Hikmet Kıvılcımlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikmet Kıvılcımlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2020 Pazartesi

KÜRTLER DEVRİME DEVAM EDİYOR

 KÜRTLER DEVRİME DEVAM EDİYOR


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
20.04.2013 

H. FIRAT’ IN YAZISINA ELEŞTİRİ..,

21 Mart 2013 Newroz’undaki Abdullah Öcalan’ın demokratik siyaset çağrısı üzerine lehte veya aleyhte bir takım değerlendirmeler yapılmaktadır. Bunlardan bir kısmı kendisini sosyalist olarak değerlendiren kesimler tarafından yapılmaktadır. 

Bu değerlendirmelerden biri de H.Fırat tarafından yapılmıştır.

Halkların kendi kaderlerini tayin hakkı, Sovyet devrimiyle birlikte anlam bulmuştur. Temelini de Marksizm’den almaktadır. Çarlık Rusya, halklar hapishanesi olarak adlandırılıyordu. Devrimle birlikte buradaki halkların özgürlüğüne kavuştukları görülüyor. Bu dönemde Rusya dışında gelişen ulusal hareketler de desteklenmiştir. Türkiye ulusal kurtuluş hareketinin niteliğinin burjuva/bürokratik olduğu bilindiği halde desteklenmiştir. 1920’li yıllarda ilişkiler o kadar ileri gitmiş ki, Rusya’nın Komünist lider Mustafa Suphi yerine mevcut sistemi desteklediği söylenebilir. Mustafa Suphi’nin Karadeniz’e gömülmesi olayı tam anlaşılamadı. Sovyetlerde taşlar yerine oturduktan sonra Sovyet adı altında Çarlık sınırlarının yeniden oluştuğu görülüyor. Kısa bir süre bağımsız kalan ülkeler Sovyetlere dahil ediliyor. Çarlık Rusya’sında başlayan Ruslaştırma/Asimilasyon devam ediyor. Günümüzde dahi bunun etkileri devam ediyor. Müslüman/Türki cumhuriyetlerin nüfus yapısına bakıldığında bu ülkelerin belirli sayıda Rus nüfusu olduğu, Rusçanın da yoğun olarak kullanıldığı görülüyor. Sovyet devrimi ulusal sorunu hal etmiş diye bir şey yoktur. Tersine içinden çıkılmaz hale getirmiştir. 21.Yüzyılın başında Yugoslavya’da Sırpların Boşnak katliamı bunun sonuçlarından biridir.
Yazar yazısında diyor ki: “Marksizm bayrağı altında devrimci partilerin zafere yürüdüğü her yerde ulusal sorun çözüme kavuşturulmuştur.” Bu kesinlikle doğru değildir. Cumhuriyetin ilanından sonra Kürtlerin varlığı inkar edilip, asimilasyona başlanmasına karşı Kürt ayaklama ve isyanları( Şeyh Sait, Ağrı, Dersim vs.) Sovyetler tarafından desteklenmesi bir yana kanlı bir şekilde bastırılması devrimci olarak nitelenmiştir. Bu dönemde TKP de aynı tavra girmiştir. Sovyetlerin ve TKP’nin tavrını eleştiren tek Marksist Hikmet Kıvılcımlı olmuştur. 1946’da Mahabat Kürt Cumhuriyetinin bastırılmasında İngiliz/Sovyet anlaşması etkili olmuştur. Onlarca Kürt önder idam edilmiştir. Sovyet etkisindeki Bulgaristan’da yaşayan Türklerin asimilasyonu, Çin’deki Tibet ve Sincan’daki Türklerin sorunları olduğu gibi duruyor.

Yazının ana konusu “PKK devrime dayalı çözümü terk etti mi?” sorusudur. Yazar Marksist tahliller ışığında PKK’nin başlangıçta Marksizm’i esas aldığını, yapısını ve gelişimini Marksizme borçlu olduğunu tespitini yaptıktan sonra bu çizgiyi terk ettiğini ileri sürmektedir.

Bilindiği gibi Marksizm Türkiye’ye çok geç gelmiştir. Avrupa’da Marksizm her tarafı kasıp kavururken Türkiye’de Durkhaim, Comte, Max Weber tartışılıyordu. Sonradan komünist öncü haline gelecek Mustafa Suphi dahi İttihat Terakki içinde yer alıyordu. O dönemde onun dahi Marksizm’den haberi yoktu. Sovyetlerin kuruluşu ile birlikte Türkiye Marksizmle tanışmaya başlamıştır. Bu da Leninizm ve Stalinizm şeklindedir.(Demir Küçükaydın’a bakılabilir, bu konu üzerinde durmuştur.) Türkiye solunun Marksizm’den anladığı bunlardır. Bunun dışında Marksist literatür dahi oluşmuş değildir. Nasıl ki, sol/sosyalist program Sovyet çizgisinde olmuşsa ideolojik çıkış da Lenin ve Stalin üzerinden olmuştur. Lenin ve Stalin, sosyolojik ve felsefi yaklaşımdan çok politik sorunlara odaklandılar. Devrimle iç içe geçtiler. Devrimi korumak ve kollamak güdüsüyle pragmatik adımlar atarak Marksizm’den ilk sapanlar onlar oldular. Marks ve Engels’in bazı metinlerine uzun süre sansür konulduğu biliniyor. 1989’da Berlin duvarı ile yıkılan Marksizm değildi. Yıkılan Leninizm ve Stalinizm’di. Kürt hareketi bu yıkımdan önce Sovyet Sosyalizmini Reel Sosyalist pratik adı altında köklü eleştiriye tabi tutarak bu yıkımdan zarar görmeden çıkmayı başarırken, bunu göremeyen Türkiye solu ve sosyalistleri Sovyet yıkımının domino etkisi altında kolayca yıkılıverdiler. Kürt hareketinin bu yönünü görüp de destek veren Türkiye solcu ve sosyalistlerini yazar onları “PKK’nin kuyruğuna takılmakla” suçlarken, kendisi ve kendisi gibi düşünenlerin Kemalistlerin ve Ulusalcıların kuyruğuna takıldığını da görmezlikten geliyor. Yazara sormalı, bunlardan hangisi devrimci?

Sol ve sosyalistler “devrim dönemi bitti” deyip liberal köşeye çekilenleri esaslı bir eleştiriye de tabi tutmadılar. Kürt siyasal hareketi ideolojik dönüşümünü yaparak kendi içinde politikasını tutarlı bir şekilde yürütmektedir. Asıl öz eleştiri vermesi gereken Türkiye soludur. Kendisini sorgulamadan, toplumdan kopukluğu konusunda bir laf edemeyenlerin bir başkasına laf yetiştirmeye çalışması samimi değildir. Kürt hareketinin kendi politik araçlarını yaratması, taktikler geliştirmesi, dünya gelişmelerini okuması Kürt hareketi için olumludur ve bunun Kürt toplumu karşısında karşılığı bulunmaktadır. Diyarbakır Newroz’unda toplanan kitle bu bilinçle toplanmıştı. Barış ve birliktelik çağrısını coşkuyla alkışlamaları bunun toplumsal temelli olduğunu gösteriyor. Yazarın dediği gibi Kürt hareketi öyle sandığı gibi bir kadro hareketi değildir. Kadınıyla, erkeği, işçisi, köylüsü, orta sınıfıyla iç içedir. Dört parçaya bölünmüş Kürdistan’ın Kürt toplumu üzerindeki ağır sorunlarının farkındadır. ABD dahil dünyanın en önemli güçleriyle mücadele halindedir. Bu o kadar kolay da değildir. Mekan da Ortadoğu’dur. Petrolün bulunduğu bir yerdir. Bunların tamamı önemli sorunlardır bunlar için çözüm üretmek hayata geçirmek o kadar kolay da değildir. Hareketin lideri Öcalan’ın uluslar arası bir komplo ile Türkiye’ye teslimi konusunda yazardan bir eleştiri yoktur. Tersine Öcalan’ın İmralı’ya gelişi Öcalan’ın teslimiyeti olarak işleniyor. 

Bu tezin bir propaganda olduğu ortaya çıktı. Eğer yazarın dediği teslimiyet olmuş olsaydı milyonlarca Kürdün onun peşinden gitmesini nasıl açıklayabilir?

Kürt siyasi hareketinin kendi sorunlarına çözüm getirme çabası, Dünya’nın ve Ortadoğu’nun girdiği çıkmazdan Kürtleri ve diğer halkları kurtarma çabasıdır. Günümüzde başta Ortadoğu olmak üzere ideolojik argümanlara yer kalmamıştır. Her şey etnik, dinsel ve mezhepsel ilişkiler temelinde yürümektedir. Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta daha önce sosyalist veya sosyal demokrat olan biri bu gün ya Şiiliğine, ya Sünniliğine ya da Kürtlüğüne veya Araplığına vurgu yapar duruma gelmiştir. Bunun sonucunun da halkların boğazlaşması olduğu da biliniyor. Sünniler ve Şiiler birbirinden ayrılıyor, birbirinin üzerine kamyonlar dolusu bombalarla yürüyor. Bunu da görmek gerekiyor. Tüm bu gerçekler varken, adım adım size yaklaşırken siz kalkmış PKK devrimden vazgeçti, reformcu oldu diyerek konuyu basitleştiremez siniz. Diyelim ki PKK, düzen içi reformu kabul etti, peki sizin devriminiz nerede? Devrimi yapacak halkınız nerede? O da AKP’ye destek veriyor. Neden o halkı o topluluğu AKP’ye teslim ettiniz? Onları da mı Kürt hareketi AKP’ye teslim etti? Kürtler sömürgeci Türk devleti ile mücadele ettiler, etmeye de devam ediyorlar, bunun adı ne olursa olsun bu bir devrimdir. Adlandırma oyunu ile onun devrim niteliği ortadan kalkmaz. Devletin başında ister ulusalcı Kemalistler ister İslamcılar olsun değişen bir şey yoktur. Kürtler çözümü dün devletin başında bulunan Ulusalcı Kemalistlerden istiyorlardı bu gün İslamcılardan istiyorlar. Bunda anormal bir durum yoktur. İşin doğası gereğidir.
Yazara göre PKK bırakın devrimci bir hareket demokrat bir hareket bile değildir. Bu kadarı da pes doğrusu. Devrimci olmak için ilahi Leninst/Stlainist-Marksist mi olmak gerekiyor? Bir İslamcı devrimci olamaz mı? Peki Marksist değil diye İran devrimini devrim saymayacak mıyız? Hindistan’ın kurtuluşunu devrim saymayacak mıyız? Kaldı ki, ulusal kurtuluş hareketlerini devrimci sayanlar Marksistler karşı olamazlar.
Yazar, 1999’da teslimiyet diyor, 2004 yılına kadar yaşananları gerileme, gerilemelerden kurtaranlar da eski kadrolar olduğunu ileri sürüyor. Anlaşılan odur ki, yazarın bu dönemden hiçbir haberi yok. Bu dönemde yaşanan ABD’nin PKK’yi bölme hareketidir. Nitekim eski kadroların da içinde bulunduğu önemli bir grup PKK’den ayrılıp yeni bir oluşuma gitmiştir. Ancak bu oluşum başarılı olamadı. Aslında bu ayrılanların amacı PKK hareketini tasfiye etmekti. Eğer 1999’da yaşanan teslimiyet olsaydı o zaman PKK’de yazarın deyişiyle “gerilemeyi kurtaran eski kadrolardır” iddiası doğru olsaydı bu eski kadroların Öcalan’a bayrak açmaları gerekmez miydi? Neden acaba bunlar yazarın deyişiyle “teslim olanın” peşinden gittiler, onu liderleri olarak devam etmeyi göze aldılar? Toplumsal dinamikleri olan bir hareketin kadrolara dayalı bir hareket olmadığını bilmeleri gerekiyor. Zaten bir devrim süreci “Kadroya indirgendi mi” o devrim devrim olmaktan çıkacaktır. Türkiye solunda olan buydu. 12 Eylül Faşizmine kitlesel bir başkaldırı yapamadı. Türkiye’de olanlar zindana atılırken, yurtdışına gidenler mülteci olmayı seçtiklerinde Kürt hareketi çoktan Kürdistan dağlarında yerini almıştı. 12 Eylül faşizmine en erken direnişi onlar gösterdiler.
Bilindiği gibi Öcalan, İmralı cezaevine getirildikten sonra ağır tecrit koşullarında tutuldu. Bunu aşmak için savunması üzerinde özellikle yoğunlaştı, kendisini yeniden eğitti. Tek başına tutulduğu adayı bir okula çevirdi. Binlerce kitap okudu, onlarca kitap yazdı. Teorinin sonu denilen bir aşamada yeniden teori üzerinde yoğunlaştı. Savunması aracılığıyla bunu dünya ile paylaştı.
Abdullah Öcalan sadece kadın sorunu üzerinde durmadı, demokrasi, kapitalizm, emperyalizm, dinler üzerinde de durdu. Bu konularda tahliller yaptı. Marksizm’e özellikle Lenin’in devlet üzerine tezlerini sert bir şekilde eleştirdi. Devlete dayalı olmayan çözümü geliştirmeye çalıştı. Elbette kendisi de bunların kesin doğrular olduğuna da inanmıyordu. Bunların eleştiri süzgecinden geçirilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Öyle yazarın dediği gibi  Öcalan sorunların kaynağının “zihniyet sorunu” olduğu görüşüne indirgememiştir. Sorunların tarihi, dini, ekonomik, kültürel, siyasal ve sosyal boyutları üzerinde durmuş, yöntem olarak da diyalektiği esas almıştır. Elbette kadın soruna önemli bir yer vermiştir. Bunda da haklıdır. Kadın sorununu sınıfsal sorun gerisinde gizleyip onu çözümsüzlüğe mahkum edilmesini istememiştir. Onun kadın vurgusu, toplumda ve kadınlarda etkisini göstermiştir. Kadın, Kürdistan devriminin bir parçası haline gelmiştir. Kürt devrimi adeta bir kadın devrimi haline gelmiştir. Kadın devrimim yükünü eline almıştır. Başarıya ulaştığında kadın bunu en önemli mimarı olacaktır.

Öcalan’ın İmralı adasına girdikten sonra onun “Kapitalist Modernite” eleştirileri görmezlikten gelinmiştir. Köklü kapitalizm eleştirisi vardır. Ekoloji kavramı üzerinde durması, düşüncesini evrensel boyutta taşır. Tüm insanlığın kurtuluşu idealini hep canlı tutar. Ancak demokratik yapıya da önem verir. Aslında Marksizm de demokrasine en üst düzeyde önem verir ve der ki: “demokrasi işçi sınıfının eğitim alanıdır.”

Yazar, yazısında hep işçi sınıfı diyor, ancak nedense örgütlü bir işçi sınıfı oluşturmak için bırakalım çaba göstermesini yoksul Türk emekçisini ırkçı söylemin etkisine girmekten dahi koruyabilecek bir adım atamıyor. Silivri’de Kürt işçilere saldıran ırkçıları görmezlikten geliyor. Kürt hareketi herkesten çok eleştiriye ihtiyaçları vardır. Çünkü hareket halinde, toplumla iç içedirler. Hata yapma olasılıkları da yüksektir. Çünkü toplumsal olaylar önceden ön görülemezler. O yüzden yapılan eleştiriler gereklidir.
Sözümü İncil’den bir pasajla bitirmek istiyorum.“Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği fark etmezsin. 

Kendi gözünde mertek varken kardeşine nasıl ‘izin ver, gözündeki çöpü çıkarayım’ dersin. 

Seni iki yüzlü!
Önce kendi gözündeki merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün.” Veya “Onların gözü var görmezler, kulakları var duymazlar, kalpleri ise mühürlü”
 
***