12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 3
B-12 MART MUHTIRASI
1-12 Mart Muhtırası’ na Doğru Koşar Adım
1971’ e gelene kadar da elbette göze batan belli başlı başka gelişmeler de vardı. Herkes biliyordu, hissediyordu; müdahale 1960 darbesinin ardındaki sebeplerden farklı olarak biçim değiştirmiş fakat sesini en uzaktan dahi gümbür gümbür duyurarak geliyordu. Adalet Partisi’ nin 1969 seçimlerinden tek parti-iktidar olarak çıkmasının akabinde yaşanan ‘’Demokrat Partililer’ in siyasal haklarının iadesi’’ konusu da parti içinde hizipleşmeye kadar gitti ve içinden çıkılmaz hal alan görüş ayrılığı bazı siyasilerin gruptan ayrılması ile sonuçlandı. Bu sonuç aynı zamanda yeni bir partinin de doğmasına sebep olacaktı:
‘’Demokratik Parti’’ Tırmanan şiddet olayları şüphesiz Silahlı Kuvvetler tarafından da yakın markaja alınmıştı. Bir çıkış yolu olmalı, bir şeyler yapılmalıydı, ülke bir uçtan diğerine kıskaca girmişti. Ulusal değerler tahrip olmaya başlamış, sağlı sollu bölünmeler derinleşmişti. Beyinleri yıkanan gençlerin önünü almak neredeyse imkânsızdı. Kendini iyiden iyiye hissettiren kaçınılmaz sonun boyutları o günlerde muhakkak ki tasvir edilemiyordu. Neticede 1971 yılına girilirken aslında herkes diken üstündeydi, bir şeylerin olacağına dair sezgiler güçleniyor du. Olaylar hızını kaybetmiyor, ayrışma derinleşiyor ve hatta orduya dahi sirayet ediyordu. Üstelik dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, 12 Mart' ın arifesinde, 22 Şubat 1971' deki MGK toplantısında yaptığı durum değerlendirmesinde bu ayrıntıya özellikle dikkat çekiyordu: "Öğrenciler aşırı sola yöneldi, öğretmenler sol sendikalara kaydı. Öyle bir hava var ki memlekette, bundan ordu da etkileniyor. Ordunun içinde de bir hareketlilik var, buna bir çözüm bulmak lâzım." Sol orduyu da etkisi altına almış, bazı askerlerle elele ortaklığa yürümüştü.
Solcu grupların terörist hareketlere başvurması, subayların gizlice örgütlendiği
cuntalar Türk Silahlı Kuvvetleri’ nin önemli bir kesimini de sol macera girişimlerinin içine çekmeye başlamıştı. 12 Mart Muhtırası işte böyle bir atmosferde, içinde sivillerin de rol aldığı cuntanın 9 Mart 1971’ de gerçekleştireceği Baas tipi, sosyalist darbesini önlemek için verildi.
Hedef sonradan çok tartışıldığı gibi Genç Başbakan Süleyman Demirel değil, SSCB’ nin dümen suyuna girmesi olası bir darbenin önünü kesmekti24.
2-15/16 Haziran Eylemleri
Kuşkusuz olaylar zincirleme birbirini takip ediyordu. Adalet Partisi’ nin oy oranının düşmesi, öğrenci hareketliliğinin boyut atlaması, silahlı eylemlerin başlaması, toplumsal huzursuzluk, sendikalar için hazırlanan yasa tasarısına karşı 15- 16 Haziran işçi eylemleri
Silahlı Kuvvetler’ deki endişe, merak ve gerginlik üçgeni ile birleşip Başbakana uyarı mektupları olarak yansımıştı yeni aşama olarak. İşçiler bu eylemlerle daha uzun zaman dilimleri içerisinde inadına daha düşük ücretle çalıştırılmaya karşı çıkıyordu. Olacakları tahmin etmek artık zor değildi. Ara rejim dönemi koşar adımlarla geliyordu. İşçi hareketinin buna göğüs gerişi, meydan okuyuşu, o zamanın sosyalist hareketinin iki odağı olan Türkiye İşçi Partisi' nin (TİP) ve TİP' e soldan muhalefet eden kesimlerin hayal gücünü aştı. İşçi hareketinin zembereklerinden boşanmışçasına İstanbul ve İzmit sanayi havzası gibi büyük metropolleri iki gün boyunca teslim alması karşısında hiç kimsenin.
TİP'in, hatta Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu' nun (DİSK) bile bir planı olmadığı anlaşıldı. TİP' e muhalefet edenlerin de bir planı yoktu. Onlar zaten esas olarak Türkiye' de işçi sınıfının nesnel varlığını da tartışmalı buluyordu25.
1950 sonrasında hızla yükselişe geçen kapitalist gelişme beraberinde işçi sınıfı
saflarını doğurmuştu. Kimisine göre 27 Mayıs Anayasası ‘’tam özgürlük’’ veren bir dizindi. Ve sınırsız özgürlük düzeni tehdit ediyor denilerek sebebi ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu; kesinlikle sınırlama gerekliydi. Dolayısıyla bu dönem içerisinde sendikacılık kendini geliştirme imkânı bulmuş, ideolojik farklılıklara bürünmüştür. Bununla beraber devlet özel kesimi de destekleme güdümüne girmiş ve burjuvazinin büyümesine sebep olmuştur. Öte yandan kırsal yerlerden kentsel alana göç dalgasının başlamış olması da ülkenin ekonomik istikrarını tehdit etmektedir. Tarım sektöründe başlayan daralma ile kentlere göç edenlere istihdam sağlanamayınca hem tarım sektöründe hem de kentlerde olağan dışı işsizlik baş göstermiştir.
Kendini sürekli baskı ve sömürülen kesim olarak gören işçi kesimi sosyal refahı
hedeflemektedir, her çalışanın var oldukça tüm ihtiyaçlarının en iyi şartlarda ve makul standartlarda karşılanması gerektiğini savunmaktadır. Bununla beraber devlet de bu süreç içerisinde sanayileşmeye önem vermiştir vermesine ama iş gücü fazlalığının önüne de geçememiştir. Bununla beraber bir sermaye baskısı vardır ve bu da emekçiyi, işçiyi rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık elbette çeşitli yerlerde ve farklı zaman dilimlerinde direnişlerle sonuçlanacaktır.
Kuşkusuz Cumhuriyet tarihinde ilk kez demokratik mevziler emekçilerin ellerinde ete kemiğe bürünüyordu. Özellikle 24 Temmuz 1963’ te toplu iş sözleşmesi, grev, lokavt ve sendika yasalarının yürürlüğe girmesiyle hedeflere kısa yoldan ulaşma yolu da açılmıştır. Bu yüzdendir ki 15- 16 Haziran’ da işçilerin sokaklara dökülüp, eylem yapmalarının asıl sebebi sendikal yasalarda yapılacak değişiklikler gibi dursa da buz dağının görünen kısmı başkadır. Eylemler hiç şüphesiz kitlesel örgütlenmenin muazzam somut örneği ve delilidir.
‘’15-16 Haziran Direnişi, yalnızca burjuvaziye değil -ki o gerçekte işçi sınıfını zaten yeterince ciddiye alıyordu-, fakat özellikle sosyalizm adına konuşan revizyonist akımlara da işçi sınıfının varlığını, gücünü, devrimci enerjisini, militan karakterini yeterli açıklıkta gösterdi. Bununla da kalmadı, sol adına bel bağlanan burjuva kurumların gerçek niteliğini de gözler önüne serdi. Hiçbir ideolojik çaba, parlamento ve ordu konusundaki gerici hayallere 15-16 Haziran Direnişinden daha kesin, etkili ve sonuç alıcı darbeler indiremezdi. Devrimci sınıf pratiğinin parlamenter ve darbeci gerici teoriler için çaldığı ölüm çanını, 12 Mart askeri
darbesi kanlı icraatı ile kendi yönünden ayrıca tamamladı. Barışçıl geçişi savunanlar soluğu hapishanede aldılar. Sermaye ordusuna bel bağlayanlar onun “balyoz”unu yediler, zulmüne uğradılar.’’ 26
3-12 Mart Muhtırası
12 Mart’ ın aslında temel sebebi ordudaki hissedilir boyuta kavuşmuş ayrışmayı
durdurmak ve hiyerarşiyi yeniden kurup, yerine oturtmaktı. Zira artık orduda herkes başına buyruk hareket ediyor ve kimse üstünü takmıyordu. Kurumsal kimliğine müdahale edilen ordu kendi içinde 27 Mayıs 1960 darbesinin meyveleriyle baş edememiş, ast-üst ilişkisi yerle bir olmuştu. Ordu sola kaymıştı bir kere, öyle ki bazı kuvvet komutanları dahi sol görüşlü olduğunu saklayamaz hale gelmişti. Bu yüzden, 27 Mayıs ile birlikte sayıları hızla artan cuntacıların önü bir an önce kesilmeliydi. Eğer ordu bir an önce emir komuta zincirini yakalayıp, onaramazsa ülkedeki anarşi ortamı yangına dönmeye devam edecekti. İşte muhtıra ile birlikte ilk hedeflenen iş sistem dışı davrananları tasfiye etmek oldu.
Gerçekte Süleyman Demirel'in bir ordu müdahalesiyle devrilmesi aylardır
bekleniyordu ancak hükümetten yana olduğu bilinen Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç' ın müdahalenin başında bulunacağı umulmuyordu. Silahlı kuvvetlerde hayli yaygın bir zemine sahip olan "radikaller" in bir kere girişim başlayınca önderliği ele geçireceği sürekli olarak varsayılmıştı. Radikallerin sürekli aşağıdan yukarı doğru baskısıyla sonunda 8 Mart' ı 9 Mart' a bağlayan gece-yarısı silahlı kuvvetlerin büyük bir bölümü harekete geçmek üzere alarma geçirildi. Darbe için hazırlanmış planlar uyarınca birlikler seferber edildi. Sıra
kuvvet komutanlarının harekât emrini vermesindeydi 27.
Aslında sadece ordu, işçiler ya da devrimci gençler değildi darbe beklentisi içinde olan. Büyük sanayici ve tüccar çevreler de bir yandan ekonomik krizle boğuştukları için ülkede ısrarla ve şiddetle devam eden örgütlenmelerin, uç noktaları bulan hareketliliğin kendi potansiyellerini, büyümelerini ve de geleceklerini tehlikeye attığı kaygısıyla bir baskı modeli ile ortamın sakinleştirilmesi gerektiği inancındaydılar. Dolayısıyla 8- 9 Mart gecesi yapılması düşünülen müdahale emir komuta zinciri gerçekleştirildikten sonra yani ancak 3 gün sonra gelebilmişti.
12 Mart 1971 müdahalesiyle silahlı kuvvetler yönetimi fiilen kendi üzerine almak yerine, kurduğu partiler üstü hükümetle, hakemlik işlevini yerine getirmiştir. Müdahaleyle sivil yönetim mekanizmasının şeklen yerinde olduğu, fakat hükümetin eylemlerini ve kararlarını silahlı kuvvetlerin yönlendirdiği ya da kısıtladığı veto rejimi kurulmuştur28. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu' nun imzasını taşıyan muhtıra şu maddelerden oluştu:
1- Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
2- Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
3- Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri
kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize. 29
Parlamento kapatılmamış, siyasal partilerin çalışması engellenmemiş ve hiçbir
yönetici tutuklanmamış ve hükümet idaresine fiilen el konulmamış olmakla birlikte bu apaçık bir darbe idi. Ordu kendi iradesini seçilmiş meclislerinin iradesine dayatmış ve silahlı kuvvetlerin yürütmesi "egemenliğin kayıtsız şartsız ait" olduğu söylenen milletvekillerinin ellerinden alınmıştı. Silahların kontrolü meclis ve hükümetin elinden çıkmıştı ve "silahlar kimdeyse iktidarın da onda" olduğu ilkesi bir kere daha doğrulanmıştı 30.
Kabataslak bakıldığında demokrasi işler gibi gözükmektedir, demokratik süreç devam ediyor gibi algılanmaktadır fakat ne yazık ki görünen köy kılavuz istememektedir. Rejim üzerinde istikrarlı bir ordu baskısı çarpıcı biçimde seyretmektedir. Parlamento kapatılmamasına rağmen aldığı kararlar sıkı denetimden geçmekte ve yönlendirilme ile yürürlüğe konulmaktadır. İşin özünde ordu bir kez daha kendini düşünmüş, temelini sağlama alıp, otoritesini güçlendirmiş ve demokrasiyi sekteye uğratmıştır. Sonrasında kurulan 12 Mart
Hükümetleri de askerin siyasi sistem içindeki yerini sağlamlaştırmaktan başka bir işlev görmemiştir.
12 Mart döneminin en önemli yanı, uluslararası ilişkiler ve ekonomik boyutunun çok ötesinde, Türkiye'nin sosyo-politik yapısına dönük gelişmelerde ortaya çıkar. 12 Mart' a gelen süreç Türkiye' de belli bir aydın tavrından beslenmiştir. Bu tavır Türkiye'nin 1908 ve sonrasında etkili olan, şimdi 'jakoben' diye adlandırılan tavırdır.
Bu anlayış, toplumsal dönüşümün, ancak öncü aydınlar aracılığıyla ve ordunun desteğinde, onunla iç içe geçmiş bir yönetimle, yukarıda biçimlendirilmiş ve aşağıya indirilen ilkeler doğrultusunda sağlanabileceğine inanır, bunun tek yol olduğunu düşünür. Bu model, gerek Jön Türk iktidarının, gerekse Kemalist modelin oluşumunda kullanılmıştır. Dolayısıyla da, mülkiye (bürokrasi), askeriye (ordu) ve ilmiyeden (aydınlar) oluşan klasik devlet yapısının kemikleşmesine olanak sağlamıştır. Bu modelin aktörleri kendilerini 1960' tan başlayarak
genellikle sol ya da Kemalist - sol olarak tanımlamıştır 31.
İÇERDE
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, Kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna Ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim Yeşil soğan göndermiş,
Karanfil Kokuyor cigaram
Dağlarına Bahar gelmiş memleketimin...
AHMET ARİF
4-26 Nisan-Sıkıyönetim
Ne yazık ki Nihat Erim kabinesi beraberindeki değişim, reformlar ve muhtıra da ülke genelindeki huzursuzluğu yok edemedi. Sol akım gücünü arttırarak ivme kazanmıştı, silahlar her yerde konuşur durumdaydı, çözüm çözümsüzlük olmuştu. Ülke genelinde kan akmaya devam ediyordu, eylemler her yerde toplumu kıskıvrak sarmalamıştı. 26 Nisan 1971 günü ülkenin önemli bir bölümünde sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetime giden yolda belli başlı dikkat çeken olaylar şunlardı:
*20 Mart 1971- Batman’ da 3000 köylü kent meydanında bir araya gelerek ‘’açız’’ diye haykırdılar. Jandarmanın zor kullanmasına karşın dağılmayarak sopa ve taşlarla karşılık verdiler.
*21 Mart 1971- Konya’ da Eğitim Enstitüsü’ nde faşist ‘’komando’’ lar devrimci
öğrencilere saldırarak altısını bıçakla yaraladılar.
*24 Mart 1971- İstanbul’ da 1000 tekstil işçisi Enboy Fabrikası’ nda direnişe
geçtikten sonra haklarını savunmayan Teksif merkezi ve şubelerini işgal ettiler.
*25 Mart 1971- Samsun’ un Alaçam ilçesinde tütün üreticilerin Tekel’ in tütün
satmasını engelleyerek gerçekleştirdikleri direnişte dört öğretmen ve dört üretici tutuklandı.
*İstanbul’ da Vezneciler’ de faşistlerin üniversiteyi işgal girişimini önleyen devrimci öğrencilerle faşistler arasında çıkan çatışmadan sonra DGSA’ yı basan polislerle de silahlı çatışma çıktı ve bir öğrenci iki polis yaralandı.
*29 Mart 1971- Ankara’ da Kurtuluş Lisesi önündeki çatışmada faşistler üç devrimci öğrenciyi kurşunladılar. İstanbul’ da Işık Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’ ni işgal ederek uzun saçlı erkek öğrencilerin saçlarını kesmeye başladılar.
*31 Mart 1971- İTÜ olaylar çıkacağı gerekçesiyle kapatıldı.
*1 Nisan 1971- Robert Kolej kapatıldı.
*3 Nisan 1971- İşçileri 80 gündür grevde olan Grundig elektronik fabrikasının sahibi evine konulan dinamitle yaralandı.
*Yine aynı tarihte Otomarsan Fabrikalarının sahibi Mete Has ile Adanalı toprak
sahibi Talip Aksoy kaçırıldılar ve 400 bin TL fidye karşılığında 5 Nisan’ da serbest bırakıldılar.
*10 Nisan 1971- İstanbul’ da Balıkesir Öğrenci Yurdu’ na faşist ‘’komandolar’’
tarafından açılan ateşle Niyazi Tekin ağır yaralandı ve öğrenci Hasan Erkişi kaçırıldı.
*16 Nisan 1971- Dr Rahmi Duran’ ın oğlu Hakan Duman fidye karşılığı kaçırıldı ve 18 Nisan’ da serbest bırakıldı.
*20 Nisan 1971- İstanbul DMMA faşistlerin saldırısı üzerine kapatıldı.
*21 Nisan 1971- Niyazi Tekin hastanede öldü.
*26 Nisan 1971- Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Hatay, Kocaeli, Sakarya, Zonguldak, Eskişehir, Siirt ve Diyarbakır’ da 1 aylık sıkıyönetim ilan edildi.32
5-Muhtıra Sonrası
27 Nisan 1971’ de ise Dev-Genç, Doğu Kültür Ocakları ve Ülkü Ocakları kapatıldı. 13 Mayıs’ da da sıkıyönetim mahkemelerinde duruşmalar başladı. Tüm yurtta bu arada aralıksız arama ve taramalar sürdürülüyordu. Büyük kentlerde eylemler devam ediyor, güvenlik sorunu yaşanıyordu. Bu gelişmelerin ardından Nihat Erim hükümetinin parlamento dışından gelen 11 bakanı istifa etmiş, bunun üzerine istifasını Çankaya’ya sunan Erim’e yeniden hükümeti kurma görevi verilmişti. İşte kurulan Sıkıyönetim Mahkemelerince alınan döneme ilişkin en
önemli karar THKO örgütünün lider militanlarından Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ ın idamına karar verilmesi oldu. Kurulan mahkemeler ve verilen kararlar etkisini göstermeye başlamış çok geçmeden terör olaylarında önemli azalmalar gözlenmeye başlanmıştı.
12 Mart rejimi bir kasırga gibiydi. O kasırga solu ezdi geçti. Ülkede sol görüşlü
olanlara karşı büyük bir tutuklama ve gözaltı kampanyası başladı. İşkenceli sorgular insanları dehşete düşürdü. Dernekler kapatıldı, sokağa çıkma yasaklarıyla özgürlükler kısıtlandı. Aradan bir yıl geçtiğinde Türkiye bir kez daha idam sehpasıyla tanıştı. 12 Mart Müdahalesi’ ne giden olayların faturası Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ a çıktı33.
12 Mart Muhtırası ile birlikte, sürekli koltuğundan olma endişesi duyan ve suya
sabuna dokunmadan yoluna devam etmeye çalışan Başbakan Süleyman Demirel görevinden istifa etti. Aniden CHP’ den istifa ettirilip, bir gecede bağımsız hale getirilen ‘’Nihat Erim’’ de Cumhurbaşkanı tarafından başbakanlığa getirildi. Aydınlar ve toplumun diğer kesimleri de yeni hükümeti destekliyordu, TİP ve CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit hariç. İsmet İnönü’nün muhtıraya önce karşı çıkıp sonra desteklemesi Ecevit’ in ağrına gitmişti, bu tavizi bir türlü içine sindiremiyordu. 12 Mart’ ın kendisine ve partisine yapıldığını düşünüyordu.
Tepkisini CHP genel sekreterliğinden istifa ederek gösterdi ki bu, siyasetin çınarı, emektarı İnönü ile de aralarının açılması demekti. İlişkiler bundan sonra sekteye uğrayacaktı. …12 Mart’ ın ikinci darbesi Türk siyasetinin bir anıtı sayılan İsmet İnönü’ yü devirdi.
O, Atatürk’ ün mirası olan CHP’ nin 34 yıllık lideri, devlet geleneğinin temsilcisiydi. Onsuz politika hayal bile edilemezdi. İstikrar sembolüydü34.
7 Mayıs 1972 günü CHP kurultayında olan oldu, gerilen ipler koptu. İsmet İnönü
mizacına yaraşır şekilde naif bir olgunlukla tavrını ortaya koydu, partililere iki tercihi sundu ve o tarihi resti ağzından attı: ‘’Ya ben ya Bülent’’ Kurultay kararını ya genç, cesur, yağız delikanlıdan yana kullanacaktı ya da deneyim sahibi, dürüstlük abidesi asil çınara vefa borcunu ödeyecekti. Karar Ecevit’ in lehine oldu; kurultay taze kan talep etmişti. Ve sahne artık ‘’Karaoğlan’’ındı.
CHP’ de sular durulmuştu. Ancak devletin zirvesi yeni fırtınalara gebeydi. 1972
yılının ikinci yarısına girildiğinde saflar netleşti. Bir yanda 12 Mart Müdahalesi’ ni sürdüren ve istedikleri değişikliğin mutlaka gerçekleşmesini bekleyen askerler, öte yanda asker müdahalesinin bir an önce bitmesini isteyen Demirel ve Ecevit. Demirel ve Ecevit ikilisi askerin zorlamasına karşı çıkıyor, asker ise parlamento yu kapatmakla tehdit ediyordu35. Darbenin bir başka sonucu da elbette ki 1961 Anayasası’ nın değiştirilmesiydi. 1972 yılında istenilen oldu ve 1961 Anayasası’ nın üçte biri değiştirildi Demirel ve AP 12 Mart’ a karşı durmaya çalışsalar da fazlasına güçleri yetmiyordu ve nitekim ordunun isteği doğrultusunda hareket ettiler; kaldı ki yapılan bazı değişiklikler onları memnun bile ediyordu.
Her fırsatta ‘’Bu anayasayla bu memleket idare edilmez’’ diyerek şikâyetini yüksek sesle dillendiren Demirel daha sonra darbecilerle işbirliği yaparak anayasanın değiştirilmesine katkıda bulunmuştu. Ne de olsa suçlu belliydi: ‘’1961 Anayasası’’. Hatta bir keresinde Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ ın bizzat ağzından dökülen ‘’Sosyal gelişmenin ekonomik gelişmenin önüne geçtiği’’ iddiası dayatmanın dayanağını oluşturuyordu. Bundan sonrasında Cumhuriyet tarihi siviller ve askerler arasındaki darboğazda toplumun boğulmasını seyredecekti.
1972 Ağustos ayında Genelkurmay Başkanlığı’ na Orgeneral ‘’Faruk Gürler’’ in
gelmesi ile birlikte ortalığın yeniden karışacağının sinyalleri veriliyordu. 1973’ e girilirken herkesin aklı Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeydi. Zira ordu Çankaya’ ya çıkacak ismi dört gözle bekliyordu. Aday olarak ilk akla gelen şüphesiz Faruk Gürler’ di ki ordu önceleri onu desteklemiş ve fakat sonra vazgeçmişti. Böylece Faruk Gürler’ in tüm hevesi kursağında kalacak, bu uğurdaki çabaları sonuç vermeyecekti.
Partiler, cumhurbaşkanlığına genelkurmay başkanının kendiliğinden geçmesinin
gelenek haline gelmesinin sivil – politik yönetime zarar vereceği hususunda birleştiler. Hem Gürler’ in cumhurbaşkanı olması hem de Sunay’ın görev süresinin uzatılması yönündeki önerileri reddedilen silahlı kuvvetler bu durum karşısında cumhurbaşkanlığı seçimini dikkatli bir şekilde takip etmiştir36.
Akabinde AP ve CHP aralarında uzlaşma sağlayarak, sıkı bir ittifakla, 6 Nisan 1973 günü Türkiye’ nin altıncı Cumhurbaşkanını seçiyorlardı ve bu 12 Mart rejiminin de sona ermesi anlamını taşıyordu. Yeni Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan üyesi ve emekli Oramiral ‘’Fahri Korutürk’’ idi. Süleyman Demirel bu sayede kendi adına 12 Mart’ ın da rövanşını almış oluyordu. Kum saati artık genel seçimler için akmaya başlamıştı. Faruk Gürler’ in Cumhurbaşkanı seçilememesinin arkasındaki en önemli aktörlerden olan Demirel tek favori olarak kendini gördüğü için gözünü seçim ayı-Ekim’ e dikmişti.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
24 İrfan Ülkü, ‘’Alparslan Türkeş- Fırtınalı Yıllar,’’Kamer yayınları-2. baskı, İstanbul 1998, s.24
25 Ertuğrul Kürkçü-Yücel Göktürk, ‘’12 Mart orduyu Burjuva ordusu yaptı’’ Express-İstanbul,18 Mart 2006
26 H. Fırat, ‘’15-16 Haziran/ sol hareket ve işçi hareketi’’, TKIP web sayfası, Haziran 1988
27 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 7.cilt, sf. 2166-68
28 William Hale, ‘’Türkiye’de Ordu ve Siyaset’’ (1789’dan günümüze), çev. Ahmet Fethi, Hil Yayıncılıkİstanbul, 1994, s.264
29 Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği, ‘’12 Eylül Öncesi ve Sonrası’’, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.baskı, Aralık 1981-Ankara, s.8
30 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 7.cilt, sf. 2166-68
31 Hasan Bülent Kahraman, ‘’12 Mart Muhtırası’’ yazı dizisi, Radikal Gazetesi, 16 Mart 2001
32 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, ‘’Sıkıyönetime giden yolda vuku bulan olaylar zinciri’’ 7.cilt, sf. 2166-68 33 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül, Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitapçılık, 5. baskı, İstanbul, Eylül-2006, s.13
34 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül- Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap, İstanbul, 5. baskı, Eylül/ 2006, s.14
35 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap, İstanbul, 5. baskı, Eylül 2006,s .15
36 Feroz Ahmad, ‘’Modern Türkiye’ nin Oluşumu’’, Çev. Yavuz Alogan, Kaynak Yayınları- 2. Baskı, İstanbul, 1999, s.185
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***