Hikmet Çetinkaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikmet Çetinkaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2020 Pazar

Balyoz İndi...

Balyoz İndi...



Hikmet Çetinkaya

Ergenekon, Balyoz, Odatv ve benzeri davaların sonucunu az çok biliyorduk.
Bunlar siyasi davalardı...
Balyoz’da Silivri yargısının verdiği kararlar onandı.
İşin özü bu!
Yargıtay’ın bu kararı nasıl yorumlanır?
Bence şöyle:
Öncü karardır...
Ergenekon’da da eş bir karar çıkacaktır.
Bundan sonra önce Anayasa Mahkemesi’ne başvurulacak, ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilecek.
Yargıtay darbe girişimi olduğunu saptadı yerel mahkeme gibi. Silivri mahkemesinin verdiği kararın özünü bozmadı. 
Bazı askerler salıverilecek ama İbrahim Fırtına, Özden Örnek, Çetin Doğan, Bilgin Balanlı, Ergin Saygun, Şükrü Sarıışık, Engin Alan ve Dursun Çiçek gibi komutanlar cezasını çekmeye başlayacak.

***
Diyelim ki düşünülmüş ama gerçekleşmemiş bir darbe girişimi, soygun, cinayet planı...
Ya da 20-30 gazetecinin yazdığı yazılar...
Niye bir yargıç bile şunu söyleyemiyor:
“Darbe düşünülmüş ama bu düşünce yönünde harekete geçildiğine dair ortada somut bir kanıt yok!”
Söyleyemez!
Çünkü siyasal iktidarın eli yargının üzerinde...
İş bu denli basit!
Eğer toplum olarak darbelere karşıysak, darbe girişimleriyle ve bunun failleriyle hukuk zemininde mücadele etmeliyiz; önce bu gerçekleri görmemiz gerekiyor.
Elbet askeri darbelere karşıyız, demokrasi ve özgürlükleri sonuna dek savunuyoruz.

Dediğimiz şu:

“Ne askeri ne de sivil vesayet!”

***
Balyoz davasında 33 kişinin aklanması onandı. Yargıtay 24 sanığın mahkûmiyetini bozdu ve salıverme kararı verdi.
Yargıtay, tahliye gerekçesini “kanıt yetersizliği” olarak değerlendirdi.
Zaten adlar belliydi!
Siyasi hesaplaşmanın temelinde yatan da buydu.
Komutanların aileleri üzüntülü ve acılı.
Zaten acılar içinde yaşayan bir toplum olduk...
Yargıtay 9. Dairesi’nin oybirliğiyle aldığı kararın okunmasının ardından sanık yakını ailelerin gözyaşları...
Umutlu bir bekleyiş ve yaşanan acı...
Hıçkırıklar, çığlıklar!
Televizyon ekranlarında, internet sitelerinde izlediğim görüntüler içimi acıttı.
O anda aklıma Oktay Rifat’ın dizeleri geldi:
“Elleri var özgürlüğün, 
Gözleri, ayakları.
Silmek için kanlı teri, 
Bakmak için yarınlara, 
Eşitliğe doğru giden.”

***
İki kuşak da 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde aynı hüzünleri, acıları yaşamıştı...
O yüzden bilirdik bunun nasıl bir şey olduğunu...
Kıyımları, işkenceleri, ölümleri...
Gazete haberlerine konulan yasakları, gazetelerin kapatılmasını.
Yaşadık ve tanık olduk!
Bugün ise şu gerçeği görüyorum ben:
Emekli kadın Albay Berna Özden...
Hava Harp Okulu’nda tarih öğretmenliği yapmış.
Balyoz’dan 16 yıl hapis cezası aldı ve Yargıtay bu kararı onadı.
Şaşırdım!
Darbeler emir-komuta yöntemiyle yapılır...
Baştan söylediğim gibi 400-500 askerin bir araya gelmesiyle değil!

***
Sözü fazla uzatmaya gerek yok!
Sözün bittiği yerdeyiz...
Bir korku, sindirme, yetmez ama evet, terör, darbe, şu bu...
Türkiye bir hukuk devleti midir?
Ben, tüm yanıtını verdim yazımda...
Yargıtay 9. Dairesi’nin verdiği bu kararı ben gecenin yarısında hançerlenmiş bir rüyada gördüm.
Belki bu acıları, hüzünleri genel afla giderebilirdik.
Henüz öyle rüyalar görmeye başlamadım ama belki görebilirim.
Bir genel af neden olmasın!
Dağdakiler neden düz ovaya inmesin!
İmralı pazarlıkları sürsün!
Canım neden olmasın tüm varsayımlar...
Elbet yarın sabah olacak değil!
Bekleyin bakalım, biraz sabırlı olun!

***

4 Kasım 2017 Cumartesi

Merhaba Özgürlük, Merhaba Barış!...



Merhaba Özgürlük, Merhaba Barış!...

Hikmet Çetinkaya

2013 Türkiye için bir direniş yılı oldu; Gezi eylemleri hiç beklenmedik bir toplumsal tepkiye dönüştü...
Kendiliğinden başlayan bir çevre hareketi, salt ülkemizde değil, tüm dünyada ilgiyle karşılandı.
Siyasal iktidar bu toplumsal tepkiyi nedense görmezden geldi:
“Üç beş çapulcunun işi!”
Baktılar ki herkes kendini “çapulcu” olarak görüp meydanları doldurdu, tepki dalgası İstanbul’dan Ankara’ya, İzmir’den Eskişehir’e, Hatay’dan Trabzon’a yurdun dört bir yanına yayıldı, eylemleri “teröristlerin işi” ve iç güçlerdış güçler olarak kamuoyuna yansıtmaya çalıştı.

2013 yılı geride kaldı...

Ölümler, acılar, hüzünler yılı olarak!
17 Aralık’taki yolsuzluk ve rüşvet operasyonları...
Bakan çocukları...
Bürokratlar...
Gözaltılar ve tutuklamalar...
Yeni yılın ikinci günü bugün.
Gizli bir soğuğun içindeyiz hep birlikte!
Soğuğun ilk günlerinde aklımızın uçup gitmemesi için, barışı, demokrasiyi, özgürlükleri yaşam biçimi olarak görmemiz gerekmez mi?
Kolayca duygulanmalar, örtülü bir dinginlikle bir ırmak gibi hayatımızın içine akarken, sözcüklerin kaçınılmazlığında yeni yüzler arıyoruz belki.
Gizleri ve öyküleri, yarım kalmış şiirleri...
Maviler giyinmiş bir sabahı, yazın habercisi kırlangıçları.
Daha şiirsel bir dünyanın soluk alıp verişini!
En kalın ağaç gövdelerini...
Bir çocuğun gözlerindeki sevinci...

***
Gezi Direnişi’nde çalışmaya başlayan yalan makinesi, baktım 17 Aralık’la birlikte yeniden gündeme geldi...
Yok Dolmabahçe’deki camide içki içildi, yok sevişildi, Marmaray’ın imdat kolu çekildi...

Medyamız Gezi’de oldukça “yansız (!)” haberciliği benimsemiş, yalan makinesinin bir numaralı önderi olmuştu.
Bu kez rota başka yöne çevrildi...
Paralel devlet, çete, polis, yargı...
11 yıldır iktidarda olan ampul bir yanıp bir sönüyordu...
Eski dostlar düşman olmuş, kirli çamaşırlar ortaya dökülmüştü....
Barış suya düşmüş, yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü yok sayılmıştı.
Kurulu düzen çatırdıyordu artık!
Beklenen ve beklenmeyen bir balyoz kimin kafasına vurulmuştu?..
Pakistan dönüşü, Esenboğa’da otobüs üzerinden seslenen kaptanımız verip veriştirirken dört bakan yan yana ayakta gülümsüyorlardı.
Bakan Bayraktar, her tümcesini alkışlıyordu eski arkadaşının.
Dördü de birbirinden daha fazla alkışlayarak birinciliği kapmak istiyorlardı ama nafile!

Dile kolay tam 40 yıl kol kola yürümüşlerdi...
Esenboğa’daki kaptan kendine güveniyordu.
Elbet dört bakan da...
Ne olduysa o gece oldu...
Hayırlara vesile olsun diyelim ve geçelim...
Alkışlayanlardan biri, 40 yıllık arkadaş, “haydi güle güle” denilince çılgına döndü, telefonla NTV’ye bağlandı...
Vay, vay, vay!
Bayraktar, açtı ağzını yumdu gözünü... Milletvekilliğinden de istifa ettiğini açıkladı...
“Her yapılan işin altında Başbakan Erdoğan’ın imzası var... Erdoğan da milleti rahatlatmak için istifa etsin!”
Kaptanın yanıtı gecikmedi:
“O bakanlıktan istifa etmedi, ben azlettim!”

***
Kimileri 17 Aralık 2013’ten bu yana adalet ve hukuk üzerine yazıp çiziyor...
Eski dost kalemler birbirbirine salvo atışları yapıyor, ekranlarda birbirleriyle didişiyor.
Adalet ve hukuk nedir sizce?
Adaletin toplumun vicdanı olduğu yazılıp çizilirken siz neredeydiniz?
Duruşunuzu biliyorum ben!
Kin, intikam, nefret tohumları atıyordunuz...
Eğer vicdanı hukuk yapmayıp, insanları suçlamayıp, yalan makinelerinde haber, yazı üretmeyip, yolsuzluğun ve rüşvetin üzerine gitseydiniz bunların hiçbirisini bu ülke yaşamazdı.
Yapmadınız!
Soner Yalçın’ın, Tuncay Özkan’ın, Nedim Şener’in, Ahmet Şık’ın, iki Barış’ın, Hilmioğlu’nun, İlker Başbuğ’un ve diğer meslektaşlarımın, suçsuz insanların elleri yakanızdadır...
Adalet ve hukuk insanın vicdanındadır!
Adaletsizliğin çukuruna düşen bir toplum, ne demokrasiyi ne özgürlüğü, ne de hukuku, haksızlığı görebilir...
Yasadan önce akıl gerekir, hırs ve intikam duygusu değil.
Yargıdan önce de vicdan!
Hep bunları yazdık ve yazmayı sürdüreceğiz!
Vicdanımızın sesini dinleyeceğiz!
Siz de öyle yapın! 


***

9 Mart 2017 Perşembe

Zehir Zıkkım Olsun!...





Zehir Zıkkım Olsun!...


Hikmet Çetinkaya


Soygun, Vurgun, Talan...
Biraz yalan!

Yok yok yalanabildiğin kadar yalan ki yağmadan yararlan!
Safları sıklaştır, kavgaya hazırlan.
Patron ne istiyorsa başını salla...

Çevresinde dolanabildiğin kadar dolan.
Yaşadığın evrene bak, coğrafyaya, oğullara, gemilere, gemiciklere...
Kutulara!
Büyük, küçük her boy var...
Beğen!
Stadyumlardan yükselen seslere kulak ver:

“Her yer Rüşvet, Her yer Yolsuzluk!”

İstersen Uyan!
Çal, çırp...
Götür babacığım götür...
Çelik kasalar, kutular...
Birazını kutulara birazını kasalara...
İyi yerleştir!
Ortaya dökülen dolarcıklara bak!
Bir de asgari ücrete...
Dayanabilirsen dayan!
Kutuyu kim açtı? Kasalara kim baktı?
Sana ne?
İktidar ve cemaat çatışması mı ne!
Çeteler-meteler!
Yeter!
Bu düzen dün de böyle gidiyordu bugün de...
Yalanım varsa, kutular benim olsun inan!
Tüm bunlar olurken, seni demokrasi masallarıyla, özgürlük ninnileriyle uyuttular!
Gezi Direnişi’nde patlayan tomurcuğu görmediler...
O gençler var ya o gençler!
Her şeyi onlar yaptılar...

***
Kuş besledin mi kafeste yetiştin mi son nefeste!
Yetişemedin...
O Anaları Babaları gördün mü?
Görmedin...
Sen Uyu ve Uyanma hiç!
Gözlerini açma...
Haziran Direnişi yurdun dört bir yanında kendi türkülerimizle birlikte çoğalırken, umudumuzu hiç kırmadık!
Ölümler gördük, acılar, hüzünler...
Gözyaşlarında boğulduk.
Gecenin yıldızlarıydı gençler!

Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan ve Hasan Ferit Gedik...

Onlar öldüler...
Yüreklerimize gömüldüler.
İktidar ve cemaat medyası...
Evet sizler!
Neler yazdınız arkalarından neler!
Yürekleriniz taş kesilmişti...
Şimdi unuttunuz!
Demokrasi, özgürlük, hukuk...
Adalette eşitlik...
Bugün aklınıza geldi.
Çelik kasalar ve kutular...
Rüşvet ve vurgun!
Size dokununca!
Öyle değil mi?
Oysa o gençlerin umutları vardı, hayata ve dünyaya bakışları...
Sevgi, aşk, kardeşlik...
İnsanca yaşama tutkuları...
Kırdınız o fidanları, yalan yazdınız, yalan söylediniz...
Utanmadan ve sıkılmadan üstelik.
Umut ve emek!
O yüzden Fenerbahçe stadında atılan sloganlar:

Her yer Taksim, Her yer direniş! , Her yer Rüşvet, Her yer Yolsuzluk!

***
Bu iştah sizin, bu mide sizin...
Hanlar ve hamamlar sizin...
Bankalar sizin, kasalar, kutular sizin...
Yiyin birbirinizi yiyebildiğiniz kadar!
Haram olsun!..
Yürü, koş, atla, zıpla...
Erit, diyeceğim ama eritemezsin!
Zehir zıkkım olsun...
Doymak bilmiyorsun...
Çatlayıncaya kadar yedin...
Sonunda patladın!
Her şey balondu aslında biliyordun!
Soygun ve vurgun!
Durumları idare etmek, ortaklık yapmak!
Bavulcuyu koruyup kollamak, onu demokrasi kahramanı olarak görmek.
Sabah akşam televizyon kanallarına çıkarmak!
Haydi şimdi çıkarın bakayım o kanallara!

***
Şimdi kalkmış birileri dolarları, mangırları anlatıyor...
Rüşveti!
Yolsuzluğu!
Öteki yanıt veriyor:
Ne istediyseniz verdik 11 yıldır... Sizi de Allah doyursun...
Paralel devlet varmış, polis ve yargıda cemaat imamları...
Sanki bilmiyorduk!
Anlat bakalım anlat...
İyi geliyor iyi...
Haziran Direnişi, o genç ölümler, ağlayan analar, babalar, kardeşler, arkadaşlar...
Ah kara gözlü halkım sen uykudasın...
Bilmiyorum uyanacak mısın?
Zamanın şafağında hayatı kucaklayıp yarınlara umutla bakacak mısın?


***

8 Ocak 2017 Pazar

Katili Gördüm...



Katili Gördüm...


Hikmet Çetinkaya
12 Temmuz 2013 Cuma


19 yaşındaydı, Eskişehir Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünde okuyordu.
Siyah saçlı, güleç yüzlü bir genç.
Hataylı!
Adı Ali İsmail Korkmaz...
Öykü insanın içini acıtıyor!
Bir yangın yeri; çığlıklar, biber gazı, gaz bombası, basınçlı su...
Tarih 2 Haziran akşamı...
Eskişehir’in doğaseverleri, demokrasi ve özgürlük isteyen gençleri, insanları polisin engeliyle karşılaşıyor.
Devlet acımasız!
Devlet ne çocuklarını seviyor ne gençlerini...
Kaçışmalar başlıyor...
Eli sopalı adamlar önünü kesiyor Ali’nin, öldüresiye dövüyorlar sopalarla...
Bir ara kurtuluyor Ali, biraz daha kaçıyor, ikinci bir grupla karşılaşıyor.
O adamların da ellerinde aynı sopalar var...
Ali, fena halde dövülüyor, eli yüzü kan içinde kalıyor...
Yunus Emre Devlet Hastanesi acil servisine gidiyor.
Güvenlik Ali’ye “Sen önce polise başvur” diyor.
Ali, polise gitmiyor, hastaneye yakın bir yerde yatıp, sabahı bekliyor.




***

Yine hastane...
Muayene ediyor doktor ve şöyle diyor Ali’ye:
“Haydi evine git. Bir şeyin yok!”
Bir gün sonra fenalaşıyor, yeniden hastaneye kaldırılıyor.
Tanı şu bu kez:
“Ağır beyin kanaması!”
Gazetecilik yaşamımda böyle olaylara darbeler dönemi ve sonrası tanık oldum ben...
80’li ve 90’lı yıllarda...
Ali’yi öldüresiye döven, eli sopalı gördüğümüz sivil polisler miydi, yoksa intikam mangaları mı?
Bu soruyu sorduğum an birden gözlerimi kapıyor ve haykırıyorum:
“Cinayeti gördüm!”
Evet gördüm o cinayeti ben, yıllar önce İnciraltı Öğrenci Yurtları katliamında...
Bu kez faşo, jandarma çavuşu ve erleriydi...
Ankara’da İlhan Erdost’un nasıl öldürüldüğünü gördüğüm gibi.
90’lı yıllarda Metin Göktepe...
Unuttunuz mu yoksa!


***

Ali’nin babası, annesi, arkadaşları; onu yüreğinin bir köşesine saklayan Eskişehirliler, Hataylılar ve tüm Türkiye...
Biliyor muydunuz Ali’nin daha önce kalp ameliyatı geçirdiğini?
Ali’nin kalp hastalığı, kullandığı ilacın etkisi, başına inen darbeler...
Ve ölümü!

19 yaşında bir delikanlının genç bedeninin toprağa verilmesi vicdanınızı hiç sızlatmadı mı sizin?

Biliyorum yüreğiniz manda gönünden, vicdanınız yok!
Çalarsınız, çırparsınız bir de oruç tutarsınız!
Sözüm ona Müslümansınız!

Suriye’de öldürdükleri askerlerin ciğerini söküp yiyenleri Reyhanlı’da beslersiniz.
Dindar değil kindarsınız!
Bir yandan demokrasi dersi verip öte yandan bu ülkenin çevrecilerini, demokratlarını ve özgürlükçülerini “darbeci, işbirlikçi, terörist” diye yaftalarsınız.

Demokrasi, Özgürlük!

Bunları ağzınıza almayıp, kıyısından bile geçmez, 12 Eylül yasalarının arkasına sığınıp, yüzde 10 barajını bile kaldırmaya yanaşmazsınız.
Medya patronları avucunuzun içinde!
Her dediğinizi yaptırırsınız...
Vicdanı değil cüzdanı düşünürsünüz!
19 yaşında bir genç öldü, 16’sında olanı komada...
Baba Mehmet Tombul’un çığlığını duydunuz mu, onu anlayabildiniz mi?
Hiç sanmıyorum!
Baba Tombul diyor ki:
“Katil benim, çünkü o polis benim vergimle maaşını alıyor!”

***
Acılı babalar, anneler, kardeşler...
16 yaşındaki lise öğrencisi direniyor hastanede!
Yaşam tehlikesi sürüyor...
Acılı baba soruyor:
“Görgü tanıkları polisin 5-10 metreden oğlumu hedef alıp gaz bombası attıklarını söylüyor!”
Hafif bir poyraz esiyor dışarıda...
Ben hokkabaza bakıyorum, sonra dalkavuğa!
Konuşuyor yine!
Demokrasi ve özgürlük senin dilinde, kafan ise örümcek ağı gibi...
Anlıyorsun di mi?


http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/433200/Katili_Gordum....html