TSK Üzerine Planları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TSK Üzerine Planları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Eylül 2017 Cumartesi

AKP’nin TSK Üzerine Planları



AKP’nin TSK Üzerine Planları

Doç.Dr.Sait YILMAZ

Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçen hafta partisinin grup toplantısında yeni İç Güvenlik Paketi'ni açıklarken, önce Kobani’deki çatışmalara ve bu kapsamda bölücü örgütün ülke içinde başlattığı olayları değindikten sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yeniden yapılanma ihtiyacı üzerinde durdu ve sanki bu konuların devamı imiş ya da sorumlularından biri de askerler imiş gibi; diğer tedbirler yanında Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığının da İçişleri Bakanlığı'na bağlanacağını açıkladı. Davutoğlu’nun bu açıklamalarını İçişleri Bakanlığı’ndan aldığı brifing ile ilişkilendirmesi de dikkat çekici diğer bir noktadır. Davutoğlu'nun basına yansıyan açıklaması şu şekilde idi; “Kobani olaylarından sonra ülkemizin her bir yanından gelen seslere cevap verecek paketi hazır hale getirdik. İçişleri Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması… Aldığım brifingden sonra bakanlıklarımızın yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç var. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün etkinliğini ve esnekliğini güçlendirecek tedbirler alacağız. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kendi kurumsal yapısı içinde piramit bozulması olduğunu gözledik. Bunu düzelteceğiz. Bu çerçevede çok önemli bir adım atıyoruz, devrim. Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarımızın atamalarının doğrudan İçişleri’ne bağlanmasıdır. Şimdiye kadar, İçişleri’ne bağlı olmakla birlikte TSK içinde düzenlemeler yapılıyordu. Askeri konular hariç, bütün diğer konularda yetkiler İçişleri Bakanı ve Bakanlığı’na veriliyor. Atama değerlendirme sicil ve birçok konular. Ayrıca bunun beş alana yansıması için de bundan sonra jandarmalarımız İçişleri Bakanlığımızın tayin edeceği özel bir kıyafet giyecekler.” Kobani gelişmeleri sonrası hükümet, bölücülere verdiği sözleri tutmaya başlamak için konuyu bir şekilde Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’na bağlamış, Kandil ve İmralı’ya mesaj vermiştir. Bunu yaparken de, kendi mahvettiği polis teşkilatını yeniden yapılandıracağını ve PKK’ya bıraktığı kamu düzenini sağlayacağını gerekçe göstermektedir. 

Neden Jandarma ve neden şimdi? 

Ankara’nın bir yandan demokratik barış çözümü adını verdiği PKK ve siyasi uzantıları ile pazarlıklarının geldiği aşama, Kobani (Ayn el Arap) bölgesi ile ilgili PKK’nın 81 ilin 35’inde başlattığı ayaklanma provası, diğer yandan “PYD ve PKK aynıdır” diyen Cumhurbaşkanı açıklamasından kısa süre sonra hükümetin ABD’nin baskısı ile Kobani bölgesine yardıma onay vermek zorunda kalması ve bunu sanki dostumuzmuş gibi Barzani ile ortak bir çaba gibi göstermek istemesi, iç kamuoyuna yönelik yeni bir algı yönetimi başlatmasını gerekli kılmıştı. Bu yüzden İmralı ve Kandil ile sıkı ilişkilerini bozmak istemeyen hükümet, Kobani’ye yönelik ayaklanma girişimlerinin sorumlusu olarak cemaat, Gezi Parkı, muhalefet partileri gibi olmadık adresleri hedef gösterirken, yeni güvenlik paketi ile bir yandan süregelen hukuksuzlukların daha da geniş bir manevra sahası edinmesinin önünü açmakta, diğer yandan önümüzdeki dönemde beklenen gelişmelerin önünde engel olma potansiyeli yüksek olan askerlere yönelik yeni girişimleri bu olayları önlemeye yönelik tedbirler gibi göstermektedir. Esasen Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı gibi TSK unsurlarının İçişlerine Bakanlığı’na bağlanması uzun zamandan beri hükümetin zamanlama için fırsat beklediği bir girişim idi. Öncelikle hemen hatırlatalım ki bu kuvvetler zaten İçişleri Bakanlığı’na bağlı ama yeni düzenleme ile atama ve sicil işlemleri de bakanlığa ait olacak. Peki, nedir bu değişikliklerle hükümetin yapmak istediği? Önce bu gelişmelerin arkasındaki gerçek nedeni açıklayalım. 

Hükümetin MİT Müsteşarı aracılığı ile PKK ve İmralı ile yaptığı görüşmelerin Oslo’da ortaya çıkan sonuçları tarafların taslak bir plan üzerinde anlaştıklarını, hatta birkaç protokolün hazırlandığını göstermişti. 2007’den itibaren kendi eli ile Kürt devletini kurmak için KCK’nın içine sızan MİT, bu yapının varlığını da uzun süre kamuoyundan gizlemişti. Ancak, 2010 yılında polis ve adalet sistemi içindeki cemaat yapılanmasının başlattığı KCK operasyonları, hem bu yapının kötürümleşmesine hem de içindeki suça başlamış MİT elemanlarının deşifresine yol açtı. Böylece, Oslo protokollerinin gereği olan sözde barış planının uygulanması da ertelenmişti. KCK soruşturması kapsamında 13 Ocak 2012 tarihinde BDP Diyarbakır İl Başkanlığı’nda yapılan aramalarda, MİT heyeti ile Öcalan arasında yapılan 5 ayrı protokole yönelik belgeler ortaya çıkmıştı. Operasyonda ele geçirilen protokollere göre; yeni anayasa yapılması, değişmez maddelerin olmaması, MGK’nın kaldırılması, askeri vesayete son verilmesi, Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması, TMK, TCK, CMK’da değişikliklerin yapılması, yerel yönetimlerin özerkleştirilmesi gibi öneriler yer almaktaydı. Protokole göre; yerel yönetimlerde demokratik özerkliğe geçilmesi, Kürtçe anadilde eğitim, karşılıklı af uygulanması, Öcalan’ın ilk aşamada ev hapsine çıkarılması, koruculuğun lağvedilmesi öngörülüyordu. Ayrıca mahkeme kararıyla tutuklanan KCK sanıklarının serbest bırakılması sözü veriliyordu. Protokollerin öngördüğü ana hususlar şunlardı;

- Demokratik özerklik statüsünün sağlanması,
- Kürt kimliğinin yeni anayasada yer alması, Kürtçe’nin ikinci resmi dil olarak kabul edilmesi.
- Önderliğin (Öcalan) ilk aşamada ev hapsine alınması,
- Önderliğin özgürce, toplumsal ve siyasal yaşama katılması,
- Gerillanın silahsızlandırılması, mevcut yasalar çerçevesinde toplumun öz savunma gücü ya da yeni bir statüyle demokratik çözüm içinde varlığını koruyacak bir yapılanmaya kavuşması.
Ancak, Öcalan’ın “yol haritasında” istenenler ve MİT-PKK “mutabakat metninde” imza altına alınan hususlar ise şu şekilde idi; 
- Öcalan Yol Haritası’nda PKK’nın silah bırakmasını değil “öz savunma gücü olarak” Kürtlerin koruma gücü olmasını istiyor. MİT’in “mutabakat metninde” bu istek kabul ediliyor.
- Öcalan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, Yeni Anayasa Komisyonu kurulmasını istiyor, bu istek MİT’in imzaladığı protokollerde aynen kabul ediliyor.
- Öcalan KCK sanıklarının serbest bırakılması talep ediliyor, MİT bu talebi de aynen kabul ediyor.
- Öcalan Demokratik Özerklik statüsünün sağlanması talep ediliyor, MİT mutabakatında bu talep de aynen kabul ediliyor.
- Öcalan kendisinin ilk aşamada ev hapsine alınmasını sonra da özgürlüğe kavuşmasını istiyor, MİT bunu da kabul ediyor.
- Öcalan çözüm için operasyonların karşılıklı durdurulmasını istiyor, MİT bunu da kabul ediyor.
- Öcalan KCK yapılanmasının legal statüye kavuşturulmasını istiyor, MİT bunu da kabul ediyor. Muhtemelen bunun için de KCK operasyonlarına karşı çıkıyor. Dahası, iddialara göre bölgenin KCK’ya devredilmesi de kabul ediliyor.


Görüldüğü gibi Öcalan ve PKK ile yapılan görüşmelerde MİT, PKK’ya silahları bırakmayı kabul ettirememiş, aksine PKK’nın “öz savunma gücü” olarak bölgede polis olarak konuşlandırılmasını kabul etmiştir. MİT, PKK’nın “özerklik” talebini AB Yerel Yönetimler Şartı noktasına bile çekememiştir. Bu zabıtlardan çıkan net sonuç şu: MİT bölgeyi PKK’ya teslim edecek ve PKK militanlarına da “öz savunma gücü” olarak bölgeye dönüşüne izin vererek yerel polis gücü olarak maaş bağlayacaktır. Nitekim kısa süre sonra Jandarma Genel Komutanlığı’na Güneydoğu Anadolu’daki bütün birliklerinin arama-tarama faaliyetlerini durdurarak sadece nokta operasyonu yapın emri verildi. İşte şimdi yukarıdaki planın hayata geçmesi yani öncelikle bölgenin PKK’nın inisiyatifine geçmesinin, bölgedeki Türk askeri varlığına son verilerek onun yerini PKK’nın alması için, PKK ile kırsalda mücadelenin asıl sorumlusu olan Jandarma’nın bölgeden çekilmesi gereklidir. Bunun için de komutanlarından değil, siyasi iktidardan emir alan, tıpkı polis gibi siyasi iktidarın güdümündeki sivil İçişleri Bakanlığı ve valinin sicil ve ceza sistemi ile hareket eden yöneticilere ihtiyaç vardır. Böylece siyasi iktidar ve onun seçtiği kamu yöneticileri, Jandarma ve Sahil Güvenlik unsurlarını istedikleri gibi yönetebilecekler, istedikleri bölgeden çekebileceklerdir. İşin özeti Jandarma Bölge Komutanlığı’nın atama ve sicil yönünden de İçişlerine Bakanlığı’na bağlanması, Türkiye içinde özerk Kürt yönetim bölgesinin ilk ve en önemli adımıdır. Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın açıkladığı gibi yaklaşık 1,5 ay önce karşı tarafa verilen bir sayfalık ve 6 maddelik bir eylem planı var ve hükümet ilk adımı atmak istemektedir.

Sırada neler var?

Hükümetin Jandarma ve Sahil Güvenlik üzerindeki oyunları bunlarla da sınırlı değildir. Hükümetin diğer uzun vadeli hedeflerini sıralayalım; 
- Mevcut yasalara göre, jandarma da kolluk kuvveti kapsamındadır. Yani, savcı operasyonlarda jandarmadan da yardım alabilir. Nitekim Adana’da MİT TIR.larının suçüstü yakalanmasında Jandarma böyle bir işleve sahipti. 25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonunda ise soruşturmayı yürüten savcılık emniyet mensuplarının operasyon yapmaması üzerine, askerden destek istemişti. Ancak bu destek talebi gerçekleşmedi. AKP Hükümeti’nin, ileride bu tür durumların yaşanmaması için, jandarmayı da siyasi iradeye bağlamak istemektedir. Özetle AKP, AK Jandarma kuruyor.
- Yeni yasa ile Jandarma Genel Komutanlığı kadrosu orgenerallikten korgeneralliğe düşürülecek, önce MGK’dan dışlanacak, sonra İçişleri Bakanlığı müsteşarına bağlanacak. Jandarma Karargâhı, beyni ve arşivi yok edilecek. Bazı il jandarma komutanlıkları general kadrosuna çıkarılacak, rütbe ve terfiler tıpkı poliste olduğu gibi siyasi eğilimlere göre ulufe gibi dağıtılacak, sürgünler ve keyfi tayinler yapılacak, bu da dengeyi bozacak. Devletin, halkıyla yegâne irtibatı, gözü ve kulağı olan karakolların bazıları kapatılacak. Hem devletin hem de Silahlı Kuvvetler’in istihbarat gücü önemli ölçüde zayıflayacak.
- AKP’nin 2023, 2053 ve 2071 hedeflerine Atatürkçü bir ordu ile ulaşması mümkün değil, bu yüzden uzun vade için alternatif bir ordu yani AK Ordu’nun hesapları yapılıyor. TSK üzerinde son yıllarda oynanan casusluk, fuhuş vb. komplolar yolu ile birçok subayın tasfiyesi yanında, askeri eğitimin de değiştirilmesi ile uzun vadede Ak MİT’ten sonra Irak ve İran’daki Devrim Muhafızları benzeri Ak Ordu hedefine ulaşılacaktır. 280 bin personeli bulunan Jandarma Genel Komutanlığı’ndan oluşturulacak AK Jandarma, bu ordunun gelecekte nüvesi olabilir. Jandarma’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanması durumunda, başına Emniyet Genel Müdürlüğü’nde olduğu gibi bir vali ya da üst düzey bürokrat atanabilecektir.
Peki, bütün bunlar olurken Genelkurmay Başkanlığı ne yapıyor? Siyasi iktidar ile askerlerin, ne terörle mücadele ne de Ortadoğu’daki gelişmeler özellikle son Kobani gelişmeleri konusunda aynı düşünmedikleri pek çok kez taban tabana zıt oldukları kesindir. Genelkurmay Başkanlığı, mümkün olduğu kadar az ve düşük tonda görüşlerini açıklayarak, devlet olma kültürü içinde hareket etmeye özen gösterirken, ne yazık ki muhalefet partileri ve diğer düşünce odaklarından da beklenen tepkiler gelmemektedir. Örneğin,  Peşmerge'nin Türkiye'den Kobani'ye geçişi için TSK, "Bu konunun muhatabı biz değiliz'' derken adres olarak Dışişleri'ni işaret etmişti. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ise, "Benim haberim var. Ben askerin bakanıyım" diyerek arabesk bir tavır ortaya koydu. Başbakan Davutoğlu’nun Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’na ilişkin açıklamaları konusunda ise Genelkurmay Başkanlığı ile yazılı açıklama yaparak konuyla ilgili görüşlerin Başbakanlığa bildirildiğini beyan etti. Genelkurmay’ın Başbakanlığa gönderdiği görüş yazısında, “Düzenleme için uygun ortam olmadığı, şu anda bu yönde bir düzenlemenin yapılması güvenlik zafiyeti oluşturacağı” şeklinde ifadelerin yer aldığı öğrenildi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in kişiye özel ibaresiyle Başbakan Ahmet Davutoğlu’na gönderdiği yazıyla ilgili medyaya yansıyan bilgilere göre, Jandarma personelinin atama yetkisinin İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasıyla;
- Teşkilatın siyasi etkilere açık hale gelebileceği, askeri hiyerarşiye göre yapılanmış Jandarma’nın, askeri teamüllerden uzak siviller tarafından atama ve sicil bakımından değerlendirilmesinin sağlıklı olmayacağı,
- Doğu ve Güneydoğu’da PKK ile mücadele eden birliklerin çoğunlukla Jandarma ve Kara Kuvvetleri personeli karmasından oluşması nedeni ile Jandarma’nın İçişleri’ne bağlanması durumunda emir komutada ciddi boyutta aksaklıklar yaşanabileceği,
- Özellikle Sahil Güvenlik Komutanlığı’nda uzman personel sıkıntısı doğabileceği, Jandarma’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasıyla bir savaş halinde TSK personelinde yaklaşık 200 bin kişilik bir azalma olacağı endişeleri dile getirildi.
Bizce bu endişeler gayet haklıdır ve ilgili komutanlıklar asayiş görevleri dışında da özellikler askeri muharip kapsamda barışta ve savaşta önemli rollere sahiptir ve bu görevlerin yerine getirilmesinde de sivil ve siyasi bir yönetici bağlı olunması önemli zafiyetler teşkil edecektir. Bugün için her ne kadar personel kaynağının yine TSK.dan karşılanacağı öne sürülse de bu hükümet etme anlayışı ile zamanı gelince gerek personel alımı gerekse komuta kademelerinin oluşturulmasında siyasi tasarrufların önünün açılacağını tahmin etmek zor değildir. Avrupa Birliği reformları sonrası Yunanistan’da hükümetin sırf kendi siyasi görüşüne uygun diye emekli olmuş generalleri ve subayları tekrar komuta kademelerine getirdiğini unutmayalım. Genelkurmay’dan gelen yukarıdaki görüşlere rağmen hükümetin, jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlanması konusundaki düzenlemeyi iç güvenlik paketine koydu. Bu durum Ankara’da, Jandarma krizinin yaşanmasına yol açtı. Düzenlemenin iç güvenlik paketine konulduğuna yönelik de askerlere bir bilgi verilmemesi, krizin daha da derinleşmesine yol açtı. Özetle, Genelkurmay’ın düzenlemeye karşı çıktığı, hükümetin ise güvenlik paketi ile konuyu oldu-bittiye getirmeye çalıştığı anlaşıldı. 

Sonuç; 

AKP’nin Ak Jandarma ve AK Ordu Planı’na dur denilmelidir..

2011 yılında AKP Milletvekili Hüseyin Çelik, partisinin sözcüsü olarak, Türkiye için öngördükleri ileri demokratik adımları medyaya şu şekilde açıklıyordu; Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması, 35’inci maddenin kaldırılması, Yunanistan ile Balkanlar’dan gelen tehdit algısına karşı kurulan Ege Ordusu ve 1’inci Ordu’nun kaldırılması, TSK.da verilen askeri eğitimin değiştirilmesi. Nitekim 35’inci madde yukarıda açıklandığı gibi kaldırıldı. Çelik’in 2023 yılına kadar tamamlanacağını işaret ettiği 15 maddelik eylem planı içinde yukarıdakilere ilave olarak öne çıkan diğer hususlar şunlardı: Jandarmanın yapısı, konumu ve görev tanımının değişmesi, profesyonel orduya geçiş, askerlik süresinin kısaltılması, zorunlu askerliğin kaldırılması, OYAK’ın varlığı ve işlevinin gözden geçirilmesi. Türk toplumu ve TSK, sinsice oynanan bu plana dur demediği takdirde sadece Güneydoğu’yu kaybetmekle kalmayıp, daha geniş tasfiye operasyonları ile Jandarma’dan sonra Cumhuriyet rejimin en önemli kalesini de kaybedebiliriz. Önümüzdeki dönemde Çelik’in bahsettiği planın yeni adımlarını göreceğiz, silahlı kuvvetlerin ana unsurları ve kurumları tek tek elinden alınmakla kalmayıp, bunların kabiliyetleri ve personel sayıları da azaltılacak. Her şeyden önce Türk milleti artık olup-biteni görmeli ve bütün bunlara dur diyebilmelidir. Sakın Türkiye’de muhalefet partileri olduğunu düşünmeyin, onlardan bir medet ummayın.



***