Cemal Madanoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cemal Madanoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2015 Pazartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 13





TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 13



ASKERİ MÜDAHALENİN YÖN DEĞİŞTİRMESİ: 9 MART’A KARŞI 12 MART



Komutanlar tarafından, hiyerarşi dışı bir darbenin önlenebilmesi için şöyle bir tedbir düşünüldü: doğrudan müdahale yerine sert tonlu bir muhtıra verilecek;
işbaşındaki hükümet istifaya zorlanacak; tarafsız biri başbakanlığa getirilecek ve özlenen reformlar peyderpey yapılacaktı. 

Böylece 9 Mart 1971 günü, idareyi doğrudan ele almayı hedefleyen genç ekip frenlenerek hem gidişat karşısında hiçbir şey yapılmadığı yönündeki rahatsızlık giderilirken; hem de rahatsızlıkların merkezi konumundaki hükümete işten el çektirilmiş olacaktır. 9 Mart hareketi hakkında Ertuğrul Kürkçü’nün şu yorumu önemlidir:12 Mart Muhtırası, bu 1970 yazından 1971 baharına kadar geçen süre içerisinde olgunlaştı. Bir bütün olarak baktığımız zaman -hikâyeyi herkesin 
de bildiğini tahmin ediyorum- aslında 12 Mart Muhtırası demin sözünü ettiğim bu orta kademe generallerin 8 Mart’ı 9 Mart’a bağlayan gece yapmaya kalkıştıkları ama başaramadıkları darbenin Genelkurmay Başkanı tarafından yumuşatılarak düzenin içerisine entegre edilmesi hâlidir diye özetleyebilirim. 

198 Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler (Üç Dönemin Perde Arkası), İstanbul: Milliyet Yayınları, 1985, s.233. Bu eserin kritik edildiği bir çalışma için bkz. Cengiz Sunay, "Muhsin Batur'un Anılarında 27 Mayıs, 12 Mart ve Sonrası", Düşünen Siyaset, Yıl: 2009, Sayı: 25, 257–278.
199 Batur, Anılar ve Görüşler, s.277.
200 Müşerref Hekimoğlu, 27 Mayıs’ın Romanı, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1975. s.138.


Bu 8–9 Mart darbesine girişenler Türk Silahlı Kuvvetlerinin şöyle bir geleneği olduğunu göz önünde tutarak Silahlı Kuvvetlerin hiyerarşini yansıtan bir düzene darbelerini sokmazlarsa ordunun tümlüğünü sağlamayacakları endişesinden ya da bu gelenekten hareketle planlarını kuvvet komutanlarına taşıdılar, eldeki bilgilere göre böyle oldu. Memduh Tağmaç dışında özellikle Muhsin Batur ve Faruk Gürler -Deniz Kuvvetleri Komutanının adını bile hatırlamıyorum,201 demek ki o zaman o kadar önemli değildi ve Jandarma Komutanı o zaman üst komutanlar arasında sayılmıyordu- bu iki komutan, bu darbe girişimini haber aldıkları an aslında kendilerini aşan, kendilerinin örgütlemediği, kendilerinin planlarından çok daha radikal, -çünkü kendileri NATO’cudurlar- NATO’cu olmayan, NATO ilişkilerini sorgulamayı hedefleyen ve radikal bir millileştirme programına sahip olduğunu gördükleri bu hareketi bastırmak için Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’la anlaşma yoluna gittiler.202

Müdahalenin bu şekilde olmasının ekonomi politik sebepleri de bulunmaktadır. Muhtıranın dış boyutunun bu cephesiyle ilgili bir yoruma göre: 
“Gelişmekte olan ülkeleri borçlarını ödemeye zorladılar. Bunun için tek şart ‘içe dönük büyüme’ modelini bırakarak, dışa açılmaktı. 
Döviz kazanmaktı. Türkiye bu değişime direndiği ve ithal ikamesinde ısrar ettiği için 1971 darbesi oldu” 203 denilmektedir.
1970 devalüasyonuyla iktisâdi sahada baş gösteren krizden çıkış yollarının arandığı, iç ve dış meselelerin gitgide daha çetrefil hale gelmeye başladığı bu evrede, parlamentonun kapısına kilit vurulmasının doğru olmayacağı, böylesi bir girişimin yeni hükümetin meşruiyetini zedeleyeceği telkinleriyle, doğrudan müdahale yerine dolaylı bir müdahaleyle yetinilmesi kararına varılmıştır. Söz konusu kur ayarlamasıyla ilgili Hasan Celal Güzel’in yorumu ise şöyledir:
Oradaki ilk devalüasyon meselesiydi. Rahmetli Turgut Bey Müsteşardı. O zaman 10 Ağustosta çok başarılı bir devalüasyon yapıldı. Neticede, bu devalüasyon neticesinde, 1971 Muhtırasına rağmen ilk sıralarda ve bir de birinci petrol krizine rağmen -1971- Türkiye’de belirli bir istikrar vardı ekonomide ve ekonomi dibe vurmadı bu defa. Sonradan, 12 Marttan sonra -çabuk seçim yapıldı biliyorsunuz, 73 seçimleri- bir nevi istikrar ve denge kuruldu. İşte CHP-MSP koalisyonu yapıldı. Ondan sonra da gene bildiğiniz gibi milliyetçi partiler topluluğu, MC koalisyonları yapıldı ve o sırada Sayın Ecevit’in siyasi başarısı da oldu ama buna rağmen iktidara gelemedi. Sonunda, 1978’de meşhur transferlerle hükümeti kurdu.204
Bu noktada 9 Mart olayı ile ilgili farklı görüşlere değinmek gerekir İddialara göre 11 subay 9-10 Mart gecesi ihtilal yapmayı planlamışlar ancak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve kuvvet komutanları tarafından planlarını ertelemeye ikna edilmişlerdir.205 Batur 9 Mart’daki müdahale için “Müdahale zamanı gelmiştir. Hazırlanan plana göre Gürler devlet başkanı, ben de başbakan olacağım, en kıdemli komutan olarak kendisinin emrini bekliyoruz”206 demiştir. 


201 Celal Eyiceoğlu.
202 Ertuğrul Kürkçü’nün 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.30–12.06].
203 Mehmet Altan, Darbelerin Ekonomisi, İstanbul: İyi Adam Yayınları, 2001, s.106.
204 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–14.08].
205 Hale, a.g.e., s.162.
206 Orhan Erkanlı, Anılar Sorunlar Sorumlular, İstanbul, Baha Matbaası, 1982, s.184.


Hasan Cemal’e göre darbe muvaffak olsaydı Avcıoğlu Başbakan, Uğur Mumcu Gençlikten Sorumlu Bakan, Altan Öymen Basın-Yayından Sorumlu Bakan ve Hükümet Sözcüsü, Türkiye Öğretmenler Sendikası Başkanı Fakir Baykurt Milli Eğitim Bakanı, Mümtaz Soysal Dışişleri Bakanı ve İlhami Soysal da MIT Başkanı olacaktı.207 
Başka bir yaklaşıma göre 1965'lerden başlayan ordu içi örgütlenme, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur'la Kara Kuvvetleri 
Komutanı Orgeneral Faruk Gürler'e kadar uzanmış ve Batur’un Hava Kuvvetleri Komutanlığı binası genç subayların “devrim karargahı” haline gelmişti. Bu gruptan radikal darbenin beyin takımı olarak tanımlanan Tümgeneral Celil Gürkan, Hava Tuğgeneral Aydın Kirişçioğlu ve Tuğamiral Vedii Bilget Batur ve Gürler’i endişelendiriyordu. Bunun üzerine iki kuvvet komutanı durumu Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a bildirmiş ve böylece 9 Mart tarihli darbe girişimi engellenmiştir. 208
Bir başka iddiaya göre 9 Mart günü Org. Batur’un evinde yapılan toplantıda müdahale kararı alınmıştı. Bu toplantıya Cumhurbaşkanı Sunay katılırken Genelkurmay Başkanı Org. Tağmaç katılmamıştır. Ertesi gün Yüksek Askeri Şura Salonunda yapılan Genişletilmiş Komuta Konseyi toplantısında müdahale ile muhtıra tartışılmış ve Org. Batur ile Org. Gürler arasında darbeden sonra kimin Cumhurbaşkanı olacağı konusunda anlaşmazlık çıkması üzerine ittifak bozulmuş tur. Bu iddiaya göre 12 Mart herhangi bir darbe olmaktan öte, 9 Mart cuntasına karşı girişilmiş bir operasyondur. Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Batur'un son anda saf değiştirmesi üzerine, 9 Mart 1971'de yapılması planlanan "sol darbe" önlenmiş, ipler tamamen Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın eline geçmiştir.209
Bu görüşlerden sonra olayın nasıl gerçekleştiğine bakmakta yarar vardır. 9 Martçılar tarafından hazırlanan darbe plana göre genç subaylar Tümgeneral Celil Gürkan'ın, Tuğgeneral Aydın Kirişçioğlu'nun ve Tuğamiral Vedii Bilget'in komutası altında harekete geçeceklerdir. Ordunun içindeki genç subaylar, özellikle Hava ve Deniz Kuvvetlerindeki devrimci subaylar, hiyerarşi içinde bir girişim yanlısı olmuşlardır. 9 Martçılar, böyle bir noktadan harekete girişmiştir. 9 Mart günü Hava Kuvvetlerinde bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda aktif bir girişimin stratejisi tayin edilmiştir. Toplantıya hiyerarşinin, genç subaylar tarafından kabul edilen ayakları katılmışlardır. Toplantıda Kara Kuvvetleri 
Komutanı Faruk Gürler’in210 emrindeki grup, darbe önerisini ortaya atmıştır. Ancak Faruk Gürler, bu öneriye karşı çekingen davranmıştır. Öneriyi ileri sürenler, komutanlar katında kızgınlığa neden olmuşlar ve birden hareketin yön değiştirmesine ve 12 Mart Muhtırası’nın verilmesine ortam hazırlamıştır.211 Bu önemli toplantıyı 9 Mart tarihli toplantıda olanları Muhsin Batur212 şöyle anlatmaktadır:

207 Cemal, a.g.e., s. 251.
208 Nazım Alpman, “27 Yıl Sonra Aynı Tartışma” Milliyet, (12 Mart 1998).
209 Ahmet Kekeç, “Cunta Savaşları 2”, Yeni Şafak, 13.3. 2000.
210 Faruk Gürler, 1973-1974 tarihleri arasında Kontenjan Senatörlüğü yapmıştır.
211 Altuğ, “27 Mayıs’tan 12 Mart’a…”, s.290-291.
212Muhsin Batur, 8 Haziran 1974'te Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından Kontenjan Senatörü olarak atandı. Senatörken CHP’ye geçmiştir.

“Mart’ın ilk haftası sonunda silahlı kuvvetlerde tansiyon gittikçe yükseliyordu. Ankara’ya türkiye’nin çeşitli yörelerinde görev yapan kolordu ve ordu komutanları çağrı üzerine gelmeye başlamışlardı. Faruk paşa (gürler) telefon ederek benim karargahıma yanında bazı generallerle gelmek istediğini bildirdi. Toplantıdaki kara generalleri tarafından yapılan konuşmalardan anladığım kadarı ile belirli kişiler ve birlikler hazırlık durumuna geçmişlerdi, eylem için düğmeye basmak yeterliydi… faruk paşa oldukça sinirli ve heyecanlıydı, ama direktifini verdi, ‘hiçbir harekete tevessül edilmeyecek, varsa hazırlıklar durdurulacak, yarın genişletilmiş komuta konseyi toplanıyor, orada alınacak karar beklenmeli dir.’ dedi ve toplantı bitti… 9 mart ne idi, ne değildi? Sonraları çok konuşuldu, çok yazıldı. ‘bir darbe girişimi toplantısıydı’, ‘bir darbe girişiminin durdurulduğu 
toplantıydı’ denildi… 9 mart’ın ne olduğunu kısaca özetlemek gerekirse; eğer alttan bir hareket komutanlara rağmen yapılmak istense idi, yapılırdı. 
Başarılı mı yoksa başarısız mı onu olaylar gösterirdi.”213

Aynı günlerde komutanlar, özellikle Gürler; Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a durumu açmıştır. Faruk Gürler, Memduh Tağmaç ittifakının sonucu, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay durumu kontrol altına almıştır.214 9 Mart darbesi gerçekleştirilmemiştir ancak üç gün sonra emir komuta zinciri içerisinde 12 Mart muhtırası gerçekleşmiştir. Aralarında Muhsin Batur,Faruk Gürler’in debulunduğu dört komutan12 Mart Muhtırası’nın altına imzalarını atmışlardır.
Muhtıra bizzat Batur tarafından kaleme alındı. Metin mevcut şikâyetleri sıralıyor, durumdan parlamento ve hükümetin suçlu bulunduğu belirtilerek anayasanın öngördüğü reformların yapılmayışı eleştiriliyordu. Üç maddelik muhtıranın son maddesinde ise, “Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” şeklindeki iç hizmet kanununa referans verilerek idarenin doğrudan doğruya ele alınacağı belirtilmektedir. Basın, muhtırayı, son maddesini öne çıkararak manşetlerine taşıyordu:

 “Ordu Ültimatom Verdi: Hükümet Çekilsin, Milli Hükümet Kurulmazsa ORDU İdareye El Koyacak”. 215Muhtıranın tam metni şöyleydi:1.Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
2.Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılâp kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
3.Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize…


213 Batur, a.g.e., s.278-279.
214 Altuğ, Kurtul Altuğ, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, 2. Bs, İstanbul, Yılmaz Yayınları, 1991,s.291.
215 Hürriyet, 12 Mart 1971 (Yıldırım Baskı).

MUHTIRAYA YÖNELİK İLK TEPKİLER

Muhtıradan, dönemin Başbakanı Demirel’in saat 13.00’daki radyo haberleri vasıtasıyla haberdar olduğu söylenmektedir. Resmi olarak muhtırayı tebellüğ edip ısrarla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’la temasa geçmeye çalıştığı ancak Sunay’ın böyle bir görüşmeden kaçındığı anlatılmaktadır.216 

Diğer bir görüşe göre ise; Sunay, başlangıçta dönemin MİT Müsteşarı Korg. Fuat Doğu aracılığıyla muhtıranın ilânından iki saat önce, Demirel’e sıhhî sebepler göstererek çekilmesini tavsiye etmiştir. Oysa Demirel, mecliste güvensizlik oyuyla düşürülerek giderse, demokratik rejim içinde çekilmiş olacağını, bunun da bir darbe ipoteğini ortadan kaldıracağını umuyordu.217 Lâkin Sunay, bunun mümkün olmadığını, şu ibret verici cümleyle özetliyordu: “Beni de devreden çıkardılar, Süleyman Bey”.218
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, muhtıraya karşı neden direnmeyi denemediği şeklindeki komisyonumuzca sorulan bir soruya şu cevabı  vermekte dir:
Mesela 12 Mart muhtırasını getirdi, adam Mecliste okudu –kimseyi kötülemek için söylemiyorum- 1 kişi buna itiraz etti.219 Yani şimdi burada, halkı ve halkın temsilcileri ne ölçüde bu işin içerisinde mukavemet yapıyorlar veyahut da yapmıyorlar, âdeta bu işi teşvik mi ediyorlar, yoksa ses çıkarmamak suretiyle –onu başta söyledim- bu aşılsın mı isteniyor?220
Muhtıra, hükümetin yanı sıra cumhuriyet senatosu ve millet meclisine de tebliğ edilmeye çalışılmıştı. Lakin 27 Mayıs darbesi esnasında Hava Kuvvetleri Kumandanı olan ve darbeye bir kuvvet kumandanı olarak katılma teklifini geri çeviren ve bu nedenle bizzat Cemal Madanoğlu tarafından Harbiyelilere tevkif ettirilen,221 Senato Başkanı Tekin Arıburun’un cevabı yine sert olmuştur. Arıburun, aralarında, ismi kontrgerilla yapılanmasıyla anılacak olan Memduh Ünlütürk’ün de bulunduğu TSK’nin üç kuvvetinin temsilcilerinden oluşan heyetin muhtıra tebliğini geri çevirdiği gibi gelenlere şu ikazda bulunuyordu: “27 Mayıs’ın sancısı hâlâ sürüyor. Böyle davranışlar Türk Silâhlı Kuvvetlerine yaramaz”. 222 Muhtıra Senatoda okunduktan sonra Senato Başkanı Tekin Arıburun, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvetler Komutanlarının muhtırada ileri sürdükleri ithamlara Parlamentonun ve bilhassa Cumhuriyet Senatosunun muhatap olamayacağına dair bir görüş dile getirmiştir. Muhtırada “tutum, görüş ve icraatı 
ile Parlamentonun”, yani dolayısıyla Cumhuriyet Senatosunun da, “yurt içinde anarşiye ve kardeş kavgasına sebebiyet vermiş olduğu” ve “kamu ümidini yitirmiş olduğu” ithamı atfedildiğini,

216 Hulusi Turgut, Demirel’in Dünyası 1. Cilt (Bir Liderin Doğuşu 1924-1962; Bir Liderin Yükselişi 1962-1971), İstanbul: ABC Ajansı Yayınları, 1992, s.461.
217 Turgut, Demirel’in Dünyası 1. Cilt (Bir Liderin Doğuşu 1924-1962; Bir Liderin Yükselişi 1962-1971), ss.461–462.
218 Arcayürek, Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi 1965–1971 (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor–5), s.364.
219 Hasan Korkmazcan.
220 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
221 Hekimoğlu, 27 Mayıs’ın Romanı, ss.153–154.
222 Nazlı Ilıcak, 12 Mart Cuntaları (Demokrasinin Sırtındaki Hançer), İstanbul: TİMAŞ Yayınları, 2001, s.140.


Cumhuriyet Senatosunun tutum ve icraatının Anayasa’ya uygun olarak devam ettirildiği, Senatonun bu ithamlarla hiçbir ilgisinin olmadığını belirtmiştir.223 Bu sunuş üzerine özellikle CHP sıralarından Arıburun’a şiddetli bir şekilde tepki gösterilmiş, söylenenlerin Başkan’ı bağladığı, bu görüşlerin Senatoyu bağlamadığı, Başkan’ın derhal istifa etmesi gerektiği dile getirilmiştir.224 
MBG ise muhtıraya destek veren bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride:
“Bütün uyarmalara rağmen iktidarın rejimi bu noktaya getirmiş olmasından büyük üzüntü duymaktayız. Silahlı Kuvvetlerimizin bu devrimci isteklerini, parlamentonun basiretle değerlendirerek gerçekleştireceğini umuyoruz” denilmiştir.225
Muhtıradan sonra bir önceki müdahalenin mimarlarından tabii senatörleri temsilen ilk açıklama Mucip Ataklı’dan gelmiştir. Ataklı, muhtırayı “hukuki ihtilal” olarak nitelemiş, “bunu 1963’ten beri söylüyoruz” diye eklemiştir. Ataklı’nın 1963 yılında ortaya attığı “hukuki ihtilal” tezinde; Kemalist düşünceler dışındaki zihniyetleri tasfiye ederek muhalefeti yasaklayan hukuki bir ihtilal teklifinde bulunmuştur:“Memleketin rejimine parlamentonun sahip çıkmasını, devrimciliğe sosyal ve ekonomik sorunlara eğilmesini bildirdik, bunlar yanlış yorumlandı. 
Bunları söyleyen bizler ve arkadaşlarımız hakkında türlü şeyler söylendi. Bugün bu duruma gelindi.”226

Sunay’la görüşme çabaları, uzun bir uğraştan sonra gerçekleşen ancak umduğu desteği bulamayan Demirel, hükümetin istifasını içeren mektubu Cumhurbaşkanlığı  katına ulaştırırken, mevcut muhtırayı demokrasi anlayışıyla bağdaştıramadığı için istifa ettiğini belirtmekle yetiniyordu. 
Demirel’in 12 Mart Muhtırasına ilişkin olarak bugün yaptığı yorum ise şöyledir:
12 Mart diye bir olayın olmasına sebep yok ama oldu. İşte siyaset bu, siyasetin cilvesi. Altı sene hükûmet olmuş, tek parti hükümeti, ülke şantiyeye dönmüş, bir taraftan İstanbul Köprüsü, bir taraftan Keban Barajı yapılır hâlde, bir taraftan Türkiye'nin her tarafından fabrikalar, tesisler yapılıyor, üniversiteler açılıyor, yüzde 7 kalkınma hızı, yüzde 5 enflasyon ve kimsenin şikâyeti yok. Zaten, bu elli senenin içerisinde aşağı yukarı en iyi dönem Demokrat Parti devridir, 6,5 gibi, ondan sonra gelenler devir de yüzde 6’yla o dönemdir. Şimdi, geliyor size kumanda heyeti muhtıra veriyor, diyor ki: “Parlamento ve hükûmet süregelen tutum ve davranışlarıyla memleketi uçurumun kenarına getirdiler, Atatürk’ün istediği reformları yapmadılar, anayasanın istediği şeyleri yapmadılar. En kısa zamanda bu hükümetin gidip yerine güvenilir kişilerden kurulu bir hükûmet gelmesi. Bu yapılmadığı takdirde İç Hizmet Talimatı’nın işleyeceği, tarafımızdan böyle bir hükûmet kurulacağı…” diye. Peki, yani siz ne zamandan beri hükûmet kuruyorsunuz ki? Bu siyasi rejim. Siyasi rejimin içerisinde teknisyen hükümeti yok. Oraya, hükümete gelen bakanı beğenmiyor. Ya, o bakan da bu ülkenin çocuğu. Okuma yazması yok, yani iyi okumuş değil. Pekâlâ, işte avukat, 
doktor memlekette bulunan insanlar bunlar. Bunun tahsili mahsili hepsi böyle. Şimdi, düşündük taşındık ki Cumhurbaşkanı dedi ki: “Beni aştılar.” Nereye gideceğiz? Hükûmet, gelin, kardeşim, bizim yapacağımız bir şey var: “Ey Genelkurmay Başkanı, gel, bizi al buradan.” O zaten almayı kafaya koymuş. Biz dedik ki: “Ya, bu Parlamentoyu biz kapattırmayalım. Parlamento açık dursun, biz burada birtakım işleri gene yaparız.” Benim yaptığım en önemli hadiselerden birisi o Parlamentoyu kurtarmaktır. “O şapkayı aldı, gitti.” diyor ya adam.

223 CSTD, C: 64, B:51, 13.3.1971, s.373.
224 CSTD, C: 64, B:51, 13.3.1971, s.373-375.
225 Milliyet, 14.4.1971, s.1.
226 Akşam, 13.3.1971, s.1.


Yani ben giderken telaşla şapkayı bırakacak hâlim yoktu ki. Şapka benim öz şapkam yani. Kime bırakacağım yani? İşin şakası.227

Muhtıra sonrası yaşanacaklardan bihaber kimi sol çevrelerin ilk tepkisi olumludur. Sağ ise, seçimle geldiği iktidardan bir kez daha süngü zoruyla 
uzaklaştırılışının burukluğu içindedir. Muhtıraya karşı CHP’de ise güçlü bir muhalif ses yükselmektedir, CHP Genel Sekreterliği vazifesini yürüten 
Bülent Ecevit, görevinden istifa ederken aslında, muhtıranın kendisinin temsil ettiği ortanın solu hareketine karşı yapıldığı iddiasını dile getirmektedir.228 Ecevit bu tepkisini daha sonra açıklarken olaya doğru teşhis koyduğunu belirtiyor; 12 Mart sonrası sola karşı gösterilen sert tavrı beklediğini söylüyordu ancak muhtıranın hedefine ulaşamamasının sebebinin toplumun demokrasiyi artık özümsemiş olmasına bağlıyordu.229 Demirel ise darbecilere hesap sormak bir yana direnme azmini bile bulamadığı yönündeki eleştirileri bugün, şöyle cevaplamaktadır:Şimdi “Darbecilerden niye hesap sormadınız?” diyorsunuz. Neyle soracaktım hesabı? Kiminle? Hangi Cumhurbaşkanıyla, hangi Parlamentoy la? Hangi mahkemeyle, neyle soracaktım? Siyaset imkân sanatıdır, her şeyi yapamazsınız ama ben dayandım. Bakınız, ben darbecilere “Aferin” mi dedim? Ama ben yine geldim. Yani 71 muhtırasını yiyen benim ama 75’te ben yine hükümetim. Hem nasıl hükümetim? Zorlayarak değil, zorlanarak. 79’da ben yine hükümetim. Niye? Zorlanarak hem. Peki, darbeciler… Nihayet darbeciler bizden kurtuldular, on sene yasak getirdiler. On senenin yedi senesini çektik. Yedi sene evimizde oturduk. Bu demokrasi denen şey kolay olmuyor yani. Gelene gidene nasihat ettik, dedik ki “Bakın, bazı yanlış işler olur, devlete küsmeyin, halkımıza küsmeyin, milletimize küsmeyin, ülkemize küsmeyin. Yanlış işler olur kardeşim.” Ben burada oturuyorum. Hem öyle bir yaşta oturuyorum ki çok hizmete müsait bir yaş, yani elli beş, elli altı yaşındayım, oturuyorum burada. Onun için, biraz sabırlı olun, sabırlı oldum.230


9 MARTÇILARIN ÖNDE GELENLERİNİN TASFİYE EDİLMESİ

Ordu içinde, hükümetin işbaşından uzaklaştırılmasının sevinci yaşanırken bu kez mücadele, içerideki radikallere karşı verilmeye başlanacaktır. 9 Mart darbesinin tehir edilmesinin müsebbipleri bu kez 9 Martçılara karşı harekete geçiyorlar ve başta Celil Gürkan olmak üzere hemen tamamını tasfiye ediyorlardı. Emekliye sevk edilen 5 generalin kumanda zincirine aykırı davranmaktan dolayı bu işleme tabi tutuldukları belirtilmiş, Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tuğgeneral Mehmet Tuğcu’nun ise görev yeri Erzurum’a nakledildiği için kendisinin emekliliğini istediği açıklanmıştı. 

227 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
228 Ecevit’in bu karşı çıkışının samimi olmadığı, muhtıradan sonra kaleme aldığı ve 12 Mart’ı onaylar nitelikteki kimi yazılarından derlenen bir kitapta iddia edilmiştir. Bkz. Necip Mirkelamoğlu, Ecevit Ecevit’i Anlatıyor, İstanbul: Kervan Yayınları, ty, ss.235–240.
229 Bülent Ecevit, Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar, (İsmail Cem ile röportaj), Ankara: Ajans-Türk Matbaacılık, 1975, s.20.
230 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].


Emekli edilen generallerden Tümg. Şükrü Köseoğlu, Genelkurmay Merkez Dairesi Başkanlığı; Tümg. Celil Gürkan, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Program Koordinasyon Dairesi Başkanlığı; Tuğa. Vedii Bilget, Deniz Kuvvetleri Teknik Dairesi’nde, Tuğg. Ömer Çokgör’ün ise Hava Kuvvetleri Harekât Dairesi Başkanlığı vazifelerinde bulunduğu ifade edilmektedir.231
15 Mart’ta zorunlu emekliye sevk edilen general ve subayların emeklilik kararnamesi, müstafi olmasına rağmen henüz yeni hükümet kurulamadığından göreve devam eden hükümetin başındaki Süleyman Demirel’e imzalattırılıyordu. Geçmiş yıllardan bu yana ordudaki tayin ve terfilere müdahil olmuş olan Danıştay, bu kez emekliye sevk işlemlerinin iptaline ilişkin olarak, generallerin başvurusuna muhatap oluyordu. Danıştay’ın bu hususlardaki tutumunu bilen muhtıracılar, adli yargıdaki çift başlılığa bu kez idari yargıyı da ekliyorlar; asker şahısların idari işlemlere karşı yargısal başvuru mercii olarak ihdas edilen Askeri Yüksek İdare Mahkemesini devreye sokuyorlardı. Söz konusu yeni mahkemenin 
kuruluşuyla birlikte elindeki başvurular konusunda görevsizliğine hükmeden Danıştay’ın dosyaları yeni mahkemeye intikal ettirmesi neticesinde, taleplerin reddi sağlanmış oluyordu. Ordu içindeki temizlik harekâtı bu şekilde tamamlanın ca, 12 Mart’ı sevinçle karşılayan kimi çevreler şunun idrakine varırlar ki, yeni kurulacak askeri vesayet altındaki hükümet, hiçde bekledikleri tarzda çalışmayacaktır.

9 Mart olayı bazı Senato üyelerinin de bu işin içinde olması çerçevesinde önem kazanmış ve Cumhuriyet Senatosunda görüşülmüştür. Bu görüşme 3 Ağustos 1971 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını değiştirme, TBMM’nin görevini yapmasına zorla engellemeye girişme suçundan, Sıkıyönetim Mahkemesince tutuklanmasına karar verilen 22 kişi içinde bulunan, Cumhuriyet Senatosu Cumhurbaşkanı’nca seçilen üyeleri Cemal Madanoğlu ile Osman Köksal'ın yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasının görüşüldüğü oturumda gerçekleştirilmiştir.
Adalet Komisyonu üyeleri Mustafa Tığlı, Nuri Demirel, İbrahim Tevfik Kutlar, Zihni Betil ve Mucip Ataklı'dan232 oluşan heyet Madanoğlu ve Köksal’ı dinlemiştir. Cemal Madanoğlu konuşmasında, iddiaları reddederek bunun bir tertip olduğunu beyan etmiştir. Buna rağmen, bu isnattan kurtulabilmesi için dokunulmazlığının kaldırılmasını kendisinin de istediğini ifade etmiştir. Osman Köksal konuşmasında, iddiaları ret ve bunun bir tertip olduğunu ifade etmiştir.233

Cumhuriyet Senatosu tarafından hazırlanan raporda cunta oluşumunun 1967’den beri MİT tarafından takip edildiği ve mahkeme tarafından gönderilen dosyada kuvvetli deliller olduğu ifade edilmiştir. Burada dikkat çeken nokta kendisi de bir Senato üyesi olan Madanoğlu’nun dosyada fotokopisi olan ve yazısının kendisine ait olduğunu beyan ettiği yazıda Cumhuriyet Senatosunun lağvedilmesi ile yerine Devrimci Genel Kurul (DGK) kurulmasını öngörmesi dir.234 Bu durum da ayrıca belirtilerek Madanoğlu ve Köksal’ın dokunulmazlık larının kaldırılması talep edilmiştir.



231 “Ordudaki İşlemin Sebebi Belli Oldu”, Hürriyet, 18 Mart 1971.
232 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.332.
233 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.333.
234 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.335.


Komisyonda yapılan oylamada Cemal Madanoğlu hakkındaki karar on üç üyeden birinin muhalif, birinin çekimser oyuna karşılık on bir üyenin oyuyla Osman Köksal hakkındaki karar da sekiz üyenin oyu ile benimsenmiş, Cumhuriyet Senatosu kontenjan üyeleri Cemal Madanoğlu ile Osman Köksal'ın yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar verilmiştir.235
Ret oyu veren Tabii Senatör Mucip Ataklı gerekçesinde bütün iddiaların MİT elemanı Mahir Kaynak'ın teyp bantları ile tespit ettiği bilgilere ve verdiği raporlara dayandığını, teknik gelişmeler her türlü montajı mümkün kıldığından ve sadece teyp bantlarının delil sayılamayacağını belirtmiştir. 27 Mayıs ekibi içerisinde Atatürkçülük görüşü dışında ve kendi anayasalarının hudutlarını aşarak komünizme hizmet edecek bir ferdin bulunmasının mümkün olmadığını, Cemal Madanoğlu ve Osman Köksal'ın Marksist bir zihniyete dayalı düzen değiştirme ithamının en büyük insafsızlık olacağını vurgulamıştır.236 Osman Köksal hakkında ret oyu verenlerin ortak görüşü hakkında daha fazla yazılı delilin olmaması yönündedir.237
En ilginç konuşma Ahmet Yıldız’dan gelmiştir. Yıldız biraz da Senatonun varlığı ve yetkileri noktasından yaşanan tartışmalara da atıfta bulunarak:“Sayın Madanoğlu ve Sayın Köksal'ın burada devrimciliğe yaraşan bir davranışla, elbette ki dokunulmazlığın kaldırılmasından yanayım. Bir kez daha “Türkiye Cumhuriyeti Senatosu ciddi işlerle uğraşmıyorsunuz” suçlaması ile mahkemeden kararın geri dönmemesini dilerim. Başvurup vurmayacaklarına ben karışmam. Ama eğer bir daha dönerse -iki defa oldu- ciddi işlerle uğraşın, der gibi bu yüce organın haysiyetini koruyanlar, onun kararlarının böyle bozulmamasını, ciddi kararlar vermesini de sağlamakla görevli olduğunu hatırlatmak ve bunun gereğini yapmak için ben dokunulmazlığın kaldırılmamasından yanayım”238 demiş ve tavrını ortaya koymuştur.
Tüm bu konuşmalar sonunda oylamaya geçilmiştir. 12 Mart Muhtırası’ndan sonra Başbakan Nihat Erim’in imzasıyla Senato Anayasa ve Adalet Komisyonuna gelen tasarı ile Madanoğlu’nun dokunulmazlığı 26 hayır oyuna karşılık, 98 evet oyu ile kaldırılmıştır.239 Madanoğlu Anayasa Mahkemesi’ne başvurmayı reddederek, tıpkı bazı tabii senatör arkadaşları gibi, “Anayasayı tağyir ve tebdil ederek, TBMM’yi görevden alıkoymak için gizli bir ittifak kurmak” suçundan hakim karşısına çıkmıştır. Madanoğlu ile beraber; Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, İlhan Selçuk, Altan Öymen gibi gazeteci yazarlar da yargılanmıştır.240 Madanoğlu 6 Eylül 1971’de tutuklanmış, açılan dava 2 Ekim 1974’te tüm sanıkların 
beraat etmesiyle sonuçlanmıştır.241

235 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.335.
236 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.337.
237 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.338-339.
238 CSTD, C: 66, B:96, 3.8.1971, s.382.
239 Milliyet, 3.7.1971, s.1.
240 Milliyet, 20.7.1971, s.9.
241 Milliyet, 3.10.1974, s.7.


12 MART MUHTIRASININ VERİLMESİNDE İÇ ETKENLERİN ROLÜ


Türk solu açısından: TİP’in, iktidar yürüyüşünde bekleneni verememesiyle artık ülkedeki rejimin adı: Filipin, cici ve sandıksal demokrasi olarak küçümseniyor; sosyalizme gidiş yönünde silahlı bir mücadeleden başka hiçbir çözümün geçerli olmadığı savunuluyordu.242 

Türk solunun önceki dönemlerin aksine gitgide taban bulmaya başlamasının tarihi, altmışlı yıllardır, denilebilir. Yirminci yüzyılın başında dar bir aydın hareketi olarak filizlenen Türkiye solu, Marksist klasikleri batı dillerinden okuyarak bilinçlenen kısıtlı sayıdaki entelektüelin müktesebatındaydı. 

Zaman içinde TCK 141-142’nci maddelerinin gölgesinde Haydar Rıfat tarafından neredeyse kuşa çevrilerek yapılan tercümelere rağmen az da olsa belli bir taban bulmuştu lakin özellikle altmışlı yıllarda, görece yetkin tercümelerle özellikle yüksek öğrenim gençliğinin istifadesine sunulmuş; bir Marksist külliyat da ortaya konulmuştu. Bu yayın bolluğunun, üniversite öğrencileri arasında sol bilinçlen meyi sağladığı söylenebilir.Bu çerçevede başlayan sol siyasi örgütlenmeler, sayıca çok olmayan ancak etkinliği yüksek özellikler göstermeye başlıyordu. Üniversitelerde faaliyete geçen Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) Devrimci Gençlik Federasyonu’na (Dev-Genç) dönüşüyor; kimi ulusal meseleler antiemperyalist bir ruhla işleniyor; (Petrol Kanunu, Amerikan üsleri gibi) özellikle üniversite yerleşkelerinde, fakülte binalarında yoğun bir propaganda furyası 
estiriliyordu.243 Furyayı estirenlerin sadece öğrencilerden ibaret olmadığı, örneğin dönemin ODTÜ rektörü olan Prof. Dr. Erdal İnönü,244 

Ankara Üniversitesi SBF Dekanı Prof. Dr. Mümtaz Soysal245 gibi isimlerin aşırı solu koruyup kolladığı iddiaları daha 12 Mart öncesinde dillendirilir olmuştur.
Gerilimin tırmanmaya başlamasından sonra, sola karşı duyulan tedirginlik aynı tabanda farklı ideolojik saiklerle hareket eden başka kesimlerden de aksülameller gelmesine neden olmuştur. Yakın dönem Türkiye tarihine “Kanlı Pazar” olarak geçen 16 Şubat 1969 Olayı, çatışma olgusunun kitlesel mahiyete dönüşmesinin ilk örneği olarak görülebilir.246 ABD 6. Filosunu protesto etmek isteyen bir gruba, başka bir grubun saldırmasıyla yaşanan olaylarda 2 kişi ölmüştür. Türk-Amerikan ilişkilerinin başlangıçtaki havasının nasıl aksi istikamete dönüştürdüğü noktasında, 16 Şubat 1969 tarihi, bir anlamda milat olarak kabul edilebilir.247


242 Bu ifadelere bir örnek olması açısından bkz. “Cici demokrasi için pazarlık”, Devrim, 23 Aralık 1969. aktaran: Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, İstanbul: Doğan Kitapçılık AŞ, 1999, ss.192–193 arasındaki numaralandırılmamış sayfalar.
243 Petrol Kanunu uyarınca, yabancı petrol şirketlerinin, başka ülkelere sattıkları fiyatlardan % 35 daha pahalı petrolü Türkiye’ye sattıkları iddia edilmektedir. Bkz. Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, İstanbul: May Yayınları, 1975, s.66.
244 “Ülkü Ocakları, Erdal İnönü’nün banka soyanlarla görüşme yaptığını ileri sürdü”, Tercüman, 21 Ocak 1971.
245 Bkz. A. Baki Tuğ, Türkiye Gerçekleri ve Soysal Davası (12 Mart 1971), Bursa: Ak Ofset, 1995.
246 “Taksim’de 30 bin kişi dövüştü 2 ölü var”, Akşam, 17 Şubat 1969. Ayrıca bkz. Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, s.162 vd.
247 O dönemin havasını yansıtan şu habere bkz. “Dost Amerikan filosu hararetle karşılandı. Amiral Biery’nin ‘Son Posta’ya beyanatı: 
Samimî bir dostluğun nişanesi olarak sahillerinizi selâmlarız”, Son Posta, 3 Mayıs 1947.


14 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..



..