Berat Albayrak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Berat Albayrak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mart 2021 Perşembe

BU BERAT BEY, BU KADAR BAŞARILIYDI DA; NİYE GÖREVDEN ALDINIZ?

BU BERAT BEY, BU KADAR BAŞARILIYDI DA; NİYE GÖREVDEN ALDINIZ?  



Özel Yazılar - 
Milli Çözüm Dergisi 
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, 2021 Şubat’ında AKP İzmir 7. Olağan İl Kongresi'ne katılmış, Hakkâri ve Nevşehir il kongrelerine canlı bağlantının yapıldığı kongrede şunları aktarmıştı: 
“Son zamanlarda CHP ve şürekâsı, Hazine ve Maliye eski Bakanımız Berat Albayrak'ı ve onun nezdinde tüm ailemle birlikte şahsımı hedef alan bir kampanya başlatmıştır. 

Buharlaşan bir para ya da istismar söz konusu olmamıştır. Piyasa ve hukuk kurallarıyla döviz işlemleri yapılmıştır. Vicdan ve iz’an sahibi herkes teslim edecektir ki bu mücadelenin ekonomik boyutunun en ön safında Berat Bey yer almıştır. Önce enerjide, ardından ekonomide ifa ettiği görevlerdeki en büyük talihsizliği, 'damat' sıfatının, bu alanlardaki birikimi, gayreti ve başarısının önüne geçirilmiş olmasıdır. Karadeniz'deki doğalgaz rezervinin keşfini yapan sismik araştırma ve derin sondaj gemilerimizin alınmasına başlanmasından, madencilik alanındaki açılımlara kadar ülkemizin pek çok yeni kazanımının altında Berat Bey'in imzası vardır. Bunu başardığı için kuduruyorlar, çıldırıyorlar. Türkiye ekonomisini daha da güçlü kılmak için pek çok alanda tarihi öneme sahip uygulamalar da Berat Bey'in Hazine ve Maliye Bakanlığı dönemine rastlamakta dır!” 

Şimdi sormak lazımdı: 

Yahu, bulunmaz Hint kumaşı gibi sunulan şanslı damat Berat Albayrak, bu kadar yararlı, hayırlı ve başarılı bir Hazine Bakanıydı da, ne diye istifaya zorladınız?
Yetmez, ne diye Çamlıca’daki villasında bir nevi ev hapsine mecbur bırakıp, toplumla ve medyayla irtibatını kopardınız? 

Siz böylesine başarılı bir Bakanı görevinden aldırmakla, millete, devlete ve ülkeye ne büyük fenalık yaptığınızın farkında mısınız? 
Yoksa, Berat Bey, devlete ve millete yararlı olduğu halde, kendi şahsi hesaplarını, sizin saltanat planlarınızdan öne çıkardığı için mi, yani kızdığınız ve kıskandığınız için mi istifaya mecbur bırakmıştınız? 

Veya; TV5’te H. Basri Akdemir’in Ekonomi ve Ötesi programında, yandan yandaş İbrahim Kahveci’nin ağzından kaçırdığı gibi: “Berat Bey’in yeniden Bakan olarak dönmesini, İsrail isteyip dayattığı için mi?” bu geri adımlar atılmaktaydı ve Berat Albayrak tekrar parlatılmaya başlanmıştı? 

Yandaşlığı yalakalık boyutunu aşan Mahmut Övür, Sabah gazetesinde: 
“Türkiye'nin ana muhalefet partisi CHP, eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'la uğraşmaktaydı. Aslında bu bilinçli bir tercihti ve öncekiler gibi ‘milli ve yerli duruşa’ saldırıydı. Başkan Erdoğan'ın deyimiyle ‘çıldırmalarının’ ve unutmamalarının nedeni de Albayrak'ın, hem Enerji alanında hem de IMF'ye teslim etmediği Maliye alanında izlediği siyasetti. Bu siyasetin küresel düzeyde kimleri rahatsız ettiğine bakın, CHP'yi bugün yönetenlerin kimlere hizmet ettiği anlaşılırdı.” diyerek bu koroya katılmıştı. 

Üstelik Berat Bey, Sn. Erdoğan’ı her fırsatta övüp göklere çıkarmaktaydı! 
Hatırlayınız, Berat Albayrak’ın kayınbabası, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı 
Erdoğan ile ilgili sözlerini abartılı görenler ve dost çevresinde, “Amma da atmış” diyenler aldanmaktaydı.

Sn. Berat Bey: “Cumhurbaşkanımız aya dört şeritli yol yapacağız dese inanacak bir seçmen kitlemiz var” mealinde bir şeyler söylemişti de bazıları inanmamıştı. 
Meğer Berat Albayrak yerden göğe haklıymış. İktidar partisinin gerçekten böyle bir seçmen kitlesi olduğu yapılan sokak röportajlarında ortaya çıkmıştı. 

Sokaktaki AKP’li vatandaşlara iktidar partisi tarafından yapılan herhangi bir icraat sanki muhalefet partisi tarafından yapılmış gibi aktarılıp “Doğru mu bu?” diye sorulunca: Vatandaşlar, “Hiç doğru olur mu?” diye lafa girip muhalefete verip veriştirmeye başlıyorlardı. 

Tam bu esnada söz konusu icraatın AKP tarafından sergilendiği hatırlatılınca: Muhalefet yaptı diye veryansın eden vatandaşlar bu sefer yüz seksen derece dönüp, “O yaptıysa doğrudur!” diye konuşmaya başlıyorlardı.”[1] Yani Berat Bey’in buyurdukları gibi “Erdoğan, Ay’a giden dört şeritli yol yapacağını” söylese bile, onun sözlerine inanıyorlardı!? 

ASO Başkanı Nurettin Özdebir, hükümetin yıllardır istihdamsız ve kalkınmasız bir büyüme politikası yürüttüğünü ve bu balon büyümenin sanayi yatırımlarıyla değil dış borçlanmayla elde edildiğini dile getirerek, 5.7 milyon genç işsizin ileride çok daha büyük sorunlara işaret ettiğini vurgulamıştı. 

Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, ASO’nun şubat ayı meclis 
toplantısında ekonomi çarkının istihdam sağlayacak şekilde kurgulanması gerektiğini hatırlatmıştı. Hükümetin yüksek büyüme dönemleri de dahil olmak üzere istihdam yaratabilecek bir politika izleyemediğini söyleyen Özdebir, Türkiye'nin yıllardır istihdamsız ve kalkınmasız büyüme sorunuyla karşı karşıya kaldığını açıklamıştı. 

Büyümenin sanayi yatırımlarıyla değil dış borçlanmayla elde edildiği eleştiri 
sini de dile getiren Özdebir, eğitim ve iş hayatında olmayan 5.7 milyon gencin ileride daha büyük istihdam sorunlarına işaret ettiğinden yakınmıştı.
“Büyümenin İstihdama katkısını göremiyoruz” 
“Yüzde 12.9'a ulaşan işsizlik, yüzde 4.9'luk küresel ortalamaya kıyasla dramatik ölçüde yüksektir.” diyen Özdebir; “Ne yazık ki büyümenin istihdama katkısını göremiyoruz. 
Büyümenin istihdam yaratmaması, istihdamsız büyüme sorununa işaret etmektedir. 
Böyle bir ekonomide gelirin dağılımı da bozulmakta ve genel yaşam kalitesinde 
bozulmalar ortaya çıkmakta, ‘kalkınmasız büyüme' olmaktadır. Büyümenin kaynakları reel sektörden ziyade dış borçlanmaya, finans sektörüne ve hizmetlere dayanmaktadır.” diye uyarmıştı. 
     Bu acı gerçeklere rağmen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Ekonomi Politikaları Üyesi Yiğit Bulut açıklamasında; “reel olarak büyüyen” tek ekonominin Türkiye ekonomisi olduğunu söylemekten utanmamıştı! Ve “Türkiye 140 milyar dolar rezerv sattı” diyenlerin rezervin ne olduğunu bilmediklerini savunmuşlardı. 
    Bütün dünyada rezervin her zaman brüt olanına bakıldığını dile getiren Yiğit Bulut, Türkiye’nin hiçbir zaman satılabilir rezervi olmadığını hatırlatmıştı! 

Bazı çevrelerin manipülasyon yapmaya çalıştığını ileri süren Yiğit Bulut
“Ülkelerin ekonomik göstergelerine baktığınız zaman Türkiye’nin büyümesine baktığınız zaman 2018-2020 arasındaki dönemde pandemi riski ile kıyasladığınızda pandemik riske göre reel olarak büyüyen tek ekonomi Türkiye...” iddiasında bulunmuşlardı. 

Oysa Aynı Tarihlerde; Erbakan’ın Şeker Fabrikasında Üretimi Durdurmuşlardı! 
Temeli 1976 yılında atılan ve bölgede Erbakan’ın fabrikası olarak bilinen ve Türkiye’nin en değerli şeker fabrikaları arasında gösterilen Ilgın Şeker Fabrikası’nda; yıllardır hiçbir yenileme yatırımı yapılmadığı için eski teknoloji ile çalışan ve fabrikanın en önemli unsuru olan kireç ocakları artık çalışamayacak hale geldiği için, üretim tamamen durduruldu. Çürümeye başlayan 150 bin ton pancar ise TIR’larla başka fabrikalara taşınmaya başlanmıştı.

Kamunun elinde kalan şeker fabrikaları arasında en verimli ve kârlı şeker fabrikalarının başında gelen, temeli 1976 yılında Millî Görüş Lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından atılan Ilgın Şeker Fabrikası’nda üretim yatırımsızlıktan dolayı zorunlu olarak durdurulmuş bulunmaktaydı. Fabrika sahasında bulunan ve işlenemeyen 150 bin ton pancar yaklaşık 15 milyon lira nakliye parası ödenerek Eskişehir ve Ankara Şeker Fabrikalarına taşınmaya başlanmıştı. Taşınan pancarlarda ise ciddi polar kaybıyaşanırken, yatırımsızlığın 
bedeli TÜRKŞEKER’e ağır olacaktı. 

Sadece Taşıma Maliyeti 15 Milyon Lirayı Bulacaktı. 

TÜRKŞEKER’in yatırımsızlıktan dolayı üretimi duran Ilgın Şeker Fabrikası’ndaki 150 bin ton şeker pancarını başka fabrikalara taşımasının maliyeti 15 milyon lirayı bulacağı konuşulmaktaydı. İşlenmesi geciktiğinden dolayı taşınan pancarlarda ciddi bir polar kaybı yaşanacağı için elde edilecek şeker miktarı da düşmüş olacaktı. Şekerde yaşanacak kayıpla birlikte zararın ikiye üçe katlanması kaçınılmazdı. İşte buna hâlâ utanıp sıkılmadan “Reel Büyüme” diyenlerin, ya aklı noksandı, ya vicdanı kararmıştı. 

Sn. Erdoğan tam bir Makyavelist Politikacıydı! 

“Machiavelli’nin devlet yöneticilerine yazdığı “Prens/Hükümdar” kitabında, kilisenin başarısız politikaları ve Prens ile halk irtibatı ve devlet yönetiminde ordunun/askerin gücü ve rolü konusunda Haçlı Batı’nın ve istismarcı iktidarların yönetim tarzını ortaya koyan önemli bilgiler sunulmaktaydı. 

Siyasete ve siyasetçilere negatif imajların yüklendiği, siyasetin kirli yüzünü, yolsuzluk, haksızlık, halkı kandırmak, ikiyüzlülük ve algı yönetimi gibi konularda her devirde her siyasetçinin elinden düşüremeyeceği türden bir eser kaleme alan Machiavelli, “Prens/Hükümdar”ın yani yöneticinin ulusal çıkarları korumak için gerekirse kötülük ve zulüm yapmasının caiz olduğunu savunmaktaydı. Machiavelli, sadece ulusal çıkarlar için değil, kendi iktidarını koruyabilmek için de hükümdar ve hükümetlerin sürekli mücadele içinde olmasını ve rakiplerine tuzak kurmasını mubah saymaktaydı. 
Machiavelli’ye göre, devleti yöneten kişi, savaş sanatına hâkim olmak zorundaydı. Güçlü ve yöneticinin emrindeki bir askeri yapı her zaman lazımdı. 

Akıllı bir hükümdar, savaşa hazırlık ve güçlü bir ordu kurmayı sadece savaş zamanlarında değil, barış zamanında da sürekli gündeminde tutmalıydı... 

Machiavelli’nin siyaset felsefesine göre hükümdar, özellikle siyasi tarihi iyi okumalı ve tarihteki büyük önderlerin halkı avutup uyutan tavırlarını ve politik tuzaklarını iyi kavramalıydı. 

Machiavelli, hükümdarların, kaba ve ahlâksız görünmemek için dindar görünmeye çalışmalarını hatırlatmaktaydı. Çünkü din, en kolay istismarı yapılan ve toplumu avutan bir yapıydı. Machiavelli’ye göre devleti yöneten hükümdar/devlet başkanı, pis işleri ve kötülükleri başkalarının sırtına yıkmalı, iyi işleri kendine mâl etmeye çalışmalıdır. 

Hükümdar/devlet başkanı, güçlü ve kudretli kişilerle arayı iyi tutmalıdır, ancak zayıfların kalbini kazanmayı da başarmalıdır. Hükümdar/devlet başkanı, itaatkâr kişileri yardımcıatamalıdır. Öyle ki yardımcıları kendisinden daha çok lideri düşünüyorsa o yardımcılar yararlıdır. Hükümdar da yardımcılarının çıkarlarını ve rahatını gözetmelidir ki, kendine bende (köle) edebilsin ve ihanetinden emin olsun. Machiavelli’ye göre; hükümdar, etrafındaki danışmanların kendisine bir konuda fikir beyan etmesinin önünü açmalı, ancak kendisine akıl verir gibi 
hareket etmelerine engel olmalıdır. Danışmanları sabırla dinlemeli ancak sorgulayıcı bir üslup takınmalıdır ki danışmanlar güzel şeylerin kendilerinden çıktığı fikrine kapılmasınlardı.”[2] 
Machiavelli’ye göre dürüstlük; sadece lafta kalmalıdır, politikanın tek kuralı iktidarın çıkarları olmalıdır. Politikada başarıya ancak ahlâk ve vicdan dışına çıkınca ulaşılır. 
Çünkü namussuzlar arasında yüzde yüz namuslu kalmak isteyen er geç mahvolacaktır; tarihî eylem içinde iyi kalplilik felakete götürür insanı; zulüm, yufka yüreklilikten daha az zalim sayılır. Politikanın kaderi görünüşte kahraman, gerçekte sahtekâr olmaktır. İnsanlar gönüllerinden çok, gözleriyle hüküm verirler. Kimse ne olduğumuzu anlamaz, nasıl göründüğümüze bakacaktır!.. 

İşte Sn. Erdoğan bu Makyavelist ve menfaatçi politikalar yüzünden, 1974 Kıbrıs 
Harekâtımızdaki Türkiye gayretlisi ve Filistinli mazlumların hamisi Kaddafi’yi devirmek ve Libya petrollerini Batı’ya peşkeş çekmek üzere Haçlıların planladığı Libya saldırısına ortak olmaktan sakınmamıştı. 
Hatırlayınız; İslamiyet’in doğuşunu anlatan ünlü Çağrı filminin yapım masraflarını da Libya lideri Kaddafi sağlamıştı. Filmin yönetmeni de Suriye asıllı Mustafa Akad’dı. Bu destansı filmin çekilmesini sağlayan iki kişinin de hayatı trajik sonlanmıştı. Kaddafi’nin nasıl linç edildiği hepimizin malumuydu. 
Akad ise, 2005’te oturduğu kahveye düzenlenen bombalı saldırıda kızıyla birlikte katlonulmuşlardı. Bunun gibi Suriye’ye saldırılmasına ve 5 milyon insanın Türkiye’ye yığılmasına göz yumması da, Erdoğan’ın diğer bir Makyavelist yaklaşımıydı. 
Reel olarak büyüdükleri” yalanıyla Türkiye’yi avutup uyutan Erdoğan iktidarı, 2020 Eylül-Ekim döneminde tam 11 milyar ceza toplamışlardı. 
2020 sonuna kadar planladıkları ceza miktarı ise 12 milyardı. Bir demecinde “Hâlâ fikri iktidar olamadıklarını…” itiraf eden Sn. Erdoğan’a hatırlatmak lazımdı: Siz hiçbir zaman fiilen de iktidar ve muktedir olamadınız! 
Eşcinselliği ve Lezbiyenliği meşrulaştıran İstanbul Sözleşmesi’ne PAPA sahip çıkmış, Sn. Erdoğan ise İmzalamıştı! 

İnsanlığı ifsada sürükleyen cinsi sapkınlık akımına, Katoliklerin dini lideri Papa Francesco tarafından ilk kez bu derece meşru bir hüviyete sarılmış ve 
destek açıklaması yapılmıştı. Katolik kilisenin zirvesindeki isim olan Papa Francesco, yasal hakları olduğunu iddia ettiği cinsi sapkınlar için medeni 
birliktelik ve hukuki koruma talebinde bulunmuşlardı. Papa’nın son ifadeleri, görev süresince cinsi sapkınlara yönelik en net destek açıklaması olarak 
yorumlanmıştı. 

Papa’nın Kirli Sicili Kabarıktı! 

Papa Francesco, geçmiş yıllarda birçok kez sapkın oluşumlara destek girişimlerinden sakınmamıştı. Aslen Arjantinli olan Papa Francesco, 
başkent Buenos Aires’teki başpiskoposluk görevi sırasında ‘eşcinsel evlilik’ yasasına karşı çıkmasına rağmen sapkın çiftlere yasal koruma sağlanmasını savunmaya başlamıştı. 

Papa’nın Cinsi sapkınlara destek ifadelerinden öne çıkan sözleri şunlardı: 

• “Eşcinsel insanların bir aile içinde olmaya hakkı vardır. Onlar da Tanrı’nın çocuklarıdır ve bir aileye sahip olma hakları vardır. Hiç kimse bu yüzden dışlanmamalı ve suçlanmamalıdır. Olması gereken şey, bir medeni birliktelik yasasıdır, bu şekilde yasal olarak korunurlar. Ben bunu savunuyorum.” (20 Ekim 2020) 
• “Evlilik erkek ile kadın arasında yapılır. Medeni birlikteliğin ise duruma göre 
değerlendirilmesi lazımdır.” (2014, Corriere della Sera röportajı) 
• “Eşcinsel olup olmaman mühim değil. Tanrı seni böyle yaratmış ve seni olduğun gibi seviyor. (Hâşâ-Allah’a iftira atıyor!) Benim için de bunun bir önemi yok. Papa seni böyle seviyor. Olduğun gibi olmaktan mutlu olmalısın.” (Ekim 2018) 
• “Bir kişi eşcinselse ve Tanrı’yı arıyorsa, iyi niyetliyse, ben kimim ki onu yargılayayım?” (Mart 2013) 
• “Tanrı (eşcinsel) çocuklarınızı oldukları gibi seviyor.” (Eylül 2020) 
• 2 ay önce basına yansıyan bir haberde ise Papa Francesco’nun ülkesi Arjantin’de bir rahibenin trans kadınlara yardım amacıyla apartman kompleksi kurma projesine destek verdiği açıklanmıştı.
İşte PAPA’nın bu ahlâk dışı tavrını; Sn. Erdoğan iktidarı, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayarak onaylamıştı!? 

Halbuki İslamiyet Eşcinselliği Şiddetle Yasaklamıştır! 

Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim, insanın kadın ve erkek olarak yalnızca 2 cinsiyet olarak yaratıldığını, başka bir cinsin fıtratta yeri olmadığını buyurmaktadır. Papa’nın savunduğu “Tanrı sizi böyle yarattı” ifadesi tamamen popülist bir söylem olup insanın yaratılışındaki gerçekleri kesinlikle yansıtmamaktadır. Yüce Allah, kutsal kitabında insanlara aynı cinsler arasındaki aykırı münasebetlere meyletmemeleri konusunu şiddetle hatırlatıyor ve bu tür sapkınlara ‘Lut kavmi’ akıbetiyle uyarıda bulunuyor. 
Sn. Erdoğan’ın bir konuştuklarına bakın, sonra da dönüp yaptıklarına bakın!.. 
Hatırlayacaksınız; Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep T. Erdoğan şu cümleleri kullanmışlardı; 
* “Samimi bir muhasebeyle, geçtiğimiz 18 yılda her alanda, tarihi eserlere ve hizmetlere imza attığımızı ama eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi hâlâ sağlayamadığımızı düşünüyorum.” 
* “Önümüzdeki dönemde önceliğimiz aileden başlayarak çocuklarımızı çağa göre yetiştirmek şarttır. Bu değişimde sıradan müfredat tadilatından ziyade topyekûn eğitim-öğretim reformu lazımdır.” (İstanbul Sözleşmesi’ni bunun için mi imzaladınız?) 
* “Her okul seviyesinde öğretime ağırlık verilirken eğitim kısmı ihmal edilmiştir. Özellikle medyanın etkisiyle geleneksel eğitim-öğretimin gücü azalırken yerine daha iyisi konulamamıştır.” 
* “Evlatlarımızın zihinleri Batı’nın popüler kültür ve sapkın hezeyanlarıyla doldurulmuştur.” (Sn. Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi bunların en sapkınıdır!..) 
MEDİPOL Muamması ve Devlet Kayırması! Her nedense, özellikle sağlık sektöründe hangi konuya el atılsa altından mutlaka bir şekliile MEDİPOL HASTANESİ’nin yahut MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ’nin çıkması kafa karıştırıcıydı. Ama sadece sağlık sektörü ile de sınırlı olmadığı ve MEDİPOL İMPARATORLUĞU’nun çok daha geniş bir alana yayıldığı anlaşılmaktaydı. 

Hatırlayınız; 

Tarih 8 Temmuz 2004, AKP iktidarının henüz 2. yılıydı. İstanbul’da sessiz sedasız bir açılış yapılmış ve 1994 yılından beri faaliyetini HAYRUNNİSA HASTANESİ ismi ile sürdüren hastanenin ismi NİSA HASTANESİ olarak değişikliğe uğramıştı. 
Gerek tıbbi cihazlarının teknolojisi, gerekse hastanenin fiziksel görünümü baştan aşağıya yenilenirken o gün bu çok da önemsenmeyen açılışa İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Erman Tuncer, Sağlık Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Zeki Şengil katılmışlardı. Konuklara hastaneyi gezdiren isimler ise yenilenen adı ile “NİSA HASTANESİ” olan hastanenin Hastane Medikal Grup Başkanı Fahrettin Koca ve 
Başhekim Dr. Bahri Teker olacaktı. Bu hastaneyi kontrol eden şirketin adı ise HAKSAĞ SAĞLIK HİZMETLERİ ANONİM ŞİRKETİ olmaktaydı. “Erbakan Avrupa’da toplanan cihat paralarıyla şahsi saltanat sürüyor!..” iftirasını atan, ama aslında o paraları Avustralya’ya kaçırıp büyük bir çiftlik ve malikâne satın alan, sonra da bir trafik kazasıyla ahirete uğurlanan Mahmut Esat Coşan bu şirketin Yönetim Kurulu Başkanıydı. Cemaatin başına Mahmut Esat Coşan’ın ölümü sonrasında geçen oğlu M. Nureddin Coşan daha sonra Yönetim Kurulu Üyeliği’ni devralmıştı. 

İşte kendisi de bu ekibe bağlı olan Fahrettin Koca da bu NİSA HASTANESİ ile yıldızını hızla parlatmaya başlamıştı… 
Bundan 1 sene sonra takvim yaprakları 28.07.2005’i gösterirken bir şirket sessiz sedasız İstanbul Ticaret Odası’na kaydını yaptırmıştı. 
Bu şirketin adı METROPOLİTAN SAĞLIK VE EĞİTİM HİZMETLERİ İNŞAAT SANAYİ ANONİM ŞİRKETİ olmaktaydı. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı ise Fahrettin Koca’ydı. 
  Tarih yaprakları 2007’yi gösterdiğinde Fahrettin Koca’nın sahibi olduğu MEDİPOL HASTANESİ İstanbul Kadıköy’de faaliyet yapmaktaydı ve yine Fahrettin Koca’nın sahibi olduğu MEDİZ ZİNE isimli bir şirketin kontrolü altındaydı. 

Derken; 21.08.2007 tarihinde alınan REKABET KURUMU KARARI ile MEDİZ ZİNE isimli şirket ile NİSA HASTANESİ’nin de sahibi olan HAKSAĞ SAĞLIK HİZMETLERİ A.Ş. Fahrettin Koca’nın sahibi olduğu METROPOLİTAN SAĞLIK VE EĞİTİM HİZMETLERİ İNŞAAT SANAYİ VE TİCARET A.Ş. tarafından devralınmıştı. Böylece “MEDİPOL İMPARATORLUĞU”nun da temelleri atılmıştı. 

Fahrettin Koca, aynı Tekke’ye bağlı olduğu Recep T. Erdoğan ile de yakın ilişkiler sağlamış ve artık “Ailenin Doktoru” olarak anılmaya başlanmıştı. MEDİPOL 
HASTANESİ’nin yanına NİSA HASTANESİ’ni de eklemiş, hızla “HASTANELER ZİNCİRİ” olma yolunda yeni hastaneler açmaktaydı.

İşte tam bu “Jet hızı ile yükseliş” döneminde Fahrettin Koca 2009 yılında kısa adı TESA olan Türkiye Eğitim, Sağlık ve Araştırma Vakfı’nı kurmuşlardı. 

Vakıf kurulur kurulmaz ilkicraat olarak İstanbul Medipol Üniversitesi’ni açmışlardı. Ve artık Fahrettin Koca bir de üniversite sahibi konumundaydı. 

2009 yılında kurulan İstanbul Medipol Üniversitesi’ne elbette “Bina” ve “Kampüs alanı” lazımdı. O sırada TEKEL’in son derece kıymetli olan Unkapanı’ndaki binası 2009’da 49 yıllığına, hemen 1 sene sonra ise 2010 yılında Beykoz Kavacık’ta bulunan yaklaşık 220 bin metrekarelik arazinin imar planları değiştirilerek tahsisi yapılmıştı. 

Bu arada, Fahrettin Koca bir de Türkiye Eğitim, Sağlık, Bilim ve Araştırma Vakfı’nı kurar… İşte bu TEBA Vakfıda 2018 yılında Ankara Medipol Üniversitesi’ni kuracak ve Fahrettin Koca’nın Ankara’daki bu üniversitesine de Ankara Tren Garı kampüsü içerisinde yer alan TCDD Misafirhanesi ve TCDD Müzesi 30 yıllığına tahsis alınacaktı. 
Ayrıca yeni kampüs alanı olarak Atatürk Orman Çiftliği arazisi içerisindeki 555 bin metrekarelik alan da yine Bakan Koca’nın Ankara Medipol Üniversitesi’ne kiralanmıştı. Ayrıca bu üniversiteler, “ÜNİVERSİTE SANAYİ İŞBİRLİĞİ PLATFORMU” üzerinden proje bedeli olarak kaynak almaya ve devlet imkânlarından faydalanmaya başlamışlardı. 

2014 yılında kurulan ilk TEKNOLOJİ TRANSFER OFİSİ ile birlikte sadece son 5 yılda 21 proje için 8 milyon TL kaynağın MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ’ne aktarıldığı konuşulmaktaydı.
Ayrıca, Üniversite Sanayi İşbirliği Ofisi projeleri için MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ’ne devletten tam 20 milyon TL gönderildiği tartışılmaktaydı. 
ASELSAN 5G TEKNOLOJİSİ’nin askeri alanda kullanımı noktasında çok ciddi öneme sahip bir proje üzerinde çalışmaktaydı… 
Bu projenin adı “Yeni Nesil Taktik Haberleşme Sistemleri için Çok Taşıyıcılı Fiziksel Seviye Çözümleri Projesi” olmaktaydı. 
Proje 5G’de Nesnelerin İnterneti için potansiyel teknolojilerden birisi olacak hali ile çok büyük maddi değer de taşıyacaktı. İşte ASELSAN’ın bu projedeki ortağı da yine MEDİPOLÜNİVERSİTESİ olması enteresandı!? 

Prof. Dr. Sebahattin Aydın MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ Mütevelli Heyeti Üyesi ve MEDİPOLÜNİVERSİTESİ Rektörü iken Sağlık Bakan Yardımcısı atanmıştı. 
Sayın Bakan Fahrettin Koca, “Benim MEDİPOL GRUBU ile alakam kalmadı” diyordu, ama şirketin yönetimindede Üniversitenin Mütevelli Heyetinde 
de kardeşi Özer Koca bulunmaktaydı. 

Şimdi soruyoruz: Memlekette herkes bir an önce korona tedavisinde kullanılacak bir ilaç için gözü yollarda beklerken, tek bir şirketin ruhsat alabilmesi 
için o şirketten aylarca önce ilacı üretmeye hazır olup, Sağlık Bakanlığı’na ruhsat başvurusu yapan 3 farklı şirketin başvurularının bekletilmesi ne amaçlıydı? 
Üstelik kendisinin ruhsat alması için milletin “Acil can derdinin” bile hiçe sayılarak diğer 3 firmanın ruhsatları verilmeyen firma ATABAY isimli bir firmaydı. 
Bu ATABAY isimlişirketin; ilacı ve aşıyı MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ ile ortak üretmeyi planladığı, işte o nedenle de diğer 3 firma bu ATABAY isimli firma 
ruhsat alacak noktaya gelmeden ruhsat alamadığı iddiaları hâlâ yanıtını aramaktaydı.[3] 

[1] 03.03.2021 / zekiceyhan@milligazete.com.tr 
[2] siyamiakyel@milligazete.com.tr 
[3] Bak: Celal Eren Çelik 

https://www.millicozum.com/mc/duyurular/bu-berat-bey-bu-kadar-basariliydi-da-niye-gorevden-aldiniz

***

16 Nisan 2015 Perşembe

Erdoğan, Kürt petrolünün taşınması için Çalık Holding'e imtiyaz tanıyan karara imza atmış




Erdoğan, Kürt petrolünün taşınması için Çalık Holding'e imtiyaz tanıyan karara imza atmış


Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak, Çalık Holding’in o dönemki  CEO'suydu...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık, Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak

TARİH 13 Mart 2015 06:47


Hürriyet Washington Temsilcisi Tolga Tanış’ın “Potus ve Beyefendi” kitabında yer alan belgelere dayalı iddialara göre Powertrans şirketi, 2011’de Kürt bölgesindeki petrolü taşıma işini üstlendi. Powertrans’ın ve saklanan uluslararası ortaklarının peşine düşen Tanış, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın damadı Yönetim Kurulu Başkanlığını Ahmet Çalık'ın yaptığı Çalık Holding’in o dönemki CEO’su Berat Albayrak’ın da dahil olduğu ilişkiler zincirine ışık tuttu. ilk kez ortaya çıkan belgelere göre; Türkiye’nin Kürt Bölgesel yönetimiyle yakınlaşması siyasetin yanında “seçilmiş şirketler” için ekonomik anlam taşıyor. Erdoğan 3. kez Başbakanlığı kazandığı 2011 seçiminden sonraki ilk kabine toplantısında bölgedeki petrolün taşınması için imtiyazlı bir karar çıkartıyor.

Cumhuriyet'te yer alan habere göre, bu karardan en büyük parayı ortakları gizlenen Powertans şirketi kazanıyor. Kitapta şirketin Çalık Grubu’nun olduğu belgelerle açıklanıyor.
Powertrans’ın yurtdışındaki sahipleri Grand Fortune Ventures ve Lucky Ventures’un işlemleriyle ilgili talimatları Erdoğan’ın damadı Albayrak’ın CEO olduğu dönem Sovereign Trust Danışmanlık’a Çalık Holding yetkililerinin ilettiği ortaya konuyor.




Hürriyet Washington Temsilcisi Tolga Tanış









Hürriyet Washington temsilcisi Tolga Tanış’ın yazdığı Potus ve Beyefendi kitabının en kapsamlı, araştırmaya dayalı kısmını Kürt petrolü bölümü kapsıyor. Tanış, bu bölümde yerinde yaptığı incelemeler ve belgelerle, Çalık Grubu’na ait olduğunu ortaya koyduğu Powertrans şirketinin hükümetten aldığı imtiyazla Kürt bölgesindeki petrolü taşıma işini haberleştiriyor. Powertrans şirketinin kuruluş zamanlaması ve ortaklarının Singapur ile off shore cenneti British Virgin İsland’da kurulan şirketlerde gösterilmesinin ardına düşüyor. Saklanan isimleri araştırıyor. Doğal olarak merkeze dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ı ve damadı Çalık Holding CEO’su Berat Albayrak’ı koyuyor.


BERAT ALBAYRAK: 2004’’te Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra ile evlendi. 2007’de 26 yaşında Çalık Holding’in CEO’su oldu. Kitapta; Albayrak’ın CEO’luğunu yaptığı Çalık ile Powertrans’ın bağları “çalışanların geçmişi” ve “yazarın yerinde yaptığı araştırmayla” iki şekilde ortaya konulmuş. Önce çalışanların, yöneticilerin Çalık ile ilişkilerinden bir kaç örnek:

Powertrans’ın kimliği,








Ahmet Muhassıloğlu: 2011’de Powetrans’ın kuruluşunda yer alan ve sonra hisselerini Singapur’daki Lucky Ventures’a satan isim. 1998-2000 yıllarında Çalık’ın Türkmenistan’daki yatırımlarında çalıştı.
AHMET ŞADİ GÜNGÖR: 2012’de Powertrans’ın genel müdürü oldu. Daha önce Çalık Holding’e bağlı ÇEP Petrol’de koordinatördü. 2007-2011 AKP Milletvekilliği yaptı.
ŞEVKET ACAR: Acar: Powertrans’ın önce mali işler müdürü, 2013’te Yönetim Kurulu Başkanı. Daha önce Çalık Holding’de Arnavutluk’taki ALBtelecom’unCEO’su. Kitabın yazarı Tolga Tanış, şirketlerin yurtdışındaki adreslerine de ziyaretler gerçekleştirmiş. Ve araştırma sonucunu kitapta şöyle anlatmış:
“Powertrans’ın sahipleri Grand Fortune Ventures ve Lucky Ventures’un işlemleriyle ilgili talimatları Albayrak’ın CEO olduğu dönem Singapur’daki Sovereign Trust Danışmanlık Firması’na doğrudan Çalık Holding yetkililerinin ilettiğini araştırmam sırasında teyit ettim.”
Tolga Tanış, kitabında bir diğer sorunlu noktaya da dikkat çekiyor: Damat Berat Albayrak’ın Çalık Holding ile ilişkisi nedeniyle Powertrans’ın verilen imtiyazın “uluslararası standartlarda yolsuzluğun tam tanımı olduğuna...”

Politikacı ve yakını

Bunu da 2005’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler yolsuzlukla mücadele sözleşmesi kapsamındaki siyasi bağlantılarını kullanarak kazanç sağlayan PEP’lerin (Politicaly Exposed Person-politikacı ve yakını) rolüyle ilgilendiriyordu.
Tanış şu cümlelerle durumu netleştiriyor: PEP, politikacıların yolsuzluğu gizlemek için buldukları yeni yöntemlere karşı geliştirilmiş bir tanım. Ve siyasetçilerin iktidar gücünü kullanarak imtiyaz sağladıkları akraba ve yakınlarına işaret ediyor. Uluslararası örgütler, PEP’ler konusunda son yıllarda öyle adımlar atmışlardı ki... Örneğin, dünya genelinde yılda toplam 1 trilyon dolara ulaştığı tahmin edilen rüşvet ve yolsuzlukla mücadele etmesi istenen dünyanın her yerindeki finans kurumlarına PEP’ler için öyle görevler yüklenmişti ki. Buna göre bankalardan bu PEP’leri yakından takip etmeleri ve PEP’lere ait hesaplardaki şüpheli hareketleri de düzenleyici kurumlara bildirmeleri isteniyordu.

Barzani’ye yakın aile ortak

Türkiye’de bu Singapur ve BVI firmalarıyla bağlantılı tek bir şirket açılmamışken, 1 Aralık 2009’da bu durum değişti. İstanbul’da Oiltrans Petrol Taşıma Sanayi ve Ticaret Limited şirketi kuruldu. 716551 sicil numaralı şirketin hissedarları arasında ise Powertrans’tan tanıdık olan yüzde 25 ile Lucky Ventures yine yüzde 25’le Grand Fortune Ventures vardı.
Peki diğer yüzde 50 kime aitti? O da Ankara’daki Yazıcı Hukuk Bürosu’nun, 1998’den beri başta petrol, doğalgaz ve enerji projelerinde çalışan avukatlarından Nihal Berker.
Tabii 100 bin TL sermaye ile kurulan ve tıpkı Powertrans’ta olduğu gibi, Singapur’daki şirketlerin hisselerini avukat İsmail Kınoğlu’nun temsil ettiği Oiltrans’ta Berker’in rolü sadece göstermelikti. Çünkü asıl önemli olan kişi, kuruluş sözleşmesinde Berker’in hisselerini temsil etmek üzere şirket müdürü olarak atandığı belirtilen Irak uyruklu Muhsen M. Nazer Amen Amen’di.
Başka bir deyişle, tıpkı Reza Zarrab’ın akrabaları gibi, Bakanlar Kurulu’nun 22 Mayıs 2013’te aldığı bir kararla Türk vatandaşlığına geçip Muhsin Nezir adını alacak olan işadamı. Nitekim Oiltrans kuruldu.
On bir gün sonra... 14 Aralık 2009’da İstanbul’da Muhsen M. Nazer Amen Amen’in yüzde 50 ortaklığıyla başka bir şirket daha sessiz sedasız faaliyete geçti.
Beş bin lira sermayeyle kurulan, 717758 sicil numaralı “Yüksek Enerji Limited”in diğer ortağı da yine Irak uyruklu Adeeb Mohammednadheer Ameen Ameen’di.
Ve bu uzun isimli kişinin sicil memuruna verdiği “282/40 Ainka- wa St. Erbil, Irak” adresi ise UB Holding’in Erbil’deki ofisinin bulunduğu yerdi. Velhasıl sonunda sınırın öteki tarafındaki ortaklar da bulunmuştu. Barzani Ailesi’ne çok yakın olan ve 1990’lardan beri İstanbul’da iş yapan Nezir Ailesi.

700 milyon dolar kazanç

Tolga Tanış’ın Singapur’daki şirketlerin gizlemeye çalıştığı bilançolardan elde ettiği veriler ile bu şirketlerin Türkiye’deki iştiraklerinin finansal sonuçları 31 Temmuz 2013 itibarıyla 673 milyon 953 bin 800 dolarlık bir gelire işaret ediyor. Meçhul kişilere Bakanlar Kurulu kararıyla verilen imtiyazdan ortaya dev bir kazanç çıkıyordu. Bağdat yönetimiyle ihtilaflı yapılan ve her şeyin Barzani’nin iki dudağı arasında olduğu bir operasyon.
Tanış, gizli kalma isteğini şöyle anlatıyor:
Powertrans’ın gerçek sahibinin kim olduğunu saklıyorlardı.
1 Siyaseten elde ettikleri imtiyazları perdelemek için.
2 Yürütülen ticari faaliyetin Bağdat hükümeti nezdinde Irak Anayasası’nın ihlali olarak görülüp bir kaçakçılık faaliyeti gibi ele alınması nedeniyle doğacak uluslararası hukuki sorumluluktan kaçmak için. Türkiye’deki gizliliği ise dört farklı yöntemle gerçekleştirmişlerdi.
1 Avukatları hissedar yaptılar. Örneğin Yazıcı Hukuk Bürosu’ndan avukat Nihal Berker’in Oiltrans’ın kurucusu gözükmesi gibi.
2 Başka hiçbir kayda değer ticari girişimi bulunmayan sıradan insanları hissedar haline getirdiler.
3 Eskiden Çalık Holding bünyesinde görevler üstlenmiş, kendilerine yakın güvenilir isimleri yönetici yaptılar.
4 Ve kimsenin gerçek sahiplere ulaşamaması için de Türkiye’deki şirketleri Singapur’da kurulan başka şirketlerin üzerinde gösterdiler.
1 milyar dolarlık iş hacmi
Sabah ve atv’yi 1.1 milyar dolar teklifle TMSF’den kamu bankaları kredisiyle alıp, daha sonra AKP’ye yakınlığıyla bilinen Kalyon İnşaat’a satan Ahmet Çalık, 26 yıldır iş hayatında ve 2.5 milyar dolarlık Çalık Holding’i yönetiyor. Holding Enerji, telekomünikasyon, finans, tekstil, inşaat, ticaret sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Çalık Grubu son olarak tartışmalı Passolig uygulamasının da sahibi.

Adım adım imtiyaz

2007 Irak Anayasası 140. Madde ülkedeki dev petrol yataklarının bulunduğu Kerkük’ün statüsüne ilişkin sorunun 2007 sonuna kadar yapılacak referandumla çözülmesini öngörüyordu. Bölgedeki Türkmen nüfusu düşünerek Kürtlerin bu referandumla Kerkük’ü Irak Kürdistan’ına bağlamasına karşı çıkan Türkiye plana karşı çıkıyordu. Barzani “Türkiye Kerkük’e karışırsa bizde Diyarbakır’a karışırız” derken Erdoğan 9 Nisan 2007’de “bedeli ağır olur” diyecekti.
5 Kasım 2007
Beyaz Saray’da Başbakan Tayyip Erdoğan ile dönemin ABD Başkanı George W. Bush buluştu. Aynı yılın nisan ayından kasıma kadar geçen sürede ilginç bir şekilde; “Türkiye ile Kuzey Irak’taki Kürdistan yönetimi” arasında, daha doğrusu “Erdoğan ile Barzani arasında” bir yumuşama oldu. Bu yumuşamayı en iyi tarif eden kulisi kitaptaki tanımla “iddiayı” İngiliz Economist dergisi yazacaktı: Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı Bush’a, Kürtlerin bölgesel hükümetinin tanınması ve PKK’lilere af için söz verdi.
Mayıs 2008
Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gazetecilere “Barzani ile güven oluşuyor” açıklamasını yaptı. 8 Ağustos 2008 “Güven”den 3 ay sonra yurtdışında birbiriyle bağlantılı 3 şirket kuruldu. İkisi Singapur, biri Karayipler’deki off shore cenneti British Virgin İsland’da.
Eylül 2008
Şirketlerin kuruluşundan bir ay sonra Türkiye ve PKK arasında Norveç Oslo’da barış görüşmeleri başladı.
Ekim 2008-Mart 2011
Türkiye ile Irak Kürdistan yönetimi arasındaki sıcaklık her geçen gün arttı. Erbil’de 2010’da Türkiye konsolosluk açtı.
25 Mart 2011
Powertrans adlı şirket Esentepe’deki Maya Akar Center C Blok’ta yer alan 4/24 numaralı ofiste 50 bin TL sermaye ve 770581 sicil numarasıyla kuruldu. Faaliyet konusu kuruluş sözleşmesinde şöyle belirtilmişti: Türkiye içinde ve dışında petrol boru hatları inşa etmek; ettirmek; inşa edilmiş petrol boru hatlarını devralmak, satın almak veya kiralamak, petrol boru hattı veya diğer taşıma araçlarıyla ülkeler arası ve transit olarak petrol nakliyatı faaliyetinde bulunmak. Kurucular ise yüzde 50’yle Singapur merkezli Grand Fortune Ventures (Büyük servet girişimleri) ile İstanbul Ümraniye’de oturan Ahmet Muhassıloğlu gözüküyordu. Her iki ortak da İsmail Kınoğlu adlı avukat tarafından temsil ediliyordu.
Erdoğan ve Barzani'nin buluşmasından bir kare














Erdoğan ve Barzani'nin buluşmasından bir kare





29 Mart 2011
İlk defa bir Türkiye Başbakanı Erbil’e ziyarette bulundu. Erdoğan “Değerli dostum Sayın Başkan Barzani” diye konuştu.
21 Nisan 2011
Powertrans firmasının yüzde 50 ortağı gözüken Ahmet Muhassıloğlu aradan bir ay geçmeden hisselerini bir diğer Singapurlu şirkete “Lucky Ventures”a (şanslı girişimciler) devretti. Ortaklar iki ayrı şirketmiş gibi duruyordu. Ancak ikisi de aynı gün 8 Ağustos 2008’de kurulmuştu. İkisi de Singapur Muhasebe Müdürlüğü (ACRA) kayıtlarına göre aynı adresteydi: 112 Robinson Road 12-01 Singapur 068902. Danışmanlık şirketleri de (Sovereign Trust), muhasebe şirketleri de (Red Dot Consult) aynıydı. Powertrans’ın Türkiye’deki ticaret sicil kaydında aynı isim yetkili gösterilmişti: Yong Ngiat Sim. Powertrans yöneticileri bu iki şirketi farklıymış gibi göstermeye çalıştı. Hatta Grand Fortune için sahte bir adres gösterdiler. Ama ACRA kayıtlarına göre şirketlerin faaliyet gösterdiği yer aynıydı. Gösterilen sahte adres ise Singapur’da barlar sokağında, eğlence mekanı olarak işletilen bir binaydı.
Singapur’daki şirketler daha sonra bugün gizlilik seviyesi İsviçre’den bile fazla olan British Virgin Islands’a taşındı. Singapur’daki şirketler kabuk şirket (shell company) olarak kullanılıyor. Özellikle son yıllarda yasadışı iş yapanlar ile servetlerini gizlemek isteyen Rus ve Çinli işadamlarının çok sık yaptıkları gibi.
12 Haziran 2011
Tayyip Erdoğan’ın “ustalık dönemi” diye adlandırdığı dönem başladı.
6 Temmuz 2011
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayından sonra kabineyi 6 Temmuz’da açıkladı.
7 Temmuz 2011
61. Hükümetin ilk Bakanlar Kurulu toplandı. Bu toplantıda önemli bir karar alındı. 18 Temmuz 2011’de yürürlüğe girecek bir karardı bu. “Ham petrol ve Jet Yakıtı’nın Türkiye üzerinden kara ve demir yoluyla taşınması.”
14 Temmuz 2011
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın 14 Temmuz 2011 tarihli ve 482 sayılı yazısı üzerine 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 55. maddesine göre alınan bir karardı bu. Kararda “Ülke menfaatı açısından gerekli olan hallerde ham petrol ve jet yakıtının Türkiye gümrük bölgesinde karayolu ve demiryolu ile transitinde uyulacak usul ve esaslar” düzenlenmiş ve “işin yürütmesi” Gümrük ve Ticaret Bakanı’na verilmişti. Yani Erdoğan; Türkiye’de kurulu şirketlere ham petrol ve jet yakıtının Türkiye üzerinden transit geçirme izni verme hakkına kavuşmuştu. İşin başına da en güvendiği isimlerden Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı’yı koymuştu.
11 Kasım 2011
Karar 28109 sayılı Resmi Gazete’den yayımlanarak yürürlüğe girdi.
21 Aralık 2011
Powertrans şirketi gerekli altyapıyı kurmak için sermaye artırımına gitti. 50 bin TL olan kuruluş sermayesini 10 milyon TL’ye çıkardı.
4 Haziran 2012
Ahmet Şadi Güngör şirketin genel müdürlüğünü üstlendi. Bu isim 2007’de AKP’nin Kocaeli milletvekili adayıydı. Şevket Acar da mali işler genel müdürlüğüne getirildi.
Temmuz 2011
Sermaye artırımı, ekip değişimi, lisans süresi ardından Powertrans çalışmaya başladı. Ortakları arasında Mehmet Emin Karamehmet ile Mehmet Sepil’in bulunduğu Genel Energy’nin Kürt Bölgesi’nde Tak Tak’taki petrolünü Türkiye’ye taşımaya başladılar.
Ekim 2012
Bağdat Yönetiminden ilk itiraz 2012’nin sonlarında duyuldu. Tankerlerin sayısı çok çoğalmıştı.
11 Aralık 2012
Tartışmalar Washington’a sıçradı. ABD’liler kamyonlarla başlayan petrol ticareti yüzünden yaşanan Ankara-Bağdat ihtilafında İrak yönetiminin yanında durduklarını söylediler.
Ocak 2013
Irak Petrol Bakanlığı Türkiye’ye petrol taşıyan Powertrans tankerleriyle ilgili açıklama yaptı. Irak devlet şirketi SOMO’nun Irak’tan petrol ihracına yetkili tek kurum olduğunu, bu kuralı ihlal eden şirketlerin kargolarına el koyulacağını duyurdu.
Aralık 2013
Kuzey Irak’tan Türkiye’ye ham petrolü taşıyan kamyonların dışında bir de boru hattı yapılacağı konuşulmaya başlandı. ABD durumdan hoşlanmadı.
..