Terör Terördür
Yekta Güngör Özden
01.08.2005
Hangi nedenle, hangi amaçla olursa olsun en ağır insanlık suçu terörü hiçbir ayrım yapmadan kınamada ve önlemde birleşilmezse terör durdurulamaz, daha nice acılar çekilir. Yıkma ve yok etme saldırısı olarak büyük yitiklere neden olan terörün siyasal (bağımsızlık, milliyetçilik) gerekçeleriyle başlayıp kökten dinci karşıtlıklara değin uzayıp yayılması çağımızın en tehlikeli hastalığı olarak görülmektedir. Ulusal boyuttan uluslar arası boyuta geçen, tüm dünyayı tehdit eden azgınlık, çılgınlık, vahşet eylemleri dayatmayla, zorla sonuç almak için korkutmadan öldürmeye her yola başvurmaktadır, her aracı kullanmaktadır. Ülkemizin çektiklerini gülerek izleyen yabancı, özellikle sözde dost ülkeler kendi başlarına gelince feryada başlamışlardır. Türkiye’de olursa onaylarcasına sessiz kalanlar, kendileri karşılaşınca hukuku bile dışlamayı düşünecek ölçüde sertleşmişlerdir. Irkçı terör, ayrı devlet kurma amacıyla yabancıların kuklası ve maşası olarak otuz binden fazla yurttaşımızı kıymıştır. Kökten dinci terör, aydınlarımız başta olmak üzere bağnazlıklarına kapılıp nice yurttaşımızı aramızdan almıştır. Dinsel sömürü, iktidara taşıyan en iyi araç sayıldığından kökten dinci terörü tırmandıran saplantıların, aykırılık ve sakıncaların üstüne gereğince gidilmemiş, tersine özellikle iktidar gücüyle onları yüreklendiren ve şımartan söylemlerle işlemlere ağırlık verilmiş, kadrolaşma hızlanmış ve yayılmıştır. Terörü öncelikle kafalarda bitirmek, kullanma ve yararlanma düşüncesinden vazgeçmek gerekir. “Sizin-bizim, yararlı-yararsız, yerli-yabancı, dinci-ırkçı, bağımsızlıkçı-yıkıcı vs.” ayrımı, teröre destek vermekle birdir. Temmuz ayının sonlarına yaklaşılınca Mısır’da Şarm-el Şeyh’te, Irak’ta her yerde yüzlerce kişiye kıyan terörün nerde, nasıl, ne zaman duracağı bilinmemektedir. Güneydoğu’da mayınlar, uzak namlulu silahlarla hemen hemen her gün şehitlerimizin acısıyla aileleri, hepimizi sarsan terör, etkin önlemler alınmadıkça, özellikle özgürlük ve inanç sömürüsü durmadıkça hız kesmeyecektir.
İçimizdeki sapkın ayrılıkçılar AB’ne güvenerek bayrak yakmakta, polis ve karakol taşlamakta, Apo’nun resimlerini taşıyıp sloganlar atmakta, ABD’de bağımsız bir devlet varmış gibi topu Irak yönetimine atmakta, onlar da savunma ve önleme amaçlı sınırdışı operasyonu müdahale sayarak istememektedirler. Böylece PKK yine kollanıp korunmuş olmaktadır.
İkinci Sevr için yanıp tutuşan, Lozan’ı geçersiz kılmak için her yola başvuran, AB üyeliği bahanesiyle olmadık koşulları getiren Avrupalıların sergilediği tutarsızlık gerçekçi ve içtenlikli olmadıklarını göstermektedir. Lozan Barış Antlaşması’nın 82. yıldönümünde Lozan’da toplanan Türklerin çağrısı onları uyandırmalıdır. İktidarın ilgisizliği, tepkisizliği ve sessizliği Türkiye’yi yansıtmamaktadır. Türkiye halkı büyük çoğunluğuyla Lozan’ı onuru bilerek korumaya and içmiştir.
Yunanistan’ın dostluk kıpırdanışları arasında onlarca F-16 ile yüzlerce tank almaya girişmesinin gereksizliğiyle Lozan uyarınca silahsızlandırması gereken adaları silah deposuna çevirmesi üzerinde durulmalıdır.
Genelkurmay İkinci Başkanı’nın 19 Temmuz konuşmasıyla nazik biçimde ABD’ni uyarması ve yanıtlaması, 1. Ordu Komutanı’nın 24 Temmuz konuşması dostlarımızın Türkiye için bir kez düşünmelerine yardımcı olmalıdır. Apo, İmralı’da konukluğunu en iyi koşullarda sürdürürken örgütiçi savaş da tepkiler almaktadır. Başka bir ülkede böyle bir durum olacağını sanmıyoruz.
Terör belâsı
Güvenlik güçlerimize karşı saldırılara son olarak Kuşadası’ndaki patlama eklendi. Bölücülerin, kökten dincilerin kendilerini duyurmak için izledikleri ve işledikleri kötülüklerin sonu yoktur. Usdışı girişimlerinin hepsini haklı, karşıdakileri hep haksız görürler. Birbirleriyle dayanışma içinde Türkiye’yi çökertmek ve yıkmak, kendi amaçlarına ulaşmak için her yolu, her yöntemi geçerli sayarlar. Namus, onur, kişilik, insanlık gibi hiçbir kaygıları yoktur. Kaç kez söyleyip yazdık: Ne istediler, ne olmadılar? Son aylarda yayımlanan, daha önceki yazılarımızda katılmadığımızı belirtip eleştirdiğimiz o bildirilerin altında adları, yanlarında sıfatları olanlar nerede yetiştiler, bu durumları nerde kazandılar? Çoğunun durumu, çoğumuzun durumundan iyi. Büyük illerde, büyük olanaklar, büyük yerler ve işler onların. Dayanışmaları güçlü. Demokratik hak ve özgürlükleri kötüye kullanıp siyasal açılımlarla Türkiye’yi bölüp ayrı devlet kurmaktan başka amaçları yok. Milletvekilliği, Belediye Başkanlığı, meslek kuruluşu ve demokratik kitle örgütü yöneticiliği, başka görevler hep geleceğe yatırım, geçiş, atlama için. Hepsi hazırlık. Kimi aydın geçinenler de bu oyunlara kanıyor. Kimileri de PKK eylemlerini, oyunlarını içlerindeymiş, yanlarındaymış gibi (sözde tahmin) yazıyor. Böyle içli dışlılık kimin kimden yana ve kimin nesi olduğunu göstermiyor mu? Apo’nun durumu “Devlet yok mu?” dedirtiyor. AB korkusu, ABD telâşı, bir Apo için binleri yitirtiyor.
İkide bir birleşmekten söz edenler kendi tutumlarının ayırdında değil. Ayrımcılık yapanlar, herkese egemen, herkesi yönetmeye kalkışanlar ilerici kesimin dağınıklığından sorumludur. Kavgacı, kıskanç, makam ve unvan düşkünleri, seçim ve liste oyuncuları, yıllanmış ve köhnemişler gençlere yer vermedikçe, yenileşmeye karşı çıktıkça sonuç alınamaz. İlerici geçinenler, gerici-bağnaz-yobaz-dönek-ajan-çıkarcı-bölücü-yıkıcı-hain dayanışmasına bakıp utanmalıdır. Kürtçülere destek verenler Apo’yu kapsayacak bir af peşinde koşuyor. İktidar, işsizliği ve terörü seyrediyor. Varsa yoksa sıkmabaş, imam hatip, kaçak kurslar, özelleştirme, AB ödünleri, Kıbrıs’ın devri, Ege gevşemesi. Başka şeyler umurlarında değil. AB’nin yeni üyeleri arasında Güney Kıbrıs’ı da içerecek protokol imzalandıktan sonra deklarasyon kimi etkileyecek? “Terör üzerinden siyaset yapmayın” diyen Başbakan terör için neler yapıldığını anlatmalıdır. Van 100. Yıl Üniversitesi Rektörü’ne yokluğunda uygulanan işlemler nedir? Terörün üniversitelere kadar uzaması kimlerin işine yarar? Halkın değişik sorunlar içindeki durgunluğu iktidarı mutlu etmektedir. Ama derinden derine bireysel yakınmalar yayılmaktadır. Beklentiler, umutlar, kimi söz vermelerle kimilerini etkisiz, sessiz, seyirci durumuna düşürmek genelde tepkileri önlemek sayılamaz. Demokratik haklarını kullanarak uygar yöntemlerle tepkilerini açıklayanlar, kötü gidişlere değinenler iktidarı da değiştirebilirler. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın “Dinsel kirlilik” uyarısı boşuna olmasa gerek. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’an kurslarının denetiminden Millî Eğitim Bakanlığı’nın el çekmesi, gazetelere yansıyan kimi imam olaylarıyla birleşince yarınlarda nelerle karşılaşacağımızı kestirmek güç değildir.
Aymazlıklar
İnönü Vakfı ile Türk Hukuk Kurumu’nun “Günümüzde Lozan” konulu ortak etkinliği 23 Temmuz günü Türk Hukuk Kurumu Muammer Aksoy Salonu’nda gerçekleşti. Kurum Başkanı’nın açış konuşmasından sonra öğretim üyeleri görüşlerini açıkladılar. İlerici bilinen yayın organları bile tek sözcükle duyurmadı. Gösteriş, kendinden söz ettirme, birlikte davrananlar varken başkalarına değinmeme çabası güç kırıcı oluyor. Yazık. Bu arada seksen yıl önceki, güçlü tarihsel belgelerle Mustafa Kemal Atatürk kaynaklı kanıtlara karşın, suçluları aklama girişimleri ortaya çıktı. Basit, çocukça kurgularla, sözle mantık geliştirmeleriyle durumları tersine çevirip tarihi yeniden yazmanın hiçbir anlamı yoktur. Kurtuluş Savaşı önderlerinin idam cezalarını onayan, düşmanla işbirliği yapan, Sevr’i ayakta kabul eden, düşmana sığınan kimsenin hain olması için başka neden aranmaz. Kaldı ki TBMM kararıyla bu sıfat ona verilmiştir. İnsan, bu sakat görüşleri gündeme getirenleri durumları ve konumları nedeniyle kendileri için uygun görüyorsa da, bunları milletvekilliği, bakanlık verildiği için yerinde bulup destekleyenlere daha çok üzülüyor. Ülke, ulus, devlet, ilke mi önemli, bir parti lideri mi? Liderinin yanlışlarına yanlış diyemeyen siyasetçilerden ülkeye ne yarar beklenir? Tapma biçimi bağımlılık insanlara yakışmıyor. Yozlaşma açık.
“Halk ya kanıksadı, bıktı ya da gücü kalmadı. Tepkisizlik demokratik yaşamın karanlığıdır” diyorlar. Kimilerinin 2007 beklentisiyle iktidara destek verdiğini, kadrolaşmadan dış ilişkilere kadar bozukluklarda yüreklendirdiğini anlatıyorlar. Adı geçen kişilere, konumlarına, durumlarına, tutumlarına, söylentilere önem vermediğimden dudak büküp geçiyorum. Kimlerin ne olduğunu, ne olabileceğini biliyor ya da kestirebiliyoruz. Seçimlerin nasıl yapıldığını, oyların ne amaçla nasıl kullanıldığını, nelerin umulup nelerin göz ardı edildiğini duyuyor, anlıyoruz. Kimi suskunluk, pısırıklık, tepkisizlik ve ilgisizliğin kimi beklentiler nedeniyle olduğu seziliyor. Kötülüklerin dayanağı ve sorumlusu bir değildir. Zaman her şeyi gösterir, yeter ki zamanımız olsun.
Önceleri Kemalizm’e karşı çıkanlar, Atatürkçülere iftira edenler, Kürtçülüğü kışkırtıp teröristlerle görüşenler, Lozan karşıtları kimileri şimdilerde Atatürkçü kesildiler. Bu bir gelişme ise, yine dönmeyeceklerse mutluluk verir. Başkalarına da örnek olmalarını dileriz. Şamata ve şanla reklam çabası ilkeleri, kurumlara zarar verir.
Vahdettin konusundaki görüşlerimi özetle GÖZCÜ gazetesinde belirttim. 22, 23 ve 24 Temmuz günlerinde yayımlandı. Atatürk’ün Büyük Söylevi’yle gerçekçi tarihçilerin kitaplarında her şey ayrıntılarıyla değerlendirilmiş. Mustafa Kemal’le arkadaşlarını, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, lâik Cumhuriyet’i, devrimleri kötülemek için ne yapacaklarını şaşıranlar tarihi karalıyorlar. Vahdettin’in giderken götürdükleri, Avrupa’da geçimlerini sağlayan altınlar vs. yetmiyormuş gibi hain olmak için Hazine’yi tümüyle taşımaları mı aranıyor? Soygun olmadan, hırsızlık olmadan hainlik olmuyor mu? Dünyanın uzak köşelerinde okullar açan tarikatçı övülüyor. Hiçbir yabancı dil bilmeyen birisi ülkelerin kuralarına uyularak açılan okulları ilkokulu bitirdiği kuşkulu bir adam nasıl yönetecek? Alım-satım, kiralama, araç-gereç, öğretmen ve görevlilerle ilişkileri nasıl düzenleyecek? Bunların arkasında kim ya da kimler var? Asıl amaç ne? Neye yarıyor, sonuç ne oluyor? Daha nice sorular sorulabilir. Tarikat liderini yurt dışında kimler, nasıl besliyor, konuk ediyor? Güvenliğini sağlıyor? Değirmenin suyu nerden geliyor? Okullarında nasıl eğitim veriliyor? Bunları dış görünümlere ve kendisine anlatılanlara bakarak övgüyle karşılayan Ecevit acaba seçim listelerinde o tarikattan kaç kişiye yer verdi, bir şeyler karşılığında adaylıklar oldu mu? Bunları zamanla öğreneceğiz.
Terör biter mi?
Terörü insanlık dışı sayan bir anlayışı benimsetecek eğitim verilmedikçe, inancın terörle asla bağdaşmayacağı özümsenmedikçe terör bitmez. Özellikle Türkiye’de en büyük terör kaynağının irtica olduğu bilinmedikçe terör durdurulmaz. Siyasetteki ayaklarıyla, medyadaki parmaklarıyla, ticaretteki kaynaklarıyla, dışarıdaki dayanaklarıyla,yaygın tarikatlarıyla, Hizbullah-Hizbüttahrir, İBDA-C gibi barikatlarıyla, halkı aldatan şirketleriyle irtica tam bir terördür. İrtica önlenmeden terör önlenmez. Lâikliğe, Atatürkçülüğe düşman gözüyle bakan kadrolarıyla, hesapsız, denetimsiz olanaklarıyla, pazarlamacı, satıcı tutumuyla, hukuku dışlayan aykırılıklarıyla irtica terör aygıtına dönüşmüştür. Anlayışı ve tutumu “mâlûm”ların yönetiminde terör birimi olsa ne olur, olmasa ne olur. Kaldı ki iktidar, Genelkurmay İkinci Başkanı’nın önerdiği birimi gereksiz bulmuş, işbirliğinin yeterli olduğunu açıklamıştır. Genelkurmay’ın yapısını bile bile Başbakanlıkta birim oluşturulması önerisi de kanımızca yanlıştır. İrtica konusunda bir şey yapılabilir miydi bu adamlarla?
Sağlık ve yiyecekler konusunda Diyanet İşleri’nin görüşleri fetva dönemine dönüş niteliğinde. Sağlık, Tarım ve Orman Bakanlıkları ilgisiz.
Temmuz bitiyor. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutan Meydan savaşı ile taçlandığı ağustos ayına giriyoruz. Bağımsızlığımızı tattıran, Cumhuriyet’i kazandıran utku (zafer) ayı. Yeterince değerini bildiğimiz kanısında değilim. Söylevler, iletilerle yıldönümü geçiştirilirse şaşırılmasın. Gümrük Birliği Genişleme Protokolü, AB yılışmaları, özelleştirme ile yabancılara verilen önemli kuruluşlar yanında halka inemeyen, birbiriyle hattâ kendisiyle kavgalı sözde aydınlar, gösterişçi, reklamcı sözde kitle örgütleri. Eğitim, yargı, sağlık, siyaset giderek göçüyormuş, çöküyormuş kimlerin umurunda? Kendine güvenmeyen hiç kimseye güvenmesin. Türkiye kendi gücüyle sıkıntıları aşacaktır. Lâf ebeleri, slogancı, şarlatan ve amigolar unutulacaklardır. Hikmet Uluğbay ile Zekeriya Temizel’in partilerinden istifalarını anlamlı, önemli ve değerli buluyorum. Demokrasi bu tür soylu davranışlarla gerçek ve temiz olacaktır. Kendilerini kutluyorum. Bu arada kimi köşe yazarlarını haince yazıları nedeniyle kınıyorum.
http://www.turksolu.com.tr/87/ozgun87.htm
..