Merhaba Özgürlük, Merhaba Barış!...
Hikmet Çetinkaya
2013 Türkiye için bir direniş yılı oldu; Gezi eylemleri hiç beklenmedik bir toplumsal tepkiye dönüştü...
Kendiliğinden başlayan bir çevre hareketi, salt ülkemizde değil, tüm dünyada ilgiyle karşılandı.
Siyasal iktidar bu toplumsal tepkiyi nedense görmezden geldi:
“Üç beş çapulcunun işi!”
Baktılar ki herkes kendini “çapulcu” olarak görüp meydanları doldurdu, tepki dalgası İstanbul’dan Ankara’ya, İzmir’den Eskişehir’e, Hatay’dan Trabzon’a yurdun dört bir yanına yayıldı, eylemleri “teröristlerin işi” ve iç güçlerdış güçler olarak kamuoyuna yansıtmaya çalıştı.
2013 yılı geride kaldı...
Ölümler, acılar, hüzünler yılı olarak!
17 Aralık’taki yolsuzluk ve rüşvet operasyonları...
Bakan çocukları...
Bürokratlar...
Gözaltılar ve tutuklamalar...
Yeni yılın ikinci günü bugün.
Gizli bir soğuğun içindeyiz hep birlikte!
Soğuğun ilk günlerinde aklımızın uçup gitmemesi için, barışı, demokrasiyi, özgürlükleri yaşam biçimi olarak görmemiz gerekmez mi?
Kolayca duygulanmalar, örtülü bir dinginlikle bir ırmak gibi hayatımızın içine akarken, sözcüklerin kaçınılmazlığında yeni yüzler arıyoruz belki.
Gizleri ve öyküleri, yarım kalmış şiirleri...
Maviler giyinmiş bir sabahı, yazın habercisi kırlangıçları.
Daha şiirsel bir dünyanın soluk alıp verişini!
En kalın ağaç gövdelerini...
Bir çocuğun gözlerindeki sevinci...
***
Gezi Direnişi’nde çalışmaya başlayan yalan makinesi, baktım 17 Aralık’la birlikte yeniden gündeme geldi...
Yok Dolmabahçe’deki camide içki içildi, yok sevişildi, Marmaray’ın imdat kolu çekildi...
Medyamız Gezi’de oldukça “yansız (!)” haberciliği benimsemiş, yalan makinesinin bir numaralı önderi olmuştu.
Bu kez rota başka yöne çevrildi...
Paralel devlet, çete, polis, yargı...
11 yıldır iktidarda olan ampul bir yanıp bir sönüyordu...
Eski dostlar düşman olmuş, kirli çamaşırlar ortaya dökülmüştü....
Barış suya düşmüş, yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü yok sayılmıştı.
Kurulu düzen çatırdıyordu artık!
Beklenen ve beklenmeyen bir balyoz kimin kafasına vurulmuştu?..
Pakistan dönüşü, Esenboğa’da otobüs üzerinden seslenen kaptanımız verip veriştirirken dört bakan yan yana ayakta gülümsüyorlardı.
Bakan Bayraktar, her tümcesini alkışlıyordu eski arkadaşının.
Dördü de birbirinden daha fazla alkışlayarak birinciliği kapmak istiyorlardı ama nafile!
Dile kolay tam 40 yıl kol kola yürümüşlerdi...
Esenboğa’daki kaptan kendine güveniyordu.
Elbet dört bakan da...
Ne olduysa o gece oldu...
Hayırlara vesile olsun diyelim ve geçelim...
Alkışlayanlardan biri, 40 yıllık arkadaş, “haydi güle güle” denilince çılgına döndü, telefonla NTV’ye bağlandı...
Vay, vay, vay!
Bayraktar, açtı ağzını yumdu gözünü... Milletvekilliğinden de istifa ettiğini açıkladı...
“Her yapılan işin altında Başbakan Erdoğan’ın imzası var... Erdoğan da milleti rahatlatmak için istifa etsin!”
Kaptanın yanıtı gecikmedi:
“O bakanlıktan istifa etmedi, ben azlettim!”
***
Kimileri 17 Aralık 2013’ten bu yana adalet ve hukuk üzerine yazıp çiziyor...
Eski dost kalemler birbirbirine salvo atışları yapıyor, ekranlarda birbirleriyle didişiyor.
Adalet ve hukuk nedir sizce?
Adaletin toplumun vicdanı olduğu yazılıp çizilirken siz neredeydiniz?
Duruşunuzu biliyorum ben!
Kin, intikam, nefret tohumları atıyordunuz...
Eğer vicdanı hukuk yapmayıp, insanları suçlamayıp, yalan makinelerinde haber, yazı üretmeyip, yolsuzluğun ve rüşvetin üzerine gitseydiniz bunların hiçbirisini bu ülke yaşamazdı.
Yapmadınız!
Soner Yalçın’ın, Tuncay Özkan’ın, Nedim Şener’in, Ahmet Şık’ın, iki Barış’ın, Hilmioğlu’nun, İlker Başbuğ’un ve diğer meslektaşlarımın, suçsuz insanların elleri yakanızdadır...
Adalet ve hukuk insanın vicdanındadır!
Adaletsizliğin çukuruna düşen bir toplum, ne demokrasiyi ne özgürlüğü, ne de hukuku, haksızlığı görebilir...
Yasadan önce akıl gerekir, hırs ve intikam duygusu değil.
Yargıdan önce de vicdan!
Hep bunları yazdık ve yazmayı sürdüreceğiz!
Vicdanımızın sesini dinleyeceğiz!
Siz de öyle yapın!
***