Yüksek Düzeyli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yüksek Düzeyli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2017 Salı

Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı’nın Ardından Türkiye-Suriye İlişkileri

Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı’nın Ardından Türkiye-Suriye İlişkileri


Selen Tonkuş, 
25 ARALIK 2009 
ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı

Türkiye ve Suriye ilişkileri son 10 yıl içinde, uluslararası ilişkilerde pek rastlanmayan, istisna sayılabilecek bir değişim geçirdi. Savaşın eşiğine gelindikten sonra Suriye’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ı sınır dışı etmesinin ardından 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı sonrasında ilişkiler önce 2000 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmasıyla normalleşmeye, ardından da hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. Adana Mutabakatı çerçevesinde Ortak Güvenlik Komitesi’nin kurulması ile özellikle güvenlik alanında başlayan, karşılıklı özel temsilcilerin atanması ve yüksek düzeyli ziyaretlerin artması ile diplomatik ve 2002’de ortak askeri eğitim anlaşması imzalanmasıyla askeri alanda devam eden ilişkiler, 16 Eylül 2009’a gelindiğinde Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği adını aldı. 

22-23 Aralık 2009 tarihlerinde Türkiye-Suriye arası Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin başbakanlar düzeyindeki ilk toplantısı gerçekleşti. Toplantıda; dışişleri bakanlıkları arasında işbirliği, turizm, eğitim, gençlik ve spor, müteahhitlik, toplu konut, sınır kapılarının ortak kullanımı, karşılıklı kültür merkezleri kurulması, yerel yönetim, denizcilik, sivil havacılık, demiryolları, bilgi ve iletişim teknolojileri, tarım, su kaynaklarının etkin kullanımı, hayvan sağlığı, Asi Nehri üzerinde ortak baraj inşası, yüksek öğretim, radyo-televizyon alanlarına ilişkin 51 adet işbirliği anlaşması ve mutabakat zaptı imzalandı.  Ayrıca toplantıda ikili ilişkilerin dışında bölgesel konularda da fikir birliğinde olunduğunun sinyalleri verildi. 

Türkiye ve Suriye arasındaki yakınlaşma genellikle Türkiye açısından AK Parti Hükümeti’nin “komşularla sıfır sorun politikası” ya da Türk dış politikasında eksenin Batı’dan Doğu’ya kayması, başka deyişle Türkiye’nin geçirdiği kimlik değişimi ile açıklayan yorumlar yapılıyor. Bunu yanı sıra bölgesel ve uluslararası konjonktür nedeniyle, Suriye’nin yaşadığı zorunluluklara da vurgu yapılıyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile en önemli uluslararası müttefikini kaybeden Suriye, o dönemin lideri Hafız Esad’ın yeni dünya düzenini doğru okumasıyla Körfez Savaşı’nda ABD’nin yanında yer almıştı. Bu nedenle Lübnan üzerindeki hamilik rolü kabul gören, barış sürecine dahil olan, İsrail ile masaya oturan Suriye 1990’larda birçok açıdan “kazanmakta olan” taraf idi. Suriye’nin, tecrübeli liderini kaybetmesinin ardından 11 Eylül saldırıları gerçekleşti. Bu olay ABD’nin Suriye politikasında önemli bir değişime neden oldu ve Suriye ABD’nin yoğun baskısına maruz kaldı. Buna 2003 yılında Irak Savaşı ile rejim değişikliği sırasının kendisine geldiği korkusu eklendi. 2005 yılında Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’ye düzenlenen suikast ile gözler bir kez daha Şam rejimine çevrildi. Bu olay Suriye’nin uluslararası ve bölgesel anlamda yaşadığı izolasyonu artırdı. Suriye’nin maruz kaldığı baskı ortamı ve Irak’ın parçalanarak bağımsız bir Kürt Devleti kurulması tehlikesinin Suriyeli Kürtler üzerinde yaratacağı etkinin Şam yönetiminde yarattığı endişenin, Türkiye ile yakınlaşmasının temel sebepleri olduğu düşünülüyor. Yine aynı doğrultuda, iki ülke arasında gelişen ilişkilerin, Türkiye’de iktidar partisi politikaları ile sınırlı olduğu ve yeni iktidarla beraber değişebileceği yorumu yapılıyor. Yakın ilişkilerin kalıcı olmayacağı düşüncesinin dayandığı bir diğer nokta da iki ülke arasında geçmişte sorun yaratan Hatay ve su sorunlarının henüz çözülmemiş olması oluşturuyor.  

Türkiye açısından, AK Parti hükümeti döneminde uygulanan dış politikanın ilişkilerin bu seviyeye gelmesindeki önem elbette ki inkâr edilemez. İki ülke arası ilişkilerin en önemli ayaklarından biri olan ticarete bakıldığında, Türkiye ve Suriye arasında ticaret hacminin 2000 yılında 724 milyon dolar iken 2008’de 1,8 milyar dolara çıkmış olması ve Başbakan Erdoğan’ın Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı sırasında ifade ettiği üzere, 2012 itibariyle 5 milyar dolara ulaşmasının hedeflenmesi de bunun bir kanıtı. Ancak Suriye’ye karşı izlenen politikanın AK Parti dönemi öncesine dayandığını görmek de mümkün. Suriye açısından sıralanan sebepler de kuşkusuz ki doğru fakat iki ülkenin iyi komşuluk ilişkilerinin ötesine geçen ilişkileri yalnızca ulusal çıkar odaklı realist argümanlarla açıklanamaz.

Adana Mutabakatı’ndan günümüze kadar gelen süreçte Türkiye ve Suriye her alanda ilişkilerini geliştirirken karşılıklı algılamalarını yeniden gözden geçirip, birbirlerine karşı tavırlarını yeniden inşa ettiler. Birbirlerine düşman yerine dost gözüyle bakmaya başlayınca, iki ülke arasında sorun teşkil eden konulara bakışları da değişti. Hatay bugün Suriye halkı için hala duygusal bir öneme sahip olsa bile siyaseten Hatay sorunu ikili ilişkilerde önemini kaybetmiştir ve bir daha gündeme gelmesi zor gözükmektedir. Aynı şekilde iki ülkenin su sorununa da bakışı değişmiştir. Su, iki ülke arasında merkez önem teşkil eden siyasi ya da güvenlik sorunu olmaktan çıkmış, teknik bir sorun haline gelmiştir ve ortak baraj projeleri, yüksek düzeyli toplantılar ile işbirliğine gidilmektedir. 

Türkiye-Suriye ilişkilerinde Adana Mutabakatı’ndan sonra ilk yıllar ilişkilerde normalleşme, güven inşası ve karşılıklı etkileşim içine girilen ve iki ülkenin birbirini yeniden tanımlayacakları “öğrenme” aşamasını yansıtıyordu. Zaman içinde çatışmanın maliyetini ve bunun karşılığında işbirliğinin yararını gören iki ülke bu aşamadan sonra, tekrarlanan, giderek somutlaşan ve kurumsallaşan adımlarla şu anki “işbirliği” aşamasına geldiler. Gelinen aşamada maddi faktörlerin yanı sıra sosyal ve kültürel faktörlerin de etkisi göz ardı edilemez. Türk dizilerinin Suriye’deki popülerliği, iki ülkenin paylaştığı ortak kültürün halk nezdinde de ön plana çıkmasının bir göstergesidir. 

Sonuç olarak Türkiye-Suriye ilişkileri ortak güven üzerine inşa edilmektedir. İki ülke birbirini 10 yıl öncesinde düşman olarak algılarken bugün bölgesel sorunların çözümünde güvenilir bir ortak olarak algılamaktadır. Son olarak Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Toplantısı’nda imzalanan anlaşmalar ve bölgesel konularda sergilenen ortak duruşla kendini göstermiş olan ve karşılıklı etkileşim çerçevesinde tekrarlanan olumlu adımların yarattığı bu algı değişimi, ilişkilerin ortak çıkar ya da tehditlere dayalı geçici bir durum olmaktan ziyade kalıcı olacağının göstergesidir.

 25 ARALIK 2009 

http://orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=507


***

Türkiye - Suriye Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Dönemi

Türkiye - Suriye Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Dönemi

Yrd. Doç. Dr. Veysel Ayhan, 

15 EKİM 2009 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı, 
Abant İzzet Baysal Üni. Uluslararası İlişkiler Bölümü

1957-58 ve 1998 tarihlerinde savaşın eşiğine gelen Türkiye ve Suriye arasında 16 Eylül 2009’da imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması ve her iki ülke vatandaşlarının 90 günle sınırlı olmak koşuluyla vizeden muaf seyahat serbestisine kavuşması hem yakın çevre ülkeleri hem de Ortadoğu’nun geneli açısından oldukça önemli ve tarihi bir olaydır. İşbirliği Konseyi’nin kurulmasına dönük anlaşmanın imzalanmasının ardından 13 Ekim 2009’da Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısının gerçekleştirilmiş olması ise sürecin somut adımlarla ileriye taşınmak istendiğinin en açık göstergesidir. Bu çerçevede hem Stratejik İşbirliği Konseyi’ne ve 13 Ekim’de gerçekleştirilen 1. Bakanlar Kurulu toplantısına dikkat çekmek yerinde olacaktır.

Türkiye-Suriye Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu Toplantısı

13 Ekim 2009’da her ülkeden 10 Bakanın katılımıyla Halep ve Gaziantep’te gerçekleştirilen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısı Türkiye-Suriye ilişkilerinde başlayan işbirliğinin somut adımı olmuştur. Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve meslektaşı Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim Halep’teki 1. Bakanlar Kurulu toplantısının ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında görüşmelerde işbirliği anlayışıyla genel bir çerçeve çizildiğini ve sürecin somut anlaşma ve protokollere dönüştürülerek Aralık ayında Başbakan Erdoğan’ın Şam ziyaretinde düzenlenecek olan Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısında uygulamaya aktarılacağı ifade edilmiştir. Basın toplantısında Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “iki ülkenin ekonomik entegrasyonu ve halklarının kaynaşmasını sağlayacak bu anlayışın bölgeye yayılmasını umduğunu” ifade etmiştir. Davutoğlu Suriye’yle ilişkilere dönük olarak da Türkçe ve Arapça “Ortak sloganımızı, ‘Ortak kader, ortak tarih, ortak gelecek; el kader el müşterek, et tarih el müşterek, el müstakbel el müşterek’ olarak ilan ediyorum” demiştir. Ortak basın toplantısında Suriye Dışişleri Bakanı Muallim de Türkiye ile Suriye arasındaki stratejik ilişkilerin ve sürecin ekonomik ve toplumsal entegrasyon yönünde hızla ilerlediğini belirtmiştir. 1. Bakanlar Kurulu toplantısında yerel yöneticilerin yanı sıra her iki ülkeden Dışişleri Bakanları, Devlet Bakanları Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Sağlık Bakanı, Ulaştırma Bakanı, Tarım ve Köyişleri Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Çevre ve Orman Bakanı katılmıştır. Suriye tarafından ise toplantıya katılan 15 bakan heyetine Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Vekili Hasan Türkmeni başkanlık etmiştir. Türkmeni basın toplantısında Konsey Anlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra toplantının gerçekleştirilmiş olmasının memnuniyet verici olduğunu belirtmiş ve iki ülke arasında gerçekleşen görüşmelerin ekonomi, güvenlik, savunma, sağlık ve çevre gibi alanlarda gelişmesine katkıda bulunacağını ileri sürmüştür. 

Halep ve Gaziantep’te düzenlenen toplantıların ardından taraflar arasında yaklaşık 40 protokol, proje, mutabakat zaptı ve anlaşma üzerinde çalışma kararı alınmıştır. Toplantıda alınan kararların hayata geçirilmesi için ilgili bakanlıklar 10 gün içinde kendi eylem planlarını hazırlayacaktır. İlgili birimler hazırladıkları eylem planlarını aynı zamanda karşı muhataplarıyla da paylaşacaktır. Örneğin, eğitim alanında karşılıklı öğretmen değişimini öngören bir eylem planı hazırlandığından, buna hazırlayan birim diğer ülkedeki muhatabına kendi eylem planını sunacaktır. Böylelikle her iki tarafta söz konusu eylem planının organizasyonu ve uygulanması konusunda detaylı bir ortak çalışma yapmak zorunda kalacaklardır. Ardından da Aralık 2009’da Başbakan Erdoğan’ın Şam ziyaretinde düzenlenecek olan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Konsey Toplantısında eylem planlarından uygulanabilir olanların hayata geçirilmesi sağlanacaktır. Görüldüğü gibi somut takvimler ve aşamalar üzerine kurulu Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kısa ve orta vadede iki ülke arasında ilişkileri güçlendirmesi kaçınılmazdır. Bu kapsamda Stratejik İşbirliği Konseyi’nin yapısı ve çalışma şekline bakmakta yarar vardır.

Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin Önemi

Her iki ülkenin Başbakanları düzeyinde Eş Başkanlık sistemini öngören Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin Bakanlar Kurulu’nun içinde dışişleri, enerji, ticaret, bayındırlık, savunma, içişleri, ulaştırma ve tarım bakanlarının bulunduğu toplam on altı (Türkiye ve Suriyeli) bakandan oluşması öngörülmüştür. Bununla birlikte gerek görüldüğünde toplantılara kurul üyesi olmayan diğer bakanların da katılması sağlanarak Bakanlar Kurulu’nun yapısı daha da genişletilebilir. Öte yandan Bakanlar Kurulu’nun yılda en az iki kez toplanması karara bağlanmıştır. Toplantı sayısı da Bakanların sayısı gibi artırılabilir. Bakanlar Kurulu toplantısında taraflar arasındaki işbirliği alanları tartışılacak ve işbirliği öngörülen alanlara dönük gerekirse anlaşmalar, protokoller ve mutabakat zaptları imzalanacaktır. Sürecin resmi düzeyde kalmaması için ise toplantıda alınan kararlar doğrultusunda ilgili bakanlıkların kısa süre içinde bir eylem planı hazırlaması ve eylem planını da karşı tarafa sunması öngörülmüştür. Dolayısıyla sürecin bürokratik aşamalara takılması engellenmiş olmaktadır. Diğer bir deyişle işbirliği süreci dinamik bir yapı ve işleyiş üzerine kurulmuştur. Bu durum doğal olarak tarafların işbirliği yapma arzusundan kaynaklanmaktadır. Diğer yandan dinamik süreç, sorunların kısa sürede aşılması ve süreçlerin kesintisiz işlemesini de beraberinde getirecektir. Bakanlar Kurulu toplantılarının ardından hazırlanan eylem planlarının hayata geçirilmesi ise, yılda en az bir kez iki ülke başbakanlarının eş başkanlığında toplanması öngörülen İşbirliği Konseyi toplantısında kararlaştırılacaktır.

1.Bakanlar Kurulu toplantısının kısa süre içinde birçok sonuçları olacağı kesindir. Dolayısıyla yalnızca politik aktörlerin değil bir o kadar da toplumun süreci yakın takip etmesi gerekecektir. Örneğin, tüm işbirliği süreçlerinin gerçekleştirilmesinde dil sorununun aşılması için Türkçe ve Arapça bilen uzmanların sayısında ciddi bir artış yaşanacaktır. Her bakanlık AB uyum yasaları çerçevesinde İngilizce bilen uzman aldığı gibi, Arapça bilen uzmanlar da bünyesinde bulundurmak zorunda kalacaktır. İş dünyasından akademik camiaya kadar her alanda Arapçaya olan ilgi ve ihtiyaç artacaktır. Kısa süre içinde hayata geçirilmesi öngörülen eylem planlarının ilgili ülkelerde yürütüleceği göz önüne alındığında Türkçe ve Arapçanın gerekliliği daha iyi anlaşılacaktır. 2008 sonu itibariyle 2.5 milyar dolara yaklaşan ihracatın 2010 yılı sonunda 5 milyar doları aşacağı öngörülmektedir. 2004 yılında imzalan Serbest Ticaret Anlaşmasında yer alan bazı protokollerin de hayata geçirilmesiyle iki ülke arasındaki ticaretin kısa sürede 5 milyarı aşacağı ileri sürülebilir. Ekonomik ve toplumsal düzeyde sınırların önemsizleşmesi ülkeler arasında var olan bazı tarihsel sorunların da süreçle ortadan kalkmasına yol açacaktır. Diğer bir deyişle ortak su politikasının oluşturulması ya da 16 Eylül’de kabul edilen ve 13 Ekim’de imzalanan vize muafiyeti Antakya ve Halep arasındaki sınırın anlamsızlaşmasına yol açabilecek düzeyde bir adımdır.

Diğer yandan Bakanlar Kurulu toplantısının ardından Türkiye-Suriye ilişkilerinin ekonomik ve toplumsal alanlarda olduğu kadar güvenlik ve savunma alanlarında da ileriye götürüleceği açıktır. Bu kapsamda ilk olarak 27-29 Nisan 2009 tarihleri arasında düzenlenen “Türkiye-Suriye Sınır Birlikleri Değişim Tatbikatı”nın ardından her iki ülkenin kara kuvvetlerinin katılacağı ve geniş kapsamlı ortak savunma ve güvenlik tatbikatlarının yapılması öngörülmüştür. Bakanlar Kurulu toplantısında Dışişleri Bakanı Muallim İsrail’in Anadolu Kartalı Tatbikatı’ndan çıkarılmasının memnuniyet verici olduğunu açıklamıştır. Öte yandan Savunma Bakanı Ali Habib ise yaptığı konuşmada “geçen baharda Türkiye ile ilk kara kuvvetlerinin içinde yer aldığı tatbikatı gerçekleştiklerini dikkat çekmiş ve ardından da Bakanlar Kurulu toplantısında daha büyük bir tatbikat düzenlenmesi konusunda anlaştıklarını belirtmiştir.

Sonuç olarak Suriye ve Türkiye arasında her alanda genişleyen işbirliğinin güvenlik alanında da yansımaları olacağı açıktır. Bu açıdan bakıldığında İsrail’in son anda da olsa tatbikattan çıkartılmasının hemen ardından Suriye’yle geniş kapsamlı bir tatbikat yapılmasının gündeme gelmesi dikkat çekicidir. Dolayısıyla Ankara-Şam hattındaki işbirliği sürecinin; ekonomiden güvenliğe, sağlıktan eğitime veya kültürel değişim programlarına kadar geniş bir alanda karşılıklı bağımlılığı artırmasına ve tarihi sorunların bu vesile ile aşılmasına imkan tanıması kuvvetle muhtemeldir.

15 EKİM 2009 

http://orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=378


***