Cazim Gürbüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cazim Gürbüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2017 Perşembe

SATA SATA BİTİREMEDİLER İŞTE SON DURUM!

SATA SATA BİTİREMEDİLER İŞTE SON DURUM!
SATA SATA BİTİREMEDİLER İŞTE SON DURUM! _ CAZİM GÜRBÜZ HOCAMA HABER İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.. Vatan Topraksa Eğer Ormansa nehirse madense vatan İşçiyse köylüyse aydınsa vatan Yani yapıp yaratmaksa her şeyi yeni baştan Sevmeyi yeni baştan Alkışı yeni baştan Bir hesabı vardır bunun sorulur Bir hesabı soracaklar bulunur Akgün karagünden öcünü alır bir gün (Hasan Hüseyin Korkmazgil) 3 Kasım 2002 seçimlerinde beklenen oldu, AKP geldi tek başına iktidara. Söz ve söylemleri belliydi, dış bağlantıları, dışarıya verdiği güvenceler belliydi. AB ve ABD ne derse yapılacaktı kayıtsız şartsız. Kolları sıvadılar, öyle de yaptılar. AB’ye girmeliydik ne olursa olsun. Dünyada düşecek yer arayan “sıcak paraya” da yol verilmeliydi mutlaka, kurtuluş ondaydı. Türk lirası mevduatın faiz oranını, döviz kurunu aşacak oranda artırarak verdiler bu yolu. Geldi sıcak para, TL’ye çevrildi, yüksek faizden yararlandı, sonra borsaya girdi, oradaki yükselişten yararlandı, 1 milyon dolar getiren, bir yıl sonra 1 milyon 600 bin lira alarak çekip gitti. Dışarıya transfer edilen bu “tatlı kârı” millet olarak hepimiz ödedik. Ödedik ya, bu işin etkisi bu kadarcık değil. TL’ye verilen bu yüksek faiz, gizli çıpa olarak döviz kurunu aşağı bastırdı. Kuru aşağıda tutarak enflasyonu da aşağıda tutmaktı amaçları. Bunu başardılar ama ithalat patladı, patladı çünkü, dışarıdan almak içeriden almaktan daha cazip hale geldi. Bu caziplik Anadolu’da onlarca fabrikanın canına okudu. Çin malları sardı ortalığı. Dış ticaret açığı ve cari açık, Cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırdı. 2002 yılına dek tüm cumhuriyet tarihi boyunca 44 milyar dolar cari açık veren ülke, 2002-2012 döneminde 364 milyar dolar cari açık vermiş oldu. Özalizm ödünsüz olarak sürdürülecekti, kararlıydılar. Devlet sanayi ve ticaretten elini çekecek, nesi var nesi yoksa satacaktı. İlk AKP Hükümetinin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan “Babalar gibi satarım” diyordu… Sattılar… Müslümanlık taslayanlar, Müslüman’ın malını gâvura da sattılar… Cumhuriyet’in seksen küsur yıllık birikimleri elden çıkarıldı, bu elden çıkarmalar daha üretken alanlara yatırılmak yerine, cari açığın finansmanında kullanıldılar. Yani gelecek satıldı… Neler Satıldı bir bakalım: AKP’NİN DÖNEMİNDE SATILAN BÜYÜK İŞLETMELER TAKSAN GERKONSAN SEKA Afyon işletmesi SEKA Balıkesir işletmesi SEKA Çaycuma işletmesi SEKA Kastamonu işletmesi SEKA Aksu işletmesi SEKA Taşucu Tersane Alanı SEKA ya ait 4 taşınmaz TZD Sakarya işletmesi THY USAŞ Sümer Holdinge Ait Merinos Halı Fabrikası SÜMER HOLDİNG ERYAĞ SÜMER HOLDİNG Adıyaman işletmesi SÜMER HOLDİNG 117 adet taşınmaz KBİ 103 arsa, 89 lojman EBÜAŞ-MEYBUZ EBÜAŞ 54 taşınmaz TEKEL Kaya Tuzu İşletmesi TEKEL 30 taşınmaz ESGAZ BURSAGAZ İZGAZ ETİ BAKIR ETİ GÜMÜŞ ETİ KROM ETİ ELEKTROMETALURJİ A.Ş Çayeli Bakır işletmeleri A.Ş KBİ Samsun işletmesi KBİ 65 adet taşınmaz DiV-HAN A.Ş Amasya Şeker Fabrikası Kütahya Şeker Fabrikası TÜMOSAN SÜMER HOLDiNG Malatya işletmesi SÜMER HOLDİNG Bakırköy işletmesi SÜMER HOLDİNG Diyarbakır işletmesi SÜMER HOLDİNG Çanakkale Deri işletmesi SÜMER HOLDİNGE Ait 108 Adet Taşınmaz SÜMER HOLDİNG Ortadoğu Teknopark A.Ş SEKA Karacasu işletmesi SEKA Ankara Alım Satım Binası Müdürlüğü SEKA Ardanuç işletmesi Varlıkları TÜGSAŞ TÜGSAŞ Gemlik Gübre San. TAŞ TÜGSAŞ-İGSAŞ HiSSELERi % 100 TÜGSAŞ Urfa Depoları arazisi TÜGSAŞ 23 taşınmaz İGSAŞ Kütahya Gübre Varlıkları TEKEL Alkolü içkiler San. A.Ş TEKEL 60 adet taşınmaz TEKEL İnegöl Kibrit Fabrikası T.A.Ş TEKEL Gemlik Sun.ip.Mües. T.A.Ş TEKEL Tuzluca Tuzlası TEKEL Sekili Tuzlası EBÜAŞ Samsun Soğuk Hava Deposu EBÜAŞ Manisa Kombinası EBÜAŞ Manisa Arsası EBÜAŞ’a ait 101 adet Taşınmaz TDİ ANKARA FERiBOTU TDİ Samsun Feribotu PETKİM 2adet taşınmaz TEDAŞ 1 arsa, 1 adet trafo binası TEDAŞ 1 adet taşınmaz ATAKÖY Turizm A.Ş. ATAKÖY Otelcilik A.Ş. ATAKÖY Marina ve Yat işletmesi SÜMER HOLDİNG Beykoz işletmesi SÜMER HOLDİNG İstanbul İmar LTD.ŞTi SÜMER HOLDİNG 2 adet Taşınmaz TDİ Karadeniz Gemisi TEKEL Kristal Tuz Rafinerisi TEKEL Kağızman Tuzlası TEKEL 49 adet taşınmaz TÜPRAŞ 2 adet taşınmaz TDİ 1 Adet Taşınmaz SEKA 5 Adet taşınmaz KÖY HiZMETLERi GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Tasfiye Edildi), SSK Hastaneleri (Tasfiye Edildi) SSK Eczaneleri (Tasfiye Edildi) SEKA Kocaeli Fabrikası ve arsası Sümer Holding Sarıkamış İşletmesi Sümer Holding Sivas Dokuma Fabrikası Sümer Holding Manisa Pam. Men. A.Ş. Sümer Holding Makine Ve Teçhizat Sümer Holding 32 Adet Taşınmaz TÜGSAŞ Samsun Gübre Sanayi A.Ş. TEKEL 5 Adet Taşınmaz Karayolları Araç Muayene istasyonları DSİ ERCİYES Sosyal Tesisi Bayındırlık Ve iskan Bakanlığı ERCİYES Sosyal Tesisi Karayolları ERCiYES Sosyal Tesisi TEKEL Sigara Fabrikaları Sümer Holding Bergama Pamuk ipliği Fabrikası TEKEL Sigara Fabrikalarına Ait Taşınmazlar TEKEL Puro Fabrikaları TEKEL Alkol işletmelerine Ait Taşınmazlar Sümer Holding Tercan Ayakkabı işletmesi TCDD Mersin Limanı Adapazarı Şeker Fabrikası Ereğli Demir Çelik Fabrikası İskenderun Demir Çelik Fabrikası Yarımca Porselen Fabrikası Romanyadaki Silisli Sac Fabrikası Divriği Demir Madeni Hekimhan Demir Madeni Kırıkkale Çelik Çekme Boru Fabrikası BORÇELİK TÜPRAŞ PETKİM TÜRK TELEKOM KIBRIS TÜRK HAVA YOLLARI TÜGSAŞ Toros Gübre Fabrikası TÜGSAŞ Tekirdağ, Tarsus, Fatsa Depoları Seydişehir Eti Alüminyum A.Ş. OYMAPINAR BARAJI ETİ Alüminyuma Ait Madenler Emekli Sandığı Ankara Emek işhanı Emekli Sandığı İstanbul Hilton Oteli. Boğaz Köprüleri ve Otoyolların Gelirleri. SATILAN LİMANLAR Ege Denizindeki Limanlarımız: İzmir Limanı: 1 milyar 275 bin dolara, Hong-Kong merkezli HutchisonWhampoa şirketine satıldı. Türkiye’nin en büyük konteyner ihracat limanı olan İzmir Alsancak limanından yılda ortalama 30-35 milyon T.L net gelir elde ediliyordu. Kuşadası Limanı:2.7.2003 tarihinde 24 milyon 300 bin dolara Siyonist Sami Ofer’e verildi. Dikili Limanı: 20.11.2003 tarihinde 4 milyon 250 bin dolara Dikili Liman ve Turizm İşletmeleri A.Ş’ye satıldı. Akdeniz’deki Limanlarımız: İskenderun Limanı: 9.9.2005 tarihinde PSA-Tekfen ortaklığına satıldı ancak satış sonradan iptal edildi. Mersin Limanı: 4.8.2005 tarihinde Singapur PSA’ya satıldı. Eylül 2005’de satış iptal edildi. Marmara Denizindeki Limanlar: Zeytinburnu Limanı: Paravan şirketler aracılığıyla Siyonist Sami Ofer’e satıldı. Tekirdağ Limanı:104.923.599 dolara Akkök Şirketler Grubuna satıldı. Bandırma Limanı:175 bin dolara çelebi OGG’ye teslim edildi.(1) Bunların dışında AKP öncesi iktidarlarca Marmaris, Antalya, Alanya, Sinop, Ordu, Giresun, Rize, Hopa limanları satılmıştı. AKP döneminde daha sonra şu satışlar oldu: Derince Limanı 2014 yılında Safi Katı Yakıt Şirketi’ne 543 milyon dolara, İskenderun limanı LimakA.Ş’ye 2010 yılında 372 milyon dolara, Samsun Limanı 125.200.000.-ABD Doları bedelle Ceynak Lojistik ve Ticaret A.Ş.’ne 31.03.2010 tarihinde 36 yıl süreyle işletilmek üzere devredilmiştir. Trabzon Limanı 22.4 milyon dolar ile Albayrak Turizm A.Ş. verildi. PEKİ HANGİ KURULUŞ KİME SATILDI, BİR DE BUNA BAKALIM: Türk Telekom Araplar’a Telsim İngilizler’e Araç muayene işi Almanlar’a Başak Sigorta Fransızlar’a Adabank Kuveytliler’e Avea Lübnanlılar’a PetkimAzeriler’e Tekel’in İçki Bölümü Amerikalılar’a Tekel’in Sigara Bölümü ABD ve İngilizler’e Finansbank Yunanlılar’a Oyakbank Hollandalılar’a Denizbank Belçikalılar’a Türkiye Finans Kuveytliler’e TEB Fransızlar’a Cbank İsrailliler’e MNG Bank Yunanlılar’a Dışbank Hollandalılar’a Şekerbank Kazaklar’a Yapı Kredi’nin yarısı İtalyanlar’a Turkcell’in yarısı Finliler ve Ruslar’a Beymen’in yarısı ABD’lilere Enerjisan’ın yarısı Avusturyalılar’a Garanti’nin yarısı Amerikalılar’a Eczacıbaşı İlaç Çekler’e İzocam Fransızlar’a Demir Döküm Almanlar’a Döktaş Finli’ye POAŞ Avusturyalılar’a Migros İngiliz’e TGRT (Fox) Amerikalı’ya SATILDI, Yalnız Bunları mı? Hayır. Özel sektör işletmelerinin daha pek çoğu yabancılara gitti. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekemeyen, bu bağlamda hiçbir ciddi çabası olmayan AKP iktidarı, özel sektör hisselerinin yabancılar tarafından kapışılmasına çanak ve alkış tuttu. İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında yabancıların payı yüzde 70 dolayına yükseldi. Ülkemizde yatırım yapan yabancıların önemli bir bölümü, yıllardır üretim yapan yerli şirketleri satın almaktaydı.(2) Döviz geliyordu çünkü Türkiye’ye. Sonra kâr olarak bu dövizler çıkacaktı ya, onu düşünen yoktu. Benden sonra tufan… Özellikle gıda sektöründe yabancılaşma ve tekelleşme vahim boyutlara ulaşmıştı. Oysa gıda sektörü en kilit sektördü, Türk Üretmeli, Türk İşletmeleri işlemeliydi, yoksa gün olur, aç kalırdık… AKP buna da bakmadı… Gıda sektöründe şirket birleşmeleri ve satın almalarıyla birlikte tekelleşme ve yabancılaşma yaygın hale geldi. Perakende piyasası büyük ölçüde yabancıların eline geçti. İşte örnekler: -Bebek Mamasının %90’ı yabancıların… GroupDanone ve Ülker HeroBaby, bu piyasanın en büyükleri… -Bira Pazarının yarıya yakını yabancıların. 2 milyar dolarlık hacmi olan bu pazarı, Efes Pilsen, bir İsrail firması ile paylaşıyor. -Sıvı yağlarda Suudi Arabistan’ın SavolaGroup adlı firması başı çekiyor. Ayçiçek Yağı pazarının %40’ına bu Suudi firması egemen. Yağ Sanayinde kurulu kapasitenin %65’i, pazarın da %80’i yabancıların elinde. -Hazır kahvede belirleyici ve egemen olan Nestkafe, pazarın 2/3’ü ondan soruluyor. -Çikolatanın egemeni Ülker, şekerleme sektörünün devlerinden biri olan Kent Gıda ise Schwepps’e satıldı. -Türkiye’nin fındık devi Oltan Gıda, , Nutella ve Kinder’in üreticisi İtalyan çikolata devi Ferrero Grubu’na satıldı. 2002 yılından bu yana fındıkta ihracat şampiyonu olan, son 500 büyük sanayi kuruluşu araştırmasında 55. sırada yer alan Oltan Gıda’nın Türkiye’nin en büyük fındık alıcısı olan Ferrero’ya satılması dünya fındık ve çikolata piyasasında dengeleri değiştirdi. -Gıda perakendeciliğinin dört büyük tekeli de yabancı. Carefoursa, Migros, Metro ve Tesco; Fransız, Alman ve İngiliz kökenli firmaların elindedir.. -Uluslararası firmalar Mintax, Tursil, Persil, Alo, Hacı Şâkir ve Omo’yu satın alarak deterjan piyasasını el geçirdiler. -Süt Ürünleri piyasasını 6 büyük şirket denetliyor. Pınar, Ülker, Danone ilk üçteler, onları SEK, Yörsan ve 9Dimes izliyor. -Makarna piyasasının %70’i üç büyük şirketin eline geçmiş, bunlar Ankara Makarnası, Piyale, Pastavilla(3) Perakende piyasası… Bakkal sayısı hızla düşüyor .. “Üretme sat” politikası ve teşvikleri sonunda, şehirler ve şehir varoşları artık fabrika yerine AVM (alışveriş merkezi) dolmaktaydı. Sat, Ne satarsan sat, kimin malını satarsan sat… Bu AVM’lerde çalışanların çoğu Üniversite bitirip iş bulamayan gençlerdi, sosyal güvencesi yoktu bunların çoğunun ve hiçbiri sendikalı değildi. Bu son on yılda, Türkiye’nin kalkınmasında sürükleyici sektör olan ve milli sanayimiz diye övündüğümüz imalat sanayi de yabancı kontrolüne girdi. Türkiye İstatistik Enstitüsü Kurumu (TÜİK)’in bu konudaki açıklaması aynen şöyledir : “Yabancı kontrolündeki üretimin yaklaşık %60’ının yoğunlaştığı imalat sanayinde; * Tütün ürünleri sanayinin 2007 yılında yüzde 69,0’ı; * Otomotiv sanayinin 2007 yılında %50,3’ü; * Elektronik sanayinin 2007 yılında %48,5’i yabancı kontrolündedir.(4) Ülkenin iç ve dış borcu, tavan yapıyordu bu politikalar sonunda. Yani ülkenin nesi var nesi yoksa haraç mezat satılmış ve ülke insanın çoğu gırtlağına kadar borçlanmıştı. AKP devrinde Türkiye 498 milyar dolar borç faizi ödedi. Ülkede, orta ve dar gelirli yurttaşların cebine en az 3-4 tane tefeci sokuldu! “Kredi kartı” adını taşıyordu bu tefeciler… Halkımız, kredi kartı açısından tam bir sarmala düşmüştü, debelendikçe batmaktaydı. 75 milyonluk ülkede 68 milyon adet bireysel kredi kartı vardı ve Türkiye’nin yüzde 70’inden fazlası borçluydu. Alışveriş için değil, daha çok nakit ihtiyacı için kullanılıyordu bu kartlar ve birinin borcu, ötekilerden çekilerek kapatılma yoluna gidiliyordu. Bu yöntem sonucu, deniz bitiyor bir gün, icralık oluyordu milyonlarca yurttaş. İslamcılık iddialarıyla iktidara gelenler ve İslam adına içki yasağı koyanlar, faizi kaldırmak şöyle dursun, Müslümanları borç batağına batırmışlardı. 2012 yılında bankaların kârları “kudurmuştu” adeta. Sebebi, bu tefeci kartlar ve tüketici kredileri idi. %60’ı yabancıların elinde olan bankalar, normal bankacılık faaliyeti yapmıyorlar artık tefecilik yapıyorlardı, halk kazanıyor, onlar yiyorlardı. 2012 yılının kurumlar vergisi rekortmenler dizelgesinin başlarını bankalar tutmuşlardı. Yabancılar satılan bankaların listesini de verelim: Oyakbank, Hollanda’nın İNG Bankı’na, Demirbank HSBC’ye, Dışbank Fortis’e, Tekfenbank Yunan EFG’ye, Finansbank eski bir EOKA-B üyesi olan bir papazın ortak olduğu Yunan NBG’ye, TEB Fransız BNP’ye, Sitebank Yunan Novabank’a, Denizbank Dexia’ya, Şekerbank Kazak Banlı Turan’a Adabank Kuveyt Finans’a, C bank İsrail Bank Hapoalim’e, Yapı Kredi Bankası Unicredito-Koç’a, Garanti Bankası’nın yarı hissesi GE-Finans’a(5) Ya Belediyeler? Onlar durur mu, onlar da sattılar… Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Şehre doğalgaz veren İzgaz’ı Fransızlara sattı ve bu satışını büyük bir başarı olarak ilan etti. Böylece ne oldu biliyor musunuz? Daha önce yerelde iktidar olan CHP, Kocaeli’nin suyunu Yuvacık Barajı yoluyla ve yap-işlet-devret yöntemiyle İngilizlere vermişti. Yani Kocaeli’nin suyunu İngilizler, gazını Fransızlar vermekteydi artık… Hükümet, bütün bunları doğal gelişmeler olarak takdim ediyor, yüksek faiz çıpalaması ve kaynağı belirsiz giren karanlık paralarla aşağıda tutmayı başardığı döviz kuru sayesinde sanal olarak yükselttiği fert başına milli gelirle, finans sektöründe, yani geniş kitleleri hiç ilgilendirmeyen faiz-döviz-borsa üçgenindeki büyüme rakamlarıyla övünüyor, avunuyor, avunduruyordu. Finans sektörünün başı çektiği büyümeyi ise, kalkınma gibi yutturuyordu bilmeyenlere. Altyapı yatırımları yapılıyordu dış borçlarla… Otoyollar, duble yollar, yüksek hızlı tren yolları, büyün tüneller, barajlar ve akarsu haramisi HES’ler… Tam burada baskı üstüne baskı yapan bir kitaptan alıntılar yapalım ve bu dış borçlarla yapılan altyapı ve HES yatırımlarının gerçek yüzüne bakalım. Kitabın adı “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları”, yazarı John Perkins. Yıllarca “Main” adlı firmada bir ET, yani ekonomik tetikçi olarak çalışan ve ABD’nin ekonomik çıkarları için projeler üretip bazı ülkelere bunları kabul ettiren Perkins, bu kirli iş ve ilişkilerin bir bölümünü şöyle açıklıyordu: “Biz ET’lerin en iyi yaptığı şeylerden biridir bu: Küresel bir imparatorluk kurmak. Biz, diğer ulusları, (en büyük şirketlerimizi, hükümetimizi ve bankalarımızı yöneten) şirketokrasiye boyun eğmeye zorlayan koşulları yaratmak üzere, uluslararası finans kuruluşlarını kullanan seçkin bir grubuz ve mafyadaki muadillerimiz gibi ‘iyilik’ de yaparız. Bunlar genellikle altyapı (elektrik santralleri, otoyollar, limanlar, havaalanları, sanayi siteleri) yatırımları için verilen borçlar şeklindedir.(6) Bu tip borçların bir şartı da, tüm projelerin bizim mühendislik ve inşaat firmalarımız tarafından gerçekleştirilmesidir. İşin aslı, paranın çoğu ABD’yi terk etmez bile; sadece Washington’daki bankalardan New York, Houston ya da San Francisko’daki mühendislik ofislerine aktarılır. Paranın bu şekilde şirketokrasi üyesi işletmelere (yani alacaklı tarafa) neredeyse anında gelmesine karşın, borçlu ülke hem anaparayı hem de faizini son kuruşuna kadar ödemek zorundadır. Eğer bir ET gerçekten başarılıysa, verilen paranın miktarı o kadar yüksek olur ki borçlu ülke birkaç sene sonra ödemelerini yapamaz hale gelir. İşte o zaman biz, (tıpkı mafya gibi) diyetimizi isteriz. Bu da genellikle şunlardan birkaçını içerir: Birleşmiş Milletlerde alınacak bir kararda ülkenin vereceği oyun kontrolü, topraklarında askeri üsler kurulması, petrol ya da Panama Kanalı gibi değerli kaynaklara erişim. Bu arada borç yükümlülüğü tabii ki devam etmektedir ve kürsel imparatorluğumuza bir ülke daha eklenmiştir.” Türkiye bu “Küresel İmparatorluğa” ekli olmayı bırakınız, AKP sayesinde yapıştırılmıştır adeta. Konut sektöründe de ilginç ve dikkati çeken işler olmaktaydı. Devletin elinde ne var ne yok haraç mezat satan AKP, konut sektöründe TOKİ adlı dev bir KİT yaratıp, binlerce şirket ve kooperatife rakip oluyordu. Ve bu TOKİ, doğrudan Başbakan’a bağlanıyordu. TOKİ’nin ihaleleri akla hayale gelmeyecek alavere ve dalaverelerle AKP’lilere veriliyordu. Cami ve şadırvanlardan bile vurgun vuruluyordu. Bunca yıl camileri halk yapmıştı, şimdi TOKİ yeni oluşturduğu apartmanların yanına cami ve şadırvan da yapıyordu. Fakat sanmayın ki hayır ve dini gayrettir, hayır. AKP döneminde tarımda da ilginç gelişmeler oldu. Türkiye görmediklerini gördü. İthal etmediği tarım ürünü kalmamıştı ya, saman ithal edeceği kimsenin aklına gelmezdi, onu da eder hale geldi ülke. Hayvan ithal etti dünyanın dört yanından. Angus fıkraları anlatılır oldu. Türk köylüsü girdi ve çıktılar açısından tam anlamıyla esir düştü küresel çevrelere. Tohum, ilaç, gübre, sulama ve akaryakıt açısından hiçbir söz hakkı ve belirleyiciliği yoktu köylünün, satacağı ürünün fiyatında da söz sahibi değildi, kendi dışında oluşturulan sisteme eklemlenmekten başka çaresi yoktu. Köy Kanununu Atatürk kendi el yazısıyla yazmıştı, bir maddesinde “Köylerde yabancı uyruklulara toprak satılamaz” yazıyordu. Bunlar topraklarımızı da haraç-mezat satmaya başladılar. Bu satışlarda “karşılıklılık” ilkesi bile gözetilmedi.(7) Ya madenler… Onlar da, Ekonomik Tetikçi John Perkins’in anlattığı biçimde, yabancılara paylandı… En başta da Bor, Boraks, Trona gibi stratejik önemdeki madenler… Maden kıyakları ve yağmasının ayrıntısını Orhan Özkaya’nın kaleminden okuyalım: “Dünya bor rezervlerinin %72’sine sahip olan ülkemiz, bu madenlerini 1889 yılından bu yana sömüren Rio Tinto şirketine yeni imtiyazlar vererek yine devretmektedir. Bor üretiminden %7 oranında ve sadece hammaddesinden yararlanmaktayız. Ancak verilen imtiyazlarla bu olanak da elden gitmiş oluyor. Bu şirketin ruhsatlarını yalnızca Atatürk iptal etmiştir. Rio Tinto’nun ilettiği bor, boraks ve tuz yatakları, Balıkesir Susurluk, Bandırma, Balya, Sultançayırı civarındadır. Ankara Eryaman, Sincan, Güdül, Kazan, Beypazarı ve Eskişehir Sivrihisar yöresinde trona (doğal soda) ve bor maden sahaları bulunmaktadır. Bu alan yaklaşık 450-500 kilometrekare olup yaklaşık 1,5 Malta Adası büyüklüğündedir. ABD, 130 yıldır ilettiği kendi bor rezervleri bitmekte olduğu için Türkiye’deki bor yataklarını istemektedir. Çünkü bor, tıptan uzay teknolojisine kadar her alanda kullanılmaktadır. Geleceğin petrolü olacaktır. AnotoliaMinerals Development Şirketi, Sivas, Malatya ve Tunceli ile Ovacık bölgesindeki altın, gümüş ve bakır yataklarını işletmektedir. Bu alanlar Gümüşhane, Artvin ve Kayseri’ye kadar uzanmaktadır. Bunu yüzölçümü de 700-750 kilometrekare miktarındadır. Bu şirketin Adana’nın Saimbeyli ve Tufanbeyli ilçelerini kapsayan sahalarda elde ettiği çinko medeni işletme ruhsatı 700 kilometrekareden büyüktür. Bu şirket Yozgat Boğazlıyan, Yenipazar ve Sarıkaya’da bir bu kadar bakır madeni işletme ruhsatına sahiptir. Bu şirket Kanada kökenli olmasına karşın, Rio Tinto ile ortaklığı bulunmaktadır. Ordu Fatsa ve Zaviköy bölgesinde bulunan altın, gümüş, çinko ve bakır madenleriyle ilgili OdysseyResources 250 kilometrekarelik bir alanın ruhsatına sahiptir. Çanakkale Ayvacık’a bağlı Kısacık Köyü ile Kaz Dağı eteklerinde altın madeni bulunmuştur. Uşak-Eşme Banaz Katrancılar Köyü iel Kütahya Gediz ilçesi Murat Dağı eteklerinde Kanadalı Eldorado Gold Şirketi işletme ruhsatına sahip. İzmir Efem Çukuru bölgesindeki altın madeni yataklarının işletmesini yine Eldorado Gold Şirketi almıştır. İzmir-Bergama Ovacık Köyündeki altın madeni işletmesini, Normandy Şirketi’nden sonra Fethullah’a bağlı olduğu iddiaları doruğa çıkmış Koza Madencilik Şirketi işletmektedir. (…) Ülkemizin yabancıların eline geçen maden alanları çok iyimser rakamlarla 140-150 bin kilometrekare yüzölçümündedir. Yani Türkiye’nin %17-19’u civarındadır.(8) Petrole bakalım bir de… AKP elbette bu alana da el atacaktı… Attı da… 2013 yılı başlarında öyle bir yasa çıkardı ki, tam kapitülasyon… 30.05.2013 tarihli Yeniçağ Gazetesi bu yasayı şöyle haber yapmıştı: “Osmanlı’nın kapitülasyonu önceki gece Meclis’ten geçen petrol yasası ile geri geldi. Yabancı petrol şirketi ihracattan sağladığı dövizi yurt dışında tutabilecek. TBMM’den geçen yeni Türk Petrol Kanunu mevcut yasadaki ‘milli menfaat’ vurgusunu kaldırıyor ‘devlet hissesini’ kuyularda sahalara göre azaltıyor. Yeni yasada ‘Devlet adına arama ve işletme ruhsatı alma hakkı TPAO’ya aittir’ hükmü çıkarıldı. Böylece süresi dolan petrol üretim sahalarının devlet adına üretime devam etmesi için TPAO’ya verilmesini öngören yasa maddesi kaldırılarak, bu sahaların özel sektör şirketlerine sunulmasının yolu açıldı. TPAO’nun özelleştirilmesinin de önü açılmış oldu. Yeni Kanuna göre, petrol hakkı sahibi yabancılar da Türk kara sularında petrol arama ve üretim faaliyetleri icra edebilecek. Doğal gaz üretimi yapan hak sahibi yerli ve yabancı şirketler ile yabancı şirketlerin Türkiye’deki şubelerine, toptan satış lisansı verilecek. Kanun, daha önce alınan arama ve işletme ruhsatlarına ilişkin hak ve yükümlülükleri koruyor. Yasanın öngördüğü hazırlıkların yapılması ve ilgili yönetmeliklerin hazırlanması için bir yıl süreyle yeni arama ruhsatı başvurusu alınmayacak. Yapımı devam eden projeler tamamlanıncaya kadar ithalat, ihracat ve kamulaştırma haklarının yürürlüğü devam edecek. Kanunla, petrol işlemlerinde kullanılacak malzeme ithalinin, gümrük muafiyeti, dâhilde alınan vergi ve fonlar ile TSE ve CE güvenlik sertifikası konularında başka kurum ve kuruluşun iznine tabi olmadan, bakanlığın uygunluk izniyle yapılabilmesi sağlanıyor. Petrol hakkı sahibinin Türkiye’deki petrol işlemi için idari faaliyetleri ile bina tesislerinin ve teçhizatlarının inşası, kurulması ve işletmesine ait malzemeler hariç, petrol işlemlerinde kullanılacak ve Genel Müdürlükçe onaylanan malzemeyi, ekipmanı, akaryakıtı, kara, deniz ve hava nakil vasıtalarını ithal etmesi ya da yurt içinden teslim alması, gümrük vergisinden, yapılan işlemler harçlardan, düzenlenen kâğıtlar damga vergisinden müstesna olacak. Yabancı petrol şirketi sahibi, sermayesine mahsuben her zaman transfer talebinde bulunabilecek. Petrol hakkı sahibi ihraç ettiği petrolden sağladığı dövizi yurtdışında muhafaza edebilecek. Bu döviz tutarı, Türkiye’ye ithal edilmiş sermaye ile bunu aşan net kıymetlerin transferinden mahsup edilecek.” Değerli araştırmacı-yazar Ali Külebi ise bu yasanın bir başka yanına dikkati çekiyordu: “Suriye sınırındaki mayınlı alanların önemli bir bölümünde petrol bulma olasılığı çok yüksektir. Suriye’nin petrol üretim sahalarının bir bölümü sınırımızın hemen yanındadır. Esasen geçtiğimiz günlerde Nusaybin-Cizre arsında 40 km. uzunluğunda, yaklaşık 400-500 metre genişliğinde söz konusu mayınlı arazide TPAO’nun özverili mühendislerinin girişimleriyle açılan kuyuda petrol bulunmuştur. Bu sahanın her 100 metresinde kuyu açılıp petrol çıkacağı kanıtlanmıştır. Her ne kadar bu bölgedeki petrolün API gravitesi düşük olsa bile dünya petrol fiyatlarının yüksekliği, fiyatların daha da yükselme ihtimalinin olması bu alanları cazip hale getirmektedir. Mayın temizlemesini yapacak kişi ve kuruluşların bu alanlarla ilgili olarak bir sonraki aşamada, temizliğini yaptığı bölgenin, petrol arama ruhsatını alması durumunda kullanım haklarından doğan nedenlerle, bu alanların 49 yıllığına petrol arama, petrol işletme ruhsatını da alacaklardır. Böylelikle başlangıçta tarım alanı denilen yerler, petrol arama ve işletme alanlarına dönüşecektir. Petrol Kanunu’nda niçin değişikliğe gidildiğinin bu boyutta da düşünülmesinde büyük fayda vardır.”(9) AKP dönemi yeni ve farklı kodamanların, haramzadelerin yaratıldığı bir dönem olmuştur. Bunlar semirir ve sömürürken, geniş halk kitleleri tarikat ve cemaat kültürü ve örgüt yapıları içinde muti ve uyuşmuş bir hale getirildiler. Sadaka kültürü egemen oldu, Devlet eliyle ihtiyaç giderme yoluyla kitleler iktidara bağlandı. Buna bir de medyanın propaganda ve beyin yıkama faaliyetleri eklenince, işlem tamam oluyordu. Küresel sermayeye teslim olmuş, yerli ve fena halde gayri milli olan sermaye tarafından oluşturulmuş; yandaş, yanaşma ve dinci medya, esir almıştı halkın beynini, mangutlaştırmıştı; istediği partiye oy verdiriyordu, istediği gibi düşündürtüyordu, istediği kitap ve gazeteyi okutuyordu, istediği malı tükettiriyordu, istediği biçimde eğlendiriyordu. Ol hikâyet işte böyle efendim… 1) Yılmaz Dikbaş-İğfal 2) Yıldırım Koç-İşçi Sınıfı ve Sendika Sorunlarına Ulusalcı Çözüm 3) Küresel Kapitalizme Karşı Tarım Yazıları/Prof.Dr.Mustafa Kaymakçı (Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Yayınları) 4) Esfender Korkmaz-Yeniçağ Gazetesi/26.06.2013 5) Orhan Özkaya-Anahtar Teslimi Türkiye 6) John Perkins, kitabında, üçüncü dünya ülkelerinin borcunun bu uygulamalarla 2,5 trilyon dolara yükseldiğini, yıllık faizinin ise 375 milyar dolar olduğunu açıklıyor. 7) Cumhuriyet tarihimiz boyunca gerçekleşmiş olan toprak satışlarının yüzde 90’ı AKP döneminde yapıldı. 2003 yılına kadar 80 yıllık Cumhuriyet tarihimizde yabancılara sadece 12 km² toprak satıldı. On yıllık AKP iktidarında ise bu rakam 11 kat büyüyerek 137 km² oldu! Önceki kanunda “yabancılara satılacak toprak miktarı imarlı alanların yüzde 10’u”nu geçmezken, yeni düzenleme ile yasa metnine “özel mülkiyete dâhil alanların yüzde 10’unu geçmeyecek” ibaresi eklendi. Böylece satışa konu olabilecek toprak miktarı genişletilmiş, tarım alanları ve benzerleri de “satılabilir” statüne dahil edildi. Ayrıca bir defada satılabilecek miktar –ülke sahipsiz ya- pervasızca 2,5 hektardan 60 hektara çıkarıldı. Bu “açılımlar” ülkemizin geleceği bakımından, insanı gerçekten dehşete düşüren uygulamalardır. 8) Orhan Özkaya-Anahtar Teslimi Türkiye 9) www.alikulebi.com/Sayfa.asp?islem=2&SayfaNo=345‎ > ***

22 Kasım 2014 Cumartesi

ÜMMETÇİ-KÜRTÇÜ SÖYLEM BİRLİĞİ !

ÜMMETÇİ-KÜRTÇÜ SÖYLEM BİRLİĞİ !

cazim_gurbuz_slayt
Mehmet Ali Aynî,1908’de yeniden açılan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın halini anlatırken, şunları yazıyor:
“Bu meclis sanki Babil kulesiydi. Çünkü oraya toplanan milletvekillerinin çoğu birbirini anlamıyordu. Vakıa bu mebuslar Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na gelmişlerdi; ama hakikatte bir Osmanlı Milleti yoktu.
Bu meclise Manastır’dan Pançedoref’i, Saroz’dan Hristo Dalçef’i mebus seçerek göndermişlerdi. Fakat bu adamların Hakkâri’den gelen mebus Taha, Medine’den gelen Esseyid Abdülkadir Haşim, Lazkiye’den mebus çıkarılan Dürzî beylerinden Mir Mehmet Arslan ile hiçbir münasebeti olmayacaktı. Çünkü bunların dilleri başka, dinleri başka, emelleri başkaydı. İşte hakikat böyle olduğu halde İttihat ve Terakki Cemiyeti’ndeki idealistler, bütün unsurları –eski Tanzimatçılar gibi- yine Osmanlılık bağı ile bağlamak hülyasında idiler.
Fakat çok geçmeden bu bağın pek çürük olduğunu onlar da anlamışlardı. Serfice mebusu Boşo bir gün müzakere sırasında kendisinin Osmanlılığının Osmanlı Bankası’nın Osmanlılığı kadar olduğunu onların yüzüne bağırmıştı. İttihatçılardan bazıları da bu mecliste bulunan Müslümanları olsun İslamiyet bağı ile toplu bulundurabileceklerini düşünüyorlardı. Fakat bu bağ ile de ne Arapları ne Arnavutları bir noktada birleştirmenin mümkün olamayacağı anlaşılıyordu.
Esasen İstanbul’da daha Meclis-i Mebusan tesis edilmeden evvel Arnavut, Kürt, Arap cemiyetlerinin gösterdikleri faaliyetin şekli ve manası ileriyi görenleri pek ziyade düşündürmüştü. Bunun için çok geçmeden bu mecliste, Rumlar, Ermeniler, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Araplar, Arnavutlar ve Kürtler; Yunanilikten, Ermenilikten, Bulgarlıktan, Araplıktan, Arnavutluktan, Kürtlükten bahsetmeye başlamışlardı.
(…) Meclis-i Mebusan’da yalnız bir milletin sesi yükselmiyordu. Orada bulunan Türk mebusları ‘Biz Türk’üz’ demeye cesaret edemiyorlardı. Bundan başka, bu Türk mebuslarının birçoğu medreseden yetişmiş hoca idiler. Onlar aldıkları dini terbiye iktizasından olarak kavmiyetten bahsetmeyi günah sayıyorlardı. Onlar Arap olsun, Arnavut olsun, Kürt olsun; hepsinin Muhammed’in ümmeti olduğuna inanmışlardı. Onların bu itikadı o kadar samimi idi ki, günün birinde kürsüye çıkan Evkaf Nazırı Şemseddin Bey nutkunu Arapça söylemeye başlamıştı.”
Bugünkü halimiz, bugünün meclisi de böyle değil mi? İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler Hanımefendi’nin “Türk Ulusu” ve “Kürt Milliyeti”ne dair dediklerine gösterilen tepki bunun en açık kanıtı değil mi?
Gerici-Bölücü İttifakı”nın “dinci-ümmetçi-gerici” kanadı, artık kendini gizleme ve takiye yapma gereğini duymadan; Türklüğe, Atatürk’e ve Laik Cumhuriyete cepheden saldırmakta, PKK ağzıyla konuşabilmektedir.
İhsan Eliaçık diye bir adam türedi son birkaç yıldır, kitaplar yazdı pek çok, çok sattı bu kitapları, “Bana Dinden Bahset” adıyla TV programları yaptı, birçok televizyon programının da konuğu oldu.
Başını MÜSİAD’ın, Türkiye ve Zaman gazetelerinin çektiği “Liberal İslam”ın ipliği pazara çıktı ya, şimdi birileri “Sosyalist İslam” verelim derdindeler. Eren Erdem ve İhsan Elaçık gibiler işte bu amaçla sahnedeler.
Daha önce birkaç kez çeşitli yayın organlarında yazdım, “Her şeyi İslam’a uydurmaya kalkışırsanız, İslam’ı her şeye uydurmuş olursunuz ve ortada İslam diye bir şey kalmaz” Bunların yaptığı tam da bu…
Karadeniz TV’yi izliyordum geçenlerde. Gençlerin yaptığı bir program… Konuk, Sosyalist İslamcı İhsan Eliaçık… O genç soruyor: “Sayın Eliaçık, ‘Türkiye bölünsün, bölünmeli’ demek neden suç sayılıyor, kınanıyor, dense ne olur ki?” Gülümsüyor Eliaçık, “Çok cesursunuz” diyor önce ve kendisi de cesaretle devam ediyor (mealen aktarıyorum): “Milliyetçiler, ülke sınırlarını kutsarlar, toprağını kutsarlar, bayrağını kutsarlar, bunların bırakın tartışma konusu yapılmasını, bunlar hakkında olumsuz tek bir söze bile tahammül edemezler. Oysa bunların hiçbiri kutsal değildir. Müslümanların yaşadığı yerler İslam mülküdür, buralarda sınır olmaz, bütün sınırları kaldırmak gerek, her halk bu mülkte özgür ve özerk olmalıdır.
Yani ülkemiz sınırlarının cömertçe açılmasını talep eden (o sınırların kanla çizildiğini bilmiyor belli ki) bu çok “Eliaçık” efendi demek istiyor ki: “Sınırlarımızı öteki İslam ülkelerine açarsak, Kürtçülük ve ayrı bir Kürt devleti kurma sevdaları da o saat biter.
İhsan Efendi’yi bırakalım şimdi, İslamcıların ünlü şair ve fikir adamı Sezai Karakoç’un yazdıklarına bakalım. “Bünyan-ı Mersus” (Sağlam Kapı) başlıklı yazısında bu Karakoç, milletin yerine ümmeti ikame ediyor, fakat “ümmet” sözcüğünü hiç kullanmadan yapıyor bunu.
Yazıda “Türk” ve “milliyetçilik” kavramları da hiç kullanılmıyor, “İslam Milleti” diye, Karakoç patentli, bilimsel dayanaktan yoksun, akla ve tarihsel gerçeklere aykırı bir kavram icat ediliyor: İslamcıların bu ağır topu, milletin ve milliyetin sosyolojik, etnolojik, antropolojik, tarihsel hatta dinsel bir olgu ve gerçeklik olduğuna bakmaksızın, “Çok ırklı, çok dilli, çok renkli bir İslam milleti” yaratmak istemektedir.
Bu millet, Hazreti Muhammed’le başlıyor, ondan önce bir Türk milleti yok. Ondan sonrası ise hep var ve tozpembe. Atalarımız, dört halifedir, Emeviler ve Abbasilerdir. Türkiye Cumhuriyeti ise bir hatadan ibarettir, hatadan döndük müydü, o iş tamamdır.
Yazısında “Türk” sözcüğünü kullanmayan, bütün ırkları İslam milletinin içine sokan Karakoç, sıra Türk dışındaki unsurlara geldi mi, işi federasyona kadar götürüyor:
Kürt meselesini kendi başına halledemeyiz, mesele ortadan kalkmaz, haklar versek yine olmaz, meselenin başında parçalanmışlık var. Nedir o, bir federasyon kurulmalı, nasıl bir federasyon? Kürtle, Arapla ve İranlılarla… Osmanlı’dan sonra bu sağlam yapıya kavuşmalı. Bir federasyon kurulmalı, Osmanlı’dan sonra, Araplar, Kürtler, İranlılar, bu federasyonda yer almalı, İran da olmalı bunun içinde. Abbasiler zamanında bir arada idiler, Abbasiler zayıf kaldı, Selçuklular aynı metodu uyguladı.
Şimdi bazıları soruyor “Başbakan milliyetçilikle ve milliyetçilerle neden bu kadar uğraşıyor. APO ile nasıl kolayca masaya oturdu, BDP ile bunlar nasıl anayasa yapacaklar?” diye. Neden olduğu, akıl hocalarından belli değil mi? Alın işte size milliyetsiz İslamcı allamelerden örnekler.
İşte bunlar torba, Başbakan ağız…
Başka ağızlar da var, bunlar da Kürtçü bölücülüğü din ambalajı ile sunmakta pek mahirler. Erbakan’ın dizinin dibinde yetişme iki kişiden söz edeceğim şimdi de. Bunların her ikisi de parti lideriydiler bir zamanlar. Şimdilerde birisi Tayyip’e biat etti, ötekisi de seçime bile giremeyen partisini kapatıp AKP muhalifliğine oynamaya başladı. buyurunuz, işte bunların dedikleri: Abdullatif Şener’e kulak verelim önce: “Bakan olduğum dönemde Diyarbakır’a yaptığım ziyarette, programımda olmamasına rağmen Büyükşehir Belediye Başkanını ziyaret ettim. Kürtçe sizi seviyorum dedim. Kürtçe konuşan ilk bakan ben olmuşumdur. Bu, toplum tarafından olumlu karşılandı.”
Ya öteki? Halkımızın deyimiyle, “Has Başkan”lıktan “Has-tir” Başkanlığa dönen Numan Kurtulmuş’un dedikleri de üç aşağı beş yukarı aynı: “PKK’nın silah bırakması koşuluyla bölgedeki operasyonlar da durmalı. Başta Diyarbakır olmak üzere bölgede görev yapan polis ve asker dışında kalan korucular ile diğer devlete bağlı çalışan unsurlar tasfiye edilmeli. ’Bağışlama süreci’adı altında PKK’nın lider kadro dışındaki maşa olarak kullanılan silahlı üyelerinin topluma kazandırılması sağlanmalı. Bölgede etnik milliyetçilik yapan Kürt grupların yanı sıra İslamcı, muhafazakâr Kürtler de muhatap alınmalı.
Vah ülkem vah!
BDP’yi aratmayan bir yaklaşım ve söylemdeki bu ümmetçi taifeye göre, Türkiye Cumhuriyeti ırk (yani Türklük) ve de dinsizlik esaslarına göre (laikliği kastediyorlar) yapılandırılmıştır. Devlete başkaldırıların da sebebi işte budur. Türklük ve laiklik yerine ümmetçi bir esasa göre devlet yeniden yapılandırılırsa, sorun kalmaz.
Ne ki, bunca mesafe almalarına karşın, hâlâ ham hayaldir bu kafalarının içindekiler. Çünkü milyonlarca Türk’ün rehberi hâlâ Atatürk’tür. O da vermiştir gerekli güvenceyi: “Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk kalacaktır”.
Yeter ki biz onun yolundan ayrılmayalım, örgütlü, bilinçli, yöntemli, sabırlı ve özverili bir mücadeleye adayalım kendimizi.
Cazim Gürbüz

http://hepar.org.tr/ummetci-kurtcu-soylem-birligi.aspx