Kıbrıs Tekrar AKP Uğruna Feda Ediliyor, Sırada Sözde Soykırım Var
Yazar: Ümit Özdağ
13 ŞUBAT 2014 PERŞEMBE
AKP’nin ilk iktidara geldiği günlerde en büyük korkusu bir ordu müdahalesi ile karşı karşıya kalmaktı. TSK’dan genç AKP iktidarına yönelik tepkilerde AKP’nin bu korkusunu güçlendirici nitelikte idi. Bu ise AKP’yi yine AKP’lilerin ifadesi ile “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in (biz buna Washington’u da ekleyelim) şefaatine sığınmaya” itiyordu. Oysa TSK, 1950’de Bayar’a seçimlerin hemen ertesinde bir korgeneral yollayarak seçim sonuçlarına saygılı olacağını, hiçbir endişelerinin olmaması gerektiğini söyleyerek, iktidarı rahatlatmıştı. 2002’de bu yapılmayınca AKP iktidarı TSK’ya karşı ABD ve AB’yi arkasına almanın en sağlam yaşama stratejisi olduğunu gördü. Bunun için yapacağı şey ise KKTC’den vazgeçmekti.
Uluslararası bir komplo olan ve BM Genel Sekreteri Annan’ın da içinde olduğu Annan Planı süreci böyle gelişti. Bu sürecin başarısızlığa uğramasını “Rumlar Hayır dese de AB tam üyeliği vereceğiz” diyerek, öngörüsüz davranan AB ve Rumların aç gözlüğü engelledi. O günden bugüne Annan Planı’nın ne kadar hatalı olduğu birçok kez ortaya çıktı. Rumlar ile uzlaşma konusunda çok hevesli olan kadro KKTC’de iktidara geldi ve çok önemli tavizler verdiler. Ancak nihai anlaşma sağlanamadı.
Görünürde Gezi Olayları ancak aslında Suriye’de Selefi güçleri destekleme stratejisi ve genel Ortadoğu stratejisi konusunda yolları ayrıldığı için çatışma zeminine giren ABD-AKP ilişkileri 17 Aralık sonrasında daha da sertleşti. Başbakan Erdoğan, ABD Büyükelçisini nerede ise istenmeyen kişi olarak ilan etti ve 17 Aralık operasyonundan dolayı ABD’yi suçladı. AB ile ilişkiler de aynı zeminde büyük bir gerginlik içine girdi.
İşte bu ortamda AKP, ABD ve AB ile çatışarak, içerde cemaat ve büyük sermaye grupları ile çatışarak iktidarını sürdürmesinin mümkün olmadığını düşünerek, iki konuda ABD-AB’yi memnun edecek, ABD-AB-AKP ilişkilerini yumuşatacak iki stratejik adım atmaya hazırlanıyor. Bunlardan birisi Kıbrıs’ta Annan Planını da aşan ölçüler içinde taviz vererek, KKTC’yi tasfiye etmek, Türklerin elindeki topraklarının önemli bir bölümünü Annan Planında da verilen tavizleri aşarak Rumlara devretmek üzerine kurulu. Bu süreç ABD’nin denetiminde hızla yürüyor. Washington, AKP Hükümetinin tutumundan çok memnun. Bu memnunluğunu ilişkilerdeki büyük gerilime rağmen AKP’ye teşekkür ederek ortaya koydu.
KKTC’nin tasfiyesinin Türk halkına “pazarlanabilmesi” için ise Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden dünyaya eklemlenmesi gerekçesinin hazırlandığı görünüyor. Davutoğlu nasıl Kerkük’ü sessiz sedasız Barzani’ye teslim etti ve Türkiye’nin itirazlarını Kerkük petrollerinin Türkiye üzerinden dünyaya aktarılması gerekçesi ile anlatıldı ise aynı oyun şimdi Kıbrıs’ta oynanıyor.
Ancak mesele sadece 2014’ü aşma değil, aynı zamanda 2015’i aşmak ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına taşınması. Bu aşamada ise Ermenistan ve Ermeni diasporasını tatmin edecek bir çözümün fikri alt yapısının hazırlandığını görüyoruz. Davutoğlu’nun son Ermenistan ziyareti sırasında tehciri eleştirmesi 2015’de “soykırımı biz yapmadık, İttihatçılar yaptı” şeklinde ifade edilebilecek yeni tezin girişini oluşturuyor. Bu yaklaşımla, Batı’dan Nobel barış ödülü bile alabilecek olan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına çıkmasının önünde büyük bir engel kalmayacağı düşünülüyor.
Özetle önümüzdeki üç yıl bir çok boyutlu geri çekilme ve tükeniş süreci olarak görülüyor. Yeni Türkiye diye propagandası yapılan Türkiye’nin Atatürk’ün kurduğundan daha küçük, daha zayıf ve daha az Türk bir Türkiye olması planlanıyor.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 16.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır