22 Kasım 2018 Perşembe

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 4

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN  ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 4


C-1973 SEÇİMLERİ 

Her şeyin normale dönmesi ve 12 Mart rejiminin bitişi 1973 seçimleri ile sağlandı. Seçimler doğal olarak iki parti arasında geçti. 12 Mart’ ın rövanşını alarak güç kazandığını zanneden Süleyman Demirel’ in AP’ si ve İnönü ile restleşerek kendine ‘’ak güvercin’’ li sayfalar açan Bülent Ecevit’ in CHP’ si. Zaten Ecevit bizzat kendisinin kaleme aldığı ‘’Ak Günlere’’ adlı seçim bildirgesiyle kampanyayı yürüttü. Sloganı: ‘’Ne ezilen ne de ezen…insanca, hakça bir düzen’’ di. Demirel’ de Demokrat Parti’ nin mirasçısıydı ki Celal Bayar ve arkadaşları desteklerini kendisinden esirgemiyorlardı. Birisi vaatlerin diğeri umutların simgesiydi. 

Bir diğer siyasetçi de İsviçre’ den dönüp ‘’Milli Selamet Partisi’’ ni kuran ‘’Necmettin Erbakan’’ oldu. Öncesinde kapatılan ‘’Milli Nizam Partisi’’ lideri olan Erbakan, tamamıyla İslami düzen isteyenlerin-hedefleyenlerin umut kaynağı oldu. O da seçim kampanyasını ışık saçarak yürüttü. Son olarak milliyetçilerin olmazsa olmaz kabul ettikleri MHP lideri ‘’Alparslan Türkeş’’ ve sloganı: ‘’Milli devlet, güçlü iktidar!’’ Politik kampanyalarına 1972 sonbaharında başlanan 1973 Genel seçimi, CHP ile AP arasındaki mücadeleyle geçmiştir. Türkiye seçime, TİP’ in kapatılmasıyla birlikte solda tek kalan ve İnönü’ nün istifası ile birlikte Satır grubunun ayrılması sonucunda gerileme sürecine girdiği düşünülen bir CHP ile Demirel’ in AP’ si, Bozbeyli’ nin DP’ si, Erbakan’ ın MSP’ si ve Feyzioğlu – Satır ikilisinin Cumhuriyetçi Güven Partisi arasında bölünmüş bir sağ yelpaze ile girmiştir 37. 

Seçimler sürpriz ile sonuçlanmıştı. 1950’ den bu yana ilk defa CHP birinci parti 
olmuştu. TİP’ in kapatılmasıyla CHP solda tek kalmış ama bütün provakatifliğe rağmen kazanmıştı. Seçmen 1965 ve 1969 seçimlerinin galibine, ‘’12 Mart’’ döneminde siyasal ve ekonomik politikaların sebebi olarak fatura kesmiş ve oylarını da bölmüştü. Erbakan liderliğinde MSP (DP-ile aynı sıralamada) üçüncü parti olarak seçimlerde şaha kalkmıştı. 

Erbakan ve MSP’ nin önlenemez, vazgeçilemez, değişmez yükselişi için bu saatten sonra kum saati de hızla akmaya başlayacaktı. Türk siyaset tarihine bu şekilde görkemli giriş yapan Erbakan 1973’ ten sonra kolay kolay bir daha tarih ve siyaset sahnesinden inmeyecekti. Öyle ki ‘’Milli Görüş’’ felsefesinin yörüngesinde yetiştirdiği öğrenciler, bir müddet sonra ondan görev çalarak 2000’ li yıllarda iktidara oynayacak ve Türkiye’ nin geleceğini avuçları 
içerisine hapsedecekti. 

Bitmek tükenmez koalisyon pazarlıkları, koltuk uğruna verilen tutarsız tavizler, yeni bir tip politikacının yeşermesine de vesile olacaktı. –Çirkin politikacı- Bol miktarda görülecekti yeni dönemde. Milletvekillerinin çıkar karşılığı parti değiştirmesine yol açan politika ve güvensizliği de beraberinde getirdi. Parti yöneticilerine güvensizlik… Partilerin bir birine karşı güvensizliği…Tabii halkın hepsine karşı olan güvensizliği…38 

Dini zaaf, dini duyguların sömürülmesi, din üzerinden siyaset bu topraklarda hep var olmuştur ve ülke kaderini belirlemede domino taşı gibidir. Her şey değişir, her kriter değişir, modernleşme-batılılaşma kıstasları değişir ama dini siyasete alet etmek asla değişmez. Din ve din adamları, Türkiye’ nin yumuşak karnıdır ve birileri hep o yumuşak karına vurmaktan zevk alır. Türkiye ancak din üzerinden alt edilebilir. İşte 1973 yılı da Cumhuriyet sonrası dini kendi emellerine alet edecek olanların sahneye çıkma vaktidir. 1973 seçimlerinden sonra sağ-sol ideolojilerin kavgaları sürerken, pusuda bekleyen başka bir görüş de artık ortalıkta salınmakta mahzur olmadığını düşünerek, suyun üzerine çıkmıştı. Laiklik ilkesine karşı olan, teokratik düzeni savunanlar…39 


Tablolar : www.belgenet.net/ 

Seçimler bitmişti bitmesine ama ülke yeniden sıkıntılı günler ile karşı karşıyaydı. CHP Seçimden 1. parti çıkmıştı ama tek başına iktidar olmaya 1. parti olmak yetmiyordu. Dolayısıyla Türkiye 2. kez ‘’koalisyonlar’’ kapısını aralıyordu. Kapı aralandıktan sonra zaten siyasal istikrarsızlık rüzgârı ülkeyi fırtınalarla buluşturacaktı. Seçimden gerekli çoğunluğu sağlayamasa da birinci parti çıkan CHP lideri Bülent Ecevit 27 Ekim 1973 tarihinde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi. Anayasanın hükümet kurmak için öngördüğü yeterli çoğunluğu sağlayabilmek amacıyla Ecevit mevcut partilerle uzun bir diyalog sürecine başladı ve fakat aldığı tepkiler sonucu çaresiz kaldı. 100 günü aşan bir süre sağ partilerin gerek siyasal gerek kişisel nedenlerle bir araya gelmeyi reddetmesiyle hükümet kurulamıyordu. 

1973 seçim sonuçlarına baktığımızda bir çarpıcı tablo daha çıkar karşımıza. 
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ nde de CHP adına bir oy patlaması yaşanıyor. 1950’ li yılardan bu yana yapılmış tüm seçimlerde CHP en yüksek oyu alarak tavan yapıyor ve hatta bu değişim 1977 seçimlerinde de bariz devam ediyor. Bu değişimin en önemli sebeplerinden birisi elbette ‘’Karaoğlan’’ faktörü yani lider değişikliği. Güneydoğu da, ‘’Karaoğlan’’ a nasıl güvendiğini, bölgenin çehresini değiştireceğine nasıl inandığını ve hükümetin artık o bölgenin insanını da iyileştirme politikası kapsamına alacağının nasıl garanti olduğunu hissettiğini  oylarıyla ifşa etmiş oluyordu. 

1973 seçimlerinin yine bir başka çarpıcı yanı da dini temaların baş gösteriyor 
olmasıydı. Üstelik bazı siyasetçiler halkın dini duygularını, zaafını kullanarak toplumun dikkatini başka yöne çekerek, tatsızlıklara çanak tutuyordu. Bakın TSK bu konuyu nasıl irdeliyor: ‘’1973 seçimleri ve onu takip eden günlerde dini politikaya alet etme faaliyetleri, Anayasamızın bu konudaki bağlayıcı hükmüne rağmen, geçmiş yıllarda olduğundan daha yoğun ve açık bir şekilde sürdürülmeye başlanmış ve devlet düzenimize yerleştirilmek istenmiştir. Bu yasa dışı tutum ve davranışlar, sorumluluk mevkiindeki bazı siyasi parti yöneticileri yanı sıra, yine bazı parlamenterlerin açıklama ve tutumlarıyla gün yüzüne 
çıkarılmış ve kamuoyunun bu olgu etrafında bütünleştirilmesi çabalarına girilmiştir’’40 2.5 ayı aşan bir süre hükümetin kurulamamış olması ortamı germeye yetiyor fakat birilerinin de ekmeğine yağ sürüyordu. Toplum içinde tansiyon hızla yükseliyor ve fakat kişisel çekişmeler, ihtiraslar bitmek bilmiyor du. Siyasetçiler öyle bir ihtirasa kapılmış ve hırslarına yenik düşmüşlerdi ki yanı başlarında kayıp giden bir milletin geleceğinin karanlığa gömüldüğünü fark edemiyorlardı. 

Siyasi partiler milletin iradesiyle oluşan bu yeni duruma, kısır çekişmeler ve kişisel menfaatler nedeniyle uyum sağlayamadılar. Siyaset alanında baş gösteren huzursuzluk, giderek toplumda sosyal ve ekonomik dengesizliklere yol açtı. Siyasi parti yöneticileri ülke sorunlarının yalnız kendi görüşleri doğrultusun da çözümlenebileceğine inanıyor ve hükümet programlarının da kendi isteklerine uygun olarak hazırlanmasını istiyorlardı. Koalisyon hükümetlerini oluşturan siyasi partilerle, hükümet içinde ayrı görüşlerden kaynaklanan sürtüşmeler, çekişmeler ve uzlaşmazlıklar ortaya çıkıyordu. O kadar ki ülkemizin acil çözüm 
bekleyen bir çok sorunları olmasına rağmen, parlamentoda günlerce sürecek koalisyon pazarlıkları yapılıyor, Meclisi çalıştıracak Başkanlık seçimleri dahi sürüncemede bırakılıyordu. Denilebilir ki, koalisyon yönetimleri ‘’tavizler devrini’’ beraberinde getirmiştir 41. 

1-Sıkıntılı Ortaklık 

Hükümeti kurma görevi alan Ecevit’ e bütün partilerden ret cevabı geldi. Dört aylık hükümet krizi yaşandı. Oysa CHP örgütü iktidara susamıştı. Dağlara, taşlara ‘’Başbakan Ecevit’’ yazılmıştı. Sol içindeki düzenin değimini isteyen devrimciler de Ecevit’ i sıkıştırıyor, verdiği sözler tutmasını istiyorlardı. Ecevit bu baskıyla MSP’ ne gitti 42. 26 Ocak 1974 tarihinde CHP-MSP koalisyonu kuruldu. Türkiye’ de ilk defa İslamcılık için çarpışan, gerici hatta ‘’takunyalı’’ diye adlandırılan bir parti iktidar ortağı olup, siyasal meşruiyet kazanmaktaydı. Başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan, din işlerinden sorumlu devlet bakanlığı, içişleri, adalet, ticaret, gıda tarım hayvancılık, sanayi teknoloji bakanlıklarını 
aldı. İki uç noktanın uzlaşabileceği varsayılırken daha ilk aylarda çeşitli konularda anlaşmazlıklar patlak vermeye başlamıştı. Ecevit dahi dindarlık ile laikliğin barışacağı iddiasındaydı ama olmadı, olamadı. 

Kamuoyunun ve özellikle iş çevrelerinin beklentisi, istikrarlı bir yönetim oluşturacağı düşüncesiyle, AP – CHP koalisyonu kurulması yönündedir. Ancak, Demirel’in hükümette yer almak istemeyerek muhalefette kalmayı tercih etmesi ve DP’nin CHP ile koalisyona yanaşmaması MSP’ yi beklenmedik bir biçimde kilit parti haline getirmiştir 43. Hükümeti teşkil eden CHP ve MSP’ nin karma ekonomik modeli savunmak, ekonomik kalkınmanın toplumsal adalet ile gerçekleştirilmesine inanmak, küçük ölçekli girişimlerin korunmasını teşvik etmek, milli kaynakların devlet tarafından kontrolünü öngörmek, ağır sanayinin oluşturulmasını amaçlamak gibi ortak özellikleri mevcuttur 44. 
TCK´ nın 163. maddesini kaldırmakta ısrar eden MSP, Meclis´ te 141 ve 142´ nin kapsam dışında tutulması için oy kullanır. Çatışma ancak Anayasa Mahkemesi´ nce çözülür. MSP, protokolde yer alan 18 yaşa oy hakkı için de benzer bir tutum içine girer ve bunu seçim yasasında yapılmasını istediği bütün değişikliklerin gerçekleşmesi koşuluna bağlar. İşte sekiz aya yakın görev yapan CHP-MSP koalisyonu hükümetin meclise sunduğu genel af yasa tasarısının görüşmelerinde bazı MSP milletvekillerinin öteki sağ partilerle işbirliği yaparak 12 Mart döneminde siyasal suçlardan mahkûm olmuş kişilerin yani solcuların da af yasasından yararlanmalarını engellemesi nedeniyle sarsılır. Ancak adı geçen yasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi sonucu bu kişilerin de aftan yararlanmaları, hükümetin devamına imkân verir. 
235 gün devam eden CHP – MSP koalisyon hükümetinin üç konudaki karar ve 
eylemleri önemlidir. Bunlardan birincisi, haşhaş ekim yasağının kaldırılmasıdır. İkincisi, Genel Af yasası ve sonuncusu da, Kıbrıs harekâtıdır.12 Mart’ tan sonra kurulan Nihat Erim hükümeti, ABD’ nin baskıları sonucu haşhaş ekimini yasaklamıştır. ABD, bu yasağı kendi toplumunda yaygınlaşan uyuşturucu kullanımına karşı bir tedbir olarak istemişse de, koalisyon hükümeti bu yasağı kaldırmıştır 45. 

Koalisyondaki ilk çatlağı ‘’Genel Af Yasası’’ konusundaki fikir ayrılığı oluşturmuştur. 

141 ve 142. maddeleri, çıkartılan af kanununun kapsamaması için muhalefet ile hareket eden ve bu yönde oy kullanan MSP, CHP duvarına toslamış ve kararında ısrara ettikçe de Ecevit tarafından sert diyaloglara maruz kalmıştır. 141 ve 142. maddeler siyasi suçluları kapsamaktadır ve MSP bunlara yönelik bir affın toplumu yeniden derinden sarsacağını düşünmektedir. Nitekim sonrasında bu affın kriterleri ve uygulaması dönemle ilgili tartışılan konuların başında gelecektir. 

TBMM’ ce çıkarılan Genel Af Kanunu ile birkaç yıl öncesinin şiddet eylemcileriyle 
birlikte, yapımızla tamamen ters düşen çağ dışı ideolojilerle gençlerimizi zehirlemeye kalkışan siyasi suçlular da serbest bırakılıyorlardı. Geniş kapsamlı bu af, daha sonra ülkenin içine sürükleneceği anarşi ve terör ortamının nedenleri arasında gösterilecektir. Hiç şüphesiz bu konudaki yargı, Türk Milleti’ nin vicdanlarında cevap bulmuştur 46. 

2- Kıbrıs Barış Harekâtı 

Hükümetin iletişimindeki fikir uyuşmazlığı, beraber durmadaki derin çatlakların 
ardından ‘’Kıbrıs Barış Harekâtı’’ geldi. Harekât Ecevit efsanesinin iyice pekiştirilmesini sağladı. “Barış Harekâtı” için gösterilen tek gerekçe, Nikos Sampson’ un faşist, ‘’enosis’’ ci darbesine karşı, Kıbrıs Türkleri’ ne yönelik herhangi bir etnik temizlik girişimini önlemekti. 
15 Temmuz 1974 günü Yunanistan' la birleşmeyi savunan EOKA adlı milliyetçi gizli örgüt Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios' a karşı bir darbe yaparak adada iktidarı ele geçirmişti ve buna Türkiye sessiz kalamazdı. Sampson Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ ni ilan etmişti bir kere. 
Başbakan Ecevit, Kıbrıs konusunda Rum kesimi ile üç garantör devletten biri olan İngiltere' nin siyasilerini ve kamuoyunu ikna etmek için 17 Temmuz 1974' te Londra' ya gitmiş, Erbakan' ı Başbakan Vekili olarak bırakmıştı. Yapılan iki harekâtla adanın %35’ lik bölümünde hâkimiyet sağlanmış ve yaklaşık 20 yıldır devam eden sorun çözüme kavuşmuştu fakat dönüş yolunda, Ecevit’ in büyük bir zafer kazanması iktidarda yeni bir krize gebeydi. 

Bir anda herkes kardeş olmuştu ülkede, dostluk gelmişti, barış gelmişti. Kıbrıs Barış Harekâtı başarılı olmuştu, zafer herkese iyi gelmişti ama koalisyon ortakları kazanılan zaferi paylaşamamıştı. Kıbrıs'ın tümüyle ilhak edilmesini öneren Erbakan' ı önce MSP' liler "Kıbrıs Fatihi" ilan ettiler. Oysa halk ‘’Karaoğlan’’ ı bağrına basıyordu. Ecevit iyiden iyiye huzursuzlaşmıştı, artık eskisi gibi sabırlı davranamıyordu. Tek çözümü seçimde görüyordu. Kıbrıs zaferini oya çevirmek isteyen Ecevit’ in erken seçim isteği ve kendine duyduğu olağan üstü güven ne yazık ki ayağına dolanacaktı. Atladığı en önemli noktalardan biriyse 1960 

Anayasası’ na göre parlamentonun görev süresinin 4 yıl olduğuydu. Kısacası Ecevit yürüttüğü bu stratejinin fiyasko ile sonuçlanacağını aklının ucunu getirmiyor, kazandığı zaferle sarhoşluktan nasıl bir tünele girdiğini fark edemiyordu. Üstelik AP de hükümeti kısa sürede yıpratmak ve koalisyonun çöküşünü hızlandırmak için görev başındaydı. 
Amerika 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ ndan sonra Şubat 1975’ den itibaren Türkiye’ ye silah ambargosu uygulamıştır. Bu ambargo her ne kadar Türkiye’ yi zorlasa da cevabı 15 Şubat 1975’ de ‘’Kıbrıs Türk Federe Devleti’’ ni kuruluşu olmuştur. İstikrarlı tutum bir müddet sonra Amerikan Temsilciler Meclisi’ ni de yumuşatmış ve Kıbrıs Rumları da müzakerelere mecbur kalmışlardır. 

Kıbrıs olayları Başbakan Ecevit ile silahlı kuvvetler arasında olumlu ilişkilerin 
gelişmesine olanak sağlarken, koalisyonun diğer ortağının lideri Erbakan’da bu durum rahatsızlık oluşturmuştur. Böyle bir ortamda Başbakan Ecevit’ in 13 Eylül 1974 tarihinde İskandinav ülkelerine yapacağı resmi ziyaret öncesinde yerine vekâlet etme yetkisini Devlet Bakanı ve CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüpoğlu’ na vermesi koalisyonun bozulmasına vesile olmuştur. Başbakan yardımcısı olarak vekâlet etme yetkisinin kendisinde olması gereken Erbakan buna tepki olarak ziyaret kararnamesini imzalamamıştır. Bu gelişme üzerine Başbakan 18 Eylül 1974’ de istifa etmiştir.47 
1974 yılında göze çarpan bir başka önemli ayrıntı da 12 Mart sonrası ilk siyasi 
cinayetin işlenmesiydi. Vatan Mühendislik Yüksek Okulu öğrencisi Şahin Aydın bıçaklanarak öldü ve bu da artık ülkedeki ayrışmayı derinleştirdi, altını kalınca çizdi, safları belirledi ve deşifre etti. Artık her gün olaylar tırmanacak ve her iki taraftan birileri sırayla ölecekti. 

3-Milliyetçi Cephe (MC Hükümeti) 

Koalisyon dağıldıktan sonra yeniden gerilimin kucağına düşmüştü ülke. 
Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından görevlendirilen Kontenjan Senatörü Sadi Irmak' ın kurduğu hükümet ise Meclis' ten güvenoyu alamadı, fakat yine de bir süre varlığını sürdürdü. ‘’CGP dışında kalan diğer partilerin bakan vermediği 11 parlamenter ve 15 teknokrattan oluşan Irmak kabinesi, 29 Kasım 1974 tarihinde yapılan güven oylamasında 358 olumsuz oya karşılık sadece 17 olumlu oy aldığı halde yeni bir kabinenin teşkil edilememesi nedeniyle, 31 Mart 1975 tarihine kadar parlamento desteği olmadan ülkeyi yönetmek zorunda kalmıştır 48. 

İktidar yolunda adı geçen diğer partilerin liderleri hem mecliste çoğunluğu 
sağlayamıyor hem de kişisel çekişmeleri sonucu bir türlü uzlaşamıyor ve hükümet kurulamıyordu. Ecevit’ in ısrarla erken seçim önerisine de karşı çıktılar. Artan hayat pahalılığı ile birlikte sokaklarda tırmanan şiddet olayları, baskı ve taşkınlık her yere sıçramıştı. 
Ekonomik ve siyasal bunalım can yakıyordu. Bir an önce siyasal istikrarın sağlanması herkesin tek isteğiydi. Çözüm sağ partilerin bir araya gelmesinde görüldü. 19 Mart 1975’ te CHP Genel Başkanı Ecevit, Cumhurbaşkanı Korutürk' ün kendisine verdiği Hükümeti kurma görevini kabul etmedi. Bunun üzerine Korutürk, Hükümeti kurma görevini AP Genel Başkanı Demirel' e verdi. 21 Mart 1975’ de ise AP, MSP, CGP ve MHP (Milliyetçi Cephe) arasında koalisyon protokolü için çalışmalar başladı. 31 Mart 1975’ de de AP Genel Başkanı Demirel' in başkanlığında kurulan MC (Milliyetçi Cephe) Hükümeti açıklandı. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve CGP Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu, Başbakan Yardımcısı olarak Kabinede yer aldılar. 
Daha kısa vadede, Erbakan ve MSP ile koalisyonun bitmek bilmez didişmelerinden bıkan Ecevit, ‘’Kıbrıs fatihliği’’ ni oya tahvil ederek tek başına iktidara gelme hevesine kapıldı. Bu amaçla, koalisyonu bozup erken seçime gitmek istedi. Bu, yakın tarihin en büyük ve sadece öznellik düzeyinde açıklanabilecek taktik hatalarından birine dönüştü. Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet Partisi’nin güç birliği, erken seçimi engellemekle kalmadı. Aynı zamanda, ortanın solundaki CHP’ ye karşı güçlü bir sağ bloğa 
dönüştü. Soğuk Savaş yıllarına özgü tipik bir kutuplaşma çerçevesinde, Süleyman Demirel’ in liderliğindeki AP-MSP-MHP ‘’Milliyetçi Cephe Koalisyonları’’ kuruldu 49. Nihayet Demirel, 1977 yılı seçimlerine kadar görev yapacak olan ve “Milliyetçi Cephe” (MC) adı verilen hükümeti kurmuştu. AP, MSP, MHP, CGP ve DP’ den ayrılan dokuz milletvekilinin destek vermesiyle, Demirel 450 sandalyelik Millet Meclisi’ nde, 228 sandalyelik bir çoğunlukla “Milliyetçi Cephe” olarak anılan koalisyon hükümetini 28 Mart 1975 tarihinde kurmuştur. Koalisyon hükümeti göreve otuz bakan ile 31 Mart tarihinde başlamıştır. Hükümette AP’ den 16, MSP’ den 8, CGP’ den 4, MHP’ den ise 2 bakan yer almıştır. MC hükümeti artık tarih sahnesine çıkmıştır ve hedefi sadece CHP’ nin olabilecek bir erken seçimle başa gelmesini engellemektir. 

Yeni koalisyonda merkez sağın geleneksel temsilcisi ‘’Adalet Partisi’’, İslam’ ın 
bayraktarı ‘’Milli Selametçiler’’, sokağı kontrol eden ‘’Milliyetçi Hareket’’ ve sağda statükonun bekçisi olan ‘’Güven Partisi’’ vardı. Bu koalisyona kendilerinin verdikleri isim de çok tehlikeli bir dönüm noktasının adıydı: ‘’Milliyetçi Cephe’’50. Bu yeni hükümet de ne yazık ki ülkeye refah getirmiyor, getiremiyor. Türkiye’ de artık müthiş bir kamplaşma dönemi başlıyor. Taraflar, birbirlerine, kuşandıkları kılıcın en keskin tarafını göstermekten kendilerini alamıyor. Herkes kendini gelecek adına tek kudretli, en başarılı, yegâne şans olarak gördüğü için bu sıkıntılı günlerde tek kaybeden hoşgörü oluyor. Akıl ve selamet memleketi terk ediyor. Her köşede şiddet kol geziyor, ülke aniden kutuplara ayrılıyor, gençler bir kıyıma doğru galeyana getiriliyor. Ne hükümet ne aydınlar ne 
de masum halk, hiç kimse hiçbir şeyin önüne geçemiyor. Ülke adeta sonu görünmeyen dipsiz bir kuyuya eli kolu bağlı atılıveriyor. 

Taha Akyol (MHP Yönetim Kurulu Üyesi): ‘’MC kurulurken bütün Türkiye’ nin 
partisi olma, tansiyonu düşürmek gibi bir rasyonellikle değil, Ecevit ile birlikte yükselen solu durdurmak, solun karşısında bir baraj oluşturmak gibi negatif bir duyguyla kurulmuştur. Dolayısıyla yükselen solun peşindeki milyonlar bu hükümeti kendisine karşı düşman olarak görmüştür. MC’ nin temel hatası cephe olmasıydı. Cephe mantığı ile hareket etmesiydi 51.’’ Bir yandan siyasal, ekonomik ve sosyal sıkıntılar var öte yandan dış güçlerin ülkeyi bir 
şeytan üçgeninde sıkıştırma arzusu var. Bütün bunların yanı sıra toplumun beklentileri eklenince piramit baştan sona dejenere olmaya mahkûm bırakılıyor. Zira 70’ li yılların ortasından itibaren bakış açıları farklı, parti olarak doğdukları ve büyütüldükleri mekân farklı, ideolojileri farklı, beslendikleri güç noktaları farklı, davranış ve uygulamaları farklı ve en nihayetinde hedefledikleri gelecek farklı siyasi partilerin bir arada durabilme kompozisyonu ne yazık ki ülkeyi uçurumların kenarına yerleştirivermişti. Türkiye, Ecevit’ in yanlış hesabının bedelini zaman içinde çok ağır ödedi. Ne pahasına olursa olsun 1973 seçim yenilgisinin intikamını alma arzusuyla yanıp tutuşan Demirel, MC hükümetlerini ayakta tutabilmek için, Alparslan Türkeş’ e çok büyük tavizler verdi. MHP o 
zamanki varlığıyla orantılı olmayan bir tarzda hükümete girme ve kadrolaşma fırsatı buldu. Özellikle Millî Eğitim Bakanlığı’ ndaki MHP nüfuzu, Türk pleb (sokak) faşizmine, hem öğretmen kadroları ve okul yönetimlerini ele geçirme, hem de “enternasyonal komünizm ve kozmopolitizm tehlikeleri” ne karşı müfredatı alabildiğine daraltma, taşralılaştırma, dünyaya kapatma fırsatı verdi. Böylece eğitimde, kültürel etkileri bugün de süren büyük bir dejenerasyon süreci başladı 52. 

a- Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) 

60’ lı ve 70’ li yıllara damgasını vuran gençlik hareketlerinin en önemli saç 
ayaklarından birini oluşturur İslami gençlik. Dolayısıyla MTTB dönem Türkiyesi için oldukça önemlidir. Kuruluş tarihine baktığımızda 1916 yılı çıkar ilk karşımıza. İttihat Terakki’ nin desteğiyle üniversite öğrencileri tarafından kurulmuştur. Amaçları imparatorluğun içinde bulunduğu kötü duruma tepki göstermek, bilhassa Balkanlar’ daki toprak kaybına karşı durmak ve en çok da ülkenin geleceği üzerinde söz sahibi olabilmektir. Bu hedefler doğrultusunda azimle örgütlenmişler, sistemli yol almışlar ve her geçen zaman aynı ateşle tutuşan gençleri aralarına almak için çalışmışlardır. İşte bu tam anlamıyla MTTB adına 
kavuşup, bilinçli hareket etmeye başladıkları yıl 1926’ ya tekabül eder. 

l. Dünya Savaşı, mütareke günleri ve ardından başlayan milli mücadele döneminde mensubu olduğu öğrencilerin çeşitli katkılarıyla bu sürece destek veren Talebe Birliği' nin resmiyet kazandığı tarih ise, örgütlenerek MTTB adıyla yasal bir statüye kavuştuğu 1926' dır53. 

Önceleri Ziya Gökalp’ çi bir Türkçülük anlayışı çerçevesinde gençler hareket eder, fakat ilerleyen zaman içerisinde güttükleri Türkçülük kavramı boyut değiştirir ve faşist eylemlerle ‘’faşist milliyetçiliğe’’ başlarlar. MTTB’ nin kurucusu Ahmet Tevfik İleri’ dir. Türk Demokrasi tarihinde çok önemli bir köşeyi tutup, ihtişamla başlayan fakat sancılı günlerle sona eren bir döneme damgasını vurmuş Demokrat Parti’ nin Mili Eğitim Bakanlığı’nı yapmıştır. Ne acıdır ki 27 Mayıs Darbesi ile birlikte o da arkadaşları ile birlikte Yassıada’ da yargılanmıştır. Türk eğitim sistemine katkıları ve kendine özgü yaklaşımlarıyla adından bugün dahi önemle ve saygıyla bahsedilmektedir. 

Tevfik İleri, Demokrat Parti idealine sonuna kadar sadık kaldı, sahip çıktı ama bir farkla fikirlerini açıklamaktan çekinmeyerek. Asla menfaat peşinde koşmadı, tek bildiği ülke geleceğinin olması gerektiği ve layık olduğu şekliyle yüksek çıtalara oturmasıydı. Hep mağrur hep vakurdu. Mahkemede dahi dimdik ayaktaydı. 
Samet Ağaoğlu, “... dimdik, baş eğmeden ayakta durmuş karakter sütunları arasında daha da yükselen birkaç abideden biridir. Açın Yassıada İhtilal Mahkemesi’ nin zabıtlarını, o yapraklar arasında İleri' nin başı bir aslana benzer, sesi bir aslan kükreyişine. Bu kükreyiş Vatan Cephesi davasında öylesine yükselmiştir ki, savunmasını keserek duruşma salonundan çıkarmışlardı” sözleriyle onu tanımlamaktadır 54. 

Tevfik İleri hayatı boyunca bağnazlığın karşısında durdu, batıl inançlara ve din 
sömürüsüne olabildiğince karşı çıktı. Fakat öte yandan İslami değerlere saygılıydı, hakiki din adamlarını ve fikirlerini destekliyordu. Bilhassa İslamiyet ile medeniyetin zıt kutuplara konulmasına karşı çıkıyordu ve zaten İleri, Türk Milleti’ nin hem Müslüman hem modern model olarak örnek olduğunu savunuyordu. Aynı zamanda ‘’Bediüzzaman’’ ı ‘’İslamiyet’ in kahramanı’’ olarak model almıştı kendisine. 

Onun Milli Eğitim Bakanlığı döneminde, ilkokula dayalı birinci devresi dört, ikinci 
devresi üç yıllık olan toplam yedi yıllık İmam Hatip Okulları yedi vilayette açıldı. “Din düşmanlığının had safhaya ulaştırılmasının neticesinde uzun yıllar din görevlisi yetişmemiş, halk irşattan mahrum kalmış, cehalet her tarafı kaplamış ve nihayet Müslüman’ ın “ölüsünü yıkayacak adam” bile bulunamamıştır 55. Bu sözleriyle büyük sempati toplamış, İmam Hatip Liseleri’ nin de kuruluş sebebini açıkça ortaya koymuştur. Birlik 1926’ dan sonra, yani Cumhuriyet ile birlikte, devletten de destek alarak faaliyetlerine Türk ocaklarıyla dayanışma içinde, Turancı çizgide devam eder: ‘’Vatandaş Türkçe konuş!’’ birliğin ülküsünün, anlayışının temelini oluşturur. 1930’ u takip eden yıllarda tek parti iktidarı ile ters düşer; Hatay konusunda Suriye ile yaşanan problemlere sessiz kalmamak amacıyla izinsiz düzenlediği miting kapatma sebebi olur. Tarih, 22 Kasım 1936’ dır. Akabinde bir müddet sessiz kalır ama bu sessizlik resmi olmasa da faaliyetlerini gizlice sürdürmesine engel olmaz. DP iktidar olunca, Tevfik İleri başta olmak üzere başka diğer MTTBliler’ in de bakan olmasıyla daha farklı bir rotadan yoluna devam eder, daha muhafazakâr tutum sergiler. 

MTTB, 50' li yıllardan itibaren başta komünizmle mücadele olmak üzere Kıbrıs' a 
sahip çıkmak, Yahudileri protesto etmek, bayrağı ve vatan toprağını koruyup kollamak adına pek çok etkinlik düzenleyecekti. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, Anadolu insanını etrafını çevreleyen tehlikeler karşısında teyakkuz durumuna geçirecek, ülkeye ve millete sahip çıkmak adına ne gerekiyorsa kendi bildiği doğrultuda onu yapacaktı 56. 
‘’Komünizmle Mücadele Dernekleri’’ de MTTB gibi eş zamanlı olarak, toplumun 
kabuğunu kırma süreci yaşadığı sırada, kitlesel uyanışını ve devrimci hareketliliğe soyunmasını engellemek, aynı anda da solcuların karşısında durabilecek sivillere taban hazırlamak üzere kurulmuştu. Bu tür oluşumlar Türk İslam Sentezi çerçevesinde hayat bulmuşlardı. Emperyalizmin ihtiyaçlarına cevap verdikleri için dış güçler ve bilhassa Amerika tarafından yönlendirilmiş, desteklenmişlerdir. 

MTTB, bir ara solcuların da içinde çalışma yapmasına karşın tarihi boyunca sağcı, muhafazakâr ve İslamcı gençliğin örgütlenmesi olmuştu. Türk sağının kadro kaynaklarından biri olan bu örgütün tarihi 1950' li yıllara uzanmakla birlikte 1970' li yıllarda hayli silik bir profil veriyordu. Daha çok imam hatip liselerinde ve ilahiyat fakültelerinde örgütlüydü 57. 
MTTB esas misyonunu 1965 yılında ‘’Burhanettin Kayhan’’ eşliğinde sergiliyor ve 12 Eylül’ e kadar da İslamcı gençliğin, İslami hareketin baş aktörlüğünü yapıyor. Çeşitli kereler sağ ve sol çizgide gidip gelen MTTB, Burhanettin Kayhan ile birlikte tamamıyla İslami kimliğe bürünmüştü. Artık MTTB İslamiyet’ i kaynağından öğrenmek isteyen, kendilerini burada İslamiyet’ in gerekleriyle donatmak ve doyurmak isteyen gençlerin uğrak noktası ve başvuru kaynağı oluyordu. Üstelik bu tür çatılarda artık İslam dünyasından en çok ses getiren 
eserlerin tercümesi yapılıyor ve sonra yorumlanıyor, akabinde tartışmalar yapılıyordu. Gerek Nurcu kesimden gerek Süleymancı kesimden ve elbette MSP’ nden bireyler MTTB çatısı altında birleşiyor ve fikir beraberliği yapıyordu. Bu dönemde MTTB, milli ve manevi değerlere saygılı fikriyatın maneviyatçı, milliyetçi gençliğin tek temsilcisi olmuştur. Türkiye' nin yakın tarihi insaflı bir gözle yazılacak olsa, Milli Türk Talebe Birliği' nin (MTTB) yepyeni bir gençlik yetişmesindeki merkezi konumu o tarihin sayfalarında mutlaka yer alacaktır. Bilenler biliyor: Üniversite yıllarını o çetin 1960 sonlarında yaşayan pek çok genç, Rasim Cinisli ve ardından İsmail Kahraman' la 'şahlanmış' MTTB' yi Burhanettin Kayhan' ın başkanlığı döneminde sevdi 58. 

MTTB bulunduğu şartlar içerisinde sürekli mevcut sistemle hesaplaşmaya girmiş, toplumsal sorunlarla baş edebilmek için yaratıcı projeler geliştirmiş ve başarılarıyla ses getirmiştir. Geniş bir çevreyi arkasına almasının en çarpıcı faktörü şüphesiz dini felsefedir. MTTB’ de İslami düşüncelerin öncülüğünü Mehmet Akif, Necip Fazıl, Ali Şeraiti gibi isimler yapmış ve donanımlı, güvenilir kişilikleri ile de kitleleri etkileyebilmişlerdir. Öyle ki bugün dahi bu isimler düşünceleri ve yaptıklarıyla, bıraktıklarıyla İslamcı gençlik üzerinde dominant 
rol oynamaktadır. Özellikle Necip Fazıl, İslami gençlik üzerinde hem dün hem de bugün bir dini ikondur. MTTB aynı zamanda bugünkü İslamcı siyasetin temellerinin atılması bakımından da tarihte hayli önemli yer tutar. 

b-Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) 

MTTB kurulduğu ilk yıllarda Kemalist düşünceleri benimsemiş ve ülkenin 
sorunlarının bu bağlamda çözülmesi gerektiğine inanmıştır. Ülkenin iç ve dış sorunlarına kayıtsız kalamamış ve her fırsatta varlığını teyit ettirmiştir. Gençlik ilk önce Türk Ocağı ve kapatılmasının akabinde Halk Evleri’ nde örgütlenmiş, fikirlerini geliştirmiştir. Hatta uluslar arası yapılan ilk gençlik toplantılarına da MTTB katılmıştır. İşte MTTB' nin ardından, yerine gençlik içinde yeni bir örgütlenme oluşturuldu. 19 Mayıs 1948' de İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği ile İstanbul Teknik Üniversitesi Talebe Birliği birleşerek kısa adı TMTF olan Türkiye Milli Talebe Federasyonu kurdu. TMTF’ nun en önemli icraatı ‘’Kıbrıs Türk’ tür Komiteleri’’ ni kurmak olmuştur. 24 
Temmuz 1954’ deki bir toplantısında bir Kıbrıs Komitesi kuruyor ve yaptığı sık mitinglerle de Kıbrıs sorununa parmak basarak, Türk gençliği’ nin de Kıbrıs davasına sahip çıkmasını salık 58 Taha Kıvanç, ‘’Güzel İnsanlar da Ölüyor’’, Yeni Şafak Gazetesi, 6 Ekim 2002 veriyordu. Eylemlerin ve mitinglerin amacı sorunu kamuoyuna taşıyarak ulusal bir bilinç oluşturmak ve bu sayede Kıbrıs Türkleri’ ni aslında tüm dünyaya karşı savunmaktı. 

Turancılar, ‘’Kıbrıs Türktür Cemiyeti’’ kuruyordu. Türkiye' de anti-komünizmin 
gazladığı Türk-İslam sentezi güçlenirken, Menderes sonunda adadan gelen sese kulak verdi. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu' nun önerisiyle Özel Harp Dairesi Başkanı Tümgeneral Daniş Karabelen, Albay Eyüp Mater ve Binbaşı İsmail Tansu' nun seçtiği yedi subay ve sivil görevliler adaya gönderildi. 28 Ağustos 1954' te Menderes, Kıbrıs Türk liderlerini görüşmeye çağırırken, gazetelerde "Kıbrıs asla Yunan olmayacaktır" sözleri vardı. Dr. Küçük' ün 1944' te 
kurduğu ‘’Kıbrıs Milli Halk Partisi’’ nin adı ‘’Kıbrıs Türktür Partisi’’ olarak değiştirilmişti 59. 

TMTF ayakta kaldığı süreç içinde gençlik örgütlenmeleri ve eylemleri çerçevesinde yoğun faaliyetlere imza atmıştır. Üstelik oluşumlarını devlet politikasına da dayandırma inancı gütmüşlerdir. İdeolojik ve politik olarak ırkçılık boyutlarına varan Türk milliyetçiliğini toplum içerisinde yayma ve işleme hedefi, bariz misyonu olmuş ve hep vizyonu tartışılmıştır. MTTB’ nin baskın sağ görüşüne nazaran TMTF ağırlıklı olarak solun baskın olduğu bir örgütlenmedir. 

c-Akıncılar 

70’ li yılların ortalarından itibaren MTTB’ nde her örgütte, grupta olması normal bir süreç başlıyor. Birlik içerisinde gençler çeşitli sebepler sonucu anlaşamamaya başlıyor, fikir ayrılıkları ortaya çıkıyor. Bu doğal süreç bölünmeye kadar gidiyor, kamplaşma doğuyor. Bu hepsi birbirinden heyecanlı, idealist ve coşkulu gençlerin bir arada durabilme güdüsünün bloke olması, faaliyet gösteren bazı talebe derneklerinin sırayla ihraç edilmesiyle sonuçlanıyor. 

1976 yılında, Ankara Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi öğrencilerinden bir grup gençle birlikte Tevfik Rıza Çavuş başkanlığında kurulan Akıncılar’ a özellikle 1978' den sonra MTTB' den önemli kaymalar gerçekleşti. Akıncılar, MTTB'den sonra ortaya çıkan ve sağ-sol çatışmalarının ortasında İslami çizgiyi temsil eden, ama MTTB’ yi aksiyoner olmamakla suçlayan bir gençlik hareketiydi. Milli vurgular yapan MTTB’ nin yanında Akıncılar daha İslami bir çizgiyi ve hattı savundular. Hatta ülkücüler ve sol örgütlerin zaman zaman hedefi haline gelerek şehitler verdiler 60. 

Akıncılar o dönem içinde aradıkları kimliği bulduklarını ve sahip oldukları dinin 
inceliklerini, niteliğini keşfettiklerini ve her türlü bir arınmaya girdiklerini düşünüyorlardı. Doğal bir uyanış yaşıyorlardı. Sağ kanatta artık ayrışma yaşanıyordu. Milliyetçi hareket MHP ve Ülkü Ocakları safını tutarken, mukaddesatçı-dinci hareket ise MSP ve Akıncılar kanalında ete kemiğe bürünüyordu. Akıncılar aradıkları kanı da MSP’ nden tedarik ediyordu. MSP' nin gençlik kolları olarak bilinen Akıncılar Derneği Genel Başkanı Tevfik Rıza 
Çavuşoğlu, "Gençlerin kendilerini korumak için Uzakdoğu sporlarını, yakın dövüş tekniklerini öğrenmeleri yadırganmasın. 12 Eylül öncesinde gençleri çok sayıdaki kampımızda eğittik" diyerek bir Kayseri gezisi sırasında verdiği demeçte dönem içindeki oluşumlarını savunuyor ve akabinde ekliyordu: "Türkiye çapında gençlerin istek ve arzuları dâhilinde, emniyet, jandarma ve belediyelerden izi alınarak spor kampları kuruldu. Çok sayıdaki kampımızda sabah ezanı ile birlikte 5 kilometrelik zorunlu koşu, kültür- fizik, yakın dövüş teknikleri, Uzakdoğu sporlarının hemen hemen tamamı zamanın antrenörleri, bugünün ünlü hocaları federasyon görevlileri tarafından legal olarak yaptırıldı. Kamplarda binlerce kişi 
eğitildi. Amaç gençlerin dinç, zeki, atak, çevik olmaları, kendilerine güven duymaları korumaları içindi’’61.

Akıncılar ayrıca Türkiye' deki İslami Hareket içerisindeki yerlerini şu şekilde 
tanımlamaktadırlar: ‘’İslami Hareket iman ve cemaat ikilisinden oluşur. Dünya üzerindeki parça parça İslami tavırlar bir bütünlük arz etmek zorundadır. Bütün Müslümanlar aynı zamanda birer askerdirler. Bundan dolayı imam cemaat ikilisini bir orduya benzetebiliriz. Bütün dünya Müslümanları bir ordu haline gelmeye mecburdurlar. Türkiye' de Müslümanlar sosyal, iktisadi ve siyasi alanda aktif mücadele içerisindedirler. Bu mücadele kolları bir ordu disiplini içerisinde yürütülmektedir. Türkiye' deki Müslümanlar bütün Dünya Müslümanları’ nı da içine alabilecek bir ordu hareketini başlatmışlardır. Bu ordunun dışında kalanlar samimi olsalar da bilmeden İslam dışı güçlere hizmet etmiş olurlar. Müslümanların en önemli özelliği teşkilatlanmasıdır. İki kişilik bir Müslüman cemaatin varlığı söz konusu olduğuna göre, İslam' da tek kalmamak ve ordu hareketi içerisinde olmamak mazeret kabul etmeyen büyük bir suçtur 62. 

Aslında Akıncılar da diğer tüm İslami motifleri giyinmiş örgütlenmeler ve dernekler gibi önceleri sakin limanlarda demirliyordu fakat MTTB ile yollarını ayırdıktan sonra daha radikal eğilimlere meylettiler. Akıncılar, özellikle 70’ li yılların sonlarına doğru iyice göze batmaya başlamış ve MHP’ li gençlerin karşısına dikilmiştir. Sokak çatışmalarında söz sahibi olduklarını ispata kalkmış ve daha sonrasında acı tablolara imza atmıştır. 
1970' lerin sonlarında İslamcı hareket belli bir güce ulaşınca, daha radikal eğilimlere sahip olan kesimler MTTB' yi aşan, sola ve komünizme karşı daha etkili bir mücadele yürütecek bir örgütlenmenin arayışı içine girdiler. Daha önce dağıttıkları bildirilerde "İslamcı Gençlik" imzasını kullanan bu kesim, Milli Selamet Partisi yönetiminin de icazet vermesiyle "Akıncılar" ismini kullanmaya başladı 63. 

Akıncı Gençler’ in önemli bir özelliği de düzenledikleri mitinglerde bir yandan 
haksızlıkları haykırırken diğer taraftan yardıma muhtaç ailelere yakacak ve giyecek yardımında bulunma gibi hayır işleri tertipliyor olmalarıydı. Yardıma muhtaç ailelerin sağlık ihtiyaçlarıyla da ilgilenen Akıncılar sadece bir eylem teşkilatı, bir örgüt değil, zorda kalanlara yardım elini uzatan bir dernek haline de gelmişti. Her ihtiyacı olanın yardımına koşuyor, derdine derman oluyor, eksiğini kapatıyor ve bu sayede bazı çevrelerde adından sempati ile söz ettiriyordu. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

37 Mustafa Erdoğan, ‘’Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset’’, Liberte Yayınları-4. baskı, Ankara,2003, s.119 
38 Bülent Ruscuklu, ‘’Demokrat Parti’ den 12 Eylül’e’’, Alfa Yayınları- 1.basım, İstanbul, 2008, s.125 
39 Bülent Ruscuklu, ‘’Demokrat Parti’ den 12 Eylül’e’’, Alfa Yayınları -1.basım, İstanbul-2008, s.125 
40 Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği, ‘’12 Eylül Öncesi ve Sonrası’’, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.baskı, Ankara, Aralık 1981, s.11 
41 Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği, ‘’12 Eylül Öncesi ve Sonrası’’, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.baskı, Ankara, Aralık 1981, s.10 
42 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül, Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitapçılık, 5. baskı, İstanbul, Eylül-2006, s.27 
43 Feroz Ahmad, ‘’Demokrasi Sürecinde Türkiye’’, Çev. Ahmet Fethi, Hil Yayınları -İstanbul, 1994, s.158-159 
44 Feroz Ahmad, ‘’Modern Türkiye’nin Oluşumu,’’ Çev. Yavuz Alogan, Kaynak Yayınları-2. Baskı, İstanbul, 1999, s. 191. 
45 Tevfik Çavdar, ‘’Türkiye’nin Demokrasi Tarihi’’, İmge Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2004, s.237. 
46 Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği, ‘’12 Eylül Öncesi ve Sonrası’’, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.baskı, Ankara, Aralık 1981, s.13 
47 William Hale, ‘’Türkiye’de Ordu ve Siyaset -(1789’dan günümüze)’’. Çev. Ahmet Fethi. Hil Yayıncılık -İstanbul, 1994, s.189 
48 Feroz Ahmad, ‘’Demokrasi Sürecinde Türkiye’’, Çev. Ahmet Fethi, Hil Yayınları -İstanbul, 1994, s.165 
49 Halil Berktay, ‘’Türkiye 12 Eylül Darbesi’ ne Adım Adım Hazırlanmıştı’’, Taraf Gazetesi, 30 Eylül 2008 
50 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 38 
51 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 38 
52 Halil Berktay, ‘’Türkiye 12 Eylül Darbesi’ ne Adım Adım Hazırlanmıştı’’, Taraf Gazetesi, 30 Eylül 2008 
53 Mehmet Ali Gökaçtı, ‘’Milli Türk Talebe Birliği Geri Dönerken’’, Radikal Gazetesi, 24.12.2006
54 Cahide (İleri) Aksoy, ‘’Babam Tevfik İleri’’, I.C., Ankara, 1977, sf. 431 
55 Gotthard Jaschke, ‘’Yeni Türkiye’ de İslamlık’’, Çev. Hayrullah Örs, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1976, s.76
56 Mehmet Ali Gökaçtı, ‘’Milli Türk Talebe Birliği Geri Dönerken’’, Radikal Gazetesi, 24.12.2006 
57 Merdan Yanardağ, ‘’Akıncılar Partisi’’ BİA Haber Merkezi, 30.11.2002, www.bianet.org. 
58 Taha Kıvanç, ‘’Güzel İnsanlar da Ölüyor’’, Yeni Şafak Gazetesi, 6 Ekim 2002 
59 Ceyda Karan, ‘’Portre: Rauf Denktaş’’, Radikal Gazetesi,18 Nisan 2005
60 ‘’Darbenin çocukları’’, www.tokatyenidonem.com, 17 Kasım 2008 
61 Davut Güleç’ in haberi, Milliyet Gazetesi, 1 Şubat 1997 Cumartesi 
62 ‘’Üniversiteli Müslüman Gençlerin 30 yıllık Yürüyüşü’’, www.akyolhaber.com, 3 Ocak 2008 
63 Merdan Yanardağ, ‘’Akıncılar Partisi’’ BİA Haber Merkezi, 30.11.2002, www.bianet.org. 


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder