Dünden Bugüne…
12 Mart geçti. 27 Mayıs geldi. 12 Eylül sırada.
Sağcısı solcusu, ortadaki, ortanın sağındaki dinci medyada eline kalemi alan ya köşelerinde ya da manşetlerde 12 Mart’ta izlediğimiz gibi şimdi 27 Mayıs’a veryansın ediyor.
Yassı ada duruşması tutanaklardan gün ışığına çıkarılıyor.
Utanç verici fotoğraflar yayımlanıyor.
Ama 27 Mayıs’tan önceki günlerden, köşe yazılarında, manşet haberlerde, tek satırla söz edene rastlanmıyor.
Ama 27 Mayıs’tan önceki günlerden, köşe yazılarında, manşet haberlerde, tek satırla söz edene rastlanmıyor.
Örneğin o günlerin medyasını anımsayalım.
Milli Birlik Komitesi Adnan Menderes’in sehpada sallanan resimlerini dağıttı.
Bir siyaset adamını, bir döneme 10 yıl başbakanlık yapan bir insanı idam sehpasında sallanırken gösteren fotoğrafı gazetelerin hepsi yayımladı. Gazetenin patronu Haldun Simavi emri ile yalnız Hürriyet yayımlamadı.
Başta Celal Bayar, bütün Demokrat Parti milletvekilleri Kayseri Cezaevi’ne gönderildi.
Hürriyet, Kayseri’den muhabiri Berberoğlu’ndan DP’lilerle ilgili her gün aldığı haberleri yayımladı.
O günlerden DP’yi değil övmek, DP’lilerden tarafsız bir gözle söz eden bir haber, bir yazı yazmak suçların en büyüğü idi ve -isimlerini yazmak istemediğimiz- kimi CHP milletvekilleri ima yoluyla da olsa böyle izlenim veren gazetecilere sokaklarda bile “kuyruk, kuyruk” diye seslenirlerdi.
***
Yıllarca sürdü husumet. Yıllarca eski DP’lilere, Adnan Menderes’e olumsuz baktı medya.
Bu geçmiş günlerin bir yüzü.
Bugün medya 12 Mart’ı, 27 Mayıs’ı eleştiriyor. Türkiye’ye olumsuz etkilerini sıralıyor, yazıyor.
Elbette o günleri, darbelerin ülkeye bir şey kazandırmadığını, tersine pek çok evrensel değerleri alıp götürdüğünü yazmak, yeni nesillere ders çıkarmaları için anlatmak bir görev.
Ne ki, bu anlatımın bugün eksik bir yanı var: 12 Mart’a, 27 Mayıs’a nasıl geldik?
Darbelere gerekçe oluşturan olaylar nelerdi?
Öncesi ve sonrası birlikte sorgulanmadıkça, topluma her açıdan gerçeği nasıl anlatacağız?
12 Mart, 27 Mayıs ve (sırada 12 Eylül) sonrası yazılıyor, irdeleniyor, eleştiriliyor, hatta lanetleniyor. Elbette darbeler, irdelenmeli, eleştirilmeli.
Ama 12 Mart muhtırası sırasında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal, siyasal durum neden yazılmıyor, irdelenmiyor.
27 Mayıs’ı anarken önceki günler anımsanmıyor bile; tek yanlı yayınlar sürüyor.
Yakın tarih tek yanlı anlatılacaksa… tarihe tanıklık eden gazetecilik de buysa…
***
Dün Zaman gazetesi “Darbenin 50. yılında ilk kez yayımlanan fotoğraflarla Yassıada – İşte 27 Mayıs’ın utanç belgeleri” başlığı altında bir diziye başladı.
Yassıada gerçeğini topluma duyurmak elbette gerekli bir gazetecilik görevi.
Ama günümüzün sivil darbe heveslilerinin, Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak sivil darbe girişimlerini yazılara, dizelere konu yapmak gerekmiyor mu?
12 Mart, 27 Mayıs (12 Eylül) öncesi toplum kamplara bölünmüştü. Bugün de!
Tek adamlığa soyunanlar o günlerde de vardı. Bugün de!
O günler başka, bugünler başka diyorsanız eğer; mantık buysa, tek adam heveslilerinden kurtulmamızın olanağı yok!
***
Brezilya yolunda Kılıçdaroğlu’nun eleştirilerine ne diyeceğini soran gazeteciyi RTE, “Başbakan ne diyor sen ona bak!” diye tersledi.
Aynı soruyu yinelemek isteyince gazeteci, RTE yine, bu kez sesini yükselterek, “Başbakan ne diyorsa ona bak!” dedi.
Bu küçük örnek bile tek adamlığa hevesli, “Benden başka konuşacak, sözü dinlenecek yok” diyen bir kafanın ürünü değil mi?
Ana muhalefet genel başkanının toplumsal açılımlarını “hakara makara” gibi, -Cüneyt Özdemir’in CNNTürk’teki programında, bütün çabalarına, araştırmalarına karşın- argo sözlüğünde de bulunmayan birtakım sözcüklerle hakarete varan yakıştırmalar yapması, kendinden başka siyaset adamı tanımadığına inandığının işareti değil mi?
***
Önceki gün yazdık: Prof. Hurşit Güneş, CHP Parti Meclisi’ne seçildikten sonra Milliyet’teki yazılarına son verdiğini açıkladı. Bir ilim adamının etik değerlere ne denli önem verdiğini gösterdi.
Dün de CHP Parti Meclisi’ne seçilen Anayasa Profesörü Süheyl Batum da, Vatan’da “bir dönemin sonu”nu yazdı ve gazetedeki köşesine “veda” etti.
Gazete üzerinden, gazeteyi kartvizit olarak kullanarak siyaset yapmanın etik bir davranış olmadığını sergileyen bu iki örnek, acaba köşelerinden siyaset yapmayı sürdürenlere bir ders olacak mı?
Hem siyaset hem de gazetelerde veya TV’lerdeki kadrolu görevlerine devam edenlerin kıvranmalarına bakıyorum da… umutsuzluğa kapılanlara hak veriyorum.
..