlerdir.[111]

2 Temmuz’da birlikler Dojikbaba zirvesini ele geçirmişler ve burada 43 isyancı öldürülmüştür. 8 Temmuz’a kadar taramalar sürmüş, 8 Temmuz’da
çıkan çatışmalarda bazı isyancılar öldürülmüştür.[112]

14 Temmuz’da 3. Ordu’nun 3. safhalı bir harekat düzenleyeceği ve harekata 15 Ağustos’ta başlayacağı kararlaştırılmıştır. 4.
Müfettişlik ise 21 Temmuz’da hazırladığı raporda 3. Ordu’nun tarama manevraları sonunda 5-7 bin kişinin batıya nakledilmesini, haydutluk
eylemlerine fikren ve fiilen katılanların tutuklanmalarının ve bir kısım isyan bölgesinin yasak bölge ilan edilmesi gerektiği kararını vermiştir.[113]

Bu sırada Tunceli’deki birliklerin operasyonları devam etmektedir.15 Temmuz’da gerçekleşen çatışmalarda 57. Alay, 1 şehit beş yaralı vermiştir.
16 Temmuz’da Kafat bölgesinde mağaralara sığınan 7 isyancı öldürülmüş bir isyancı yakalanmıştır. Zaghe bölgesinde de birkaç isyancı
öldürülmüştür.[114] Keçizeken bölgesinde 25. Alay birliklerine saldıran 50-60 isyancı ile çatışma gerçeklemiş ve öğleden sonra Keçizeken ile
Munsur suyunun birleştiği tepede direnen bir grup asi öldürülmüştür. Çatışmalarda 25. Alay dört şehit dokuz yaralı vermiştir. 17-18 Temmuz’da
sert çatışmalar olmuş, birlikler 10 şehit, 17 yaralı verirken 85 isyancı öldürülmüştür. 19 Temmuz’da Laç Deresi ve Munzur suyu civarında
57. Alayın katıldığı sert çatışmalar gerçekleşmiştir.20 Temmuz’da çatışmalar devam etmiş, 6 şehit, 10 yaralı veren birlikler 69 isyancıyı
öldürmüşlerdir. 21 Temmuz’da Laç deresi mevkiinde direnen isyancılara karşı sert bir taarruz başlatan birlikler isyancıların geri çekilerek
mağaralara sığınmalarına neden olmuşlardır. Mağara tahrip kalıpları ile bombalanmış ve 228 isyancı öldürülmüştür. Ancak bir mağara
direnmeye devam etmiştir. Aynı gün Munzur Suyu batısında çıkan bir çatışmada 63. Alay, 20 isyancıyı öldürmüştür.

22-23 Temmuz’da mağaralarda direnen unsurlar tahrip kalıpları ile imha edilmiştir.24 Temmuz’da isyanın öncülerinden Demenan Aşiretinin reisi
Cebrail oğlu Hüseyin ve Hassogev’in de arasında bulunduğu 35 isyancı mağaranın havaya uçurulacağını anlayınca teslim olmuşlardır.[115]

27 Temmuz’da Haydaran Aşiretine mensup isyancılara yönelik bir harekat düzenlenmesi emri verilince birlikler 1 Ağustos’ta Darboğaz’da
sıkıştırdıkları 100 isyancıyı öldürmüşlerdir. Haydaranlı isyancılara yönelik operasyon mağara arama ve imha şeklinde 2-3 Ağustos’da da devam
etmiştir.[116] 1 Ağustos 1938 itibarı ile Türk birliklerinde 104 er şehit olmuş, 13 subay ve 162 er yaralanmıştır.[117]  

Öte yandan 31 Temmuz 1938’de Diyarbakır, Tokat ve Kars’dan 3. Ordu’nun üç kolordusu Org. Kazım Orbay’ın komutasında Tunceli
operasyonuna başlamak üzere hareket etmişlerdir. Tunceli’ye 5 Ağustos itibarı ile ulaşan birlikler derhal çatışmalara katılmışlardır.

14 Ağustos’da 1’nci Süvari Tümeni Nazimiye bölgesinde yaptığı tarama harekatı sırasında çıkan çatışmada 70 Haydaranlı ve 6 Demenanlı isyancıyı
öldürmüştür. Aynı gün, 15. Tümenin 38. Alayı Yılan dağından Ali boğazına inen derelerde 65 isyancıyı imha etmiştir. 57. Alay ise Ali boğazında iki
mağarayı kuşatarak bombalamıştır.[118] 62. Alay ise Kaçkerekbaba’da yaptığı tarama sırasında 32 isyancıyı öldürmüştür. 16 kadın ise
yakalanmıştır.143. Alay ise tarama sırasında 13 isyancıyı öldürmüştür. Vank bölgesinde ise 38 isyancı, Kafat civarında 3 isyancı öldürülmüştür.
Ayrıca 9. Kolordu bölgesinde çok sayıda isyancı sığındıkları mağaralarda imha edilmiştir.[119]

15 Ağustos’da 3. Ordu’nun Tunceli operasyonu bütün birliklerin katılımı ile başlamıştır. 41.Tümen Deşt’in kuzeyinde 13 isyancıyı öldürmüştür.
Aynı bölgede Zımbık mezrası, Halvari, Kırmızı Mezra, Bornak, Kirnik, Hiç köylerinde yapılan aramalar sırasında askeri birliklere isyancıların
saldırması üzerine 385 isyancı imha edilmiş ve köyler yakılmıştır. Laç Deresinde yapılan aramada da bir kısım isyancı çıkan çatışmada
öldürülmüştür. 14. Süvari Alayı Dar boğaz deresinde yaptığı arama sırasında 281 Demenanlı ve Haydaranlı isyancıyı imha etmiştir.
14 Süvari Tümenine bağlı birlikler ise Tagar deresinde ikinci kez arama yapmış ve 12 isyancıyı öldürmüşlerdir.
17. Tümen ise Harçi bölgesinde bir mağaraya saklanan 58 isyancıyı çıkan çatışmada öldürmüşlerdir.
Aynı gün teslim olan Yusufanlıların içinden bir isyancının hançeri ile bir onbaşıyı şehit etmesi ile başlayan kaçma girişimi üzerine çıkan olaylarda
49 kişi imha edilmiştir.[120]

16 Ağustos’da 11. Süvari Alayı Muhundu bölgesinde tarama yaparken çıkan çatışmada bir grup Demenanlı isyancı öldürülmüştür.2.
Seyyar Jandarma Taburu ise Pah doğusunda Çukur civarında aralarında Haydaran Aşiretinin liderlerinden birisinin de bulunduğu bir grup isyancıyı
çatışmada öldürmüştür. Munzur dağlarında Sıçan gediği mevkiinde birlikler 100 isyancı ile karşılaşmış, çıkan çatışmada 20 isyancı öldürülmüş,
diğerleri kaçmıştır. Öte yandan 14. Süvari alayı ile çatışmaya giren 79 isyancı ile 2. Seyyar Jandarma Taburuna direnen 37 Haydaranlı isyancı
öldürülmüşlerdir. Kuru Doğar Dağı Harap Karakol bölgesinde sürüleri ile kaçan 500 civarında isyancı ise havadan bombalanmış ve makineli tüfek
ateşi altına alınmıştır.

17 Ağustos’da Kolasan deresi kuzeyinde 7. Kolordu birlikleri 50’ye yakın isyancıyı öldürmüşlerdir. Sin ve Pülür’de ise taramalar sırasında direnen
80 isyancı öldürülmüştür. Katı gediği ile Harçi deresi arasında 9. Kolordu karargahına saldıran 50-60 isyancı çıkan çatışmada öldürülmüştür.
19 Ağustos’da Kalason ile Sin bucağı bölgesinde direnen 290 isyancı öldürülmüştür. Mazgirt’te ise tutuklandıktan sonra kaçma girişiminde bulunan
52 isyancı öldürülmüştür. 12 Tümen ise direnen 170 isyancıyı imha etmiştir. 14. Süvari alayı bölgesinde 69 kişi çatışmalarda öldürülmüştür.

15 Ağustos-21 Ağustos arasında harekatın birinci safhası sona ermiştir.31 Ağustos’ta birlikler ikinci tarama harekatına başlamışlardır.
6 Eylül’de 7. Alay ile çatışmaya giren 6 haydut öldürülmüştür.8 Eylül’de Bazen Deresinde beş isyancı ile çıkan çatışmada iki isyancı öldürülmüştür.
143. Alay ise Laç Deresinde altı isyancıyı çıkan çatışmada öldürmüştür. Sonuçta, 15-21 Ağustos ile 6-16 Eylül arasında yapılan iki tarama
operasyonu sonucunda 7954 kişi ölü-diri 16 Eylül 1938’de sona ermiştir.[121]    [122]

Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu BÖLÜM 5





Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu  BÖLÜM 5


  





    1937 İsyanı, (21 Mart 1937-10 Eylül 1937)

İsyan için ilk toplantı Seyit Rıza ve Demenan Aşireti reisi Cebrail’in önderliğinde Haydaran Aşireti bölgesinde Kürpik’te yapılmıştır.

Toplantıya Abbasuşağı, 

Yusufan, Demenan, Haydaran, Kureyşan ve Bahtiyar Aşireti reisleri katılmıştır. Toplantıda Cebrail’in “Mektep, nahiye bizim nemize?
Bunları ortadan kaldırmalıyız. Hepsini yakmalıyız” derken, isyanın gerçek motifini ortaya koymaktadır.[81] Toplantıya katılan aşiretler
hükümete bir ültimatom vererek, 1)Karakol yapılmamasını, 2)Köprü inşa edilmemesini, 3)Yeni nahiye ve kaza merkezleri ihdas edilmemesini, 4)
silahların toplanmamasını ve 5)pazarlık usulü vergi alınmasını istemişlerdir.[82]

Asi aşiretlerin sayıları az olmakla beraber bu aşiretler büyük aşiretlerdir. Bundan dolayı isyana destek veren aşiretlerin nüfusu 25-30 bin
arasındadır.[83] Bu da Tunceli nüfusunun %30’unu oluşturmaktadır. E. Pamukçu’da ayaklanmanın hemen öncesinde Tunceli aşiretleri arasında
büyük anlaşmazlıklar olduğu için birleşemediklerini ve yenilginin en önemli iki nedeninden birisinin bu olduğunu söylemiştir.[84]

İsyancı aşiretler bu ültimatomdan sonra 21 Mart 1937 Nevruz gecesinde basma kararı almışlardır. Anılan gece Demenan ve Haydaranlılar
aşiretlerinden bir grup asi Demenan Aşireti reisi Cebrail’in oğlu Keko’nun önderliğinde Pah bucağı ve Kahmut’u birbirine bağlayan harç Deresi
üzerindeki tahta köprüyü kaymış ve Pah Karakolunu basmışlardır.[85] Artık 1937 isyanı başlamıştır.

İsyancılar 25 Mart’ta Kahmut-Pah telefon hattını kesmiş ve Seyit Rıza’nın aşireti ise Hozat’ın Sin Köyündeki karakolu basarak cephaneliği
yağmalamıştır. Bu baskınlardan sonra Seyit Rıza yönetiminde 2 Nisan ve 4 Nisan’da toplantı yapan asilerin saldırıları bu toplantılardan sonra
artmıştır.[86] Ankara ise olayları yakından izlemekte, istihbarat toplamakta ve askeri hazırlıklarını yapmaktadır. İsyancı aşiretler ise diğer
aşiretleri yanlarına çekmek için başarısız çalışmalar yapmışlardır. Nisan ayı böyle geçmiştir.

1 Mayıs’ta Genelkurmay Başkanlığı, savunmada olan birliklerin saldırıya geçerek isyanı bastırmasını istemiştir. 3 Mayıs 1937’de
Türk hava kuvvetlerinin Keçiseken Köyünde toplantı halinde bulunan isyancı aşiretlerin reislerini bombalaması ile Türk Ordusu’nun isyan bastırma
harekatı başlamıştır.[87] Böylece 1860’dan bu yana Tunceli bölgesine yapılan 12. askeri harekat başlamıştır.[88] İsmet İnönü, TBMM’de yaptığı
konuşmada bundan önceki askeri harekatları gelip geçen “sel harekatı” olarak nitelendirmiş, “Biz muhalefet edenlerin mukavemetlerini bertaraf
ettikten sonra kendi programımızın hiçbir şey olmamış gibi takip olunmasını esaslı vazifemizden saydık” diye devam etmiştir.[89]

4 Mayıs’ta Hükümet Atatürk ve Çakmak’ın katılımı ile isyanın bastırılması ile ilgili bir toplantı yapmıştır. Aralarında Muhafız Alayı komutanı
Albay İsmail Hakkı Tekçe komutasındaki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın usta erlerinin de bulunduğu[90] 25 bin askerin oluşturduğu birliklerin
harekata başlamasından kısa bir süre sonra isyancı aşiretler arasında hızla bir çözülme başlamıştır. Cebrail, kendi aşireti olan Demenan’dan
yüzlerce asinin ordu güçlerine teslim olmaya hazır olduğunu Seyit Rıza’ya bildirmiştir. Bunun üzerine isyancı reisler Munzur Nehri kıyısında
Halvori’de Seyit Rıza’nın son kozu olan bir toplantı düzenlemişlerdir. Seyit Rıza ve Cebrail sonuna kadar direnme kararı almışlardır.[91]

Ordu yetkilileri ise Demenanlı ve Haydaranlı aşiretlerinin üzerine gitmek yerine Seyit Rıza’nın yalnızlaştırılması ve yakalanmasını hedeflemişlerdir.
Bu amaçla yapılan çalışmaların sonunda Yusufanlıların reisi Kamer Ağa ve aşiretin büyük kısmı, Yukarı Haydaranlılar ve Demenanlılardan bir
kısım asi teslim olmuşlardır.[92] İsyanı bastırmak için operasyonlar sürerken, halka uçaklardan atılan bildirilerde “Cumhuriyet hükümeti sizi
şefkat ve merhamet kucağına almak, sizi mesut etmek istiyor. İçinizde bunu anlamayanlar çoktur ki, hürmetsizlik ediyor, veyahut içinizde bazıları
şahsi menfaatleri için sizi kurban vermek istiyor” denilmektedir.[93]

Gerileyen isyancılara yönelik büyük etkisi olan bir askeri operasyon 6 Haziran 1937’de Sabiha Gökçen’in Seyyid Rıza’nın evini uçakla yaptığı
saldırı sonunda bombalamasıdır.[94] Haziran 1937 içinde asilerin gücü büyük ölçüde kırılmış, Kutu deresi, Kırmızı dere Sultan baba Dağına
sığınan asiler etrafında çember atılmıştır. Kutu deresinde direnişi sürdüren Seyit Rıza, Haziran 1937’de hükümete bir mektup yazıp, bazı şartlar
ileri sürüp ve şartlarının yerine getirildiği takdirde teslim olmak istediğini bildirmiştir.[95]  

Ancak hükümet Seyit Rıza’nın taleplerini tartışmadığı gibi Başbakan İnönü, 19 Haziran’da incelemeler yapmak üzere Tunceli’ye gelir.

Bu sırada Elazığ’da kurulan mahkemede yakalanan ve teslim olan asilerin yargılanmasına başlanmıştır. Seyit Rıza bir mektup daha yazarak teslim
olmak istediğini bildirmiştir.[96]

Seyit Rıza, değişik girişimlerle isyanı tekrar ayağa kaldırmak için çalıştıktan sonra başarılı olamayınca üçüncü kez teslim olacağını, kendisine bir
başka ülkeye sığınmak için yol verilmesini isteyen mektubunu Haziran 1937’de yazmıştır.[97] Temmuz 1937’de devlet güçleri Tunceli’de imar
ve halka yönelik eğitim/öğüt faaliyetlerine başlamışlardır. Suriye’den gelen ve aralarında Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Abdurrahman’ın da bulunduğu
bir grup, Tunceli isyanını tekrar canlandırmak istemiş ise de çatışmada öldürülmüşlerdir. Ağustos ayı içinde güvenlik güçleri çatışmalarda

Seyit Rıza’nın büyük oğlu Hasan ve üç torununu öldürürler. Seyit Rıza ve Bahtiyar Aşireti reisi Şahin dışında isyana katılan altı aşiretin reisi
yakalanmıştır. 26 Ağustos’da Şahin’de öldürülmüştür. 10 Eylül’de Seyit Rıza yanında iki adamı ile Erzincan jandarmasına teslim olmuştur.[98]
Böylece isyan sona ermiştir.

Seyit Rıza tutuklanarak yargılanmak üzere götürüldüğü Elazığ’da mahkeme önünde toplanan halka “Ben Türk’üm. Türk milletine isyan etmedim”
diye bağırmıştır.[99]
15 Kasım 1937’e kadar süren mahkemelerin sonunda 11 kişi idama, 33 kişi ise ağır hapis cezalarına mahkum olmuştur. 14 kişi beraat ederken,
yaşlı oldukları için dört kişini cezası idamdan ağır hapis cezasına çevrilmiştir. İdama mahkum olanlar, Seyit Rıza, oğlu Resik Hüseyin,Seyhanlı
aşireti reisi Hasso Seydo, Yusufanlı Aşireti reisi Kamer oğlu Fındık, Demenanlı Aşireti reisi Cebrail oğlu Hasan,  Kureyşanlı Ulukiye oğlu Hasan ve
Mirza oğlu Ali’dir. İnfazlar aynı gün gerçekleşmiştir.[100]

Birinci isyanın bastırılmasından sonra hazırlanan bir İngiliz raporuna göre “Asilerin zayiatı ise şöyledir: 265 ölü, 20 yaralı, 27 yakalanan ve 849
teslim olan… Hükümet, asilere karşı nispeten yumuşak ve merhametli davrandı.”[101] İsyanın bastırılmasından hemen sonra Tunceli’yi ikinci
İsviçre yapma iddiasında olan Ankara, şehirde 3 milyon liralık bir yatırım programını uygulamak için harekete geçmiştir.[102]

Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu BÖLÜM 4






Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu  BÖLÜM 4







       Şeyh Sait İsyanı, (Şubat 1925-15 Nisan 1925)

Bunu Şubat 1925’de çıkan Şeyh Sait isyanı izlemiştir.[42] Kendisi Sünni Zaza olan Şeyh Sait, Dersim’in Alevi  Zazaları ile irtibat kurarak isyanda
destek istemiştir. Girvan Aşireti Reisi Halit Bey isyanı desteklemiş, fakat birçok aşiret beyi Ankara’ya bağlı olduklarını bir telgraf ile bildirmişlerdir.
Seyit Rıza ise sessiz kalmayı tercih etmiştir. Bu sırada Seyit Rıza’nın desteklediği Hasan Hayri, Şeyh Sait’in yanında yer almıştır.[43]

Şeyh Sait güçlerinin Dersim/Pertek’e nüfuz etme girişimleri üzerine Dersim Aşiretlerinden Hıran Aşireti, İzol Alevileri ve Ohi bucağından Necip Ağa,
Pertek bölgesinde Şeyh Sait güçlerini püskürtmüşlerdir. Ayrıca isyana katılmadıkları için Kürtçü Baytar Nuri (M. Nuri Dersimi) tarafından
gafil olarak nitelendirilen Dersimliler Şeyh Sait’in Elazığ’daki karargahını tehdit etmişlerdir. Türk Ordusu, isyanı bastırma harekatına
24 Mart 1925’de başlamış, 15 Nisan 1925’de Şeyh Sait isyanını bastırmıştır.[44] Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra ordu müfettişi
orgeneral Dersim’in merkezine gelmiş ve Dersim ağaları, orgeneralin elini öpmek, bağlılık bildirmek üzere toplanmışlardır.
Seyit Rıza’nın bu grup içinde olmadığı görülmüştür.[45]



   Koçuşağı Aşireti İsyanı, (Eylül 1926)

Hükümet, Şeyh Sait isyanından hemen sonra İçişleri Bakanlığı Müfettişi Hamdi Bey’e ve Elazığ Valisi Cemal Bardakçı’ya 1925 sonlarında
Dersim ile ilgili bir rapor hazırlaması görevi vermiştir. Hamdi Bey raporunda derhal ve kat’i bir şekilde Dersim’de genel bir tedip harekatı
yapılması gerektiğini bildirmiştir.[46]Ancak Hamdi Bey de raporunda askeri harekatın kalıcı ve başarılı olması için alınması gereken
kapsamlı ekonomik, sosyal ve idari önlemleri ortaya koymuştur.[47] Cemal Bardakçı, Türkçe bilmeyene rastlamadığını söylediği
Dersim’de korkunç bir fakirliğin olduğunu,[48]  meselenin kökünde mezhep sorunu bulunduğunu, yumuşak yaklaşılması gerektiğini
sadece adam olmayacağı belli olan Koçuşağı Aşiretinin ezilmesi gerektiğini bildirmiştir.[49][50]

Şeyh Sait isyanının bastırılmasından bir süre sonra, Şeyh Sait isyanı sırasında Çemişgezek’e saldıran Koçuşağı (Koçan veya Koç aşireti)
Aşireti ile Şeyh Sait isyanından sonra yakalanamayıp dağa çıkan isyancı unsurlar tekrar tehdit oluşturmaya başlamışlardır. Bu aşiret her
zaman soyguncu talancı olmuş bir aşirettir. Bunun üzerine 19 Eylül 1926’da Elazığ ve havalisi Komutanı Albay Mustafa Muğlalı, Koçuşağı
Aşireti’ni tedip etmekle görevlendirilmiştir.[51] Harekat bazı aşiretlerin Koçuşaklı asilere yardım etmesine rağmen hızla ilerlemiş ve son olarak
Kılabuz Deresine sığınan Koçuşağı Aşireti mensubu asiler 28 Kasım 1926’de temizlenmişler ve harekat sona ermiştir.[52]

Öte yandan Cumhuriyet rejiminin kurulmasından sonra da Osmanlı döneminde olduğu gibi Dersim aşiretleri, vergi ve asker vermeyi reddetmişlerdir.[53]
Dersim çevresine yönelik sistematik eşkıyalık eylemleri ise sürdürülmeye devam edilmiştir.



       Birinci Umum Müfettişlik Dönemi, (Sonbahar 1927-)

Güneydoğu Anadolu’da genel bir ıslahat yapmak ve devlet otoritesini tesis etmek amacı ile hükümet 1927 sonunda Diyarbakır’da Birinci Umum
Müfettişliği kurmuş ve başına İbrahim Tali Öngören’i atamıştır.[54] 1927 yılında Birinci Umum Müfettişlik İstihbarat Dairesi Dersim Aşiretlerinden
Demenan ve devlet memurlarına karşı olumsuz davranan Haydaranlılar arasında yabancı casus hareketlerini tespit etmiştir. Ayrıca bölge dışı
unsurların sürdürdüğü siyasi Kürtçülük faaliyetleri de yoğun bir şekilde devam etmektedir.[55] 1928 Temmuzunda Ovacık’a gelen
İbrahim Tali Bey, inceleme ve temaslarından sonra Dersim’de bürokratik yapının güçlendirilmesi gerektiğini; fakat şimdilik bir askeri harekata
gerek olmadığı kararını vermiştir.[56]

Ağrı İsyanı’nın başlaması üzerine Dersim’in Pülümür ilçesindeki Aşiretler tekrar faaliyetlere başlamış, civar bölgelere saldırılarda bulunmuşlardır.
Pülümür Aşiretlerinin saldırılarına kendisi de Dersim’de pasif direnişe geçen Seyit Rıza’nın desteği ile bazı diğer Aşiretler de destek vermişlerdir.[57]  

      Pülümür Tedip Harekatı, (Ekim-Kasım 1930)

5 - OSMANLI VE SONRASI AVRUPA HARİTASI NDA TÜRKİYE HARİTALARI DOGU ANADOLU 1914


Ağrı İsyanı sırasındaki tavırları ve isyandan sonra Pülümür Kaymakamının evinin gece kurşunlanması üzerine İsmet Paşa Hükümeti 8 Ekim 1930’da
Pülümür’de tedip harekatının yapılması kararını almıştır. Harekat Pülümür’den Nazımiye ve Ovacık’a genişletilmiştir.
Bu harekata Seyit Rıza’nın tepkisi, bir yandan Balan, Lolan ve Karsan aşiretlerini Erzincan ve Erzurum’a saldırtmak öte yandan Briman,
Haydaran, Demenan Aşiretleri ile Pülümür aşiretlerine yardım etmek olmuştur.[58]  

M. Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında o günleri şöyle anlatmıştır: “Kürt kahramanların faaliyetinin 1930 yılı başlarında
alevlendiğini ve bütün Kürdistan’ı içine alacak şekilde yayıldığını Dersimli Seyit Rıza’ya haber vererek bu hareketi desteklememizin zorunlu
olduğunu bildirmiştim. Bunun üzerine, Seyid Rıza ve Keçalan aşiretleri 1930 yılı ilkbaharında ayaklanarak, Erzurum ve Erzincan mıntıkalarında
bulunan Türk kuvvetlerine şiddetli saldırıya başladılar. Seyid Rıza’nın başlattığı bu ayaklanma mıntıkası günden güne yayılıyor ve bu,
Türkler için korkunç gelişmeler oluşturuyordu.”[59] Buna rağmen Türk birlikleri 15 Kasım 1930’da isyanı kesin şekilde bastırmışlardır.[60]



     Dersim’de Islahatın Teorik Alt Yapısı

Pülümür tedip harekatından sonra Ankara, hızla Dersim’de reform girişimlerine başlamıştır. Çünkü Cumhuriyetin kurulmasının üzerinden
7 yıl geçmiş olmasına rağmen Dersim hala Anadolu içinde bağımsız konumunu muhafaza ettiği gibi, sosyal, ekonomik, kültürel dokusu ile
yüzyılların gerisindedir. 1930’ların başında Dersim’i ziyaret eden bir gazeteci, N. H. Uluğ’un incelemesinde şehirde ticaretin hala olmadığını,
Dersim aşiretlerinin çevre illere yaptıkları baskınlar ile talan ekonomisi çerçevesinde varlıklarını sürdürdüklerini kaydetmektedir.[61]

Reform öncesinde siyasetçiler ve bürokratlar Dersim ile ilgili bir dizi rapor hazırlamışlardır. Pülümür harekatının ikinci aşamasını yürüten
3. Fırka Komutanı Halis Paşa Dersim ıslahatı ile ilgili bir rapor hazırlamıştır. Onun raporunu bölgeye bir ziyaret yapan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın
18 Kasım 1931 tarihli raporu izlemiştir.[62] 21 Aralık 1931’de Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali Bey kapsamlı bir Dersim raporu hazırlamıştır.[63]
1932’de ise Jandarma Genel Komutanlığı “Dersim” başlıklı bir rapor hazırlamıştır. 21 Ocak 1933’de Hüsrev Gerede doğu bölgelerinin ıslahı ile ilgili
kapsamlı bir raporu Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığına vermiştir.[64]

Bütün bu raporların gösterdiği husus, Cumhuriyetin Dersim’de kaba kuvvete dayanan bir tasfiyeyi değil, çok boyutlu bir programı hazırladığıdır.
Bu programın ekonomik, sosyal, kültürel ve imar/inşa faaliyetlerini kapsadığı görülmektedir. Bu raporların ışığında 1934’de “İskan Kanunu”,
1935’de Başbakan İsmet İnönü’nün Doğu gezisi sonrasında Atatürk için hazırladığı rapor sonrasında “Tunceli Kanunu” çıkarılacaktır.

TUNCELİDE NELER OLDU .. BÖLÜM 2

 İskan Kanunu ve İnönü’nün Doğu Raporu

TBMM 2733 sayılı “İskan Kanunu” 14 Haziran 1934’de kabul etmiştir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, yasanın bir dil, medeniyete girme, göç, iskan ve
topraklandırma yasası olduğunun altını çizmiştir. Kanunun Dersim ile ilgili hükümleri de bulunmaktadır.  “İskan Kanunu” “Aşirete hükmi şahsiyet
tanınmaz” diyerek, Dersim’deki temel sosyal örgütlenme biçimi olan aşiretin hukuki altyapısını tasfiye etmiştir. Ayrıca kanun, gerektiği zaman
Dersim’e nüfus iskan etme ve Dersimlilerin Dersim dışına iskanı yetkisini İçişleri Bakanlığına vermiştir.[65]    

İskan Kanununun çıkmasından kısa bir süre sonra İnönü, 29 Haziran 1935’dan 7 Ağustos 1935’e kadar süren Doğu illerine bir seyahate çıkmıştır.
Bu gezi sonrasında İnönü, Atatürk ile 9 ve 11 Ağustos tarihlerinde iki toplantı yapmıştır.[66]11 Eylül 1935’de Tarım Bakanı Muhlis Erkmen
Doğu bölgesine ziyarete çıkmıştır.[67]



      Tunceli Yasası, (Aralık 1935)

Atatürk 1 Kasım 1935’de TBMM’nin açılış konuşmasında “Dersim bölgesinde esaslı bir ıslahat programının tatbiki de düşünülmüştür” diyerek,
Cumhuriyetin uzun bir fikri hazırlıktan sonra Dersim ile ilgili yeniden yapılandırma programını son aşamaya taşıma kararlılığı içinde olduğunu
göstermiştir. Nitekim TBMM, 25 Aralık 1935’de “Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında” 2884 sayılı kanunu kabul etmiştir.[68]

Tunceli Kanunu, Cumhuriyet rejiminin yüz yıllardan bu yana süren devlet içinde devlet veya “vahşi batı” konumunu sona erdirecek, siyasi,
hukuki, ekonomik, sosyal, askeri ve polisiye önlemler bütününün alt yapısını hazırlamıştır. Yasa ile amaçlanan tarihin derinliklerinde kalmış,
feodalitenin dini istismarı üzerine kurulu bir sistemin tasfiye edilerek, Tunceli’nin ve halkının modern bir toplum olma yolunda hızla ilerleyen
Türkiye’nin geri kalan kısmı ile bütünleştirilmesidir.  

Yasa ile Dersim adı değiştirilmiş, Tunceli adlı, 9000 kilometrekarelik bir alana yayılan bir il tesis edilmiştir.[69] Pülümür, Nazimiye, Mazgirt,
Pertek, Hozat, Ovacık, Çemişgezek ilçeleri Tunceli’ye bağlanmıştır.

Tunceli Kanunu ile yeni vilayetin valisi aynı zamanda korgeneraldir ve kurulan Dördüncü Umumi Müfettişliğin umumi müfettişidir.(md.1)
Kaymakamlıklara muvazzaf subayların atanabileceği karara bağlanmıştır.(md.3) İdam cezalarının infazı için vali-komutana yetki verilmiştir.(md.33)
Tunceli’de devlet otoritesinin tesis edilmesine yardımcı olacak adli mekanizma güçlendirilmiştir.

Hükümet Tunceli’de yapılacak ıslahat çalışmalarına gelebilecek herhangi bir tepkinin Tunceli’ye komşu olan Bingöl ve Elazığ’ı doğrudan
etkileyeceğini düşünürek, eşgüdümü sağlamak amacı ile 16 Ocak 1936’da Tunceli, Bingöl ve Elazığ’ı kapsayan Dördüncü Umumi Müfettişliğin
oluşturulmasına karar vermiştir. Koçgiri isyanının bastırılmasına da katılan ve Koçgiri ayaklanmasını bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadıdır.[70]
General Abdullah Alpdoğan Dördüncü Umumi Müfettişliğe atanmıştır.[71]

General Abdullah Alpdoğan, derhal Bingöl, Elazığ ve Tunceli’de sıkıyönetim ilan etmiştir. Çemişgezek, Ovacık, Hozat ve Mazgirt’te bir askeri kışla
ve karakol inşaatlarına başlanmıştır. Ayrıca, yol, köprü, hükümet konağı, dispanser ve okulların yapımına başlanmıştır.[72] General A. Alpdoğan,
Tunceli’yi adım adım gezerek halkla temas kurmuş, tavsiyelerde bulunmuş ve özellikle hayvancılığın geliştirilmesi için halka yardımda bulunulmuştır.[73]

Tunceli’de devlet binalarının açılmaya başlaması, binaların inşaatında Tuncelililerin çalıştırılması ve halkın aşiret reislerinin denetimi dışında para
kazanmaya başlaması, yayılan okullar yavaş yavaş aşiret reislerinin otoritesini tahrip ettiği için aşiret reislerinin tepkisi doğmaya başlamıştır.
Tuncelilerin iyi işçiler oldukları devlet raporlarından diplomatik belgelere geçmeye başlamıştır.[74]

Tunceli’de dışarından gelen tüccarların ticaret yapmasına izin vermeyen, halkı topraklarını ağaların üzerine yapmaya zorlayan aşiret ağaları için
damlayı taşıran devlet önlemlerinden birisi de tapu kadastronun halka ait olan ve ağaların el koyduğu toprakları incelemeye başlaması olmuştur.[75]
1936 senesinde dahi Erzurum yöresinde yol kesen ve soygun akınları düzenleyen aşiretler, Tunceli’de devlet otoritesinin kurulmasının bütün
bunlara son vereceğini anlamışlardır.[76]

Bu sırada Suriye’den Tunceli’ye gelen Hoybun örgütü bağlantılı bazı Ermeni tahrikçiler ve Koçgirili Alişar, halk arasında bazı aşiretlerde etkili
olmaya başlamıştır.[77]
Seyit Rıza önderliğinde Yukarı Abbas Uşağı, Ferhat Uşağı, Karaballı Aşireti, Bahtiyar aşireti, Yusufan Aşireti, Demenan Aşireti,
Haydaran Aşireti ve kısmen Kalan Aşireti devlete karşı koyma konusunda anlaşırken, 91 aşiretin çok büyük bir bölümü isyana katılmama kararı
almıştır.[78]

General A. Alpdoğan, tahrikleri ve gerginliği hissettiği için aşiretlerden silahlarını teslim etmelerini istemiştir. Ancak bu sırada Demenan ve
Nazımiye aşiretlerinin karakollara ve devlet binalarına saldırıları başlar. Seyit Rıza ise General Alpdoğan’dan Tunceli kanununun kaldırılmasını ve
Tunceli için özel ve etnik haklar tanıyan yeni bir yasanın çıkarılmasını istemiştir.[79]

Bu sırada Seyit Rıza, devlet aleyhinde kapsamlı bir propagandaya başlamıştır. Bu propaganda ile 1)aşiret kadınları gündüzleri kocalarının geceleri
askerlerin malı olacaktır. 2)Yapılan karakollar sürülecek olan aşiretlere posta mevkii olarak yapılmaktadır. 3)Köy halkı bir eve tıkılacak kapısında
polis bekleyecektir. 4)Ekmek ve odun vesika ile verilecektir. 5)Keçiler için meşe yaprağı vesika ile verilecektir. 6)Halkın bütün kazandığı elinden
alınacaktır.”[80] Görüldüğü gibi Seyit Rıza’nın propagandası “Kürtçülük üzerine kurulu” değildir.    

.

Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu BÖLÜM 3






Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu  BÖLÜM 3





       Birinci Dünya Savaşı

3 - OSMANLI VE SONRASI AVRUPA HARİTASI NDA TÜRKİYE HARİTALARI BALKANLAR 1911


Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Dersim’de gerginlik başlamıştır. Gerginliğin merkezi Ferhat Uşağı Aşireti olmuştur. 1916’da Halit Bey
komutasındaki bir bir nizamiye taburu Ferhat Uşağı Aşireti  üzerine sevk edilmiştir. Pivank Aşiretinin de arasında olduğu bazı aşiretler ise Elazığ
üzerine yürümüş, Mazgirt, Pertek ve Çarsancak’ı basmışlardır. Hozat’ta aralarında Bahtiyarların olduğu bazı aşiretler ayaklanmıştır.
Kırganlılar ve Arıllı Aşireti ise Nazimiye ve Mazgirt’i talan etmiştir.[17] Aşiretlerin bu ayaklanmaları Rus Ordusu ve Ermeniler tarafından teşvik
edilmiştir.[18]

Ancak Rus Ordusu ile birlikte Pülümür’e giren Ermenilerin katliamlara başlaması üzerine aşiretler Rus Ordusuna karşı savaşmaya başlamışlar ve
Rusların Dersim’i ele geçirmesine engel olmuşlardır.[19]



    İstiklal Harbi

Mondros Mütarekesi ile birlikte Kürt Teali Cemiyetinin öncülüğünü yaptığı bölücülük ve ihanet komplosu Dersim’i de kapsayan alanda başlamıştır.
Baytar Nuri ve Alişir, Dersim bölgesindeki komplonun yürütücüleri olmuşlardır.[20](Bu komplonun önemli bir parçası da İngiliz Binbaşı Noel’dir.[21]
Öte yandan 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresinden sonra Sivas’a geçerken Ferhat Uşağı Aşiretine mensup
3000 kişi Diyap Ağa’nın liderliğinde Erzincan boğazında güvenlik önlemi alarak, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kurulmak istenen tuzağı boşa çıkarırlar.(s….)

Mustafa Kemal Paşa ise Dersim’in önde gelenlerinden Alişan Bey ile görüşerek, Dersim aşiretleri ve Koçgiri Aşiretinin milli mücadeleye desteğini istemiştir.[22]

  Koçgiri İsyanı, (Ekim 1920-17 Haziran 1921)

4 - OSMANLI VE SONRASI AVRUPA HARİTASI NDA TÜRKİYE HARİTALARI BATI ANADOLU 1914


Koçgiri Aşireti, Sivas civarında, Dersim’in Hozat ilçesine komşu coğrafyada beş büyük kabileden oluşan ve 135 köyde yaşayan Kürtçe konuşan Türkmen
kökenli bir Alevi aşiretidir.[23] Koçgiri Aşiretinin liderleri Alişan ve Haydar beylerdir. Haydar Bey, Mondros Mütarekesi sonrasında
Kürt Teali Cemiyetine girmiştir. Mart 1920’de Koçgiri Aşireti üyesi Alişir, Ovacık ve Hozat’ta Kürtçü propagandaya başlamıştır.[24]

Yunan askeri istihbaratı tarafından desteklenen bu ilk çalışmaları Zara ilçesinde ve Sivas’in diğer bölgelerinde karakolların basılması ve cephane
sevkiyatının engellenmesi izlemiştir.[25] Ankara, gelişmeleri kontrol etmek için Koçgiri Aşireti reisi Alişan’ı Refahiye Kaymakamlığına,
Haydar’ı ise İmranlı Müdürlüğüne atar.[26]

Bu sırada Alişir, Ekim 1920’de Kemah’ta 150 kişi ile baskın ve soygunlara başlamıştır.Öte yandan Refahiye kaymakamlığına atanan Alişan Bey,
100 kişi ile Ovacık’a gelir, oradan yanına bazı aşiret reislerini alarak Hozat’a geçer ve orada Kürdistan’ın bağımsızlığı için mücadele etme amacı ile
bir yemin töreni düzenler.[27] Meşruiyet döneminde Ermenilerle işbirliği yapan ve Taşnaksutyün Komitesine üye olan Seyit Rıza bu toplantıya
katılan aşiretlere güvenilmeyeceği gerekçesi ile katılmamıştır.[28] Hozat toplantısından sonra Ankara Hükümetine bir muhtıra verilerek,
“Kürdistan’a özerklik” talep edilir.[29]

Ankara, zaman kazanmak amacı ile Elazığ’dan Dersim’e bir heyet yollar. Bu heyet isteklerin kabul edileceğini bildirir.
Bunun üzerine batı Dersim Aşiretleri Ankara’ya bir telgraf çekerek “eğer Sevr şartları uygulanmaz ise silahlı mücadeleye başlayacaklarını” açıklarlar.
 Bu sırada Dersim’in önde gelen Aşiretlerinden Ferhat Uşaklarından Diyap Ağa ve ..Aşiretinden Meço Ankara’ya milletvekili olarak davet edilmişlerdir.
Dersimliler, bu milletvekillerinin kendilerini temsil edeceğine inanmışlardır.[30]

Bu sırada dersim üzerinde etkisini artıran Seyit Rıza Dersim merkezini işgal ederek Ankara hükümetine bir telgraf çekmiş ve Diyap ve Meço Ağaların Dersim’i
temsil etmediklerini Dersim’in bağımsız Kürdistan istediğini, Kürdistan’ın ancak konfederasyon ile Ankara ile birleşeceğini açıklamıştır.[31]

Bu arada Koçgiri aşiretinin isyanı gelişmiş ve yayılmaya başlamıştır. İsyancılar İmranlı civarındaki Türk köylerinde büyük bir katliam yapmışlardır.[32]
10 Mart 1921’de hükümet Erzincan Sancağı, Sivas’ın Divriği ve Zara kazalarında sıkıyönetim ilan etmiştir. İsyancılar ise 12 Mart’ta Kemah
civarındaki Türk köylerinde katliam yapmış, 13 Mat’ta Erzincan’ı yağmalamışlardır.[33] 13 Mart 1921’de
Sakallı Nurettin Paşa Merkez Ordusu Komutanı olarak Koçgiri Aşiretinin ve Dersim’den gelerek isyana katılan aşiretlerin isyanını bastırma görevi
vermiştir. Merkez Ordusu, 11 Nisan 1921'de isyanı bastırma harekatına başlamıştır.[34]

26 Mart 1921’de isyancılar Pülümür aşiretlerinden yardım istemiş iseler de aşiretler Ankara’nın yanında yer almışlardır.[35]

Bu sırada Dersim aşiretlerinden Beytan Aşireti Kemah’ı, Seyit Rıza’nın telkini ile Aşuran Aşireti ise Erzincan’ı tehdid ederek, Koçgiri Aşiretine destek
vermişlerdir. Merkez Ordusu, 27 Nisan-24 mayıs 1921 tarihleri arasında isyancılarla 15’den fazla çatışmaya girmiş, 500’den fazla isyancı
öldürülmüştür.[36]

Merkez Ordusu, Sivas’ta isyancıları bastırınca bir çok isyancı unsur aileleri ile Dersim’e çekilmişlerdir. Dersim aşiretleri ise 21/22 Mayıs gecesi
Kemah ve Ilıç’ı basarak isyanı sürdürmüştür. Nureddin Paşa, Ovacık merkezli olarak Dersim’e yönelik sert bir harekatı savunmuş,
fakat hükümet bu teklifi kabul etmemiştir.  30 Mayıs’ta Dersim’den 500 kişilik bir güç Koçgiri Aşiretine yardım için Sivas’a gelmiş ve 2 Haziran’da
Merkez Ordusu birlikleri tarafından mağlup edilmiştir. Bu mağlubiyet üzerine Alişan Bey 17 Haziran 1921’de teslim olmuştur.[37]

Koçgiri Aşiretinin mağlubiyetinden sonra Seyit Rıza ve Alişir, Dersim’de aşiretleri bir kez daha isyan için bir araya getirmişler ise de başarılı
olamamışlardır. Birkaç aşiretin saldırısı Merkez Ordusu tarafından ezilmiştir. Mustafa Kemal Paşa,  Seyit Rıza’dan sükünetin muhafazasını rica
etmiştir. 1922’de Dersim, Mamuretül Aziz Vilayetinden ayrılarak il yapılmıştır.[38]



        Cumhuriyet Döneminde Dersim

Cumhuriyet döneminde de Dersim yüz yıllardan bu yana muhafaza ettiği devlet içinde bağımsız bölge konumunu sürdürmek istemiştir.
E. Pamukçu, 1921 Koçgiri yenilgisinden sonra Dersim aşiretlerinde Zazalık bilincinin geliştiğini İstiklal Savaşından sonra Ankara’nın
Dersim’e yönelik önlemler alacağını anladıklarını ileri sürmektedir. Bundan dolayı, aşiretlerin birleşme çabaları olmuş; fakat aralarındaki
ihtilaflardan dolayı başarısız olmuşlardır.[39]

Seyit Rıza, Dersim’in lideri iddiası ile Cumhuriyet rejimine her vesile ile meydan okumaktadır. Daha 1924 yılında Halk Fırkası Dersim
milletvekilliğine Feridun Fikri Bey’i aday gösterince, Seyit Rıza buna karşı çıkmış ve Dersim’i ancak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
mensubu Hasan Hayri Bey’in temsil edebileceği iddiası ile bin-iki bin kişilik bir güçle Feridun Fikri Bey’i yakalamak için Hozat’ı kuşatmıştır.[40]
Olay, Hozat Jandarma Komutanının girişimi ile yatışmıştır.[41]

.

Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu BÖLÜM 2





Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu  BÖLÜM 2







"Generalissimo"

Aynı günlerde Seyit Rıza, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na bir mektup yazıyordu. Seyit Rıza, "Dersim Generali" diye imza attığı ve elli yıl sonra ilk kez Nokta ile gün ışığına çıkan bu mektupta, İngiliz hükümetinden yardım istiyordu. Ne var ki, umduğunu bulamayacaktı. İngiliz Dışişleri Bakanlığınca İstanbul'daki İngiliz Konsolosluğu'na gönderilen bir yazıda şöyle deniyordu: "Eğer Türk hükümetine, mektubun tarafımızdan dikkate alınmadığı gayri resmi olarak bildirilirse iyi olur."
Bu ilginç yazının tarihi de ilginçti. İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın yazısı 5 Ekim 1937 tarihini taşıyordu.
Oysa Seyit Rıza bu yazıdan yaklaşık bir ay önce, 10 Eylül günü tutuklanmıştı. Anlaşılan bu kez İngiliz politikası, "bekle ve dengenin kimden yana döneceğini gör" biçiminde gelişmişti.
İngilizlerin gözlediği denge, Seyit Rıza'nın aleyhine bozulmuştu. Abasan aşiretinin başı Seyit

Rıza, tutuklanmıştı. Kimi kaynaklara göre bu tutuklanma, "teslim olma" sonucunda gerçekleşmişti. Kimi kaynaklara göre ise, Seyit Rıza hükümetin "barış görüşmesi" çağrısına uyarak Erzincan'a gitmiş ve ele geçmişti.

Seyit Rıza'nın öyküsü yargılanıp 18 Kasım 1937 tarihinde sona eriyordu. Seyit Rıza, küçük oğlu Reşik Hüseyin, yeğeni Yusufhan aşireti reisi Kamber, Kureyşan aşireti reisi Seyit Hüseyin'in de aralarında bulunduğu on kişiyle birlikte asılmıştı. Bu, aynı zamanda 1937 harekâtının sonuydu. Başbakan İsmet İnönü, idamlar dolayısıyla yaptığı açıklamada, "Dersim meselesini ortadan kaldırdık, son verdik. Dersim müşkilesinden kurtulduk. Dersim'i her türlü askeri hareketlerle temizledik" diyordu.

Ancak, "mesele" ortadan kalkmamıştı. 1938'e yine huzursuzluklarla girilmişti. Gazeteci Naşit Uluğ, şöyle anlatıyordu: "Azgınlık bu sefer Kalan mıntıkasında başladı. Kalanlılara bundan önce uslu oturduklarından dokunulmamıştı. Henüz imar ve temdin çalışmaları kendi bölgelerine erişmemiş olan Kalanlılar, ağaların ve Seyit'lerin tahrikine uyarak Diztaş karakoluna tecavüz ettiler. Kış gelmişti, dağlar karla örtülmüştü, yollar henüz bitirilmemişti, harekâta yazın devam edilmek üzere kış geçirildi. Havalar açılınca asker Kalan mıntıkasına girdi."

Bir başka "bahar"
Dersim'de yine hazırlık vardı. Yine bahar bekleniyordu. Ama bu kez hazırlıklar daha sistemli, tedbirler daha yoğundu. Başbakan da artık Celal Bayar'dı. Gerek 1937, gerekse 1938 harekâtını "yakinen" izleyen gazeteci Naşit Uluğ şunları aktarıyordu kitabında:
"Kamutay 1938 yaz tatiline girerken o zamanki Başbakan Celal Bayar, iç meseleler arasında Dersim'e de temas ederek, 'Bu yıl Dersim denilen işi kat'i surette tasfiye etmek için devletin bir tedbiri daha olduğunu ve ordumuzun Dersim havalisinde vazife alacağını ve umumi bir tarama hareketiyle bu meseleyi kökünden söküp atacağını söylemişti."
1938 harekâtı için her şey hazırdı. Öyle ki, harekâtın artık basılı bir "kılavuz kitabı" bile vardı. 1938 yılında Elazığ Turan Matbaası'nda Tunceli Vali ve Kumandanlığı tarafından bastırılan kitapçığın adı şöyleydi: "Tunceli bölgesinde yapılan eşkıya takibi hareketleri, köy arama ve silah toplama işleri hakkında kılavuz."

Dam nasıl yakılır?
Kılavuz, bir tenkil hareketi için gerekli tüm bilgileri içeriyordu. Örneğin, "köyde eşkıya araması" bölümünün 6. maddesinde "Silah atan köy yakılmalıdır" denilirken, 7. maddesinde bu işin nasıl yapılacağı anlatılıyordu: "Damlar taş ve topraktan ibaret olup yalnız tavan ve direkleri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam üstünden bir kısım toprak atılarak ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina ateşe verilir. Oda kapısından içeriye odun yığarak ateşleme sureti ile genişletilir."
Kılavuzun "silah toplama" bölümünde de şu "bilgiler"e yer veriliyordu: "Silah teslime mecbur etmek için kadın ve çocukların toplanarak hükümete teslim edileceğini söylemek çok kere iyi netice verir. Bu gibilerin damlarını yakmak faydalıdır."

O günleri yaşayanlardan Şükrü Baykara'nın "kıran kırana" diye tanımladığı bir çatışma başlamıştı artık Tunceli'de. Genelkurmay yayınında, bu çatışmalardan 21 Temmuz 1938 günü Laç deresi civarında cereyan edeni şöyle anlatılıyordu:

"Haydutların sığındığı, ağızları mazgallı taş duvarlarla kapatılmış mağaralar, cesur askerlerimiz tarafından kuşatılmış, top ve makineli tüfek ateşinden başka 25'inci Alay'dan gönderilen istihkâm müfrezesi tarafından tahrip kalıpları atılmak suretiyle mağaralar tahrip edilerek içindekiler öldürülmüş, can havli ile dışarıya fırlayanlar da ateşle imha edilmişti. Böylece tarama sahası içindeki mağaralarda toplam olarak 216 haydut imha edilmiş, ayrıca 12 haydut cesedi Munzur suyu üzerinde görülmüştü."

Genelkurmay yayınının bundan sonrasında tarihler, mevki isimleri ve ölü sayıları birbirini izliyordu: "Haydutlardan 20 kadar ceset... Tayyare filosunun bombalı taarruzunda haydutlardan 40'tan fazla zayiat... Kaçmak isteyen 49 kişinin imhası... Dört köyden 395 haydudun ölü olarak ele geçirilmesi..."

Ve bir örnek: "Mameki Dağ Tugayı bölgesinde bir kuvvetimiz Çat Köyü'ne ateş baskını yaptı. Bu baskına haydutlar şiddetle karşı koydularsa da Çat Köyü'ndeki kalabalık, perişan bir halde bağrışma ve feryatlar içinde kaçıştılar. Bu müsademede haydutlar 15'i silahsız olmak üzere 70 kadardı. Müsademe sırasında 20 kadarı imha edildi."

Doğal olarak raporlara, belgelere yalnızca rakamlar ve kuru bilgiler yansıyordu. 80 yaşındaki Menez Akkaya ise, Nokta'ya anlattıklarıyla canlı bir tablo çiziyordu:
"Ben o zaman genç kızdım. Bizim köye askerler birkaç kez geldi gittiler. Bir şey yapmadılar bize. Türkçe bilmediğimiz için ne dediklerini anlamıyorduk. Daha sonra bir gün yine geldiler. Bütün köy halkını topladılar. 200-300 kişi vardı. Kadın, çoluk çocuk hepsi oradaydı. Hepimizi Değirmentaş'ın oraya götürdüler. Bize, silahlarımızı toplayıp serbest bırakacağız diyorlardı. Ama bizi çay kıyısına götürüp öldürdüler. Kocamı da öldürdüler. Biz üç kişi kurtulduk. Ben ağaca yapıştım, öyle kurtuldum. Günlerce aç susuz ölülerin yanında kaldık. Öyle olmuştu ki, korku diye bir şey kalmamıştı

1938 fırtınası Eylül sonunda diniyordu. Ardında binlerce ölü bırakarak. Genelkurmay yayınına bakılırsa, ölü sayısı 4 binden az değildi. Gerçi bu, Kurtuluş Savaşı boyunca 9 bin kişinin şehit olduğu düşünülünce oldukça büyük bir rakamdı, ama yine de "kesine yakın" olduğu söylenemezdi. Çünkü ölü sayıları genellikle yuvarlak hesaplarla veriliyor ve örneğin "tarama bölgesi içinden ölü ve diri 7954 kişi çıkarılmıştır" gibi, ölü sayısının bilinemeyeceği ifadeler kullanılıyordu.

Aralarında, özel olarak gönderilen Muhafız Alayı'nın bulunduğu yaklaşık 50-60 bin kişilik askeri kuvvet artık çekilmeye başlamıştı, Tunceli'den.

İsyan bitmiş, ölen ölmüştü. Kalan sağlar ise... Onlar için Bakanlar Kurulu, "Tunceli halkından ve yasak bölgelerin içinden ve dışından 5-7 bin kişinin Batı illerine nakil ve iskânı" kararını almıştı.

Ve İngiltere'nin Trabzon Konsolosu, Dersim olaylarıyla ilgili olarak Ankara'daki Büyükelçiliği'ne gönderdiği son raporunu şu değerlendirmeyle sonuçlandırıyordu: "Artık söylenen şu: Türkiye'de Kürt sorunu bitmiştir."

* Nokta Dergisinin 28 Haziran 1987 tarihli yıl 5, sayı 25'te "Dersim 1937-1938/ Yarım Yüzyıl Sonra" başlıklı dosyası Ayşenur Arslan, Hıdır Göktaş, Nadire Mater, Mahmut Övür ve Seral Özzeybek imzalarını taşıyor. ( Skyturk internet sitesinden alıntı)


TUNCELİDE NELER OLDU .. BÖLÜM 1

Ümit Özdağ tarafından yazıldı.

Sunuş
Tunceli’de dönemin PKK’sı devletin milletin ve Tunceli halkının büyük bir bölümünü oluşturan uysal, sakin, devlete saygılı ve ülkeye bağlı
aşiretlerinin başına beladırlar.
Erzincan ve Elazığ’ın köylüleri Tunceli’den civar köylere saldıran ve talan eden aşiretlerin şirretliğinden bıkmış ve bezmişlerdir.
Bu şirretlik takriben 100 seneden bu yana devam etmektedir. Tunceli coğrafyasının sağladığı avantajı kullanan soyguncu aşiretler devletin nizamı
sağlamak üzere düzenlediği askeri hareketlerden defalarca kaçarak askeri önlemleri defalarca etkisiz hale getirmişlerdir. Bu aşiretler,
Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusunu Rus Ordusu ile anlaşarak arkadan vurmuşlardır. Bu aşiretlerin derdi ne Zazalık ne de Kürtlüktür.
Soyut bir politik ülküyü temsil etmekten uzak, çapulculuk ile yaşayan sürülerden bahsetmekteyiz.

Bu düşmanla işbirliği yapanların yanında İstiklal Harbi’nin başında Mustafa Kemal Paşa’ya göğüslerini siper eden aşiretler de vardır,
onların vatanperver liderleri de. Onların çocukları aramızda yaşıyor. Evimin olduğu caddede bir dükkan var. Dükkanın sahibi Tunceli Nazimiyeli.
Her görüşünde sokağa fırlar, “Allah razı olsun hocam dün akşam seni dinledik. İçimize su serptin. Bölücülerin canını okudun” der.
Ya da ben Tunceli’ye gidince kahvehanede etrafımda toplanıp Türkiye’nin ve Türk Milliyetçiliğinin sorunlarını tartışırlar.
Sonra ellerinde Kaleşnikofları ile dağlara korucu olarak görev yaptıkları yerlere giderler.

Bu azgın aşiretler Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin de aynı Osmanlı Ordusu gibi bir iki kere gelip sonra bıkacağını,
Tunceli ve çevresini kendi azgınlıklarına terk edeceklerini düşünürler. Ankara, bölgeye birçok nasihat heyeti yollar.
Kendilerine defaatle uslanmaları için nasihat edilir. Dinlemezler. Bu arada devlet, Tunceli ve çevresinde aşiret yapısını dağıtmak, ekonomik
gelişmeyi sağlamak amacı ile hukuki düzenlemeler üzerinde çalışır. Nihayet “Nasihat ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı
kötektir” atasözünde olduğu gibi 1937’de hakkı kötek olan aşiretler gereken dersi almışlardır. Bu yazıyı, son günlerde yine televizyonlarda
Türk Milleti, Türk devleti ve Türk Ordusuna yönelik ağır saldırıların başladığı bir ortamda yalan ve dolana karşı derledim.
Yazının orijinal bir analiz olma iddiası yoktur. Sadece kimin ne yaptığını bilelim diye derlenmiştir.  

       Giriş

Anadolu’nın coğrafi olarak merkezine yakın bir noktada olan Tunceli coğrafyası, Osmanlı-Safevi ilişkilerinin Yavuz-İsmail Döneminde yaşadığı
çatışmaların gerçekleştiği 1570’lerden bu yana önce Osmanlı devleti sonra Türkiye Cumhuriyeti için bir güvenlik sorunu olmuştur.
Bu hususu Zaza milliyetçisi Ebubekir Pamukçu şu şekilde ifade etmektedir: “Dersim’in Zazaları XVI. yüzyıldan bu yana merkezi otoriteyle
çatışma durumlarını Cumhuriyet’ten sonra da sürdürdüler.”[1]

Tunceli sert ve zor bir coğrafyada yaşayan aşiretler, coğrafyadan istifade ederek devlet otoritesinin bölgelerine girmesini engelledikleri gibi,
bölgelerinin tarım ve hayvancılığa izin vermemesinin sonucunda geçim kaynağı haline getirdikleri sistematik vurgun ve soygunlarla sadece
Tunceli’yi değil, Bayburt, Eğin, Kangal ve Sivas’a kadar uzanan bir coğrafyayı 1930’lara kadar güvensiz hale getirmişlerdir.[2]

Bu konuda E. Pamukçu’nun Dersim’de merkezileşmiş ve bütün komşu coğrafyaları terörize eden sistematik soygun sistemi ile ilgili şu ifadeleri
çok önemlidir: “Fakat Dersim’in Zazaları, Dersim’in coğrafik yapısının sağladığı avantajını da kullanarak Türk-Kürt birliklerinin Dersim’e girmesine
engel oldular. Böylece Dersim, Osmanlı sınırları içinde Osmanlıdan bağımsız bir bölge durumuna geldi…Dersim’in bu statüsü, küçücük bir bölgede
de olsa Zaza hakimiyetinin simgesi olması bakımından önemlidir. Ama bu statü, halkımıza çok pahalıya mal olmuş, yüzyıllarca süren bu yalnızlığın
sonucu olan yoksulluk bölgeyi kasıp kavurmuş, bu olumsuzluk da dinsel kurumların yozlaşması, aşiret kavgalarının yaygınlaşması ve
soygunculuğun kurumsallaşması sonucunu getirmiştir…Bir çok aşiretin soygun kolları vardı. Bir soygun kolu da katırcılar, toplayıcılar,
gözcüler, nişancılar gibi, bir soygun seferinde ayrı ayrı görev yapan kişilerden oluşuyordu. Yılda birkaç kez çevre illere yapılan baskınlarda ele
geçirilen soygun ganimetleriyle aşiretin bir yıllık geçim yükü hafifletilmeye çalışılıyordu.Belirli aşiretlerin kendilerine ait soygun bölgeleri ve kendi
denetimlerinde soygun yolları vardı. Bu yollar doğuda Kığı, batıda Arapkir ve Kemaliye, kuzeyde Kemah ve Erzincan’a dek uzardı.”[3]

Eski adı Dersim olan coğrafya, Batıda Kemaliye ve Ilıç Vadisine  Kuzeyde Erzincan ve Gümüşhane hudutlarına, Doğuda ise Kığı ve
Bingöl topraklarına dayananan, Güneyini Murat Suyu’nun kestiği geniş bir alanı kapsamaktadır.[4] Munzur Suyu Dersim’i ikiye bölmektedir.
Mazgirt ve Nazimiye Doğu Dersim, Hozat, Çemişgezek, Çarsancak, Pertek, Ovacık ise BatI Dersim olarak adlandırılmıştır.[5]

Dersim’de irili ufaklı 91 Aşiret yaşamaktadır.[6] Bu Aşiretler etnik kimliklerine göre Zaza, Türkmen, Kürt şeklinde tasnif edilirler.
Zaza ve Türkmenlerin çok büyük bir bölümünü Aleviler oluşturmaktadır.Ayrıca Dersim’de dikkate değer bir Ermeni nüfus olduğu da bilinmektedir.
[7] 1935’de yapılan sayıma göre bugün ki Tunceli sınırları içinde 107.732 kişi yaşamaktadır.[8]

Tanzimat sonrasında Anadolu’da idari birliği sağlamak isteyen Osmanlı Devleti 1860’dan itibaren Dersim bölgesinde de devlet düzenini sağlamak
amacı ile yıkıldığı tarihe kadar bir çok girişimde bulunmuştur. 1863’da Erzurum Müşiri Samih Paşa’nın Dersim’de gerçekleştirmek istediği
bayındırlık hizmetlerine direnç gösterilmiştir. 1860 ve 1877’de devletin Hozat ve Mazgirt’te birer kışla yaparak güvenliği sağlama ve Dersim’e
nüfuz etme girişimi de Dersim’in derebeylerinin tepkisi ile karşılaşmıştır.[9]


1 - OSMANLI VE SONRASI AVRUPA HARİTASI NDA TÜRKİYE HARİTALARI 1789



    Osmanlı Devletinin Dersim’de hakimiyet kurma çabalarından rahatsız olan Dersim derebeyleri 1877-78 Türk-Rus Harbinde Ruslara yardım vaat
etmiş, Hozat ve Mazgirt’teki kışlalardaki askerler Rus Ordusu üzerine sevk edilince kışlaları basmış ve imha etmişlerdir. Hatta bazı Dersim aşiretleri
bütün Erzincan bölgesini denetim altına almak isteyince Osmanlı Devleti Ali Şefik Paşa komutasındaki bir heyeti Dersim’e “tedip” amacı ile yollamış
fakat sonuç alamamıştır.[10]

1893-1905 arasında da Dersim ve çevre coğrafyasında Dersim’den kaynaklanan akınlardan dolayı büyük huzursuzluklar çıkmıştır.
Dersim aşiretleri özellikle Elazığ ve Malatya üzerinde denetim kurmaya çalışmışlardır. 1896’da Müşir Zeki Paşa Dersim’den kaynaklanan fitneyi
bastırmakla görevlendirilmiştir. Müşir Zeki Paşa, olayları denetim altına almayırı başarmıştır.[11] 1903’de dersim Mutasarrıfı Celal Bey,
bölge için bir islahat raporu hazırlamıştır.[12] 1905’de Dersim’de tekrar huzursuzluk çıkmıştır. İstanbul önce huzursuzlukları bastırmak için bir
ordu yollamayı düşünmüş fakat sonra Harput Valisi’nin isteği üzerine vazgeçmiştir.[13]  

1907’de  Kureyşan aşiretinin Kığı’nın köylerini ve Kemah ile Çemişkezek’i basması üzerine Harput’tan Neşet Paşa komutasındaki bir birlik
Dersim’e yürüyerek eşkıya güçlerini dağıtmış ve Dersim Komutanı ünvanı ile Hozat’a yerleşmiştir.Ancak eşkiyaların tam anlamı ile ezilmemesi
eşkıya aşiretleri cesaretlendirmiş, aynı sene içinde Ermenilerin de destek ve kışkırtması ile Koçuşağı, Şamuşağı, Resin aşiretleri Kemah ve
Erzincan’a akınlar düzenlemişlerdir.[14]

Bunun üzerine 4. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa İstanbul’dan daha etkili bir harekat için izin istemiştir. Karaballı, Ferhatuşağı ve Resik
Aşiretlerinin gerçekleştirdiği ve liderliği Dersim’in dini liderlerinden Yukarı Abbas Uşağı Aşiretinin Şeyh Hasanlar kolundan Seyit Rıza’nın yaptığı
talanlar üzerine 1908’de Neşet Paşa aldığı takviyelerle aşiretler üzerine bir harekat yapmıştır. Harekat başarılı olmamıştır.[15]

Neşet Paşa’da İstanbul’a sadece askeri önlemler değil, islahat önlemleri alınması gerektiğini belirtmiştir. 1908’in sonunda bir kez daha bu kez
Haydaranlılar üzerine askeri harekat düzenlenmiştir.[16]

Tunceli 1937 - 38' de Ne Oldu BÖLÜM 1







Tunceli 1937 - 38'de Ne Oldu  BÖLÜM 1 




1937-38'de ne olmuştu?

İşte 22 yıl önce Nokta dergisinde yayınlanan 'Dersim dosyası

Nokta Dergisi'nin 1987'de yayımladığı "Dersim 1937-1938/ Yarım Yüzyıl Sonra" dosyasını bugünün gündemine denk düşmesi nedeniyle "İlk kez açıklanan belgeler", "İsmet İnönü'nün Lozan'da okuduğu bildiri", "ABD, Demirel'e Federe Kürdistan Önerdi", "Demirel Koçaş'ı yalanlıyor", "Hedef doğrudan Dersim idi", "Dış basından", "Parlamenter gözüyle" başlıklı çerçeveleriyle birlikte aynen yayımlıyoruz."Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır...

Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul etmeye yarayan çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir."

Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, İçişleri Bakanlığı'na raporunu sunduğunda Dersim olaylarına doğru bir adım daha atılmış oluyordu. Bir süre sonra Dersim'in adı Tunceli'ye dönecek, adına özel yasalar çıkarılacak, ardından da kanlar dökülecekti. Tam yarım yüzyıl önceydi bütün bunlar. Ve yarım yüzyıl boyunca konuşulmayacaktı. O kadar ki...

Muhsin Batur, 1985 yılında yayınlanan "Anılar ve Görüşler" adlı kitabında şunları yazıyordu. "Günlerden bir gün alayımıza emir geldi... Tren yoluyla Elazığ'a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz 40 kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında pek ilkel ve zor koşullar altında gerçekleşti. Elazığ'ın biraz uzağında Harput'un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum..."
Muhsin Batur, yaşadıklarını kendisine saklamıştı. Pek çok başkaları gibi... "Bir şeyler", önemli bir şeyler olmuştu 50 yıl önce. Oysa bugün genç kuşaklar, neredeyse Dersim adını bile bilmiyordu. Bugünü anlamanın anahtarı olan "dün" unutulmuştu.

Ve yarım yüzyıl sonra Nokta "dün"ün kapısını açıyordu. İngiliz arşivlerinde bugüne dek karanlıkta kalan belgeler ve mektuplar; Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı'nın kamuoyuna yansımayan "Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar" adlı belgesel yayını; o günlerin canlı tanıkları... Bütün bunlar bir manzarayı gözler önüne seriyordu: Dersim isyanı... 1937 baharından 1938 baharına iki tenkil harekâtı. Binlerce ölü, onbinlerce sürgün..

Her şey köprüyle...
"37 geldiği zaman bir köprü meselesinden geldi. İki ya da üç kişi köprüyü yaktılar. Cehaletten çoban mı yaktı, başkası mı yaktı bilemezsin yani... Belli değil, yani bilmezlikten yaktılar. Ondan sonra başladı. Olay büyüdü..."

Kureşanlı 60 yaşındaki Veli Çelik'in anlattığı bu köprü olayı, Genelkurmay belgelerinde şöyle geçiyordu: "İlk olay, Pah bucağı ile Kahmut bucağını birbirine bağlayan Harçik deresi üzerindeki tahta köprünün 20/21 Mart 1937 gecesi Demenan ve Haydaranlılar tarafından yıkılması ve köprü ile Kahmut arasındaki telefon hattının tahrip edilmesiyle başladı."
Köprü bir kıvılcımdı. Avusturya veliahdının öldürülmesi Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasında ne ölçüde etkense, köprünün yakılması da Dersim olaylarını başlatmada o ölçüde etkendi.
Evet, köprü yıllarca için için yanan bir ateşi canlandırmıştı. Dersimlilerin asker ve vergi vermeyi reddetmeleriyle somutlaşan bir ateşti bu. Dersim bir sancıydı... Tunceli Kanunu, 1935 yılında böyle bir ortamda çıkarılmıştı. Kanuna göre, vali ve komutan, bakanların bütün yetkilerine sahip olacak; kaymakamlıklara muvazzaf subaylar, belediyelere başkanlar atayabilecek; ilçe ve bucakların merkezlerini değiştirebilecek; gerekli gördüklerini il dışına çıkartabilecekti. Asıl önemlisi hukuk alanındaki düzenlemelerdi. Bu kanunla Tunceli'de yapılacak yargılamalara da özel yöntemler getiriliyordu.

Gazeteci Naşit Uluğ, "Tunceli Medeniyete Açılıyor" adlı kitabında, yapılanları "mazinin kötülüklerini tasfiye" olarak yorumluyor ve şöyle diyordu:
"Doğu illerimizdeki kötülüklerin başında memleketin emniyet ve asayişini tehdit eden hıyanet ve şekavet ocakları vardı. Halkı esir gibi kullanan derebeylik ve toprak ağalığının yanında, bunların daha korkuncu olarak aşiret sistemi geliyordu. Bu sistem, Kemalist rejim muvacehesinde fiili bir isyan ve itaatsizlikten farklı görünmüyordu."

"Meğer askeri yolmuş..."
70 yaşındaki Şükrü Baykara Nokta'ya anlatıyordu: "1937'de önce yol yapıldı. Öğrendik ki meğer askeri yol yapılıyormuş. O zaman ben 19-20 yaşındaydım... Olaylar öyle hızlı oldu ki, iki-üç gün içinde sildi süpürdüler."

Önce yol gelmişti Dersim'e, ardından da uçaktan atılan bildiriler. 4 Mayıs 1937 tarihini taşıyordu bildiriler ve Genelkurmay yayınına göre "Türkçe, Osmanlıca harflerle, mahalli lisanda" yazılmıştı: "Sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları Cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. Bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. Aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsanız, her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz."

Bildirilerle aynı tarihi taşıyan Bakanlar Kurulu'nun gizli bir kararında da şöyle deniyordu:
"Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür."

Dersim'de adım adım tarih yaratılıyordu. Tarihi yaşayanlardan biri Mehmet Kangutan'dı. 1937'de 11 yaşındaydı Kangutan ve o günleri Nokta'ya bugün şöyle anlatacaktı:
"Abdullah (Alpdoğan) Paşa buraya geldiği zaman hem adli hem idari bütün yetkilere sahipti. İstese adam öldürebilirdi... Bütün aşiret reislerine emir çıkardı. Dedem Karabali aşiretinin reisi olduğu için oha da emir çıkardı: Herkes aşiretin silahlarını göndersin, fes yasak... Dedem belki yüz-yüz elli tüfeği katırlara odun yükler gibi yükledi, gönderdi. Herkes şapka giydi. Tüccarlarda şapka kalmadı. Ve adam yol yapmaya başladı. Atatürk'ün hastalığı zamanındaymış... Abdullah Paşa üç şey istiyordu: Askere gideceksiniz, verginizi vereceksiniz, birbirinizin malına göz koymayacaksınız... Abdullah Paşa'nın bu icraatına rağmen tek tük hadiseler oluyordu. Tabii bunlar büyük bir katliamı icap ettirmiyordu."

Silah meselesi Genelkurmay belgelerinde de yer alıyordu. Dersim havalisini teftişle görevlendirilen Diyarbakır Valisi Cemal Bey'in İçişleri Bakanlığı'na sunduğu şu raporla: "Üç-beş şahıs müstesna, ağalar ve reisler ve dahil bütün Dersimliler son derece fakirlik ve zaruret içinde çırpınmaktadırlar. Soygunculuk hareketlerinin sebebi, yaşamak hissi ve endişesidir... Her Dersimli, hayatını, malını korumak kaygusu ile silahlı bulunmak zorunluluğunda kalmıştır..."
Gerek Cemal Bey'in raporu gerekse öteki istihbarat ve değerlendirme, hükümeti bir sonuca götürüyordu: "Dersim'in ıslahatı zaruridir."

Genelkurmay yayınında şu satırlara yer veriliyordu: "Tunceli Kanunlarının uygulanmasında ilkin, Dersim'e hâkim olmak esası dikkate alındığı için Kahmut, Sin, Karaoğlan, Amutka, Danzik, Haydaran gibi bucak merkezlerinde birer karakol tesisi ve binalarının inşaasına başlanmıştı.

"Bu iş; çok uzun zamandan beri hükümet memuru ve nüfuzu görmeyen aşiret reisi ve ağalarının hoşuna gitmemiş ve özellikle Kalan'da yeni bir ilçe teşkili bunların kuşkularını büsbütün artırmıştı. Bu arada Suriye'den Tunceli bölgesine giren bazı Ermenilerin Koçkirili Ali Şir'in etrafta yaptığı menfi propagandanın halk üzerindeki etkisi de büyüktü. Bu durum dolayısıyla Yukarı Abbas uşağı aşireti reisi Seyit Rıza; Haydaran, Demenan, Yusufan, Kureyşan aşiretlerine adamlar göndermek suretiyle bunların hükümet aleyhine ittifakını sağlamış oldu."

Bu ittifakın gözle görünür ilk sonucu köprünün yakılması olarak gelmişti. Bunun üzerine, bölgeye ilginin artırılmasına karar verilmişti: "Son olay ve alınan haberler gösteriyordu ki, hükümetin Tunceli içerisine adım adım girişi, çıkarları bozulan bazı kimseleri sıkmakta, çıkarılan Orman Kanunu, dağ köylerinde keçilerinin aç kalacağı korkusunu doğurmakta ve bunlara benzer birtakım zararlı propagandalarla halk kışkırtılmakta idi. Bu durum dolayısıyla önümüzdeki ilkbaharda gerek Tunceli içinde ve gerekse çevresindeki illerde sarkıntılık ve çapulculuk hareketlerinin artacağı ihtimali karşısında Tunceli içinde ve çevresinde kuvvetli bulunmak lazımdı."

Kanlı bahar

1937 yılında ilkbahar Dersim'e böyle koptu kopacak bir fırtınayla birlikte gelmişti. Dağ taş silah aranıyor, silah toplanıyordu. Karakolların sayısı artmıştı. Ve... Genelkurmay yayınının 382. sayfasında anlatılıyordu: "Hemen hemen her gün eşkıyanın şu veya bu karakola baskın yapacağı haberleri alınıyordu. Birkaç kez Elazığ'da bulunan uçak bölüğünce; eşkıyanın toplandığı yerler, özellikle bu ayaklanmayı görünürde perde arkasından yönettiği bilinen Seyit Rıza'nın evi ve civarı havadan bombalandı. Her gün biraz daha şiddetini artıran kaynaşmaya rağmen henüz ciddi bir hareket olmamıştı. Nihayet bir gün (26 Nisan 1937) Sin bucağının Hozat'la irtibatının dağ yolu ile yapılmasını sağlamak maksadı ile açılan ve mevcudu 36 sabit jandarmadan ibaret olan Askisor karakolu saat 20.00'den itibaren 100 kadar eşkıya tarafından kuşatıldı. Alınan diğer haberlerden de anlaşıldığına göre; bu gece eşkıyanın gruplar halinde Sin ve Kahmut bölgelerine baskın yapmaları bekleniyordu. Bir gün önce Uzuntarla bölgesinde toplandığı haber alınan eşkıya 26/27 Nisan gecesi saat 23.00'te 80 kişilik bir kuvvetle Harçik suyunun doğusunda ve Pah kuzeyinde bulunan 9'uncu Seyyar Jandarma Taburu Süvari Bölüğü'ne taarruza başladı ve sabaha kadar eşkıya ile bölük arasında çok yakın mesafede ve çok şiddetli müsademe devam etti. Bölük bu saldırıyı ancak iki mangası ile karşılayabilmişti."

Hükümet kararlıydı. İsyan bastırılacak, Dersim "tedip", yani terbiye edilecekti. İlk kadın pilot Sabiha Gökçen'in uçağından atılan bu ilk bombalar kararlılığın göstergesiydi. Ama fırtına da kopmuştu. Artık tedip de yetmiyordu. Onun yerini, sözlüklerin "Düşman ya da zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma" diye tanımladığı "tenkil" almıştı. Bakanlar Kurulu kararlarında "tenkil"den söz ediliyor, Genelkurmay'ın arşivine tenkil raporları yağıyordu: "Bu hava taarruzunda özellikle Sabiha Gökçen Hanım'ın attığı 50 kiloluk bir bomba Keçizeken köyünden kuzeye doğru kaçan asi grubuna olduk-(Terbiyeden-Yoksunum)-ça ağır bir zayiat verdirdiği yapılan gözetlemeden anlaşılıyordu."

Mehmet Kangutan da belleğindeki arşive yazmıştı tanık olduklarını: "Bir ara dediler ki yukardan kırıp geliyorlar. Tabii anamız gözü açık biri. Beni, ağabeyimi çıkarttı köyden... Gelmişler köye, toplamışlar tarlalarda. Biz tepenin arkasındaydık. Ordan mitralyöz seslerini duyuyorduk. Bizim köy ateşlendiği zaman, konağımız büyüktü, o konağı yaktıkları zaman ağlama tuttu beni. Biz karşıdan görüyorduk. İnsanlar da öldürüldükten sonra köyde insan hemen hemen kalmadı, ama biraz kaçan vardı."

Aynı sıralarda, yani 1937 Haziran sonlarında manzarayı Genelkurmay şöyle yorumluyordu: "Devam eden tarama faaliyetinde birçok asi köyleri yakılıyor, sıkıştırılan eşkıya grupları ile yapılan müsademelerde oldukça ağır zayiat verdiriliyor ve çok sayıda büyük baş hayvan, koyun ve keçileri toplanarak mahalli kaymakamlıklara teslim ediliyordu."

Genelkurmay'a gönderilen raporlarda benzeri cümlelere gittikçe daha sık rastlanır olmuştu. Bu raporlarda Seyit Rıza'nın adı da çok sık geçiyordu. "Temmuz 1937 sonlarında Tunceli'nin 1937 itaatsizliğine katılmış olan bütün aşiretlerin bölgelerinde, inilmemiş dere, çıkılmamış dağ ve taranmamış hiçbir yer kalmamıştı. Sarf edilen bütün gayretlere rağmen Seyit Rıza ve avenesi henüz ele geçirilememişti."