oslo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
oslo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ağustos 2016 Pazartesi

İSA GÖK DEN MUHALEFET ŞERHİ



'' İSA GÖK '' DEN  MUHALEFET  ŞERHİ



34. OLAĞAN KURULTAY PARTİ MECLİSİ ÇALIŞMA RAPORUNA MUHALEFET ŞERHİMDİR:

17 Temmuz 2012 Salı

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün Partisi CHP, “Yenileşme”, “ Değişme ” ve “ Büyüme ” iddiasıyla yola çıkarak büyük bir “ Dönüşüm ” ve “Başkalaşım” yaşamaktadır. “ Yeni CHP ” sloganıyla yola çıkılmış, ancak Parti’mizin tüm kuruluş felsefesi ve ilkeleriyle büyük bir mücadeleye girişilmiştir.

Yeni CHP Atatürk’ten, İnönü’den, Laiklikten, Halkçılıktan, Devletçilikten, Cumhuriyet devrimi değerlerinden, CHP’nin devrimci köklerinden tamamen uzaklaşmaktadır. Karşıdevrim tüm kaleleri tek tek ele geçirirken son halka olan CHP kalesine dek ulaştığını artık açıkça göstermektedir.

Bugün emperyalizmin bir kez daha bu topraklarda gerçekleştirmek istediği büyük bir stratejik oyun sahnelenmektedir. Türk kimliği anayasadan silinmeye çalışılmakta, “ Türk Milleti ” kavramına son verilmek istenmekte, Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan koparılacak toprak parçaları ile emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yapay yeni bir uydu devlet, Kürdistan adıyla kurdurulmak istenmekte ve buna uydurulmaya çalışılan hukuki kılıfa ortak yapmak için partimiz de gönüllü gösterilmektedir.

CHP’nin geçmişiyle hesaplaşması gerekir kılıfı altında, Parti’mizin geçmişini inkâr etme, emperyalizmin de isteği olan Kemalizmle hesaplaşma kavgası içinde CHP yönetimi adeta yarış hali içine girmiştir. Bu anlamda Sayın Genel Başkan’ın söylediği, “ AKP iktidarına karşı mücadele ederken, ben bazen kendimi 1940'lar CHP iktidarına karşı mücadele ediyormuş gibi sanıyorum. Çünkü AKP iktidarı aynen 1940'lar CHP iktidarının ortamının, koşullarını yarattı..." şeklindeki sözleri, Parti yönetiminde gelinen noktayı ortaya koyması açısından ibret vericidir.

Yine bizzat Sayın Genel Başkan, bugün için Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmediğini belirtmiş, “ Bunun altını doldurmak lazım, askıda kalır, gerekçelendiremem ” demiştir. Oysaki toplum ve devlet yaşamında laiklik CHP için vazgeçilmez temel ilke iken, “ Laiklik tehlikede değil ” diyerek laiklik karşıtı eylemlerin önü açılmış, “ Zaten tehlike yok ki ” düşüncesinden hareketle hiçbir mücadeleye gerek duyulmamış ve hatta sessiz kalınmıştır.

Demokrasinin olmazsa olmazı laikliktir. Laiklik savunulmadığı ve esas alınmadığı zaman demokrasiyi de tam anlamıyla oturtamazsınız. Şimdi gelinen noktada yeni CHP yönetimi altı temel ilkeden biri olan laikliği değil savunmak, ağızlarına bile zar zor almaktadırlar. 

Sayın Genel Başkan 4+4+4’ü laikliğe darbe açısından eleştirmemiş, yalnızca parasal açıdan yeni bir rant kapısı olacak bir yasa diye yüklenmiştir. Yeni CHP dine karşı parti olmadığını kanıtlamanın peşine düşmüştür. Yönetim kadroları hedef kitlelere mesajını aktarabilmek adına bir Bosna-Hersek gezi programı gerçekleştirmiştir. Ne yazık ki bu gezide CHP’nin tarihi boyunca özenle kaçındığı etnik ve dinsel politika anlayışı kullanılmıştır. Burada Sayın Genel Başkan ve beraberindeki heyeti Gülen okulları çocukları karşılamış, gezi boyunca tüm lojistik hizmetleri Gülen hareketine bağlı turizm firması sağlamıştır. Gezinin programı da; Diyanet İşleri Başkanlığı, Hüsrev Begova İmam Hatip Lisesi, Genç Müslümanlar Teşkilatı’nı ziyaret gibi dini mesajlar içermiştir! Bu konuda yapılan eleştirilere yanıt veren Genel Başkan yardımcısı ise, “Bizi din düşmanı göstermek isteyen AKP’ye karşı böyle olmadığımızın en somut kanıtını Bosna’da gösterdik ” diyerek Din sömürüsü konusunda yeni CHP yönetimi AKP ile yarışa çıktığını resmi olarak ilan etmiştir.

653 sayılı (17.09.2011) KHK ile Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında değişiklik yapılmış ve Kur’an eğitimine yaş sınırı getiren düzenleme yürürlükten kaldırılmıştır. Üstelik bu değişiklik Ekonomi Bakanlığı ile ilgili kanun hükmündeki bir kararnamenin içine gizlenerek yapılmıştır. Bu iptalle yaz Kur’an kurslarına gitmek için 5. sınıfı ve hafızlık eğitimi almak için ilkokulu bitirme şartları ortadan kalkmıştır. Yeni CHP yönetimi laikliğe açıkça aykırı olan bu düzenlemeleri “laiklik tehlikede değil” rahatlığı içinde iptal ettirmeye bile çalışmamış, dava açmamış; kamuoyuna bunu taşımamıştır.

Bugüne kadar CHP çatısı altında hiç görülmedik konular görülür hale gelmiştir. Bunları yapar veya söylerken de “ Biz değişiyor, gelişiyor, Partimizi günümüz koşulları karşısında yeniliyoruz” vurgusuyla kuruluş felsefesinin dışına çıkılmış, kurucu liderimiz Atatürk’ün partisi olmaktan tamamen sapılmıştır. Sayın Genel başkan “üniversitelerde türban sorununu biz çözeriz” demiş ve bırakın üniversiteleri, türbanın ilkokula kadar inmesinin önü açılmıştır.

İmam Hatip liselerine katsayı avantajı sağlayan düzenleme ile Arapçanın eğitime girmesi konularında da yeni CHP başını kuma gömmeyi tercih etmiştir. Özel okullar ortaöğretim yönetmeliğindeki değişikliklerle Atatürk köşelerinin bu okullardan kaldırılmalarına itiraz dahi edilmemiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı Ömer Dinçer’in “Cumhuriyet ve laiklik ilkelerinin, yerini, İslam ile bütünleşmeye terk etmesi gerekir!” şeklindeki sözleri de ne yazık ki, Partimize laikliğin tehdit altında olduğunu hissettirememiştir. Ancak 4+4+4 olarak bilinen Milli Eğitim Bakanlığı'nın İlköğretim Yasası'nda yaptığı değişiklikle birlikte yurt genelinde 5 bin civarında imam hatip ortaokulu açılması konusundaki genelge ile yıllardır ilköğretim okulu olarak kullanılan çok sayıda okul imam hatip ortaokuluna dönüştürülmektedir. Bakan Dinçer, genelgenin yanı sıra il müdürlerine de, imam hatip ortaokullarının desteklenmesi için özel talimat vermiştir. Şimdi, bu okullarda okuyan öğrenciler, 8. sınıfta İmam Hatip müfredatı görecek ve İmam Hatip mezunu olacaklar. Partimiz bütün bu olan bitenler karşısında da son derece sessiz kalmayı, hak gaspına uğrayan öğrenci ve velilerini görmemeyi tercih etmekte, başını adeta kuma gömmektedir. Bu konudaki temel dayanak ise, yeni CHP’nin “Laiklik tehdit altında değil!” argümanıdır. Milli Eğitim Bakanlığı eliyle emanetin sahibi genç kuşaklara Atatürk ve ilkeleri, eserleri, devrimleri unutturulmaya çalışılırken; sorgulamayı saygısızlık ve suç sayacak bir anlayış ve yöntemle dindar gençlik yetiştirilmesine yeni CHP bırakın karşı çıkmayı, bu değişimin laikliği ortadan kaldırmak üzere yapıldığını bile kabul etmemektedir.

Aydınlanmanın en önemli düşünürlerinden Emile Zola der ki; “ İrtica, Saltanatını bir ülkenin Eğitimini ele geçirerek kurar ve böylece kökleşir, kalır. Okullarda beyinleri yıkanan genç kuşaklar yönetimde görev aldıkları zaman, ülke çıkarlarının değil, kendilerini eğitenlerin sözcüleri olacaklardır. ”

Şu andaki CHP yönetiminin “Laiklik tehdit altında değil, irtica tehlikesi yoktur!” düşüncesinden cesaret alan iktidar, laikliği tamamen yok ettiği gibi ülkede irtica hâkimiyetini kurmaktadır. Ülkedeki tüm kurumlarda ve rejimde kendini gösteren dönüşümün yargıdaki cemaat yapılanması eliyle gerçekleştirilmesine rağmen, Sayın Genel Başkan yargıda bir cemaat yapılanması olduğunu görmediğini bu konudaki sorulara bizzat verdiği yanıtlarda belirtmiştir. Hatta siyaset yapmayan tarikat ve cemaatlere saygı duyduğunu dile getirmiş ve artık açık açık ülkemizdeki milyonlarca mütedeyyin insanımız bu tarikat ve cemaatlerin kuşatması altına itilmiştir. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, yeni CHP’nin yönetim kadroları, AKP’yi iktidarda tuttuğuna inandıkları, öncelikle din öğesini kullanarak yeni seçmen kazanacaklarına ikna olmuşlardır. Büyük önderimiz Atatürk oysa bu konuda uyarısını çok önceden ve defalarca yapmıştı: “İnsanlıkta din duygu ve bilgisi her türlü boş inanlardan sıyrılarak, gerçek bilim ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya değin, din oyunu oyuncularına her yerde rastlanacaktır.” Büyük eseri Nutuk’da da; Müslümanlığın, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılmasının ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini görmüş bulunuyoruz!” diyordu.

Cumhuriyet tarihiyle hesaplaşmayı marifet sayanlar Atatürk'ü Koruma Yasasını hedef aldıklarında Sayın Genel Başkan bu kez de onlara eşlik ederek Atatürk’ü Koruma Yasası’na gerek olmadığını söylemiştir. Yani Atatürk’e, eserlerine ve ilkelerine saldırmak suç sayılmasın istenmektedir. Şu çok iyi bilinmelidir ki, Atatürk’ü Koruma Kanunu, Mustafa Kemal Atatürk ya da İsmet İnönü tarafından çıkartılmamıştır. Bu kanun 1951 yılında, bir gecede 17 Atatürk büstünün yobazlar tarafından parçalanması üzerine, büyük önderine sahip çıkan halkın gösterdiği tepkiler nedeniyle zor durumda kalan DP iktidarı tarafından çıkartılmıştır. Atatürk'e ve onun devrimlerine saldırının adeta bir moda haline geldiği bu günlerde Atatürk'ü koruma yasasının kaldırılmasının savunulması çok düşündürücüdür.

Emperyalizm ulus devletlere düşman, ulusal olan her şeye düşmandır. Uluslaşma süreçlerini engellemekte ve parçalamaktadır. Büyük önderin devrim ışığı ile partimizin kuruluş felsefesi ve altı okla temsil edilen ilkeleri emperyalizmle mücadele vurgusunu da beraberinde taşımaktadır. Bu topraklarda daima oyunlar oynanacağı, yeni tuzaklar kurulacağı uyarısı bizzat büyük önder tarafından yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk ulusunu fiilen bölme sürecinin bir kez daha planlanmış, bunun aşamalarının programlanmış olduğunu görüyoruz. İzlenecek yol haritasını belirlemek, bunu Türk milletine kabul ettirme senaryoları üzerinde görüş birliğine varmak konularında, Partimiz de rol alsın istenmiştir. Çünkü CHP işin içinde gösterilmeden emperyalizm ve yerli işbirlikçileri hedefe ulaşamayacaklarını bilmektedirler. O nedenle yeni CHP artık bu konuda söylem değişikliğini de aleni olarak ortaya koymaktadır. CHP yıllarca "elinden silahı bırakmayan, silah zoruyla siyasi çözüm dayatmaya çalışan bir terör örgütüyle müzakere yapılmaz, mücadele edilir" görüşünü savunmuştu. Şimdi farklı bir söylem var. Üstelik Partinin bu yeni tutumu Kurultay veya Parti Meclisi gibi yetkili kurullarda görüşülüp onaylanmamıştır. “ Biz artık analar gözyaşı dökmesin diye her tür görüş ve öneriye açığız ” denilmiş, ama yeni CHP yönetimi kendi partililerinin dahi görüş ve önerilerini sormamıştır. Yeni CHP elindeki silahı bırakmayan, silah zoruyla siyasi çözüm, hatta Anayasa dayatmaya çalışan teröristlerle müzakere edilmez, mücadele edilir anlayışından tamamen uzaklaşmıştır. İktidarın yıllardır yabancı ülkelerin ısrarı ve dayatmasıyla başvurduğu siyasi çözüm ve müzakere yöntemi sonuç vermemiş, terör can almaya devam etmiştir. Terör örgütünün bu yöntemle tasfiye edilemeyeceği ve can almayı sürdürdüğü hâlâ acı bir gerçektir ve ne yazık ki gözyaşları dinmemektedir. Peki, bunun sorumluluğunu kim alacaktır?

Sonuçta reddedilemez bir gerçeklik vardır: Terörle amaca ulaşmak isteyenler silah bırakmadıkça, kan dökmeye devam ettikçe el sıkılmaz, masaya oturulmaz. Eğer ki silahla kan dökmeye devam edenler sizi silahla masaya oturtmayı başarmışsa bu teröristin kazanımıdır. Daha fazla isteyeceklerdir. Oslo’da PKK ile masaya oturulması büyük bir suç idi. Yeni CHP yönetimi ise Oslo sürecine, sadece bu sürecin halktan gizli tutulması noktasında karşı koymuştur. Terör devam ederken hiçbir devlet terör örgütüyle masaya oturmamıştır. Bugüne kadar terör örgütü ile birçok görüşme olmasına rağmen terör, hem de artarak, can almaya devam etmektedir. Müzakere yoluyla terör bitirilebiliyorsa, ABD neden terör örgütleriyle, örneğin El Kaide ile müzakere etmemektedir. Silahlı bir kalkışma varsa orada silah bırakılana kadar müzakere değil, Ancak mücadele olmalıdır. Görünen o ki, terör örgütü müzakere talepleri dillendikçe iyice hareketlenmiştir ve can almaya devam etmektedir. 

Bu işin özünde Bölünme, ayrı bir devlet kurma vardır. Suriye’den, İran’dan, Türkiye’den koparılan toprak ve milletle, Irak’ın kuzeyinde bulunan alanda yeni Kürdistan oluşturma hayalini, emperyalizm bir kez daha pompalamaktadır. Türkiye’deki siyasi kurumlar ve tabii ki en başta Partimiz bu hayale hizmet etmemelidir. Bu işin sonu Misak-ı Milli sınırlarının bölünmesidir.

Oslo’da yürütülmüş müzakerelerin bir benzeri, Van’da TESEV kadrolarının yönlendirmesiyle yeni CHP tarafından düzenlenmiş ve içeriği gizli tutulmaya çalışılmıştır. Buradaki toplantının içeriği öğrenildikten sonra görülmüştür ki, amaç, PKK’nın başlıca taleplerini kabul etmek; bunların hayata geçirilmesi için Hükümete destek vermek. Burada tıpkı BDP gibi yeni bir anayasal vatandaşlık tanımı istenmiş, anayasadaki Türk tanımının çıkarılmasından yana tavır konulmuştur. Van Çalıştayı tutanaklarına göre CHP’nin değişim dayatmasında örgütlerin tasfiyesiyle beraber, Parti’nin ideolojisini temelinden sarsan bir anlayış ortaya çıkmıştır. Demokratikleşme sözcüğünün altında amaç sadece Kürtçülük taleplerini partiye ve Türk Milletine nasıl kabul ettiririz arayışıdır.

2011 yılı Şubat ayının son günlerinde Van’da yapılan ve kararları halktan da saklanan çalıştayın temelinde ülke bütünlüğüne yönelik çok tehlikeli maddeler yer almaktadır. “Yeni bir anayasal vatandaşlık tanımı”, “Anadilde eğitim önündeki engellerin kaldırılması”, “Geniş kapsamlı af”, “Yerel Yönetimler Özerklik Şartına Türkiye’nin koyduğu çekinceleri kaldırmak” ve “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” gibi, PKK’nın talepleri ve emperyalist çevrelerin de aynı görüş ve siyasetleri olduğu bilinmektedir. Böylece CHP’nin temel esaslarının bir bölümünden vazgeçmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Çalıştaylarda değişik görüşler ortaya konulabilir. Bu son derece doğaldır. Ancak bu görüşler partilerin ilke kararlarını oluşturacaksa o zaman işin rengi başkadır.

Çalıştayda "yeni bir anayasa projesiyle yeni bir idari yapılanma" da gündeme alınmıştır. Türkiye otonom yerel yönetimlere mi ayrılmak istenmektedir? Böyle bir yapılanma ve yeni bir anayasal vatandaşlık tanımıyla beraber Türkiye'nin ulus ve üniter devlet yapısı esasına tamamen aykırı bir durumdan söz edilmektedir.

Bu çalıştayda Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da, 1988 yılında Turgut Özal döneminde dahi tehlikeli bulunup ihanet çizgisine çekilebileceği için çekince konan maddelerine kadar sahip çıkılarak benimsenmiştir. Avrupa Konseyi kapsamında hazırlanan anlaşmayı Türkiye, 21 Kasım 1988’de imzalamıştır. Bazı maddelerine çekince konarak 1991 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanan anlaşmada devletimiz örneğin, “yerel makamlar kendi iç idari örgütlenmelerini, kendileri kararlaştırabileceklerdir” fıkrası yine, “yerel makamlara yapılan hibeler belli projelerin finansmanına tahsis edilme koşulu taşımayacaktır” fıkrası veya “yerel yönetimler kendi yetkilerini serbestçe kullanabilmek için özerk yönetim ilkelerine riayetin sağlanması amacıyla yargı yoluna başvurma hakkına sahip olacaklardır” şeklindeki fıkra ve maddelerden ötürü Türkiye’nin üniter devlet yapısının parçalanmasına yol açacağı muhakkak olduğundan bu tür maddeleri kabul etmemiştir. 

Referandum öncesi Öcalan ve Demokratik Toplum Kongresi’nin gündeme getirdiği " Yerel yönetimlere özerklik " talebi, bu çalıştay sonrası yeni CHP’nin de söylemine girmiş ve tüm çekincelerin kaldırılarak tüm madde ve fıkraların kabul edileceği belirtilmiştir. 

Bu, Oslo sürecindeki AKP’den bile daha fazlasını taahhüt etmektir.

Türkiye etnik köken açısından çoğulcu bir yapıya sahiptir. Böyle olduğu için de Cumhuriyeti kuranlar laikliği ve etnik çoğulculuğu temel ilke olarak kabul etmişlerdir. Bunun içindir ki, Cumhuriyet öz itibarı ile bir siyasal bilinç cumhuriyeti olarak kurulmuştur. Ancak yeni CHP yönetimi parti tabanından ısrarla saklanan Van Çalıştayı kararları ve son zamanlardaki yol haritası olarak sunulan belge ile etnik kökenciliği istismar edecek olanlara hizmet edercesine, ülke insanını etnik bir sınıflamaya tabii tutmaktadır. Yeni CHP’nin çözüm arayışı dediği tamamen Oslo’da kurulan tezgâhın meşrulaştırılmasından başka bir şey değildir.

TESEV’in Kürt sorunu ile ilgili hazırladığı raporlarından birinin adı: “Adaletin Kıyısında Zorunlu Göç Sonrasında Devlet ve Kürtler.” TESEV’in bu raporla ilgili düzenlediği panelde, Cumhuriyet Devrimi’nin bir devrim değil, İttihat ve Terakki Partisi’nin düşüncelerinin yeniden iktidara gelişi olduğu savunulmuştur. Sorunun adına “Kürdistan Sorunu” denilmiş ve bu sorunu Cumhuriyet Devrimi ideolojisinin yarattığı öne sürülmüştür. 

CHP, işte bu TESEV kadrolarının yön verdiği bir Parti’ye dönüşmüştür. Bu kadrolar ısrarla CHP’den ulusalcıların tasfiye edilmesini istemektedirler.

Yeni CHP yönetimi, “ Atatürk ilkelerinin bekçisi değilim ” diyen Bursa milletvekiline karşı sessiz kalmıştır. Üstelik Parti’mizin simgesi altı ok, korumak istemediği bu ilkeleri ifade etmektedir.

Yeni CHP yönetimi, “Tekke ve zaviyelerin kapatılması yanlış olmuştur; yeniden açılmalıdır” diye demeç veren Ankara milletvekiline de tepki göstermemiştir.

Tunceli Milletvekili, “Dersim’de CHP katliam yapmıştır, bundan Atatürk de sorumludur” dediğinde yine onaylarcasına sessiz kalınmış, ama bununla da yetinilmeyerek, “Sabahattin Ali’yi CHP öldürtmüş, Nazım Hikmet’i CHP ülkeden kaçırtmıştır” denilebilmiştir.

CHP’nin geçmişiyle hesaplaşması gerekir düşüncesinden yola çıkarak bir redd-i miras durumu mu yaratılmak istenmektedir? Partimizin kurucu lideri büyük önder Atatürk, yıllar öncesinden günümüzde olabilecekleri öngörerek şöyle demişti: “Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyetin ilanı günü ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz. Bilakis, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakiki zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir.”

Parti’mize olan güvenin ilk zedelendiği nokta daha yasama yılının başında yaşanmıştır. Yeni CHP yönetimi tutuklu iki milletvekili arkadaşlarımızın haklarını savunmada bile yetersiz kalmıştır. İçeriği boş bir mutabakat metnine imza atarak, Parti’ye olan güven önce orada sarsılmaya başlamıştır.

TESEV kadrolarının yönlendirdiği ve hatta yönettiği yeni CHP yönetimi şunu bilmelidir ki, TESEV ve SOROS sol değildir, devrimci değildir; emperyalizmin kollarıdır, parmaklarıdır. Herhalde emperyalizm ve kapitalizme sol diyebilecek bir fikir şaşkınlığı yoktur.

Laik demokratik Cumhuriyet’in, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, ulus devletin, devrimlerin, bağımsızlığın üzerine çizgi çekmeye çalışan emperyalizm ve işbirlikçilerinin karşısında Parti’mizin tam bir mücadele kalesi olarak sapasağlam durması gerekir. Oysa yeni CHP, herkesi son derece şaşkınlığa uğratacak başka bir tavır değişikliği daha göstermiş ve siyasi partilerin Türkçe’den başka dillerde de faaliyette bulunmasını öngören kanun teklifini TBMM Başkanlığı’na sunmuştur. Teklife göre, önseçim çalışmasında bulunan aday adaylarının faaliyetlerinde Türkçe’den başka dil ve yazı kullanılabilecektir. Teklifle, Siyasi Partiler Kanunu’nun “azınlık yaratılmasının önlenmesi” başlıklı maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Bu değişiklikle, siyasi partilerin Türkçe’den başka dillerde faaliyette bulunmasının önündeki yasaklar kaldırılmaktadır.

Günümüzde emperyalizm ekonomik ve politik maiyetinden dolayı ulusal devlet çerçevesini parçalayarak açmakta, kozmopolit bir yapı oluşturmakta, ekonomik ve buna bağlı olarak askeri gücüne dayanarak, daha çok sayıda ülkeyi boyunduruk altına almaya çalışmaktadır. Bugün ulusların yazgılarını kendilerinin belirlemesi düşüncesi liberalizmin sözcülerince halkları yanıltıcı bir şekil almıştır. Belli bir noktadan sonra milliyetçi talepleri desteklemek, ezilen halkların kurtuluşuna yardımcı olmak yerine burjuva iktidarı için bir mazeret halini almıştır. Özellikle sosyalist sistemin dağılmasından sonra emperyalist odakların uyguladıkları böl ve yönet politikasının acı sonuçları göz önüne alındığında ulusal hareketlerin bölgesel kalkışmaların ne denli halkların ve bölge insanının gerçek çıkarlarını temsil ettiği titizlikle ve bilimsel bir gözle bir kez daha irdelenmelidir.

Yurtseverlik; üzerinde yaşanılan toprağa, konuşulan ana dile ve ulusal kültüre duyulan ilgi ve sevgiden ibaret değildir. Yurtseverliğin özü bireylerin toplumsal katkı ve ilişkilerinde geçmiş ve bugünün gerçek ortamı karşısındaki tutumlarında yatmaktadır. Yurtseverliğin içeriğini belirleyen en temel öge ilerici toplumsal düzen uğrunda girişilen mücadelelerdir. Yurtseverlik ulusal ve uluslar arası bir bütün olarak ele aldığı için milliyetleri ve etnik toplulukları bölmek yerine onları birleştirir. Bugün ulusal kimliği koruma çağrılarını kalkan olarak kullanan milliyetçi eğilimlerin, içinde yaşanılan ekonomik yapıyı sürdürmeye ilişkin tutumları da çok iyi gözlenmelidir.

Ulus devlet yapısının tahrip edilmesinde Cumhuriyetimizi kuran Parti’mizin adının yer aldığını görmek, bu partiyi antiemperyalist bir mücadele odağı kabul edenler açısından içler acısı bir durumdur. Ülkemiz bölünmenin, etnik ve inanç çatışmalarının eşiğine getirilmiştir. Laik, demokratik Cumhuriyet rejimi büyük bir tehdit altında iken halkın umudu olması gereken CHP, iktidar partisi ile kol kola bölünmenin anayasasını hazırlıyor. Oysaki hiçbir hükümet kurucu iradenin üzerinde değildir ve hukuken yeni bir anayasa yapmak gücü yoktur. Ülkesini seven ve geleceğinden kaygı duyan yurttaşlar, CHP’nin dışardan dayatılan, sömürücülüğün ve AKP’nin çıkarlarına uygun yeni anayasa çalışmalarından çekilmesini talep ederek, Parti’mizin kuruluş ilkeleri ve felsefesine dönmesi için seslerini duyurmaya çalışırken, CHP yönetimi bu sese gözlerini ve kulaklarını tamamen kapatmaktadır. Bir ülkenin rejimini belirleyen, siyasi iktidarın el değiştirmesini, işleyişini, görevlerini, yetkilerini belirleyen temel metin olan anayasa, her akla gelindiğinde ya da her sayısal çoğunluk bulunduğunda yenilenemez. Şu andaki anayasa 1982 anayasası değildir. Anayasanın 175 maddesinin 114’ü Meclis tarafından değiştirilmişse bu anayasa nasıl hâlâ darbe anayasası olur. Ama bu argüman işleniyor ki, yeni anayasaya ihtiyacı olanların çıkarına hizmet edilebilsin. Yeni anayasaya emperyalizmin, bölücülerin ihtiyacı var. Siyasi iktidarın CHP’ye sadece fiziksel olarak, şekil olarak, hazırlanılmış bölücü anayasaya meşruiyet kazandırmak açısından ihtiyacı vardır. Başka da hiçbir anlamda CHP’nin varlığına gerek duymamaktadır. 4+4+4 olarak bilinen yasa tasarısı kabul edilirken en net şekliyle görülmüştür ki, iktidar gerektiğinde demokrasi kurallarını çiğneyecek, rejimi kendi istediği gibi değiştirebilecektir. Rejim değiştirilmektedir ve hukuki kılıfı da yeni anayasa olacaktır. O halde bu kadar açık bir tablo karşısında CHP neden ısrarla yeni anayasa çalışmaları içinde göstermelik de olsa yer almak istemektedir?



10 Eylül 2015 Perşembe

13 Maddede Kafası Karışanlar için Hükümet - İmralı Görüşmeleri








13 Maddede Kafası Karışanlar için Hükümet - İmralı Görüşmeleri

Elbette haşmetli devletimizi yöneten zat-ı alilerin her istediğini söyleme hakkı saklıdır. Lakin biz faniler de merak ediyor, ne oluyor ne bitiyor öğrenmek istiyoruz. Görüşmeler yapıldı mı, yapılmadı mı, yapıldıysa kim görüştü ve ne görüştü memleket ahvalinin merakını celbediyor. İçerikle ilgili bir şey söyleyemesek de, görüşme yapılıp yapılmadığına ilişkin tüm beyanları derledik. Artık Allah kerim, karar sizin.

1. Yıl 2009 - İçişleri Bakanı Beşir Atalay: "Devletin muhatabı Öcalan değil millet"

Yıl 2009 - İçişleri Bakanı Beşir Atalay: "Devletin muhatabı Öcalan değil millet"

18 Ağustos 2009 tarihinde dönemin AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ ve Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu ile birlikte Saadet Partisi Genel BaşkanıNuman Kurtulmuş'u ziyaret eden Beşir Atalay yaptığı açıklamada "“Bu devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin çalışmasıdır. Muhatap millettir. Kendi sürecimizi yürütüyoruz" dedi. (Kaynak: Habertürk)

2. Yıl 2010 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "Şerefsizler hesap verecek"


Yıl 2010 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "Şerefsizler hesap verecek"


2010 yılında yapılan halk oylaması kapsamında Kayseri'de bir miting düzenleyen dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 21 Ağustos 2010 tarihinde yaptığı konuşmada şunu söyledi: "Bizim dört kez bunlarla (terör örgütü) bir araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar bu alçakça iftirada bulunanlar, bunun hesabını her yerde vereceklerdir'' (Kaynak: Haber 7
O tarihte Oslo görüşmeleri henüz ortaya çıkmamıştı.

3. Yıl 2011 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "PKK ile görüşen hükümet değil devlet!"

Yıl 2011 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "PKK ile görüşen hükümet değil devlet!"

2011 yılı Haziran ayında yapılan seçimlerde hemen sonra Oslo görüşmelerine ilişkin bazı kayıtlar internete sızdı. Muhalefetten yoğun eleştiriler geliyordu.Erdoğan ABD ziyaretinden hemen önce 20 Eylül 2011 tarihinde Esenboğa havalimanında konuyu değerlendirerek şöyle dedi: "Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı hiçbir zaman 'devlet ada (İmralı) ile ya da bu tür kişilerle görüşme yapamaz' diye bir yaklaşımın içinde olmamıştır. Hükümet olarak biz yapmadık, ama devlet olarak bu görüşmeleri yaptığımızı ben parlamentoda dile getirdim. Eğer parlamentodaki tutanaklara bakılırsa orada bunlar görülür. 'Benim şahsımın veya hükümet üyesi arkadaşlarımın hatta hatta MKYK vesaire, buradaki arkadaşlarımdan birisinin, ispat etsinler' dedim, 'ispat edemezlerse, şerefsizdirler, alçaktırlar' dedim. Ne oldu? İspat ettiler mi? Devletin görevlisi MİT Müsteşarı herkesle görüşme yapar. Sadece terör örgütü mensubuyla değil, başkalarıyla da yapar. " (Kaynak: Türkiye Gazetesi)
Yani Erdoğan'a göre hükümet İmralı ile görüşme yapmıyordu, görüşmeleri "devlet" yapıyordu. Devlet hükümetten ayrı bir şeydi, hükümet devleti yönetiyordu ama devlet belli ki "hükümetten bağımsız" olarak da bir şeyler yapıyordu. Ya da hükümetin emriyle hareket eden devlet görevlileri hükümeti temsil etmiyordu. Türkiye'nin kafası karıştı.

4. Yıl 2011 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "Biz İmralı olsun Oslo olsun bu adımları attık"

Yıl 2011 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "Biz İmralı olsun Oslo olsun bu adımları attık"

Erdoğan Esenboğa havalimanında yaptığı açıklamadan 6 gün sonra (26 Eylül 2011) Kanal 7'de yayınlanan İskele Sancak programına katılarak gazetecilerin sorularını yanıtladı. Burada Oslo görüşmelerinin sorulması üzerine bu kez şöyle dedi: "Biz kimsenin adım atmakta tereddüte düştüğü, İmralı olsun, Oslo olsun çok açık net... bu adımları da attık. Niye? Acaba nerede bir şey var, bunu görelim, bununla bunu yapalım. Oslo'da olacaksa, Osloyla bunu yapalım. Onun içinde Milli İstihbarat Teşkilatı müsteşarı olarak Emre Bey zamanından itibaren başlattık görüşmeleri. Sonra Hakan Bey geldi, Hakan Beyle de aynı şekilde devam ettik. Ve şu anda bu kesilmenin bazı sebepleri oldu. O kesilmenin sebepleri neydi, bu iletişimdeki samimiyetsizlikti. Tabi bu samimiyet olmayınca ister istemez bu işi bir keselim dedik." (Kaynak: DHA)

5. Yıl 2012 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "İmralı ve Oslo'ya ben gönderdim"

Yıl 2012 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "İmralı ve Oslo'ya ben gönderdim"

Erdoğan 2012 yılının Nisan ayında Çin Halk Cumhuriyeti'ne bir ziyarette bulundu. Gezinin son durağı Şangay'da gazetecilerle bir araya gelen Erdoğan 2012 yılının Şubat ayında MİT Müsteşarı'na da yönelen KCK operasyonlarını değerlendirirken şu açıklamada bulundu: "MİT Müsteşarımızı İmralı'ya gönderen benim, Oslo'ya gönderen benim. O benim sır küpüm" (Kaynak: Sabah)
Her şey birbirine girmişti. Terör örgütüyle görüşen şerefsizdi ama terör örgütüyle hükümet görüşmemiş devlet görüşüyor, devletin memurunu da hükümet gönderiyordu. Üstelik görüşmeleri yürüten memur Erdoğan'ın sır küpüydü! Türkiye'nin kafası karıştı.

6. Yıl 2012 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "İmralı ile görüşüyoruz"

Yıl 2012 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "İmralı ile görüşüyoruz"

28 Aralık 2012 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan TRT Özel yayında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Mustafa Karaalioğlu, İsmet Berkan, Hatem Ete ve Taha Özhan'ın sorularını yanıtlayan Erdoğan isim vermedenterör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile görüşüldüğü söyledi.
Erdoğan her zaman İmralı'yla görüştüklerini ve görüşmeye devam edeceklerini söyleyerek şu ifadeleri kullandı: "Ben risk alıyorum, müsteşarım risk alıyor. Başına her şey gelebilir. Görüştükleri kişiler malum. Ben siyasetçi olarak bu görüşmeyi yapamam, ama onların eli ayağı durumu olan devletteki ajanları, temsilcileri vardır ve bunları yapar. Ada ile de görüşür, adanın kanaatlerini, düşüncelerini arar, sorgular.  Adayla görüşmeler halen var. Çünkü netice almamız lazım. Bunun ışığını görüyorsak adımı atmaya devam ederiz."  (Kaynak: Habertürk)
Tamam bilmece çözüldü. Erdoğan "bizzat" görüşmüyordu ama temsilcileri aracılığıyla görüşüyordu. Temsilcisi "sır küpü" olan MİT Müsteşarı Hakan Fidan'dı. Yani "hükümet Öcalan ile görüşüyor" denebilirdi, değil mi? Hayır. İş gene değişti.

7. Yıl 2013 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "Biz siyasetçi olarak görüşmenin içerisinde olmadık"

Yıl 2013 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "Biz siyasetçi olarak görüşmenin içerisinde olmadık"

6 Ocak 2013 tarihinde, yani yukarıdaki programdan 9 gün sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan  Gabon, Nijer ve Senegal’i kapsayan Afrika Turu öncesinde Atatürk Havalimanı’nda basın toplantısı düzenledi. Toplantıya Başbakan Yardımcıları Beşir Atalay ile Bekir Bozdağ, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve AK Parti Genel Başkan Yardımcıları Ömer Çelik ve Numan Kurtulmuş da katıldı. Bu toplantıda yaptığı açıklamada Erdoğan siyasetçi olarak asla bir görüşme içinde olmadıklarını ve olmayacaklarını belirterek şunları söyledi: “Müzakere ile görüşme farklı şeylerdir. Bu görüşmeleri de yaparsınız, gelişmelere göre adımınızı atarsınız. Bundan önce bir Oslo olayı vardı. Şu anda bizim gündemimizde Oslo yok. Gelecekte buna benzer farklı gelişmeler olabilir mi? Olabilir. Bunun önünü kapamanın bir anlamı yor. Bu Oslo olmaz başka bir yer olur. Avrupa bölücü terör örgütünün siyasi ayağıdır. Ama nerede? Kendi içinde siyasi ayağıdır. Onlar şu anda İmralı’ya karşı farklı yaklaşmaktadır. Bu hassasiyetleri incelikleri görmemiz lazım" (Kaynak:Milliyet)

8. Yıl 2013 Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: "Öcalan'ın düşünceleri bizi bağlamaz"

Yıl 2013 Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: "Öcalan'ın düşünceleri bizi bağlamaz"

Aynı yılın 20 Mart tarihinde kürsüde bu sefer Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçvardı. Arınç, o dönem BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın ilettiği Abdullah Öcalan'ın notuyla ilgili, Öcalan'ın düşüncelerinin kendilerinin düşünceleri olmadığını belirterek, "Mecliste şöyle bir komisyon kurulsun, bunlar yapılsın, şunlar yapılsın. Bu aşamada bizim hükümet olarak dikkate alacağımız şey değil bunlar" dedi. (Kaynak: Haber Vitrini)
Yani "siyasetçi" bizzat görüşmüyor ama emriyle "sır küpü" olarak tanımladığı kendi temsilcilerini Öcalan'la görüşmeye gönderiyor ve fakat Öcalan'ın düşünceleri kendisini bağlamıyor, dikkate de almıyordu. O zaman orada neden görüşülüyordu? Kimse anlayamadı.

9. Yıl 2014 Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay: "Öcalan’ın mesajları bizim de düşüncemiz"

Yıl 2014 Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay: "Öcalan’ın mesajları bizim de düşüncemiz"

İmralı'ya bir HDP heyeti giderek Öcalan ile görüştü. Heyet daha sonra Öcalan'ın mesajlarını kamuoyuna iletti. 6 Haziran 2014 tarihinde Diyarbakır’da yapılan Çözüm Süreci Çalıştayı’nda konuşan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay yeni bir yol haritası üzerinde çalışıldığını açıklarken, Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya giden HDP heyetiyle verdiği mesajları da önemli ve olumlu bulduklarını belirterek “Bunlar bizim de düşüncelerimiz” dedi. Atalay sözlerini şöyle sürdürdü: "Biz aslında devleti, kurumları kendisiyle hesaplaştırdık. Geçmişiyle, geçmişte yaptıklarıyla yüzleştirdik. Yapılan yanlışlıklar, haksızlıklar, zulümler, yasaklar, korkular, tabular, endişeler, faili meçhuller, bütün olumsuzlukları tekrar gözler önüne serdik. Büyük sorunlar daima zor çözülür, inişler çıkışlar gösterir. Uluslararası aracılar kullanılmaması bile önemli sorun oldu ama biz büyük bir özgüven ve cesaretle yürütüyoruz." (Kaynak: Hürriyet)

10. Yıl 2014 İçişleri Bakanı Efkan Ala: "Görüşmeyi AK Parti yapıyor"

Yıl 2014 İçişleri Bakanı Efkan Ala: "Görüşmeyi AK Parti yapıyor"

Aynı toplantıda Efkan Ala da bir konuşma yaparak ilginç bir açıklamada bulundu. Efkan Ala konuşmasında tam olarak şöyle söyledi: "Kürt sorunu eski Türkiye'nin besin kaynağıydı. Türkiye başka ülkelerin aracılığıyla yapıyordu. Bu devreden çıkınca taarruz başladı. Bir şey gözden kaçıyor Türkiye görüşmeleri eskiden de yapıyordu. Ancak başka ülkeler aracılığıyla yapılıyordu. Biz onları da aradan çıkardık. AK Parti kendisi görüşüyor." (Kaynak: İnternethaber)

11. Yıl 2014 Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay: "Öcalan ile direkt diyaloğumuz var"

Yıl 2014 Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay: "Öcalan ile direkt diyaloğumuz var"

5 Ağutos 2014 tarihinde çözüm süreciyle ilgili açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay bu sefer bir gerçeği daha ortaya koyuyor, hükümetinÖcalan ile doğrudan bağlantı kurduğunu ifade ediyordu.  Çözüm süreci ile ilgili eylem planının yaz sonunda çıkacağını belirten Atalay,  Öcalan'ın avukatı vasıtasıyla "Sabır taşı çatladı, dilerim bir hafta içinde müzakere başlar" sözlerine ise "Kendisiyle doğrudan görüşüyoruz, bir avukatın dolaylı açıklamalarını esas almayız" dedi. Atalay açıklamasına şöyle devam etti: "Biz bu çalışmalarda o açıklamaları esas almayız. Dolaylı açıklamalar filan yapıyor kendisi, onlar bizim bu çalışmalarımızı etkilemiyor. Yürüttüğümüz çok ciddi bir iş. Bizim direkt diyaloglarımız var. Bizzat kendi kurumlarımız ve çalışanlarımız gerek İmralı, gerek başka heyetlerle görüşüyor; siyasi kesimle de biz görüşüyoruz. Dolayısıyla o tür konuşulacak şeyler direkt konuşuluyor. Bir avukatın çıkıp dolaylı açıklamalar yapmasına ihtiyaç yok. Sağlıklı diyaloglar var ve her şey konuşuluyor." (Kaynak:T24)

Böylelikle Türkiye görüşmelerin sürdüğünü, hükümetle Öcalan'ın fikir birliği içerisinde olduğunu ve doğrudan görüştüğünü öğrenmiş oldu, demek isterdik ama, işler yine karışacak.

12. Yıl 2014 Başbakan Ahmet Davutoğlu: "İmralı ile görüşmedik"


Yıl 2014 Başbakan Ahmet Davutoğlu: "İmralı ile görüşmedik"


26 Ekim 2014 tarihinde Başbakan Ahmet Davutoğlu, bir dizi programa katılmak üzere geldiği kayseri'de, gazetecilerin sorularını yanıtladı. Davutoğlu şu ifadelerde bulundu: "Kılıçdaroğlu, geçen gün yaptığı bir açıklamada, Öcalan’ın benimle görüştüğü anlamında böyle ihanet içeren bir açıklama yaptı. Hiç kimse böyle bir açıklama yapma hakkına sahip değildir. Bizim Öcalan’la görüştüğümüzü iddia etmek, ne kadar sorumsuz davranıldığının da bir göstergesidir." (Kaynak: Kayseri Yerel Haber)
Önceki Başbakan Erdoğan İmralı ile görüşüldüğünü söylüyor, ancak siyasetçi olarak görüşmediğini ifade ediyordu. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'a göre Öcalan'ın düşünceleri kendi düşüncelerini yansıtıyordu üstelik hükümet "doğrudan diyalog" içerisindeydi. Efgan Ala "AK Parti görüşüyor" diye açıkça söylüyordu ama Başbakan Davutoğlu'na göre "görüşülmüyordu." Davutoğlu'nun "bizzat kendisinin görüşmediğini" mi açıkladığı, yoksa hangi İmralı görüşmesini yalanladığı da anlaşılamadı. Derken,

13. Bugün - Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: "Terör Örgütü yöneticisi muhatabım değil"


Bugün - Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: "Terör Örgütü yöneticisi muhatabım değil"


3 Kasım 2014 tarihinde Bakanlar Kurulu Toplantısı sonrasında açıklamalarda bulunan Başbakan Yardımcısı Bülent ArınçABD'nin çözüm sürecinde gözlemci olması yönündeki iddialara ilişkin, "Gazeteye şöyle yazıyordu, 'Terör örgütü yöneticisi Cemil Bayık böyle bir söz söyledi'. Terör örgütü yöneticisi olarak bilinen bir insan ne söylerse söylesin, benim muhatabım değil. Ben bu konuda bir şey söylemek durumunda kalırsam, bu da Türkiye Cumhuriyeti'ne yazık olur"  dedi. 
Böylece konu bir kere daha belirsiz hale geldi. Cemil Bayık'ı muhatap almayan hükümet herhalde Öcalan'ı muhatap alacak değildi ama AK Parti görüşüyor, direkt diyalog içerisinde oluyor, Öcalan'ın mesajları düşüncelerini yansıtıyordu. 
Türkiye'nin aklı bir kere daha karıştı.

Sonuç

Açıklamalardan hükümetimizin Öcalan ile görüştüğü anlaşılıyor. Ancak belli ki "hükümet üyeleri" bizzat Öcalan ile görüşmemişler. Yani kendileri kostere binip İmralı'ya gitmemiş, Öcalan ile yüzyüze masada oturarak hasbihal etmemişler. Onun yerine MİT Müsteşarı Hakan Fidan gibi devlet bürokratlarına emir vermek suretiyle bu görüşmeleri icra etmişler. Her halükarda herhalde biz faniler de -bizim de içinde yaşadığımız ülkeyle alakalı olduğu için- böyle bir görüşme yapılıp yapılmadığını, yapıldıysa ne görüşüldüğünü bilsek iyi olur. Kimbilir, belki içinde yaşadığımız ülkenin geleceğiyle ilgili bir konuda fikir bile beyan edebiliriz. Haşmetli hükümetimiz tasvipleri uyarınca bizlere bu açıklamayı açıkça yapıncaya kadar kafası iyice karışanlar için manzara yukarıda, herkes kendi kararını kendi versin.

http://onedio.com/haber/kafasi-karisanlar-icin-hukumet-imrali-gorusmeleri-396205

..