1974 Kıbrıs Çıkarmasını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1974 Kıbrıs Çıkarmasını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2015 Cuma

Sovyetler Birliği, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Çıkarmasını Desteklemişti !




Sovyetler Birliği, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Çıkarmasını Desteklemişti !



      Kiev’de üniversiteye başladığın yıl olan 1992, Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı, düzensizliklerin başladığı, bütün dünyada yansımalarının yaşandığı bir dönemdi. Bütün dünya bundan etkilendi. Sovyet döneminin arşivleri açıldı ve bizde de olmak üzere her ülkede gündemler ve sansasyonlar yaşandı. Politik bir aileden çıkmış, politika merakları oluşan ve bu dönemi orada geçiren birisi olarak bu durum seni nasıl etkiledi? “Bu arşivlere bir de ben bakayım acaba Kıbrıs’la ilgili bir şeyler var mı” dediğin oldu mu?

Ulaş Gökçe: Her zaman oldu tabi. Çünkü Kıbrıs’ın da kendine göre politik anlamda bir Sovyet geçmişi vardı. Güneyde AKEL partisi, ideolojik ve politik gıdasını Sovyetler Birliği üzerinden alıyordu. Çok iç içe geçmiş bir durumları vardı. Ayni şekilde 1970’li yıllardan itibaren çöküş tarihi olan 1990’a kadar CTP’nin de Sovyet sistemine bir sempatisi vardı. Dev-İş’in oraya üniversiteye burslu öğrenci gönderme kontenjanı vardı. Konunun sadece bu yönü bile böyle bir merağın oluşmasına yeterliydi.



Bugün dönüp baktığımda AKEL’in pragmatist yöneticilerden oluşması ve Rus politikacıların ise çok akıllı olmaları sonucu, AKEL ile bu günkü Rus yönetimi arasında beklide dünyada örneğine az rastlanır şekilde sıkı ilişkiler devam ediyor. Bu nedenle başka ülkelerde yaşananlar Kıbrıs’ta yaşanmadı. Arşivlerdeki bilgiler etrafa saçılmadı. Hiçbir şey olmamış gibi devam ettiler. Ayrıca Sovyetlerin ilişkileri sadece AKEL ile sınırlı değildi. Makarios da önemli bir figürdü. Sonunda anladık ki, arşivler üzerinden AKEL ile Sovyetler Birliği ilişkilerini öğrenemeyeceğiz. 

Yine de işi tarih olanların şu anda açık olan arşivlerden bu ilişkileri inceleyip değerlendirmelerinde yarar var.

Elimizde bulunan birkaç belge, Bukovsky isimli bir Rus araştırmacının edindiği belgelerden ibarettir. Bukovsky’nin ilginç bir yaşam hikayesi var. Sovyet döneminde ünlü muhaliflerden birisi idi. Faaliyetleri sonucu yönetim tarafından tutuklanmıştı. Sonra Şili’de tutuklu olan Şili Komünist Partisi Genel Sekreteri ile takas edilerek batıya geçti. Şilili lider, ayni zamanda darbe ile devrilen Devlet Başkanı Salvador Allende’nin yardımcısı idi ve darbeden sonra Moskova’ya kaçmıştı. Moskova’da ona bir dizi estetik operasyonlar yapılarak ve başka bir kimliğe sokularak yeniden Şili’ye dönmesi sağlanmıştı. Partisini yeraltından yönetiyordu. Ancak yine de kimliği açığa çıkmış ve tutuklanmıştı. Bu iki kişi takas edildiler.
Bukovsky, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra geriye Rusya’ya döndü. Rus yöneticiler ona dediler ki, “buyur arşive gir ve dosyanı incele” Bu çalışmalar sırasında çok çeşitli ve sansasyonel konularda arşiv bilgilerine ulaştı ve bunları yayınladı.
Bu belgelerden bizim bilmemiz gereken, Türkiye Komünist Partisi’nin bolca para aldığı ve Kıbrıs’la çok yakın bir alakanın olduğudur. Hatta bu belgelere göre, Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974 faşist darbe öncesinde Sovyetler Birliği’nin korunma maksadı ile AKEL’e bazı silahlar gönderdiği bilgisi bile var.
Benim okuduklarımdan anladığım, o dönemin Yunan askeri militarizminin Sovyetler Birliği’ni çok rahatsız ettiğidir. Biliyorsunuz ki 1950’lerde Sovyetler Birliği Yunanistan’da sosyalist bir devrim beklentisi içindeydi. Çok kanlı bir iç savaş yaşanmış ve komünistler ile onlarla bağlaşıklık yapanlar çok ağır bedeller ödemişti. Yunanistan’da albaylar cuntasının darbe ile iktidara gelmesi, bu beklentileri ve hesapları bozmuştu. Bu nedenle ayni askeri unsurların Kıbrıs’taki demokratik sürece de müdahaleye hazırlanmaları ve sonra da darbe ile iktidara gelmeleri, Sovyetler için ciddi bir rahatsızlık konusuydu. Kaldı ki burada AKEL kendini tehlikede hissetmeye başlamıştı.
Bu göstergeler Sovyetler Birliği’nin, Türkiye’nin Kıbrıs’ta darbeye karşı askeri müdahalede bulunmasına hem göz yummasına hem de fiilen destek vermesine neden oldu.
Poli: Geçtiğimiz ay, Kıbrıslı Rum gazeteci ve yazar Makarios Druşotis bir kitap yayınladı ve büyük tartışmalara neden oldu. Druşotis kitabında, 1974 yılında Yunan cuntasının Kıbrıs’ta darbe yapması sonrası Türkiye’nin adaya askeri operasyon düzenlemesi sırasında, Sovyetler Birliği’nin yardımcı bir rol oynadığını ileri sürdü. Tepkiler, Rus büyükelçisinin yalanlayıcı açıklama yapmasına sebep oldu ve Başkan Anastasiadis siyasi danışmanı da olan Druşotis’i görevinden almak zorunda kaldı.



Elinizdeki bulgular bu iddiayı destekliyor mu?

Ulaş Gökçe: Bay Makarios’a kesinlikle katılıyorum. Çok doğru tespitlerde bulundu. Okuduğum resmi belgeler, askerlerin ve siyasilerin yayınlanmış anıları şunu gösteriyor ki; 20 Temmuz, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs’ta yaşamları tehlike altına girmiş yoldaşlarının korunması için bir fırsattı ve bu fırsatı değerlendirerek bu operasyonu destekledi. Bu iddiayı Türk, Yunan ve İngiliz kaynaklarından da teyit edebiliriz.

15 Temmuz darbesinden sonra Akdeniz’de bulunan Sovyet gemileri hızlı bir şekilde Kıbrıs’a yöneldiler. Sovyetler Birliği Kıbrıs’ın etrafına aralarında nükleer silahlarla donanmış denizaltılar da dahil olmak üzere 80 adet savaş gemisinden oluşan bir filo gönderdi. Daha sonra yayınlanan belgelerde mesela http://cruiser.patosin.ru/oldsite/Zapiski/1974/ adresinde, bu gemilerin sınıfları, özellikleri ve ne tür görevler üstlendikleri açıklandı. Bu gemiler vasıtası ile Türk gemilerinin hareketlenmeleri, limanlardan çıkmaları ve rotaları an be an izlendi ve Moskova’ya rapor edildi. Ayni anda İngiliz istihbaratının haberleşmesine de ulaşıldı. Komutanların okuduğum anılarından anladığım kadarı ile, Sovyet gemileri, İngiliz gemilerinin Türk gemilerine yönelik herhangi bir müdahalesine karşı da hazırlıklıydılar.
Bir başka durum da vardır ki bu durum bay Makarios’un kitabında da yer aldı. Üç Yunan gemisi rotasını Kıbrıs’a yöneltip hareketlenince, Sovyet gemileri onları Girit açıklarında karşıladı. Bu gemilere, eğer Kıbrıs’a gider ve herhangi bir müdahalede bulunurlarsa, kendilerini engelleyici emirler aldıkları hatırlatıldı. Yani Moskova sadece göz yummakla sınırlı kalmadı, bu işe fiilen katıldı. Göz yumdular diye algılanmasının sebebi, herhangi bir sıcak çatışmanın olmamış olmasıdır. Eğer Yunan veya İngiliz gemilerinin bir müdahalesi olmuş olsaydı, mutlaka sıcak bir çatışma olacaktı çünkü Sovyet gemilerinin aldıkları emirler bu yönde idi.
Poli: Bu kadar çok ayrıntıyı anlatan belgeler mi var?
Ulaş Gökçe: Tabi ki var. Bir araştırmacı, Rus gemilerinin hem kendi aralarındaki konuşmaların,  hem de gemilerle Moskova arasındaki haberleşmelerin kayıtlarına ulaştı ve kitap olarak yayınladı. Bu anlattıklarıma şu adresten ancak Rusça olarak ulaşabilirsiniz. http://cruiser.patosin.ru/oldsite/Zapiski/1974/  Kısacası Sovyetler, Yunanistan’da askeri militarizmin sebep olduğu her ne olduysa Kıbrıs’ta da aynisinin olacağından çok korktu ve bu durumu önlemek istedi.
Poli: Bu durum ikinci harekat sırasında da sürdü mü?
Ulaş Gökçe: Bu konuda herhangi bir bulguya rastlamadım.
Poli: Bu savaşın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki ele alınış biçimine ve Sovyetlerin tutumuna dikkat ettiniz mi?
Ulaş Gökçe: Bu tür söylemleri çok da önemsememek lazım. Orada konjonktürel tutumlar takınılıyor. Ben size ikinci dünya savaşı sonrası varılan bazı uzlaşmalardan bahsetmek istiyorum. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra galipler arasında konferanslar düzenlenmişti. Yalta ve Tahran konferansları. Buralarda Churchill, Rosevelt ve Stalin bir araya gelip savaştan sonra yeni dünya düzeninin nasıl oluşacağını ve paylaşım konularını konuştular. Kıbrıs bu konferanslarda Batı etkisi altında bırakılan yerlerden bir tanesi oldu. Ancak bu anlaşmalara rağmen taraflar, yeni kurulan rejimleri rahatsız edecek hareketleri göreceli olarak desteklediler. Kıbrıs’ta AKEL örneğinde olduğu gibi. Ne zaman ki AKEL’in varlığı tehlikeye girdi, Sovyetler Birliği açık tutum takınmaktan çekinmedi.
Bence Türkiye’nin 1974 askersel müdahalesi ile Sovyetler Birliği Kıbrıs’ta maksimum hedeflerine ulaşmış oldu. Adanın bölünmüş olması çok da dikkate aldıkları bir konu olmadı çünkü Kıbrıs’ta zaten üsleri vasıtası ile fiilen İngiliz varlığı devam ediyordu.
8 Temmuz 1974 tarihli bu belgeye göre,Sovyetler Birliği’nin merkezi  istihbarat örgütü KGB, Komünist Parti Merkez Komitesi’ne yazdığı yazıda şöyle diyor:

“Merkez Komite 19 Temmuz 1971 yılında KGB’ye Kıbrıslı dostlarımıza yasa dışı olarak bir parti tabanca, uzun namlulu silah ve mühimmat gönderilmesini emir vermişti. KGB bu operasyonu herhangi bir zamanda yerine getirmeye hazırdır. Ancak AKEL Genel Sekreteri Papayuannu’nun ricası üzerine bu operasyon ertelenmişti.
1974 yılının Haziran ayında Kıbrıs’taki siyasi durumun hızlı bir şekilde kritik hale gelmesi ile yoldaş Papayuannu ısrarlı bir istekte bulundu ve kişisel güvenlik, parti yönetimi ile ilerici devlet ve diğer parti yöneticilerinin EOKA 2’nin terör ve provakasyonlarından korunması amacı ile söz konusu silahların gönderilmesini rica etti. Yoldaş Papayuannu’nun bu ricasını dikkate alarak KGB, 13 Haziran 1974 tarihinde yasa dışı bir şekilde 100 adet Walter tabanca ile 2500 mermiyi Kıbrıs’a gönderdi ve 4 Temmuz 1974 tarihinde arkadaşlara verdi.
İmza: Andropov

(Dönemin Devlet Güvenlik Örgütü KGB’nin Başkanı olan Yuri Andropov, 1982 yılında  Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı oldu.)


“Hayallerimin peşinden Ukrayna’ya gittim”

Poli: Senin yaşıtların üniversite eğitimi için Avrupa, Amerika veya en kötü ihtimalle Türkiye’de iyi bir okul tutturmak için hayaller kurarken sen neden Ukrayna’yı seçtin? Nasıl bir gelecek planlaması yapmıştın?

Ulaş Gökçe: Türkiye’de okumayı hiç düşünmedim. Kimileri ve beklide sizin için de İstanbul, tarihi dokusu zengin, büyüleyici hatta şaşırtıcı bir şehir olmuş olabilir ama ben hiç o gözle bakmadım. Yüksek öğrenim için Türkiye’yi hiç hesaba katmadım. Hep başka ülkelerde olmayı planladım. Ukrayna’yı seçmemde Kiev’de üniversiteye devam eden yeğenimin büyük bir rolü oldu. O Dev-İş bursu ile önce Moskova’ya sonrada Kiev’e gitmişti ve onunla iletişimim vardı.
Bu arada ailem, özellikle babam okumaya, edebiyata, kültür ve sanata çok düşkündü. Bu durumun bende etkisi vardı ve ben de Rus edebiyatına karşı ilgi oluştu. Oralara gider ve filoloji eğitimi alırsam hem bu ilgimi ilerletir hem de bu ilgi üzerinden geleceğimi oluştururum diye düşündüm. Bu tür rahat bir seçim yapmamda ve hayallerimin peşine düşebilme imkanı bulmamda büyük bir ihtimalle ailemin maddi durumunun iyi olmasının da bir rolü olmuştu sanırım. Çünkü beni tezelden hayata sokma yönünde bir telkinde veya yönlendirmede bulunmadılar.

Kiev’e İstanbul, Bulgaristan ve Romanya üzerinden birkaç gün süren bir otobüs yolculuğu sonrası ulaşabildim. Gittiğim 1992 yılı, Sovyetler Birliği’nin çöktüğü ve alt üstlük yaşanan bir dönemdi ama Kiev’in mükemmel denebilecek derecede güzel bir şehir olması, yaşayabileceğim zorlukların çoğunu örtmüş oldu.
Filolojinin kapsamı öncelikle dil, edebiyat ve her ikisinin tarihsel süreç içerisindeki konumu üzerinedir. Bu bölümler eskiden Türkiye’de de vardı ancak pragmatizm galip geldi ve sadece dil üzerine eğitime yönenildi. Türkiye’deki bu bölümleri Almanya’da Nazi döneminden kaçan yabancılar kurmuştu. Mesela Can Yücel, klasik filoloji eğitimi almıştı. Yani Latince ve eski Yunan dili ve edebiyatının tarihsel süreçleri üzerine çalışmıştı.

Ben daha çok Slav filolojisine ilgi gösterdim. Ugraynaca’yı öğrendim. Rus dilini eski Slavca’yı, bütün Slav dillerinin merkezinde olan Bulgarca’yı çalıştık. Liseyi batı kültürünün bir parçası olan kolejde bitirmiştim ama doğu toplumlarına daha yakın bir konuma gelmiş oldum. 

Halen Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde dil bilimci olarak öğretim üyeliği ve Mağusa İnsiyatifi isimli sivil toplum kuruluşunda aktivist olarak göre yapmaktayım.

http://www.havadiskibris.com/Ekler/poli/206/sovyetler-birligi-turkiye-nin-1974-kibris-cikarmasini-desteklemisti/2043


..