22 Temmuz 2007 SEÇİMLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
22 Temmuz 2007 SEÇİMLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Haziran 2016 Cumartesi

22 Temmuz 2007 SEÇİMLERİ, TÜRK SİYASETİ ve MHP BÖLÜM 1



 22 Temmuz 2007  SEÇİMLERİ, TÜRK SİYASETİ ve MHP 
BÖLÜM 1




ÜMİT ÖZDAĞ,
08  AĞUSTOS 2007



2007 Seçimleri Türk demokrasi tarihinde önemli bir dönemeci oluşturmaktadır. 
3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP 22 Temmuz 2007 seçimleri sonucunda oylarını % 34’den % 46’ya yükselterek açık ara birinci parti olarak çıkmayı başarmıştır.


AKP’nin gerçekleştirmiş olduğu bu sonuç, nedeni ne olur ise olsun büyük bir siyasal başarıdır. 

Rakamlar ile ifade edilir ise AKP’nin oyları, ikinci ve üçüncü parti olan CHP ve MHP’nin oylarının toplamından % 10 daha fazladır. 
Diğer bir ifade ile hemen hemen her iki seçmenden birisi AKP’ye oy vermiştir.

22 Temmuz seçimlerinin diğer bir anlamı AKP dışında bütün partilerin bu seçimden mağlup olarak çıktıkları gerçeğidir. 
CHP-DSP ittifakı, muhalefette olmanın verdiği avantajı kullanamamıştır. 22 Temmuz öncesinde ortaya çıkan sivil toplum alanındaki geniş muhalefeti bile doğru yönetememiştir. Türk halkına umut veren bir iktidar seçeneği olarak değil iktidar olmak için, “seçim kampanyası” dahi yürütememiştir. Diğer bir ifade ile CHP-DSP ittifakı daha ilk gün “ikinci parti” olmayı kabullenerek yola çıkmıştır.

DYP-ANAP ortaklık projesi olarak merkez sağı inşa etmek adına ortaya konulan Demokrat Parti projesi de iki parti liderlerinin süreci yönetmede gösterdiği büyük başarısızlıktan dolayı merkez sağ seçmen ve potansiyel merkez sağ seçmen için büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. Bundan dolayı, seçmen DP’yi cezalandırmıştır.
1965’de kurulduğu günden buyana ilk kez bir seçimde yaygın medyanın kapsamlı desteğini alan MHP’de, Türk milliyetçiliğinin yükseldiği bir ortamda, ANAP, Genç Parti ve DP çökmesine rağmen, oylarını ancak AKP’nin artırdığı orana taşıyarak, bir mağlubiyete uğramıştır. Diğer partilerin aldıkları sonuç ise değerlendirmeyi dahi gerektirmemektedir. Özetle, AKP seçimlerden siyasal anlamda büyük bir galibiyet ile çıkarken, CHP, MHP ve DP ağır bir mağlubiyet ile çıkmışlardır.

AKP’nin bir seçim döneminde iktidarın bütün yıpratıcılığından sonra oylarını artırmasının ise bir tek örneği vardır. 

O da 1954 seçimlerinde DP’nin oylarını artırarak tekrar iktidar olması örneğidir. 

Ancak, AKP’nin 2007’de oylarını artırması DP’nin 1954’de oylarını artırmasından çok daha zor şartlarda gerçekleşmiştir. 

Çünkü, DP için iktidarı 1950’de CHP’den aldıktan sonra oylarını artıracak politikalar izlemek çok kolay olmuştur.

Kore Savaşı’nın oluşturduğu olumlu dış politik ve ekonomik atmosferde, DP, 27 sene süre ile milli bir devleti inşa etmenin bütün zorluklarını üstlenen ve 
2. Dünya Savaşı’nın bütün olumsuzluklarını taşıyan CHP’nin elinden iktidarı aldıktan sonra çok kolay sayılabilecek popülist ekonomik tedbirlerle halkta büyük bir ekonomik rahatlama yaratmıştır.

Oysa AKP için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. AKP’nin uyguladığı ekonomik önlemler Türk halkına 1950-54 sürecinde DP’nin sağladığı ekonomik kalkınma ve refah ile karşılaştırıldığında önemli bir rahatlama sağlamamıştır. Üstelik, AKP’nin izlediği IMF merkezli ekonomik politikalar büyük sıkıntıların da kaynağını oluşturmuştur. Genel olarak dış ve iç siyasette de AKP iktidarı bir çöküntü dönemini ifade eder. Buna rağmen AKP oylarını %46’ya taşımayı başarmıştır.

Bu sonucu, bazılarının ciddiyetsiz bir şekilde yaptığı gibi, Türk milletine hakaret eden bir komedi yazarının şarlatanlığının arkasına “ Aziz Nesin haklıymış ” 
şeklinde sığınarak geçiştiremeyiz. Geleceğin Türkiyesini çok ağır tehditler beklemektedir. Bu ağır tehditleri göğüsleyebilmek için yakın geçmişi çok iyi tahlil etmeli ve yapılan hataları anlamalı, geleceği alınan dersler ışığında inşa etmeliyiz. Bunu yapabilmek için AKP’nin politik projesini inceleyerek tahlile başlamak bir zorunluluktur.

I. AKP’nin Politik Projesi Federasyon ve Etnikçilik


AKP’nin siyasal projesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini ortadan kaldırarak, Türkiye Cumhuriyetini milli-üniter devlet modelinden federal çok milletli 
devlete dönüştürmektir. AKP, dört buçuk yıllık ilk iktidar döneminde bu anlamda çok önemli bir mesafe almıştır. Her ne kadar Erdoğan, seçim meydanlarında bu 
projesini “Tek millet, tek devlet, tek bayrak” sloganı arkasına gizlemek yoluna sapmış ise de yapılanlar ortadadır. AKP, Türkiye’nin federalleşmesi için 
“ Kamu yönetiminin temel ilkeleri ve yeniden yapılandırılması ” yasa tasarısı ile önemli bir adım atmıştır.

Bu yasanın veto edilmesi üzerine AKP federalleşmenin hukuki alt yapısını hazırlamak için bir dizi yasayı geçirmiştir. 


Bunlar, 

1) “Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün Kapatılma Kanunu”, 

2) “ Bölge Ajansları Kanunu”, 

3) “Hizmet Birlikleri Kurulması Kanunu”, 

4)“ Belediye Kanunu”, 

5) “ Büyükşehir Belediyesi Kanunu”, 

6) “ Gelir İdaresi Kanunu”, 

7) “ İl İdaresi Kanunu”dur.


Bu yasaların amacı milli-üniter devleti tasfiye ederek Türkiye’yi çok milletli/etnikli bir zeminde federalleştirmektir. 

Bu yasaların neden olacağı gelişmeleri öncelikle yedi başlık altında toplayabiliriz: 

1) Milli otorite zayıflarken, yerel/feodal yeni iktidar sahipleri oluşturacaktır. 

2) Etnikçilik artacaktır ve kurumsallaşacaktır. 

3) Devlet dışında odaklara bağlılık oluşacaktır.

4) Gelişmemiş bölgelerin kalkınması imkansızlaşacak/zorlaşacaktır. 

5) Yolsuzluk, kayırmacılık artacaktır. 

6) Verimsiz ve gereksiz yatırımlar çoğalacaktır. 

7) Milli birlik ve dayanışma duygusu azalacaktır. AKP, federalleşme sürecini güçlendirecek başka adımlar da atmıştır. 

Bu çerçevede 

a) İkiz yasalar diye anılan ve etnikçiliği güçlendiren ve kurumsallaştıran Birleşmiş Milletler Sözleşmeleri imzalanmıştır. 

b) Yabancı ülkelerin beşinci kol faaliyetlerine uygun zemin hazırlayan Vakıflar Yasası bütün sert uyarılara rağmen AKP tarafından kabul edilmiştir. 

c) Yabancılara Toprak Satışı Yasası’da milli güvenliği tehdit için olumlu bir zemin oluşturmuştur. 


d) AKP, Avrupa Birliği süreci arkasına sığınarak, devlet yönetimine ülkenin güvenliğinin sağlanması konusunda uzmanlık bilgisi artıran Milli Güvenlik Kurulunu etkisizleştirmiştir. 

e) Maden Yasası Türk halkının refahını artıracak şekilde değil, yabancı şirketlerin menfaatlerini gerçekleştirecek şekilde AKP tarafından kaleme alınmıştır. 

f) Petrol Yasası, tam anlamı ile ancak işgal altında bir ülkenin işgal altındaki parlamentosu tarafından yazılabilecek ölçüde Türkiye’nin menfaatlerini temsil etmekten uzaktır. 

Üstelik AKP son aşamada bu yasaya terör örgütünün siyasal kanadının bir temsilcisinin önerisi olan “çıkan petrolün % 50’sinin çıkarıldığı ile bırakılması “ gibi federasyoncu bir fıkrayı koymaktan çekinmemiştir.
Bütün bu yasalar Türkiye’nin federalleştirilmesi sürecinde döşenmiş yol taşlarıdır. AKP bir yandan üniter devleti dağıtan federasyonun alt yapısını hazırlarken öte yandan da milli devleti etnikleştirmek adına Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda tanımlanan “Türk kimliğini” tahrip etmek için çalışmıştır.

Erdoğan çok bahsedilen ve çarpıtılan mahkum olduğu Siirt konuşmasında, “TC 75 yıldır Türk ırkına göre kurulmuştur” diyerek, saldırdığı zemini kendince tanımlamıştır. İktidara geldikten sonra da Erdoğan, Türk milletini Türkiye’de yaşadığını ileri sürdüğü 32 etnik gruptan birisi olarak tanımlamış, anayasanın tanımladığı Türk kimliği yerine “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliği” gibi ne idüğü belirsiz bir söylemin arkasına sığınmıştır.

Erdoğan’ın izlediği etnikçi politikalar PKK ve Barzani karşısında teslimiyetçilik olarak da sonuçlanmaktadır.Şimdi bu konuya kısaca eğileceğiz.


II. PKK Karşısında Teslimiyetçilik


AKP iktidarı döneminde terör olaylarında büyük bir yükselme olmuştur. AB’ye tam üyelik kaygısı ile AKP tarafından izlenen teslimiyetçi politikalar PKK terörünün azması ile sonuçlanmıştır. Abdullah Gül, “Kaygılardan dolayı daha büyük hak olan özgürlükleri kısıtlamak yoluna gitmeyeceğiz” diyerek, Türkiye’nin kendisini savunması için gereken önlemleri bir bir tasfiye etmiştir.
Oysa bir AB üyesi İç İşleri Bakanı olan Alman İç İşleri Bakanı Otto Schilly, söz konusu Almanya olduğunda “Güvenlik olmadan özgürlük olmaz” demektedir. Keza bir başka AB üyesi olan İngiltere’nin başkenti Londra’da iki bombanın patlamasından sonra İngiliz başbakanı İngiliz polisine “şüphelileri” başından vurarak öldürme yetkisi vermiş ve polis bu yetkiyi kullanmıştır.
Türkiye’de ise AKP, polis ve jandarmanın terör ile etkin mücadele için sahip olması gereken hukuki yetkilerini iktidara gelir gelmez almıştır. Böylece terör AKP iktidarının sonuna doğru kontroldan çıkınca AKP yeni bir yasa tasarısı ile polise elinden aldığı yetkileri geri verme telaşı içine düşmüştür. Bu sırada Türkiye Erdoğan”ın “yan gelip yatan” “kelleler” diye nitelendirdiği gençlerini azgın PKK terörüne kurban vermiştir ve vermeye devam etmektedir.
Üstelik PKK terörü azarken, AKP iktidarı bu süreçte PKK çetesinin reisi A. Öcalan’ı Pişmanlık Yasası çerçevesinde af ile serbest kalmasını sağlayacak düzenlemeleri parlamentoya getirmekten çekinmemiştir. A. Öcalan’ın affı ancak muhalefet milletvekillerinin fark etmesi sonucunda engellenebilmiştir.
Türkiye 2007 seçimlerine hızla yaklaşırken Türkiye’nin PKK karşısında ulaşmış olduğu nokta şu şekilde özetlenebilir. PKK, büyük kentlerde oluşturduğu mafya ile kara para ekonomisine hakim olmuştur. Büyük şehirlerin sokakları geleceğin şehir teröristlerini teşkil edecek olan PKK’nın yönlendirdiği kapkaççılara teslim edilmiştir. Özellikle İstanbul’da (seçimden önceki son iki ayda alınan özel önlemlerin baskısı altında kapkaççıların geri çekilmesi dışında) sokaklarda vatandaşın güven içinde yürümesi mümkün olmaktan çıkmıştır.
PKK, güneydoğu Anadolu’da özellikle bombalı saldırılarla terörü tırmandırmıştır. Anadolu’nun her köşesine şehit cenazeleri gelmeye başlamıştır. Büyük çaplı bombalama eylemleri Ankara dahil büyük kentlerde gerçekleşmeye başlamıştır. PKK, bütün bunları yapabilmek için Kuzey Irak’ta özellikle Barzani’nin hakim olduğu bölgeyi etkili bir şekilde kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedir. PKK bu süreçte Barzani tarafından mali ve askeri anlamda etkili bir şekilde desteklenmektedir. AKP iktidarı PKK karşısında sergilemiş olduğu teslimiyetçi tavrı Barzani karşısında da sergilemiştir.

III. Barzani Karşısında Teslimiyetçilik

AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin Kuzey Irak’taki bütün kırmızı çizgileri silinmiştir. Kuzey Irak’ın bir bölümüne hakim olan Barzani çok boyutlu olarak Türkiye’ye karşı saldırgan bir siyaset izlemiştir. Barzani bir yandan PKK’yi desteklerken, öte yandan Türkiye’de sigara, içki, şeker ve akaryakıt kaçakçılığı yapmıştır. PKK dışında siyasal bir örgütlenme için kendisine bağlı unsurlara iki bölücü parti kurdurmuştur ve bunları desteklemektedir.
Kuzey Irak’ta Telafer’de binlerce Türkmenin öldürülmesi, yaralanması veya sürülmesinden birinci derecede Barzani sorumludur. Keza Kerkük’te Türkmenlere karşı izlenen cinayet ve bombalı kitle katliamları Barzani tarafından örgütlenmektedir. Türkmenlerin haklarını ihlal eden Barzani, Kuzey Irak’ı “Güney Kürdistan” olarak tanımlamakta ve Güney Kürdistan’da kurmaya çalıştığı bağımsız Kürdistan’ı Kuzey Kürdistan’a yani Güneydoğu Anadolu’ya doğru yaymaya çalışmaktadır.

Barzani’nin bu eylemlerine karşın AKP iktidarı Barzani’nin ekonomik olarak gelişmesi için elinden geleni yapmaktadır. Habur sınır kapısı Barzani’nin zenginleşmesi için çalışmaktadır. Mersin Serbest Ticaret Bölgesinde Barzani ve Talabani’ye ait 174 firma AKP’nin izni ile faaliyet göstermektedir. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Türk sanayicisine 9 sente satılan elektrik Barzani’ye 4 sente satılmaktadır. Bu arada Barzani bir çoğu Türkiye’den kendisine yakın sözde iş adamına Kuzey Irak’ta ihale vererek onları zenginleştirmekte ve Türkiye içindeki Barzanici-Kürtçü siyasete sermaye aktarmaktadır.

AKP iktidarı Habur sınır kapısı ve Mersin Serbest Ticaret bölgesinden Barzani’yi ve kurulmakta olan Kürt devletini desteklerken Türk ordusunun Kuzey Irak’a yapmak istediği askeri harekatı engellemektedir. Adı Cumhurbaşkanlığına geçen A. Gül adlı zat, Türk milletini Kuzey Irak’ta PKK kamplarına düzenlenecek bir askeri harekat konusunda yersiz ve densiz şekilde “Sarıkamış harekatı”ndan bahsederek korkutmaya çalışmaktadır.


IV. AKP Ekonomisi veya IMF Denetimli Tasfiye


Büyük basın ve rantiye çevreleri tarafından desteklenen AKP’nin ekonomik politikaları 57. Hükümetin devamını oluşturmaktadır. AKP’nin bağımsız, milli veya özgün bir ekonomik politikası olduğunu söylemek mümkün değildir. AKP, IMF’nin 57 Hükümete kabul ettirdiği politikaları “çomak sokmaksızın” yürütmüştür.[1] 

AKP’nin ekonomik politikalarını 


1)Düşük kur, 
2)Yüksek Faiz, 
3)Sıcak Para, 
4)Artan Borç, 
5)Artan Cari Açık, 
6)İşsizlik ve 
7)Montaj Sanayiine Dönüş”  şeklinde özetleyebiliriz. 

AKP ekonomisi içinde bugün olumlu olarak görünen hususlar gelecek felaketlerinin tohumlarını taşımaktadır. Üstelik AKP döneminde hiçbir hükümet döneminde olmadığı şekilde ekonomik istatistikler devlet eli ile çarpıtılarak, sanal bir ekonomik cennet yaratılmaya çalışılmıştır.
Örneğin AKP hükümeti büyük başarı olarak enflasyon ile mücadeleyi/fiyat istikrarını ön plana çıkarmıştır. Oysa enflasyon hesaplamalarında AKP hükümeti büyük oynamalar yapmıştır. Her şeye rağmen 2006’da %5 hedeflenen enflasyon %100 saparak %9.8 olmuştur.

AKP döneminin en büyük özelliklerinden birisi Türk ekonomisine zarar verecek ölçüde aşırı değerlenmiş Türk Lirası olgusudur. Bunun sonucunda AKP döneminde ithalat sürekli artmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı sürekli düşmüştür. 2002’de 48 milyar Dolar olan ithalat, 2006’da 136 milyar Dolara yükselmiştir.İhracat ise 82 milyar Dolarda kalmıştır. Türkiye’nin dış ticaret açığı 54 milyar Dolara yükselmiştir. 2006’da cari açık 34 milyar Dolara yükselmiştir. Tarımsal İhracat ve Turizm gelirleri düşmektedir.
AKP’nin iktidara geldiği 2002’de Dış Borç 130 milyar Dolar İç Borç 100 milyar Dolardır. Yani AKP toplam 230 milyar Dolar borçlu bir ülke devralmıştır. 2006 sonunda ise AKP’nin yönettiği Türkiye’nin dış borç miktarını 200 milyar Dolara iç Borcu 260 milyar Dolara, toplam borcu 460 milyar Dolara yükselmiştir. Özel Sektör borçları 2/3’ü firmalara gerisi bankalara ait olmak üzere 110 milyar Doları aşmıştır. Ani bir kur artışı özel sektöre ağır darbe indirebilir. İzlenen yanlış borçlanma politikası sonucunda AKP, Türkiye’yi ucuz dış borç yerine pahalı iç borca yönlendirmiştir. Bunun neticesi Türkiye’ye 60 milyar Dolarlık bir yük olmuştur.[2] Özetle, AKP 4 senede 79 senelik Cumhuriyet tarihinde gerçekleşen borca ulaşmıştır.
Cari açığın milli gelire oranı % 9 olmuştur ki, bu ekonominin krize girmesi demektir. Ancak AKP % 12 ile dünyanın en yüksek reel faizini vererek, sıcak parayı Türkiye’ye getirmekte, cari açığı sıcak para ile finanse ederken, reel sektöre ağır şekilde darbe indirmiştir. Sıcak parayı yöneten gruplar nerede ise Merkez Bankası’nın işlevini üstlenerek döviz kurlarını, bono faizlerini, vergileri belirler hale gelmiştir. Yabancı sermaye kazandığı para ile borsanın % 70’ini denetimine almıştır. Türk Lirasının aşırı değerlenmesinin bir sonucu da ucuz ithalat sonucunda Türkiye’de yan sanayilerin tasfiye olmasıdır. İhracatçı firmalarda ithal girdi oranı %70-90’a çıkmıştır.ve montaj sanayisine kayış güçlenmiştir.
Özelleştirme-Yabancılaştırmaya, milletin dar kaynakları ile oluşturduğu milli varlıkların ucuza yabancılara satışadönüşmüştür. Telekom satışından 2005 yılında Türkiye 1.3 milyar Dolar kazanç sağlamıştır. Oysa Telekom’un 2005’de ilk 9 aylık karı 1.5 milyar Dolardır. Finans sektörünün % 40 yabancılara geçmiştir. BDDK Başkanı bile “Yabancılar Türkiye’de 20 milyar Dolarlık yatırım ile 100 milyar Doları kontrol edecek” uyarısında bulunurken,IMF politikalarının Türkiye’deki mimarı Kemal Derviş “ bazı bankaların devletin elinde kalmasının gerektiğine dikkat çekmek zorunda kalmıştır. Türk Müteahhitler bankalardan teminat mektubu almakta zorlanıyor. Yabancı şirketlerin Türkiye’den kar transferleri çok yüksektir. Bir otomobil firması bütün Avrupa’da 80 milyon Dolar kar ederken, sadece Türkiye’de 385 milyon Dolar kar etmiştir.
AKP döneminde Yeni Türk Lirasının pahalı olmasından ötürü iç enerji kaynaklarına yatırım yapılamamaktadır. Türkiye’nin dışa bağımlılığı her geçen gün artmaktadır
AKP iktidarı çok övünerek kişi başına düşen gelir 2006 sonu itibarı ile 5350 Dolar olarak açıklamıştır.Oysa bu ucuz Yeni Türk Lirası’dan dolayı şişirilmiş bir sonuçtur. Üstelik AKP kişi başına gelirin 2123 Dolar’dan 5350 Dolara çıktığını ileri sürmektedir. Ama Yeni Türk Lirası % 60 oranında aşırı değerli Yeni Türk Lirası gerçek değerine oturursa gerçek kişi başına düşen gelir ortaya çıkacaktır. Ekonomik büyüme AKP döneminde yeni yatırım ve üretim alanlarının açılmasından kaynaklanmadığı için işsizlik artmaya devam etmektedir. Resmi rakamlar, % 9 civarında olduğunu göstermektedir. Fakat, çalışmaya hazır ancak iş gücüne dahil olmayan hesaplandığında işsizlik % 17’yi aşmaktadır.
Bütün bunların ortaya koyduğu sonuç AKP dönemi ekonomisinin bir çöküş ekonomisi olduğudur.Prof.Dr. Şükrü Kızılot’un ifadesi ile “Piyasada 90 milyar Dolar emanet para var. Yüksek gelir getiren değerli varlıklarımız ve arsalarımız satılmış olmasına rağmen borçlarımız artmış. Bu böyle gitse gitse altı ay, bilemedin, bir yıl daha gider.” Ancak bu kriz/çöküşün henüz vatandaşın günlük yaşamına yansıdığını söylemek mümkün değildir. Aksine uluslararası piyasalarda gidecek pazar ve kazanacak yüksek reel faiz arayan sermayenin Türk piyasasına akması neticesinde son dört senede Türkiye borçlanarak, satarak, savurarak % 7 oranında büyümüştür. Halka yansıyan budur. Halk bir sene sonra çıkacak krize değil, bugüne oy vermiştir. Ve ne yazık ki, bu durum muhalefet tarafından etkili ve anlaşılır bir şekilde halka anlatılmamıştır.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,



..