Dr.Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr.Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2017 Cuma

AHISKA TÜRKLERİNİN 14 KASIM 1944 SÜRGÜNÜNÜ ACIYLA HATIRLIYOR VE HATIRLATIYORUM

AHISKA TÜRKLERİNİN 14 KASIM 1944 SÜRGÜNÜNÜ ACIYLA HATIRLIYOR VE HATIRLATIYORUM.






Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk milletini ebedi hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1925)
—————————————-
Ahıska; Kars’ın doğusunda Gürcistan sınırları içinde kalan bir Türk toprağıdır.

İkinci Dünya Savaşı’na kadar askere alınmayan 40.000 Ahıska Türkü savaş başlayınca silah altına alınarak cepheye gönderilmiş, kalanlar ise demir yolu inşaatında çalıştırılmışlardır.
Savaşın sonuna doğru SSCB’nin Rus olmayan, özellikle de coğrafi olarak stratejik diye nitelendirilebilecek Ahıska gibi yerlerde yaşayan halklara duyduğu güvensizlik belirgin hale gelmiştir..
Stalin döneminde, 1936 ve 1952 yılları arasında yaklaşık üç milyon insan, yaşadıkları yerlerden Sibirya ve Orta Asya’ya sürülmüşlerdir. Ahıska Türkleri de bu sürgün halklarından biridir. Ahıskalılara, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a sürülme emirleri Stalin’in direktifi ile İçişleri Bakanlığı Milliyetler Komiseri Lavrenti Beriya tarafından 24 Temmuz 1944 tarihli kararla duyurulmuş, sürgün 14 Kasım 1944 gecesi sabaha karşı fiilen gerçekleştirilmiştir.
14 Kasım 1944 Ahıska Türklerinin sürgün kararı, SSCB resmî belgelerine göre, ‘sınır güvenliğini sağlamak maksadıyla alınmıştır. Sovyet otoriteleri Ahıska Türklerine; sürgünün geçici olduğunu, kısa sürede evlerine dönebileceklerini, Alman ordusuna karşı kendi can güvenliklerinin sağlanması için bunun yapıldığını duyurmuşlardır. Oysa sürgünün gerçekleştirildiği tarihte Alman orduları geri çekilmekteydi ve Ahıska hiçbir zaman Alman işgaline uğramamıştı.
Hiçbir resmî suçlamaya dayanmayan sürgünün gerçek nedeni; Rusya’nın sıcak denizlere inme genel stratejisi çerçevesinde engel olarak görülen Batı ve Güney Kafkasya’daki Türk / Türk dilli / Müslüman halkları mümkün olduğu kadar uzağa taşıma düşüncesinin hayata geçirilmesidir
Nitekim sürgün sonrası Türkiye sınırlarındaki bütün Slav ve Ermeni olmayan halklar sürülerek yerlerine Ruslar, Ermeniler ve Ukrainler yerleştirilmiştir.
Erkekleri askerde olan Ahıska Türklerine iki saat içinde eşyalarıyla birlikte köy meydanında toplanmaları emredilmiştir.. İnsanlar yanlarına fazla bir şey alamadan evlerinden çıkmışlardır. Köy meydanlarında toplanan halk kamyonlarla istasyonlara götürülüp hayvan taşımacılığında kullanılan yük vagonlarına rastgele bindirilmiş ve kapılar dışarıdan kilitlenmiştir. Bu durum yolculuk başında aile bireylerinin birbirlerinden ayrı düşmelerine neden olmuştur. Pek çok Ahıskalı aile sürgünden sonra dahi yıllarca birbirlerine kavuşamamışlardır
Sürgünün yapıldığı dönem bölgede mevsim kıştır. Vagonlarda ısıtma sistemi ve tuvaletin olmayışı nedeniyle birçok insan soğuk ve açlıktan yaşamlarını kaybetmişlerdir. Sürgün yolculuğu sırasında ölen binlerce insanın büyük çoğunluğunu çocuklar, yaşlılar ve kadınlar oluşturmuştur. Vagon kapılarının günde sadece bir kez açılması, sınırlı miktarda yiyecek ve su verilmesi, temel ihtiyaçların giderilmesi için çok az süre tanınması, can kayıplarının büyük olmasındaki temel etkenlerdir. Bir buçuk ay süren yolculuk sırasında ölülerin gömülmelerine bile izin verilmemiştir.
18 Kasım 1944’teki SSCB Halk İçişleri Komiserliğinin kayıtlarına göre sürülenlerin sayısı 92.307’dir. Bunların 18.923’ü erkek, 27.399’u kadın, 45.985’i 16 yaşın altındaki çocuklardır. Raporda 17.000 Ahıska Türkü’nün sürgün yolculuğu sırasında öldüğü belirtilmiştir. Oysa bazı resmi Sovyet kaynaklarında yolculuk sırasında ölenlerin sayısının çoğunluğu çocuk ve yaşlılardan oluşan 50 bin kişiyi bulduğu ileri sürülmektedir.
1944 sürgünü, sürgünü yaşayanlar için önemli bir travma olmuştur. Ahıska Türkleri bu travmayı toplumsal bir acı olarak tanımlamışlar, dikkat çekici bir geniş aile dayanışması sayesinde bu travmayı atlatmayı ve yeni hayatlar kurmayı başarmışlar, sürgünü ve onun neden olduğu acıları kuşaktan kuşağa bilinçli olarak aktarmışlardır. Bu sürgün, Ahıska Türklerinin Türklük bilincinin korunmasına ve güçlenmesine neden olan en temel unsurlardan biri olmuştur.
Dünyanın dört yanına dağılmış olan Ahıskalı Türkler vatan topraklarına geri dönme arzularını hiç bir zaman kaybetmemişlerdir.
Büyük sürgünün 73 üncü yıl dönümünde Ahıska Türklerinin hayatlarındaki çok önemli olan 14 Kasım 1944’ü acı ile hatırladıklarını ve hiç unutmayacaklarını biliyorum.
Bu vesile ile 1853 Rus işgalini müteakip ailemizi Ahıskadan Türkiyeye getirmek zorunda kalan büyük dedemiz Tahir Beyi rahmetle anıyorum.

Dünya üzerinde dağılmış olmalarına rağmen halâ tek yürek halinde Ahıskalı olduklarını unutmadan yaşayan Ahıskalı kardeşlerimi sevgi ile kucaklıyorum.


16 Şubat 2016 Salı

SURİYE İLE SAVAŞA SÜRÜKLENİYORUZ..,



SURİYE İLE SAVAŞA SÜRÜKLENİYORUZ..,


14 ŞUBAT 2016




SURİYE İLE BERABER SAVAŞA SÜRÜKLENEN TÜRKİYE

Harp zaruri ve hayati olmalı. Gerçek kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. ”Öldüreceğiz” diyenlere karşı “Ölmiyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)

SURİYE İLE SAVAŞA SÜRÜKLENİYORUZ..
SAVAŞ, TÜRK MİLLETİ VE İNSANLIK İÇİN BİR CİNAYETTİR.
TÜRK MİLLETİNİ BU CİNAYETİ ENGELLEMEYE DAVET EDİYORUM…
———————————————
Türkiye Cumhuriyeti üst yönetimi tarafından Suriye ile savaş ihtimali yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır. Ve bu savaşta dost-müttefik ülke olarak Suudi Arabistan’ın ve Suudi ordusunun seçildiğinin açıklanması ise 12.000 yıllık şanlı bir tarihe sahip Türk ordusu için son derece aşağılayıcı ve kahredici bir durumdur.

Türkiye Cumhuriyeti, AKP eliyle dış politikada özellikle Suriye’de yanlış üzerine yanlış yapmaktadır. Türkiye’nin yanlış tutum ve davranışları ile bölgede Üçüncü Dünya Savaşına sebep olacak kaos ortamının yaratıldığı da bir gerçektir.

Bir diğer tarihi gerçek ise, bu bölgede muhtemel III. Dünya Savaşını tetikleyecek bir çatışmayı önleyecek tek gücün sadece Türkiye Cumhuriyeti olduğudur..

Günümüz yönetim kademesi ne yazık ki sahip olduğu milli gücünün farkında dahi değildir. Cumhuriyetimiz dışarıdan esen savaş rüzgarlarının önünde dağmadağın olmuş sağa sola savrulmaktadır.

Şimdi Türk milletine düşen görev; tüm iletişim araçlarını kullanarak muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşlarının önderliğinde topyekun ayağa kalkarak hızla sıcak savaşa sürüklenen ülkeyi sakin sulara çekmek olmalıdır..

Kurucu iradenin temsilcisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk “BÜYÜK NUTUK” isimli eserinde böyle durumlarda nasıl hareket edilmesi gerektiğini tüm örnekleri ile vermiştir. “Gençliğe Hitabe”ise bu davranışın özet ifadesidir.
Ömrü savaş meydanlarında geçen ve muhteşem bir kurtuluş savaşını kazanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk; “Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir” sözleriyle savaş ile ilgili karar alıcılara gereken emri net bir dille vermiştir.

Atatürk, bu sözleri bugün paldır küldür sürüklendiğimiz Suriye ile savaş gibi durumları çok önceden görerek söylemiştir.

Gazi, burada “harp” sözcüğü ile iki tarafın orduları dahil topyekün bütün unsurlarıyla her alanda yaptıkları sıcak çatışmayı tanımlamaktadır. Mahalli çatışmaları kendi milli çıkarları doğrultusunda yönlendiren küresel güçler dışında birbiri ile savaşan devletler bu tip savaşlar sonunda galip gelseler dahi maddi ve manevi çok büyük kayba uğrarlar. Çünkü bu savaşların tek galibi ülkeleri savaşa sürükleyen küresel odaklardır.

Onlar hep kazanırken sudan sebeplerle çatıştırılan ülkelerin kayıplarının telafisi kolay olmaz. Savaşan milletlerin refah ve gelişmişlik seviyelerinin savaş öncesi durumlara ulaşması ise uzun zamana ve büyük maddi desteğe ihtiyaç gösterir. Doğal olarak bu seviyeye ulaştırılmaları da yine onları çatışmaya sokan güçlerin maddi katkıları ile olacaktır. Yani onlar bu şekilde hem çatışan ülkelerin yönetimleri üzerindeki denetimlerini pekiştirecekler hemde maddi kazançlarını katlıyacaklardır. Ve bu vahşi düzen yüzlerce yıldır değişmeden devam etmektedir.

Kanaatimce, önce silahsız askeri keşif uçağımızın Suriye tarafından düşürülmesi, bilahare hiç gereği yokken Rus uçağının düşürülerek pilotunun öldürülmesi olayları küresel güçlerin Ortadoğuyu yeniden düzenleme planının uzantısı içinde yer alan BOP uyarınca yaratılmış bir senaryodur. Suriye’de beş yıla yakın bir süredir devam eden iç çatışma ortamı içinde meydana getirilmiş önceden planlanmış münferit olaylardır.

Bu olaylar ile sınır boyunca devam eden ateş teatileri Türkiye ile Suriye’yi savaşa sokarak ülkemizi her alanda güçsüz ve zayıf düşürme hedeflerine giden yolda atılmış çok açık provakatif bir faaliyettir. Asla Suriye ile savaşmamızı gerektirecek bir olay değildir.

Bölgeyi ve dünyayı esenliğe çıkartarak savaş rüzgarlarını dağıtacak en olumlu davranış; Suriye’nin meşru yönetimi ile doğrudan işbirliği yapılması, Suriye’yi bölünmeye götüren terör örgütlerine desteğin durdurulması; tüm Suriye sathında merkezi otoritenin yeniden tesisine yardımcı olunmasıdır..

Şurası unutulmamalıdır ki Türkiye’nin milli çıkarları için bölünmüş değil, bütünleşmiş ve terörden arınmış bir Suriye’ye ihtiyaç vardır.

Türk insanı Suriye ile savaş istemediğini her yerde ve her platformda haykırmalı ve olayların kontrolünü kaybettikleri açıkça görülen yöneticilerini uyarmalıdır.

Emperyalist saldırıları ancak Türk milletinin hür iradesi ve vicdanından gelen vatan ve millet aşkıyla göstereceği dik duruşlar önleyebilir.

Bu maksatla halkımız birilerinin kendisine önder olmasını beklememelidir. Yani peşine takılacak adam aramamalıdır. Herkes kendi iş ve sosyal çevresinde etrafında olan kendisi gibi düşünenlerle bir araya gelip savaşa doğru bu korkunç gidişe dur demelidir..

Ak Parti döneminde komşularıyla sıfır sorun gibi çok iddialı bir dış politika uygulayan Türkiye, attığı yanlış adımlarla tüm komşularıyla sorunlu hale gelmiştir. Aslında sıfır sorun politikası özünde çok doğrudur. Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi dünyanın petrol ve enerji merkezini kontrol eden ülkelerin sımsıkı kenetlenmesi ve aynen Atatürk dönemindeki” Bağdat Paktı” benzeri bir çatı altında güç birliği içinde olabilmeleri çok önemlidir. Bu şekilde bölgede söz sahibi olmak isteyen küresel güçlerin eylemlerini durdurabilecek caydırıcı bir ortam da meydana getirilmiş olacaktır.

Bugünkü resim ve liderlerin söylemleri açıkça bir Türkiye-Suriye savaşına doğru sürüklendiğimizi göstermektedir. Savaş kararını verecek yetkili makamlar; Gazi’nin “Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir “ direktifini tekrar okumalı, millet hayatının tehlikede olup olmadığını irdelemeli ve ülkeyi geri dönülemez badirelere sokmaktan kaçınmalıdırlar.

Savaşın sıkıntısını ve getireceği yıkım felaketini sadece bizi savaşa sokanlar değil,tüm milletimiz çekecektir. Devlet gemisi battığı zaman üst kamaralarda oturanların da kurtulma şansları bulunmayacaktır. Bu yüzden savaş kararını alacak yönetimler önce savaşı bizzat yapacak halkın duygu ve düşüncelerini test etmek zorundadırlar. TBMM’de vekillerin alacağı savaş kararından çok sokaktaki halkın bu savaşa vereceği destek önemlidir. Çünkü burada canını ve malını kaybedecek kesim doğrudan doğruya halkın kendisidir.

Halkınız istemiyorsa, siz başlatsanız bile hiç bir savaşı başarıyla sona erdiremezsiniz. Çünkü inanmadığı değerler uğruna insanlar hayatlarını tehlikeye atmazlar.
. Bugün Türkiye’de çok gelişmiş kamuoyu araştırma şirketleri vardır. Bunlar yönetim adına kısa sürede Türk halkının Suriye ile savaşa nasıl baktığını öğrenebilirler. Onlar araştırmasalar da halkın içinde yaşayan biri olarak birkaç satılmış beynin dışında tüm Türk halkının Suriye ile sıcak savaştan yana olmadığını iyi biliyorum.

Bugün Suriye’de tekrarlanan olayların benzerini dün komşumuz Irak’ta yaşadık. Tamamen demokrasiye kavuşturulduğu iddia olunan Irak’ta akan Müslüman kanı durulacak gibi görülmüyor. Etnik ve dini gruplar arasındaki saldırılar ile her gün yüzlerce kişi ölürken ülke giderek dağılıyor. Irak bu hali ile yakın çevresine de ve özellikle bize zarar vermeye devam ediyor..

İşgali takiben Kuzey Irak’ta ABD’nin kontrolü altındaki bölgede aldığı ABD, AB ve peşmerge desteği ile silahlarını ve kadrolarını yenileyerek giderek güçlenen PKK, 2003 yılından başlayarak Türkiye’ye soktuğu militanları ile ülkemizi asimetrik savaşın harekât alanı haline getirmiştir. Bugün Güneydoğu Bölgemizdeki hendek savaşları ile ülkemiz topraklarından savaş devam etmektedir. Muhtemel Türkiye-Suriye savaşı sonrasında Suriye’nin kuzeyinde kurulacak ve bilahare Kuzey Irak ile birleştirilecek Suriye Kürt bölgesi ile Güneydoğu Anadolunun tamamının Büyük Kürdistan için topraklarımızdan kopartılma faaliyeti hız kazanacaktır.

Şimdi de hiç gereği yokken Suriye ve Türkiye’yi savaştırarak Türkiye’yi BOP haritasında gösterildiği şekilde bölmeyi hedefliyorlar. Aslında burada karşımızdaki düşman devlet sadece Suriye değildir. Suriye ile birlikte karşımızda Rusya, İran ve Çin ittifakı bulunmaktadır. Türk ordusu Suriye’ye saldırırken Rusya ve İrandan petrol ile doğalgaz sevkiyatının kesilmesi dahi bizim bu savaşı başlamadan kaybetmemiz gibi bir sonucu doğuracaktır. Burada istenen Türkiye’nin zayıf, güçsüz ve birilerinin desteğine muhtaç halde bulundurulmasıdır. Küresel güçlerin emperyalist hedeflerine katkıda bulunacağım diyerek bu acı faturayı Türk halkına ödetmeğe kimsenin hakkı yoktur.

Sonuç olarak;

Suriye ile harp Atatürk’ün deyimi ile asla zaruri ve hayati değildir. Şu anda ülkemiz 1918’in mütareke ve işgal yıllarındaki durumun bir benzerini yaşamaktadır.
Atatürk’ün gençliğe hitabesinde belirttiği şartlar yeniden teşekkül etmiştir.

Beliren tehlikeyi halka duyuracak basın susmuş ve sinmiştir.

Sanal gündemlerle kafası karmakarış edilmiş milletimiz adeta algılama yeteneğini yitirmiştir. Oysa bütün olumsuz şartlara rağmen Türk toplumunu yıkıma götürecek bir sıcak savaşa dur demek görevi tek tek bu necip milletin fertlerine düşmektedir.

Türk insanı Suriye ile savaş istemediğini her yerde ve her platformda haykırmalı ve olayların kontrolünü kaybettikleri açıkça görülen yöneticilerini uyarmalıdır.
Emperyalist saldırıları ancak Türk milletinin hür iradesi ve vicdanından gelen vatan ve millet aşkıyla göstereceği dik duruşlar önleyebilir.

Bu maksatla halkımız birilerinin kendisine önder olmasını beklememelidir. Yani peşine takılacak adam aramamalıdır. Herkes kendi iş ve sosyal çevresinde etrafında olan kendisi gibi düşünenlerle bir araya gelip savaşa doğru bu korkunç gidişe dur demelidir..

İnanıyorum ki Türk milleti tarihten gelen sağduyusu bütün savaş oyunlarını bozacaktır. Atatürk’ün söylemi ile “Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

Dr.Tahir Tamer Kumkale

https://kumkale.wordpress.com/2016/02/14/suriye-ile-savasa-surukleniyoruz/



14 Ocak 2016 Perşembe

BÜYÜK SÜRGÜN, KAFKASYA




BÜYÜK SÜRGÜN, KAFKASYA

buyuk-kafkasya-surgun-620x320-620x320






Komşuları ile ve bütün devletlerle iyi geçinmek Türkiye dış siyasetinin esasıdır. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1930)

TRT’de 5 Ocak günü dördüncü ve sonuncu bölümü yayınlanan “BÜYÜK SÜRGÜN, KAFKASYA” isimli televizyon filmi ile Ahıska Türklerinin unutturulmak istenen çok önemli bir tarihi gerçeği vurgulanmıştır.

Bin yıllık vatan topraklarından vahşice kopartılarak hayvan vagonları ile tümü Orta Asyaya sürülen Ahıska Türklerinin dramı ilk defa bu derece kapsamlı ve doyurucu bir sanat eseri ile dile getirilmiştir.

Ben de bir Ahıska Türküyüm. Çanakkale gazisi dedem P.Yarbayı Tahir Kumkale Beyin ayni ismi taşıyan dedesi Tahir Ulak Bey, Ahıska’da 1853 yılındaki ilk Rus katliamı ve mezaliminden ailemizin büyük kısmını Erzuruma göç ettirerek kurtarmıştır. Bilahare bu kök İstanbul / Sarıyer’e intikal etmiştir..

Eli silah tutan erkekleri Alman cephesinde savaşan Ahıska Türklerinden geride kalanların tamamının Stalin’in emri 1944 Kasımında 5 dakika içinde evlerini terke zorlanarak sürgün edilmelerinin üzerinden tam 72 yıl geçmiştir. Fakat bu ölümcül sürgün hâla devam etmektedir.

Bugün merkezi İstanbul’da bulunan ve 1250 Ahıska Türkünün üye olduğu Ahıskalılar Vakfı Başkanı Mehmet Oğuz Bey; dünyada vatansız kalan tek toplumun kendileri olduğunu söylüyor. 1944’teki sürgünde 20 bin Ahıskalı Türkün yollarda, trenlerde açlıktan, susuzluktan öldüğünü, şu anda dünyadaki 458.680 Ahıska Türkü’nün on ayrı ülkede 4400 ayrı yerleşim biriminde yaşadıklarını, bir babanın beş evladı varsa, beşinin de ayrı ülkede bulunduğunu , sürgün toplumu olma vasıflarının 72 yıldır devam ettiğini bildiriyor.

Ahıska topraklarının bulunduğu Gürcistan’ın 1999’da üye olduğu Avrupa Konseyi, 12 yıl içerisinde Ahıskalıların vatanlarına geri dönüşünü şart koşmuştur. Gürcistan da 2007’de Ahıska Türkleri için geri dönüş yasası çıkartılmıştır. Bugüne kadar 1174 Ahıskalı Türke ‘yurda dönüş statüsü’ verilmiştir. Mali imkanı yerinde olan bazı aileler eski vatan topraklarına yerleşmeye başlamıştır.

Çektikleri büyük eza ve cefaya rağmen dünya üzerinde çok küçük üniteler halinde dağılmış olan Ahıskalılar Türklüğünü hiç kaybetmemiştir. Bulundukları toplumlarda asimile olmamışlar, milli kültür değerlerini aynen korumuşlardır.
Ahıska Türklerinin yaşadığı insanlık dışı muameleyi bire bir yansıtmayı düşündüğüm “AHISKA’SIZ AHISKALI’LAR” başlıklı kitabımın çalışmaları devam etmektedir. Tarihi belgesel niteliğindeki kitabım yaz aylarında yayına hazır hale gelecektir. Kitapla birlikte Ahıska’ya giderek hazırlayacağım belgesel tarzında bir kısa film CD’ni de kitaba ek olarak koymayı planlıyorum.

Son yıllardaki taraflı yayın politikasını sıkça eleştirdiğim TRT’yi bu defa ortaya çıkardığı bu muhteşem “BÜYÜK SÜRGÜN, KAFKASYA” isimli eser dolayısı ile kutluyorum

Yakın Türk tarihinde Ahıska Türklerinin dramına benzer pek çok dram yaşayan Türk milletinin; Balkanlar, Kafkaslar, Ege Adaları ve Kıbrısta yaşayan kollarının dramının da ayni ciddiyette seri filimler halinde hazırlanarak kamuoyuna yansıtılmasında yarar vardır. Bu çalışmaların yapılarak yakın Türk tarihine belge kazandırılmasında TRT Kurumuna çok önemli görevler düşmektedir. TRT mevcut potansiyeli ile bunu başaracak güçtedir.
AHISKA filminin tenkit edebileceğim tek tarafı filmin vizyona girişindeki zamanlama yanlışlığıdır. Filmi seyreden Türklerin Ruslara düşman tavırlarının canlanması çok doğaldır. Oysa şimdi Ruslarla uçak düşürülmesini takiben başlayan hassas durumun büyütülmesine değil, hızla söndürülerek barış ortamının geliştirilmesine ihtiyacımız vardır.
Milletimizin Moskof Gavuru olarak beynine kazıdığı Ruslarla geçen 500 yıl içinde devamlı çatışma ve savaş halinde olduğumuz tarihi bir gerçektir. Fakat günümüzde bizim milli çıkarlarımız Ruslarla düşmanlık değil, kalıcı ve kucaklayıcı dostluğun devamını sağlamaktan geçmektedir.
Rusyayı ve Rusları kötü göstererek halkı galeyana getirmek zamanı değildir. Milli aklı selim; düşen Rus uçağı ile yıkılan köprülerin her türlü tedbir alınarak tamir edilmesini ve yükselen savaş ortamının her iki tarafa getireceği büyük maddi ve manevi yıkımdan geri dönülmesini gerektirmektedir.
Türk ve Rus yöneticilerini akılcı ve sağduyulu davranmaya davet ediyorum..
Dr.Tahir Tamer Kumkale


..

8 Kasım 2015 Pazar

TÜRK ORDUSUNA KUMPAS 1-2-3 KİTAP




TÜRK ORDUSUNA KUMPAS   1-2-3 KİTAP



TÜRK ORDUSU

Türk Ordusu ile ilgili yazılarıma yer verdiğim üç ciltlik TÜRK ORDUSU serisi kitapların üçüncüsü ve sonuncusu olan “TÜRK ORDUSUNA KUMPAS” isimli kitabım 07 Kasım 2015’de AMAZON Yayınlarından çıkmış ve okuyucuların hizmetine sunulmuştur. Böylece TÜRK ORDUSU’nu kendi tecrübelerim ışığında toplam 1482 sayfada izaha çalıştığım yazılarıma noktayı koydum. Şimdi 36 yıl zevkle ve gururla taşıdığım şanlı üniformama vefa borcumu da ödemiş oluyorum..
Halen amazon yayınlarından satışa sunulan diğer 27 kitap gibi “TÜRK ORDUSUNA KUMPAS” kitabım da Türkiye’de kitapçılardan değil, İnternet vasıtasıyla aşağıdaki adresten temin edilebilir. Siparişler dünyanın her noktasına en geç üç 
gün içinde DHL kargo ile ulaştırılmaktadır.


519bkHu2bfL._SX331_BO1,204,203,200_518Gqa+yirL._SX331_BO1,204,203,200_514d3n32MUL._SX331_BO1,204,203,200_









































Türk ordusunun diğer ordularda bulunmayan çok önemli üstünlükleri vardır. Ve bu üstünlükler 12.000 yıllık köklü tarihi geçmişin kazanımlarına sıkı sıkıya bağlanarak kazanılmıştır. Beklentilerin aksine Türk ordusu kendini güçlü sanan küresel odakların saldırılarına karşı dimdik ayakta kalacak milli ve tarihi değerlere sahiptir.

Türk Ordusu; dünyadaki bilinen en eski askeri gücü temsil eder. Türk milletinin binlerce yıldan beri taşıdığı Ordu-Millet olma vasfı, askeri kültürünün zenginliğinin ve gücünün veciz ifadesidir.Tür ordusunun subayları; komuta ettikleri birliklerin barış ve savaşta hem eğiticisi, hem öğreticisi, hem gözeticisi ve hem de yöneticisidir. Onlar; askeri bilgisi ile, kuvvetli iradesi ile, adaleti ile, tutum ve davranışları ile, cesareti ile kıt’asına sahip olabilen ve onları peşinden ölüme sürükleyebilen kimselerdir. Ve netice olarak muharebeyi tank, top, tüfek, uçak, gemi, ve araçlar değil, muharip er ve erbaşlar değil, onları yöneten Türk subay ve astsubayları kazanır.
Uzman asker kişiler, dünyada bilinen en güçlü ve tehlikeli silahın “ölümü göze almış insan” olduğu fikrinde birleşirler. İşte onlar; aldığı tarihi ve köklü Türk kültür değerlerinin ordu saflarında üstün bir askeri eğitim anlayışıyla pekiştirilmesi sonucunda gözünü kırpmadan ölüme giden Türk askerini tarif ederler.. Köklü askeri kültür mirası ordu saflarında Türk insanını bizzat en tesirli silah haline getirmektedir.
Küçük yaştan itibaren bütün Türk erkeklerine “Ölünce askerin en büyük rütbesi olan ŞEHİTLİK mertebesine erişeceği, eğer ölmez de sağ kalırsa toplum nezdindeki diğer en değerli mevkii olan GAZİLİK rütbesini alacağı, bunun için askere gönderildiği” hususu ailesi tarafından aşılanmaktadır.
İşte bu yüzden; o çok basit, sakin, tamamen gösterişsiz ve son derece mütevazı görünüşlü saf ve temiz Türk askeri Mehmetçik namı ile muharebede bir yıldırım, şimşek, kasırga misali coşmakta, gözünü kırpmadan üzerine atıldığı düşmanlarının korkulu rüyası olmaktadır.
Türkiye Cumhuriyetinin ilgi ve tesir sahasına giren Balkanlar, Kafkaslar ve Orta doğu bölgesinde cereyan eden olayların meydana getirdiği büyük risk ortamında her an muharebeye hazır güçlü bir orduya sahip olmamız coğrafyamızın kaçınılmaz gereğidir.

Türk Silahlı Kuvvetleri; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin belkemiğidir ve cumhuriyetin bek’asının gerçek teminatıdır. Onsuz bu coğrafyada yaşamamız asla mümkün değildir. Hangi makam ve mevkide olursak olalım kutsal asker ocağını özenle korumalı ve kollamalıyız. Aksi takdirde cumhuriyeti koruyup kollamamız mümkün olmayacaktır.
Unutmayalım ve unutturmayalım “Devletlerin ömrü ordularının ömürleri kadardır.”



.