Emin Gürses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Emin Gürses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2021 Cumartesi

Mustafa Balbay'ın Savunmasının Tam Metni! BÖLÜM 2

Mustafa Balbay'ın Savunmasının Tam Metni! BÖLÜM 2


Mustafa Balbay,Savunmasının Tam Metni, Ergenekon davası, Emin Gürses,


Sezer!
Suçlama:
“… Cumhuriyet Çalışma Grubu ekibiyle Cumhurbaşkanı arasında köprü görevi gördüğü, örgüt yöneticisi sanık İlhan Selçuk ile dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile dönemsel görüşmelere katıldığı, hükümetin atama ve yasama faaliyetlerinin engellenmesi için yapılan görüşmelerde bulunduğu, öğrendiklerini sanıklar Levent Ersöz ve Hasan Atilla Uğur ile paylaştığı…”
Yanıt:
Türkiye’nin 10.Cumhurbaşkanı hükümeti devirme suçunun önemli bir unsuru olarak mütalaadaki yerini almış.
Bir Cumhurbaşkanı ile görüşmek her gazeteci için çok önemli bir mesleki ayrıcalıktır.
Ben Ankara Temsilciliği ve köşe yazarlığı dönemime karşılık gelen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le de, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le de karşılıklı saygı, nezaket ve insani ilişki çerçevesinde diyalog kurdum.
İddianamede Sezer’le yaptığım görüşmelerin “terör örgütü ilişkisi” olarak yer alması üzerine Kasım 2009’daki mahkeme huzurunda yaptığım ilk savunmada bunu eleştirdim. Eğer iddia edildiği gibi, ben Cumhurbaşkanı’nın mesajlarını şüphelilere iletmişsem, bu işlerim nedeniyle terör örgütünün köprü elemanı isem Cumhurbaşkanı örgütün neresinde?
Cumhurbaşkanı, başta Başbakan ve Genelkurmay Başkanı olmak üzere devletin belli katlarıyla belli periyotlar halinde görüşür. Bunun dışında istediği kurumdan istediği kişi ya da herhangi bir kesime mesaj verecekse en son seçeceği kişi herhalde gazeteciler olacaktır.
Sorgum sırasında bu konulara dikkat çektiğimde savcı Nihat Taşkın 24 Kasım 2009 Salı günü aynen şunu söyledi:
 
“Cumhurbaşkanı bunların dışında.”
Bu cümle 20. Celse tutanaklarının 18. Sayfasında yer almaktadır. Hal böyleyken mütalaada, ilk iddianamedeki dayanıksız savları tekrarlamanın anlamı nedir?
Bu durumda akla, acaba bu mütalaa mahkeme savcılarınca yazılmadı mı geliyor.
Ne mutlu iddia makamına ki, mütalaanın onlar tarafından yazılmadığı düşüncesi hakim.

Suçlama:

“...3 Mart 2004 tarihinde kurulan Ulusal Birlik Hareketi toplantılarına katıldığı, görev aldığı...”

Yanıt
İddianamenin ve mütalaanın birçok yerinde konu edilen bu toplantıyı her şey bir yana bütün büyük gazetelerin Ankara temsilcileri izledi. Ben de izledim ve gazetede gözlemlerimi yazdım.
Görev aldığım iddiası gerçek değil. Bu iddiayı ortaya atanın görevimin ne olduğunu da açıklaması gerekir.
Bu toplantı, mütalaada sanki gizli yapılmış, bu davaya ilişkin soruşturma başlayıncaya dek kimsenin haberi olmamış, benim olduğu iddia edilen 
notlarla birlikte açığa çıkmış gibi konu ediliyor. O günlerin gazetelerine bakıldığında görülecektir ki, pek çok gazete birinci sayfasında yer vermiş.
Mademki bu toplantı iddia makamına göre darbe ortamı hazırlamak için çok önemli bir aşamaydı, onca katılımcısından konuşmacısına kadar hiç 
kimseyi tanık olarak dahi neden dinlemediniz?
Burada amaç bana yönelik suç ve delil üretmek.

*** 
Vatan!
Suçlama:
“...ilgisinin olmadığını söylediği Vatansever Kuvvetler Güçbirliği’nin onursal üyesi olduğu...”
Yanıt:
Bu derneğin başkanı huzurunuzda savunmasını da yaptı. Dernek hakkında çeşitli nedenlerle üç kez yapılan soruşturmada ise takipsizlik kararı verilmiş. 
Yasadışı bir kurum değil.
Yani onursal üye olsam da bunun suç unsuru oluşturacak bir yanı yok. Ancak benim bu dernek yöneticileriyle herhangi bir diyaloğum olmadı.  
Kendi aralarında yaptıkları bir değerlendirmede aralarında benim de olduğum kamuoyunca tanınmış, bu dava kapsamında adı geçmeyen pek çok kişiyi onursal üye yapmaya karar vermişler. Ancak bu gerçekleşmemiş. Ben de bunu sizinle birlikte dernek başkanı Taner Ünal’ın mahkemede verdiği ilk ifadede öğrendim.

*** 
Hükümet!

Suçlama:

“Türkiyem Topluluğu’nda görev aldığı, sanık Mustafa Özbek’in kontrolünde bulunan Art’de mevcut hükümeti yıpratıcı, menfi propaganda faaliyetlerine 
katıldığı...”
Yanıt:
Bu anlatılan çerçevesinde bir suç ceza yasasının hangi maddesinde var?
Evet ben Emin Çölaşan’la birlikte 1999’dan itibaren 5 yıl NTV’de 5 yıl da ART’de olmak üzere televizyon programı yaptım.
Ecevit hükümetinin de olumsuz yönlerini eleştirdik, daha sonraki Erdoğan hükümetinin de.
Ben bugün de bir milletvekili olarak hükümetin yanlışlarını eleştiriyorum. Önümüzdeki seçimlerde insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne inanmış, 
toplumu germeyen, karşıtlık değil ortak duygular üreten, sorunları kullanan bir iktidarın, gelmesi için çaba harcıyorum.
İlle de bir darbe arıyorsanız, mütalaadaki bu cümle demokrasiye yönelik bir darbe girişimidir.

*** 
Genç!
Suçlama:
“...Türkiye’de darbeler tarihinde önemli yere sahip olan ve Başbakanın idamı ile sonuçlanan 27 Mayıs darbesinin sembolü olan “Genç Subaylar Tedirgin” 
şeklinde manşetlere imza attığı...”
Yanıt:
Bu davanın bir özelliği de her şeyin, önceden üretilmiş olan suça, sözüm ona delil olarak kullanılmasıdır.
“Genç Subaylar Tedirgin” manşeti Başbakan’la Genelkurmay Başkanı’nın 20 Mayıs 2003 günü yaptıkları görüşmenin içeriğine ilişkin bir haberden başka 
bir şey değildir.
Bugünkü iktidarın ilk aylarında, zaman yetersizliği nedeniyle ayrıntılarını sıralaya mayacağım pek çok konuda tartışma vardı.
Bunları görüşmek üzere Başbakan’la Genelkurmay Başkanı bir araya geliyor. Bir gazeteci de bu görüşmenin ana hatlarına ulaşıyor ve haber yapıyor.
Örneğin o görüşmenin konularından biri 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın kutlanış biçimine dönemin Mili Eğitim Bakanı’nın getirdiği eleştiri idi.
Aradan 10 yıl geçti bugün de ulusal bayramlarımız hala tartışma konusu. Hatta tartışma bugün daha da derinleşmiş durumda.
Bir siyasetçi olarak vurgulamam gerekirse ben ulusal bayramlarımızın hak ettiği biçimde kutlanmasından ve birleştirici özünün korunmasında yanayım.
Bugün ne yazık ki bu özü yaralanmış durumdadır.
Bu manşetin yayınlandığı 20 Mayıs 2003’ten 2 gün sonra 25 Mayıs’ta bir basın toplantısı düzenleyen Genelkurmay Başkanı Org.Hilmi Özkök bir tedirginlik 
olduğunu, bunun sadece gençlerde değil, tüm kesimlerde bulunduğunu söylemiştir.
Özkök mahkeme huzurunda tanık olarak verdiği ifadede bu düşüncelerini yinelemiş ve benim iyi bir gazeteci olduğumun altını çizmiştir.
Heyetiniz Özkök’ün ifadelerine doğal olarak ayrı bir önem verdi, mütalaada da savcıların o ifadeleri kullandıkları görülüyor.
Bir bütün olarak bakıldığında bu ifadeler benim lehimedir.
Özkök’ün kimi endişeleri, benim kullanılmış olduğum yönündeki değerlendirmeleri kendi düşünceleridir.
Bir gazeteci öncelikle gerçeğin peşindedir. Gerçeği bulur ve yazar. Onun her kesimce farklı yorumlanması gazeteciyi bağlayan bir durum değildir.
Ben kendimi kimseye kullandırtmadım. Haber kaynaklarım oldu ve ben o kaynakları kullanarak gerçeklere ulaşmaya çalıştım. Örneğin, bu mahkeme 
de benim haber kaynağım, ilham kaynağım oldu. Hapiste yazdığım kitaplardan bazılarını buradan ilham alarak kaleme aldım.
Burada benim özellikle dikkatimi çeken ve zaman sınırları çerçevesinde etraflıca yanıt vermek istediğim cümle şu:
“Başbakan’ın idamı ile sonuçlanan 27 Mayıs darbesi...”
Evet bu ülkede bir Başbakan idam edildi. Nasıl edildi? Mahkeme kararıyla.
Keşke 27 Mayıs 1960 olmasaydı.
Keşke 26 Mayıs 1960 olmasaydı.
Keşke Menderes, Zorlu, Polatkan idam edilmeseydi.
Mademki geçmişimizle yüzleşmekten yanayız, gelin bunu ucundan kıyısından değil, bir bütün olarak yapalım.
Menderes’i idama götüren mahkeme Türkiye tarihinin en kötü, bir o kadar da en çok ders alınması gereken sayfalarından biridir.
O mahkemenin başkanı hukuksuzlukları eleştiren sanıklara şunu söylemiştir:
“Sizi buraya tıkan (koyan) irade böyle istiyor.”
Keşke o mahkeme baskılara direnseydi, egemenlerin hukukunu değil, hukukun egemenliğini savunsaydı.
Menderes, iktidar yerleştikten bir süre sonra yargıda büyük bir değişiklik yaptı.
Emeklilik yasası getirdi, belli bir yaşın üstündeki tüm hakimleri devre dışı bıraktı. Bunların önemli bir bölümü yüksek mahkeme hakimleriydi. 
Onların yerine kendisine daha bağlı olacağını düşündüğü kişileri yüksek mahkemeye atadı.
Ve Menderes’i kendi yükselttiği yargıçlar arasından kurulan bir heyet idama mahkum etti.
Orada kalmadı...
1960’taki üç idam, 1971’de karşılığını getirdi. O dönemin egemenleri de bu kez “3’e 3” dediler.
Menderes, Zorlu, Polatkan’a karşılık Deniz, Yusuf, Hüseyin...
Denizleri de bir mahkeme heyeti idama mahkum etti.
O döneme ilişkin çok önemli bir ayrıntıyı heyetinizle ayrıca paylaşmak istiyorum.
Sıkıyönetim mahkemelerinin kurulmasından sonra dönemin gençlik hareket partilerine katılan herkesin “Anayasayı ortadan kaldırmak” amacıyla suç 
işlediği kararı dayatıldı. Böylece İstanbul’da gösteriye katılandan Ankara’da araç yakana kadar herkesin aynı davada yargılanmasının önü açıldı.
İstanbul 1 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi hukuksuz olduğu düşüncesiyle buna karşı çıktı.
Bunun üzerine 12 Mart yönetimi 1 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’ni lağvetti Ankara’daki mahkeme bu hukuksuzluğa “Elverdi”.
Ali Elverdi’nin başkanlığında kurulan ve “Mevcut yasalar bunun için elverişli” düşüncesinden hareket eden mahkeme Denizlere idam kararı verdi.
Menderes’in idamını mütalaaya taşıdığı için iddia makamına teşekkür ederken heyetinizi o mahkemelere bugün hangi gözle bakıldığını mütalaa etmeye 
çağırıyorum.

3 BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Mustafa Balbay'ın Savunmasının Tam Metni! BÖLÜM 1

Mustafa Balbay'ın Savunmasının Tam Metni! BÖLÜM 1




Mustafa Balbay,Savunmasının Tam Metni, Ergenekon davası,

Mustafa Balbay'ın Savunmasının Tam Metni!

Mustafa Balbay'ın Ergenekon davasıyla ilgili yaptığı savunmanın tam metni...
Sayın Başkan, Sayın üyeler,

Salondaki herkesi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime savunmaya yönelik sınırlandırmayı kabul etmediğimi, bunun telafi edilemez bir adil yargılama hatası olduğunu vurgulayarak başlamak istiyorum.
Bir maç düşün ki ilk yarısı 250 dakika ikinci yarısı 10 dakika.

Bu kabul edilebilir mi?

Biz ilk savunmalarımızı yaparken, sizin de hissettirdiğiniz genel beklenti şuydu:
Bütün deliller toplandıktan, tüm sanıklar dinlendikten sonra son savunmalarımızı yapacağız. O zamanki konuşma süremiz en az ilk savunmamızdaki kadar olacak. Kimi tanıkların beyanlarına itiraz ettiğimizde bize söz vermediniz, şunu söylediniz: “Savunmanızı yaparken cevap verirsiniz.”

Özellikle bu değerlendirmeniz nedeniyle biz son savunmamızın bu denli kısıtlanmayacağını düşündük.

22 iddianameyi birleştirdiniz, her iddianameyi ötekiyle bağlantılı gösterdiniz, daha önce davası görülmüş 200’ü aşkın dosyayı buraya getirttiniz, bütün bunlardan tüm sanıkların üyesi olduğunu iddia ettiğiniz terör örgütünü sorumlu tuttunuz, savunma için de 2 saat süre veriyoruz, buyurun diyorsunuz.

Dava karmaşık hale geldiyse ve zaman sorunu doğduysa bunun sorumlusu biz miyiz?

Karara giderken mahkemenizin uygulaması şöyle özetlenebilir:
Suçlama sınırsız, savunma sınırlı.
İkinci vurgulamak istediğim konu bu mütalaanın bir bütün olarak içeriğidir.
Bu mütalaa bir hukuki metin değildir.
Bir kişiye iftira atarken bile bundan daha özenli davranılır.
Basit bir trafik kuralını ihlal suçunda bile, aracınızın fotoğrafı önünüze konuyor, şu gün şu saatte şu suçu işlediniz, cezası şudur deniyor.
Bu davada ise size trafik suçu yüklenmesi için aracınızın olmasına bile gerek yok. Telefonda birine, “artık durma, bas gaza” demeniz yeterli.
5 yıl önce iddianame açıklandığında bizim yaşam biçimimizin, sosyal hayatımızın, mesleki faaliyetlerimizin, dünya görüşümüzün suç delili olarak gösterildiğini okuyunca, bu kadarı olmaz diye düşündük. Yargılama sürecinde bunları anlatırız, eğer birazcık vicdanları varsa bunları yazanlar utanır diye düşündük.
Mütalaada gördük ki iddianamedeki her şey kötü bir şekilde kopya edilerek aynen korunmuş.
Savunmalar dikkate alınmamış, kimi yerlerde birkaç satır konup sonuna da, “itibar edilmemiştir” yorumu eklenmiş.
Mütalaada sanıkların kendilerine ilişkin suçlamaların pek çoğu onlar için ayrılan bölümlerde değil. Ya genel olarak davanın tarif edildiği bölümlerde ya da öteki sanıklarla ilgili sayfalarda.
Gerçek anlamda bir savunma yapabilmek için 2271 sayfalık mütalaanın tümünü dikkate almak, çelişkileri, hukuksuzlukları tek tek ortaya koymak gerekiyor. Bu, her şey bir yana zaman sorunu.
Bu karmaşıklığı ortaya dökerken daha karışık bir görüntü verme tehlikesi de var.
Zamanı iyi kullanmak, olabildiğince sade anlatmak ve heyetinizin üzerinde hassasiyetle durduğu hukuki çerçevede kalmak, savunma sınırlarının dışına 
çıkmamak için şöyle bir yöntem seçtim:
Mütalaada hakkımda istenen cezaların nedenlerinin ve iddia makamınca delillerin sıralandığı bölümleri aynen alıp onlara yanıt vereceğim.
Mütalaanın 268. sayfasında gizli belge bulundurmak temin etmek, kullanmak suçu işlediğim,635. sayfasında kişisel verileri kaydetmek suçu işlediğim, 1095. sayfasında hükümeti devirmeye teşebbüs ettiğim iddia ediliyor.2086.sayfada ise dosyanın tamamı kapsamında hakkımdaki delillerin ve hukuki durumun değerlendirmesi var.
Sadece bu bölümleri okuyan biraz sağduyulu bir kişi soracaktır; suç bunun neresinde.
Bu bölümleri cümle cümle okuyup yanıtını vermek istiyorum.
Tutuklandığımda gazeteciydim. Bununla hep övündüm, övünmeye devam ediyorum. Zaten bu mütalaa düzgün okunduğunda benim iyi bir gazeteci 
olduğumun kanıtıdır.
Tutukluluk süreci sorumluluğumu büyüttü. Siyasal mücadelenin parçası olarak açılan davanın zamanla daha da siyasallaşması ve Türkiye’ye yönelik planların bir parçası haline gelmesi üzerine ben de siyaset gömleğimi giydim.
Bu gömleği sırf beni özgürlüğe taşır diye giymedim. Mücadelemi daha yükseğe taşır diye giydim.

Gazetecilikte kendimi mesleğe ve okurlara karşı sorumlu hissediyordum, siyasette ise tüm Türkiye’ye karşı sorumluluk duyuyorum.
O nedenle bu mütalaaya vereceğim yanıtları Türkiye’ye, Türk milletine gerçekleri anlatmak, olarak değerlendiriyorum.
Benimle ilgili ilk tespitin, Cumhuriyet gazetesinin imtiyaz sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk’la yaptığım telefon görüşmeleri olduğu belirtiliyor.
Mütalaanın 25. sayfasında İlhan Selçuk’a telefonda, halkın kıpırdamaya ve eylem yapmaya başladığından bahsettiğim, böyle bir eylemin en son 1991 
yılında denendiğini söylediğim belirtiliyor.
14.03.2008 tarihli bu görüşmenin yapıldığı dönemde dünyada bir ekonomik kriz başlamıştı ve Türkiye’yi de etkiliyordu. Çalışanlar da bunun faturasını ödemek istemiyordu. Sözünü ettiğim 1991 yılı Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesinin ortadan kaldırıldığı pek çok hakkın geri alındığı yıllardan birisiydi.  

Sözünü ettiğim, anımsattığım durum bu demokrasi, hak ve özgürlük mücadelesidir.
Aynı sayfada yer alan 15.03.2008 tarihli görüşmede de İlhan Selçuk AKP’nin kapatılması için açılan davaya ilişkin görüşlerini söylüyor. 
Bir gazetenin başyazarı ile yazarı ve Ankara temsilcisinin bu önemli olay hakkında konuşmasından doğal ne olabilir? Kaldı ki bana ait bir söz yok. 
İlhan Selçuk’u onayladığım ve “öyle abi” dediğim yazılı.
Bu mantıkla bakılırsa 2008 yılında AKP’nin kapatılmasına ilişkin davayı görüşen Anayasa Mahkemesi üyelerinin “hükümeti devirmeye teşebbüs” ile suçlanması gerekir.

25.sayfada şu paragraf yer alıyor:

“Güler Kömürcü ile Ahmet Hurşit Tolon arasında 11.11.2007 tarihinde gerçekleşen telefon görüşmesinde Tolon’un bir bildiri yayınladıklarını, bu bildiriyle alakalı, ama özellikle iki arkadaşım var benim onlara gönderirsiniz dedim, biri Sayın Mustafa Balbay dediği tespit edilmiştir.”
Benim dışımda iki kişi telefonla konuşuyor ve hazırladıkları bir metnin gazetecilere ulaşmasını tartışıyor. Bana özgürlükte Cumhuriyet’in Ankara temsilci yazarı olmam nedeniyle her gün haber olması, gazetede yayımlanması istemiyle açıklama gönderiliyordu.

25. Sayfada benimle ilgili son olarak şu paragraf yer alıyor:
“Emin Gürses ile X şahıs arasındaki Veli Küçük’ün gözaltına alındığı 22.01.2008 tarihinde özetle; X şahsın elindeki bir belgeyle alakalı, ‘Ben bunu şeye 
yollayayım mı Çölaşan’a?’ Emin Gürses, ‘Çölaşan’a gönder Mustafa Balbay’a gönder’ şeklinde bir görüşme geçtiği tespit edilmiştir. Mustafa Ali Balbay’ın 
soruşturma kapsamında hakkında işlem yapılan ve teknik takipteki kişiler ile irtibatlarının bulunması üzerine alınan mahkeme kararına istinaden 14.04.2008 tarihinden itibaren iletişiminin dinlenilmesine başlanılmıştır.”

Mütalaada delilden sanığa gidildiği söyleniyor. Ancak böyle olmamıştır. Dava seyrine bakıldığında tutuklanması, yargılanması planlanan kişiler hiçbir delil değeri taşımadığı açık olan telefon görüşmeleri, sosyal ve mesleki faaliyetleri suçmuş gibi gösterilerek işlem yapılmıştır. Bunun en somut örneği benim durumumdur.
Hakkımda teknik takip kararı alınmasına neden olan 3 telefon görüşmesi mütalaada aynen yukarıdaki gibi yer almıştır.

İlhan Selçuk gazetenin başyazarı ve imtiyaz sahibi, ben de Ankara temsilcisi ve köşe yazarıyım. O bana telefon edince düşüncelerini dinlediğim, onun sözlerine sohbetin gelişi çerçevesinde karşılık verdiğim için suç işlemiş oluyorum.
Böylece savcılar bir suç daha üretmiş oluyor:

Düşünceleri dinleme suçu!

Yukarıda aktardığım son telefon görüşmesinde iki kişi kendi aralarında gazetelere ulaştırmak istedikleri bir bilgiyi kime göndereceklerini tartışıyorlar.

Burada üretilen suçun türü şu:
Tanınmış ve ulaşılabilir gazeteci olma suçu!
Mütalaanın 1095. sayfasında yer alan hükümeti devirme girişiminde bulunma iddiasını cümle cümle yanıtlıyorum:

Suçlama:

“Sanık Mustafa Ali Balbay’ın örgüt yöneticisi İlhan Selçuk ile birlikte, örgüt yöneticisi Sanık Mehmet Şener Eruygur ile örgütsel toplantılara katıldığı, 
görüşme konularını not alarak günlük şeklinde yazdığı halde hiçbir yerde yayınlamadan sildiği, halbuki bu eylemlerinin gazetecilik faaliyeti olduğunu 
savunduğu, bir gazeteci için çok değerli olan bu notların kamuoyunu bilgilendirme görevi kapsamında olmadığı…”

Yanıt:

Benim bilgisayarımdan çıktığı iddia edilen notlarla ilgili yıllardır spekülasyon yapılıyor.

Mesleği şehirlerarası otobüs işletmesinde şoförlük olan bir kişiye, “ Sen son 10 yılda binlerce yol kat etmişsin, doğru mu “ diye sorulduğunda yanıtı, “ 
evet binlerce kilometre yol kat ettim, onlarca şehre gittim” olacaktır. Aynı kişiye, “Bu zaman diliminde şu kadar kaza yapmışsın, şu kadar kişinin de ölümüne neden olmuşsun” derseniz, itiraz edecektir.
Israr edilirse, ispat edin diyecektir.

Ben bugüne dek 5 bini aşkın köşe yazısı yazmış, 30 kitap kaleme almış, yüzlerce habere imza atmış bir gazeteci olarak elbette pek çok not tuttum. 
Bunların da büyük çoğunluğunu işlevini tamamladığını düşündükten sonra iptal ettim.
Yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi, “Sen not tutmuşsun” dendiğinde ilk refleksim, “Gazeteci tabi ki not tutar” şeklinde oldu. “Bazı kişilerle yüzlerce 
kez telefonla görüşmüşsün” dendiğinde de, rakamı biraz abartılı bulmakla birlikte, “Gazeteci olarak görüşmüş olabilirim” yanıtını verdim.
İddianame ve eklerini görünceye dek gerçeği bilmediğim için tahminlerde bulundum. Örneğin, “Bunlar silmiş olduğum notlardır” dedim ya da “Evet, benim bu tür notlarım olabilir” dedim.
Ancak suçlandığım konular için gösterilen delilleri inceleyince bir hukuk devletinde olamayacak, akla dahi getirilemeyecek bir durumla karşılaştım.
O da şuydu:
Notlar yeniden üretilmişti, Cumhuriyet gazetesinin santral telefonu benim kişisel telefonummuş gibi işlem görmüştü.
Her ikisinin de hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde ispatlayacak durumdayım.

Ben ana hatlarını paylaşacağım, ayrıntılarını avukatlarım anlatacaklar.

2 BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***