Demokratik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demokratik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2016 Pazartesi

Bir Hükümet Demokratik Meşruluğunu Ne Zaman Yitirir?


Bir Hükumet Demokratik Meşruluğunu Ne Zaman Yitirir?


Yazar: Ümit Özdağ
15 TEMMUZ 2013 PAZARTESİ

Mısır’da yapılan askeri darbe, demokratik seçimler sonucunda seçilmiş bir hükümete karşı gerçekleştirilen bir askeri müdahalenin mahkum edilmesinin kaçınılmazlığı bir kez daha gösterdi. Öyle ki, ABD ve AB bir askeri darbeyi onaylayamayacakları için Mısır’daki askeri darbeye askeri darbe dememek yolunu seçtiler. Oysa, bir hükümetin demokratik seçimler sonucunda iktidara gelmesi, o hükümeti dokunulmaz yapmaz, onun demokratik meşruluğunun tek güvencesi seçimler olamaz. Özetle, bir hükümetin demokratik meşruluğunu sadece demokratik seçimler ile işbaşına gelmesi ile sağlamaz.

Demokratik seçimler ile iktidara gelen bir partinin yine demokratik seçimler ile iktidardan ayrılmayı kabul etmesi, demokratik meşruluğu açısından olmaz ise olmazdır. Bir siyasal iktidarın bazı siyasal tasarruflar ile kendi eli ile demokratik meşruluğunu ortadan kaldırması mümkündür. Bunun en somut örneklerinden birisi 1933’de Almanya’da yaşananlardır.  Adolf Hitler’in liderliğini yaptığı Nasyonel Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin 1932’de oyların  % 33’ünü alarak iktidara gelmesi, demokratik meşruluğu için ön koşuldur. Ancak A. Hitler, 1933’de parlamentonun oyları ile parlamentonun yetkilerini devraldığı anda, şeklen demokratik bir devir bile olsa, demokratik meşruluğu sona eren bir liderdir. Çünkü Hitler, iktidarda darbe yaparak iktidarını daha da genişletmek yoluna gitmiştir. Tarih geri çevrilemez ancak eğer Alman Ordusu 1934’de Hitler’e karşı bir askeri darbe gerçekleştirilmiş olsaydı, insanlık tarihi için büyük bir kazanç olurdu.
Demokratik seçimler ile iktidara gelmiş bir siyasi partinin kurduğu bir hükümetin meşruluğunu yitirmesinin başka şekilleri/yolları da vardır. Örneğin, bir iktidar partisi genel seçimlerin yapılmasının kanunen belirlenen zaman gelmesine rağmen, açıkça seçimleri iptal etmeden terör, yaklaşan savaş, olağanüstü hal gibi nedenleri ileri sürüp “gelirsiz bir geleceğe” erteler ise demokratik meşruluğu ortadan kalkar.   
Keza bir hükümet anayasal yetkilerini aşarak, kanun dışı yollar ile muhalefet partililerini kapatmaya çalışır ise meşruluğunu yitirir. Hükümetin meşruluğunu yitirmesi için muhalefet partisi/partilerini kapatmak için yapmış olduğu çalışmaların hangi aşamasına geldiği ayrı bir tartışma konusudur. İktidar partisinin bu görüşü gündeme getirmesi veya bazı yetkili üyelerinin muhalefet partisini/partilerini kapatalım söylemini geliştirmesi, iktidar partisinin meşruluğunu yitirmesi için yetmez. Başkan/Başbakan pozisyonundaki bir kişi muhalefet partisinin/partilerinin kapatılmasından bahseder ise bu iktidarın meşruluğunu kaybetmesi için yeterlidir. Ancak, iktidar partisinin bu konuda somut adımlar atmaya başlaması, örneğin bunu mümkün kılacak bir hukuki düzenleme yapması, kendisinin de demokratik meşruluğunun ortadan kalkmasını beraberinde getirir.

İktidar partisi muhalefet partilerinin siyasal faaliyetlerini engeller ise demokratik meşruluğunu yitirir. Bir iktidarın muhalefet partisinin siyasal faaliyetlerini engellemesi ile ilgili objektif ölçütler koymak, muhalefet partilerini kapatmak ile ilgili objektif ölçütler koymak kadar kolay değildir. Ancak bir hükümet muhalefet partisine destek verdiği için bir bölgenin temsil hakkını elinden alır ise örneğin bir ili, muhalefet partisini seçtiği için ilçe konumuna indirirse, çok somut olarak halkın demokratik temsil hakkının engellendiği anlamına gelir ve bunu yapan hükümetin demokratik meşruluğu ortadan kalkar.
Bir hükümetin demokratik meşruluğunu sağlayan sadece hükümet partisine oy verenler değil, demokratik sistemlerde oy vermeyenlerin varlığıdır. Zaten iktidar partisi dışında bir partiye korkmadan oy verilemiyor ise o ülkede demokrasi yoktur.

Eğer iktidar partisi muhalefet partisini seçen illeri bölüyor ise iktidarın meşruluğu tartışmalı hale gelir. Çünkü bu durumda iktidar açıkça “ben iktidardan gitmiyorum” dememekle birlikte, aldığı önlemler ile fiilen muhalefetin iktidar olmasını imkansız hale getiriyor ve bu amaçla (bir il içindeki seçim bölgesinin değil) bir ili farklı illere bölüyor ise demokratik meşruluğu tartışmalıdır. Ancak bu adım örneğin bir ilin, il statüsünün ortadan kaldırılması kadar travmatik değildir. Özetle bir hükümet, seçmenlerin bir bölümünün temsilcilerini seçme hakkını kısıtlar veya temsil hakkını ortadan kaldırır veya kısıtlar ise demokratik meşruluğu ortadan kalkar.


Bir hükümet, ülke halkının bir bölümüne yönelik soykırım uygulamaya başlar ise demokratik meşruluğunu yitirir. Örneğin Hitler, demokratik seçimler ile gitmeyi kabul etse idi, ilk gaz odası çalıştığı günün ertesi gün yapılacak seçimlerde % 100 oy alsa dahi demokratik meşruluğu olamazdı.

Bir hükümet yabancı bir ülkenin askeri saldırısı karşısında ülkeyi savunmak için uygun önlemleri alamaz, ülkenin askeri bir yenilgiye sürüklenmesine neden olur ve ülke savaşa devam edebilecek kaynaklara sahip iken utanç verici bir barış anlaşması imzalar ise meşruluğunu yitirir. Bu noktada böyle bir hükümete karşı her türlü direniş şeklinin demokratik meşruluğu vardır. İstiklal Harbi’nin milli meşruluğu dışında demokratik meşruluğa sahip olmasının nedeni budur. İstiklal Harbimizi Büyük Millet Meclisi’nin idare ediyor olması, bu demokratik meşruluğu daha da güçlendirmiştir. 
 

Demokratik seçimler ile gelmiş bir hükümet, ülke genelinde mal ve can güvenliğini sağlayacak önlemleri alamaz, güvenlik bürokrasisini etkin bir şekilde çalıştıramaz veya siyasi endişeler ile güvenlik bürokrasisinin etkin bir şekilde çalışmasını istemez/engeller ise iç savaş koşullarının doğması veya iç savaş koşullarının doğma tehdidinin ortaya çıkması ile meşruluğu ortadan kalkar.  Bu noktaya gelindiğinde sadece hükümeti meşruluğu değil, devletin varlığı da tartışmalı hale gelir. Çünkü devletin kuruluşunun ve varlığının amacı, vatandaşın öncelikli olarak can ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır. Hükümetin vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamak için gereken önlemleri alamadığı, devlet yapısının aynı konuda hükümetin etkisizliğinden dolayı zaaf içine düştüğü noktada vatandaş can ve mal güvenliğini korumak için meşru müdafaa konumuna geçer. Böyle bir durum ise hukuk devletinin sona ermesi demektir.
Bir hükümet yönettiği ülkedeki milletin hukuki ve siyasi varlığını ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim içinde olur ise, bu durum hükümetin demokratik meşruluğunu ortadan kaldırır. Çünkü anılan hükümetin demokratik meşruluğunu sağlayan, hukuki ve siyasi varlığını ortadan kaldırmaya çalıştığı millettir. 
Bir hükümetin demokratik meşruluğunun ortadan kalkabileceği siyaset bilimi ve hukuk literatüründe ön görülmüş bir potansiyel tehdittir.

http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/2013/07/15/7108/bir-hukumet-demokratik-mesrulugunu-ne-zaman-yitirir

..

19 Kasım 2014 Çarşamba

Öcalan'dan Demokratik İslam Açılımı ..,


Öcalan'dan Demokratik İslam Açılımı


  Diyarbakır'da toplanan Demokratik İslam Kongresi

Diyarbakır'da toplanan Demokratik İslam Kongresi

İmralı’da tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan Ekim ayında yaptığı ‘Diyarbakır’da Demokratik İslam Kongresi toplansın’ çağrısı gerçekleşti. Öcalan’ın Suriye’de savaşan El Kaide ve El Nusra gibi, 'İslam’a ihanet içinde olan kesimlere' karşı toplanmasını istediği kongreye 349 kişi katıldı ve Medine Sözleşmesi temelinde demokratik İslam anlayışı tartışıldı.

Öcalan: Hizbullah ve El Kaide güncel faşizmi temsil ediyor

Diyarbakır’da iki gün süren kongre Öcalan’ın mesajının okunmasıyla başladı. Mesajında İran ve Suudi Arabistan’ı eleştiren PKK lideri, ‘iki zalim merkezden kaynaklanan “Hizbullah” ve “El Kaide” bozguncuları esasında kapitalist hiçleştirmenin İslam ümmetinin başına bela ettikleri güncel faşizmi temsil etmektedirler. İdam sehpaları kelle koparmalarıyla korkunç faşizmi başta Kürdistan halkı olmak üzere tüm İslam olan ve olmayan halklara insanlara karşı uygulamaktadırlar’ dedi.

Şia, selefi ve ihvani kökenli cemaat anlayışını aşmak gerektiğini belirten Öcalan, çarenin Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı İslam’ının değil adil, demokratik ve özgür İslam olduğunu savundu.

Eliaçık, demokratik İslam anlayışı önerdi

Kongrenin en çarpıcı konuşmalardan biri Gezi Süreci’nde de ön saflarda görülen Anti-Kapitalist Müslümanlar hareketinin lideri olan İhsan Eliaçık’tan geldi.

Müslümanlığın önüne anti kapitalist kavramını eklediği için birçok din aliminin hedef tahtasına koyduğu Eliaçık, ‘Medine Sözleşmesi temelinde ortaya çıkan din anlayışına Demokratik İslam anlayışı demekteyiz. Dikkat ediniz dine değil; din anlayışına Demokratik İslam diyoruz. Dinin adı İslam, din anlayışının adı Demokratik İslam’ dedi.

Eliaçık: Suriye’deki cihatçı gruplar İslam’a zarar veriyor

Kongrenin devlet dışı ve sivil bir oluşum tarafından toplanmasını olumlu bulan Anti-Kapitalist Müslümanların lideri, bazı İslami yapıların uygulamalarını eleştirdi. Eliaçık, ‘Ortadoğu’da her yer kan gölü, insan hakları, demokrasi, hak-hukuk, adalet yerlerde sürünüyor. Özellikle Suriye’de ortaya çıkan İslami hareketler, bir takım cihatçı gruplar Alevilerin, Kürtlerin kanı, malı, ırzı, namusu helaldir diye fetvalar veriyor. Nijeryanın Talibanı Boko Haram örgütü 13-17 yaşları arasındaki 200 kızı kaçırıp köle olarak satacağını ve zorla evlendirileceklerini açıklıyor’ dedi.

‘Bölge halkları olan biz Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, Şiiler, Süryaniler, Êzidîler, Ermeniler, Rumlar, Araplar, Farslar birbirimize egemenlik taslamadan nasıl ortaklıklar kurabiliriz?’ sorusuna yanıt aranması gerektiği belirten Eliaçık’a göre, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın önerdiği ‘Demokratik Toplum Projesi  ve Ortadoğu Konfedaralizmi ile Medine Sözleşmesi’nde ortaya konan Ümmet anlayışı bu noktada aynı hedeflere vurgu yapmaktadır’.

Ali Bulaç: Bize bir kubbe altı lazım, ulus devletler bunun dışında

Diyarbakır’daki konuşmacılardan biri Zaman gazetesi yazarı ve 1992 yılında Birikim dergisine yazdığı makaleyle ‘Medine Sözleşmesi’ni yeniden gündeme getiren Prof. Ali Bulaç’tı. Ortadoğu’daki din, mezhep ve etnik grupların  tarih boyunca büyük imparatorlukların içinde iç içe yaşadığı belirten Bulaç,  ‘bugün bize bir kubbe lazım. Biz bir kubbe altında yaşayabiliriz. Ulus devletler bu kubbenin dışındadır. Kubbenin de içinde Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler ve alt kolları, Ermeniler, Süryaniler ve diğer halklar eşit bir şekilde yer alabileceğini düşünüyorum” dedi.

Bulaç, bölgedeki sorunları aşmak için Medine Sözleşmesi’ndeki üç anahtar kavram muarefe (çatışan ve ayrışan tarafların birbirini anlaması), müzakere ve 'muaheze ( sözleşme)’yi yeniden hatırlamak gerektiğini söyledi.