İSMET PARLAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İSMET PARLAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ağustos 2018 Çarşamba

12 EYLÜL ÖNCESİ TOPLUMSAL HAREKETLER, PARTİLER VE SİYASAL EYLEM BÖLÜM 2


12 EYLÜL ÖNCESİ TOPLUMSAL HAREKETLER, PARTİLER VE SİYASAL EYLEM BÖLÜM 2


Toplumsal hareketlerin uzun-dönemli başarısı ayrıca birçok genel koşula da dayanır. 

Herşeyden önce bu hareketlerin sürekli siyasal etkinliğe heves ve bağlılık 
uyandırabilecek bir öğreti formüle etmesi gerekir. Ulusal kurtuluşu, bir sınıfın 
özgürleşimini, kadınların özgürleşimini veya çok sayıda insanın önemli gördüğü 
başka bir genel amacı konu alabilecek olan bu öğretinin belli başlı sorunları 
açıklayabilen amaçları ve amaçlara ulaşma yollarını gösteren ve alternatif toplum biçimlerinin geneI hatlarını çizebilen bir toplumsal kuramı içermesi veya böyle bir kuramın üzerine kurulmuş olması gerekir. Ondokuzuncu yüzyılda işçi hareketi ve daha dar bir çerçevedeki milliyetçi hareketler bu yolu izleyerek gelişmiştir. 1960'ların toplumsal hareketleri böylesi öğretiler üretmede görece başarısız kalmışlardır; keza öğrenci hareketleri özel olarak işçi sınıfı hareketiyle ilişkisi üzerine, toplumdaki ekonomik ve yapısal değişmelere karşı kültüreI değişimin önemi üzerine ve toplumsal değişim hareketlerinde şiddetin işlevi üzerine tartısmalarla kuşatılan, radikal toplumsal değişmenin etkenleri ve amaçlarına ilişkin çatışan görüşler kargaşasında son bulmuştur. ABD 'deki zenci hareketi de sadece Beyazların radikalizm ile olan ilişkisi ve şiddet kullanımı konusunda değil, daha temelde nihai amacının diğer azınlık kümeleriyle eşit koşullar altında Amerikan toplumuyla tamamen bütünleşmek mi yoksa bir biçimde ayrılık ve bağımsızlık mı olacağı konusunda ikiye bölünmüştür. 
Toplumsal bir hareketin başarısı için önemli bir ikinci gereklilik bulunmaktadır. 
Toplumsal bir hareket gelişiminin bir noktasında bir iktidar savaşımına doğrudan 
katılabilecek, iktidarı ellerine geçirdiklerinde de toplumu yeniden-kurmak amacıyla kullanabilecek daha örgütlü siyasal kümeler yaratmalı veya varolan siyasal örgütleri değiştirmeli veya ele geçirmelidir. 1960'lardaki hareketlerin çoğu, genellikle geleneksel partilerin bürokratik niteliğine karşı düşmanlıkları nedeniyle bu adımı atmakta isteksizdi; kaldı ki, göründüğü kadarıyla bunlar ekonominin, siyasal sistemin ve kültürel kalıpların istenen dönüşümünün etkili bir şekilde fiilen nasıl gerçekleştirilebileceği hakkında açık bir fikir oluşturmuş da değildiler. 

Sık sık gerilla etkinliklerine ve doğrudan eyleme duydukları sempatiyi dile 
getirirlerken, başarılı gerilla hareketlerinin, ya (Çin 'de olduğu gibi) örgütlü ve disiplinli bir parti tarafından denetlendi ğ ini veya yönetimlerini belirtmek ve siyasalarını yürütmek için gerekli hale geldiğinde, kendilerini (Küba'da olduğu gibi) geleneksel türde bir partiye dönüştürdüklerini görmezden gelmişlerdir. Birçok üçüncü Dünya ülkesinde, etkili siyasal partiler yaratmayı başaramayan ulusal kurtuluş hareketleri, ya askeri seçkinlerin eline geçmiş, ya da oluşturdukları hükümetler askeri darbelerle devrilmiştir. Öte yandan, endüstriyel ülkelerdeki milliyetçi hareketler, İskoç Ulusal Partisi veya Parti Quebiecois örneğinde olduğu üzere, güçlü parti örgütleri kurabildiklerinde bazı başarılara ulaşmışlardır. 

1960'ların toplumsal hareketlerinde etkin olanların çogu partilere güven duymaz bazı durumlarda topluma -ideal bir topluma-sürekli hicbir yerleşik kurumu olmayan bitimsiz bir imgesel yaratım etkinliği süreci olarak bakarlarken, parti siyasasına iyice girmiş olanlar da bu hareketleri sadece bozguncu ve sorumsuz olarak görme eğilimindeydiler. Yirminci yüzyıl sonlarının hiç değilse asgari söz ve dernek kurma özgürlüğünün mevcut olduğu toplumlarında, toplumsal hareketler toplum üyelerinin dolaysız ve aracısız bir tarzda karşıtlığını dile getirebildiği, parti makinelerinin ilgisizliğine, uzaklığına veya ihmalkarlığına meydan okuyabildiği bir araçtır. Diğer yandansa, partiler iktidarı elde etme veya elde tutmanın, böylelikle de uzun dönemler boyunca karmaşık toplumsal siyasaları yerine getirebilme ve yürütebilmenin vazgeçilemez araçlardır. Bu iki siyasal eylem biç imi arasında, bizzat partilerin gelişimini incelediğimizde doğası daha fazla açığa çıkacak sürekli bir gerginlik bulunmaktadır. Toplumsal hareketler gibi, siyasal partiler de modern bir olaydır. 
Demokrasiyle birlikte, -parlamentoların ve seçimlerin gelişmesiyle- Amerikan ve 
Fransız Devrimlerinden sonra ortaya ilk kez çıkan partiler ilkin "soyluların partileri", yani kendi çevresinde veya seçim bölgelerinde saygınlık ve servet sahibi olan bireylerden oluşan görece küçük seçim kurullarıydı. Oy hakkının giderek yaygınlaşması ve seçilmiş meclislerin iktidarlarının artmasıyla, partiler ulusal çapta daha sürekli bir örgüt halini aldı; ama bundan sonraki büyük gelişme ancak ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, sadece seçim kampanyalarının finansman aracı olarak değil, siyasal eğitim ve katılımın bir aracı olarak da kitlesel üye kaydınıhedefleyen işçi ve sosyalist partilerinin (ilkin Almanya ve Avusturya'da olmak üzere) ortaya çıkışıyla gerçekleşti. 

Bu tarihten itibaren, devamlılığı olan kitle partileri Batılı kapitalist toplumların 
siyasasında başat etken haline gelip, yirminci yüzyıl boyunca birbirinden farklı 
biçimlerde olmakla birlikte, dünyanın diğer alanlarına da yayıldı. Kitle partilerinin çeşitli oluşum şekillerini birbirinden ayırtetmek çok önemlidir. Baştaki ivmeyi kazandıran sosyalist partiler örneğinde, parti genellikle mevcut bir kitle hareketinin seçim siyasası alanına uzantısıydı; buna karşılık zaten parlamento ve hükümette güçlü bir şekilde temsil edilmekte olan tutucu ve liberal partiler, kitlesel örgütlerini esas olarak yukarıdan ve parlamenter önderlerin denetiminde oluşturdular. Bu farklı gelişme yönleri farklı siyaset ve siyasal kurum anlayışlarına vücut verdi. Sosyalist partiler kendilerini yeni bir tür toplum oluşturmak için çabalayan bir sınıfın öncüsü olarak görüyordu; üstelik bunlar için işçi sınıfının iktidar savaşımı, ilke olarak varolan herhangi bir kurumdan daha önemliydi. Bu bakış açısından, seçim siyaseti savaşımın sadece bir yönü olup, parlamento önderlerinin, aynı zamanda işçi sınıfının da önderi olan kitle partisinin buyruğu altında oldukları düşünülmekteydi . Tutucu ve liberal partiler, gerçekte sınıf çıkarlarını ne kadar çok temsil ediyor olsalar da, kendilerini yerleşik bir toplumsal düzeni içinde ve parlamentonun üstün olduğu bir 
siyasal kurumlar sistemi içinde işlev gören partiler olarak görüyorlardı. Dolayısıyla, parlamenter önderler sadece seçimlerde yarışma aracı olarak düşünülen kitle partisine egemendiler. Sosyalist bir parti anlayışı. Alman Sosyal Demokrat Partisinin gelişiminin başlarında çok açık bir şekilde dile getirilmiştir. Partilerin kendilerinden bağımsız olarak çalışan İmparatorluk Hükümetinin oluşumunda doğrudan hiçbir rol oynamadığı 1914 öncesi Almanya'sındaki siyasal durum, esas olarak SPD'nin etkinliklerini parlamenter koşullar içinde düşünmesine hiç bir neden olmaması demekti. Tersine, SPD 1878-90 arasındaki yasa-dışı döneminden sonra, varolan siyasaal sistemin dışında kalan (1914 'e gelindiğinde bir milyondan fazla üyesi bulunan) bir kitle partisi olarak hızla büyüdü, "katılımcı-olmayan muhalefete girişti ve 1914 'den itibaren "devlet içinde bir devlet görünümü" aldı. 
……………. 

Bu yüzyıldaki siyasal olayların gözlemlenmesi sonucu elde edilen izlenim, siyasal çıkarların örgütlenmesi ve dile getirilmesinde büyük bir istikrar veya devamlılık değil, daha çok hatırı sayılır bir kargaşa ve değişebilirlik izlenimidir. Elbette ki, siyasal partiler bazı ülkelerde diğerlerine göre çok daha fazla olmak üzere önemli bir süreklilik unsurunu barındırmaktadır lar, ama her yerde partiler değişen ekonomik koşulların, toplumsal katmanlar ve çıkar kümeleri bakımından toplumun kompozisyonundaki değişmelerin ve yeni kültürel yönlimlerin etkilerine çok fazla açıktır. Toplumsal hareketlerin büyük önemi işte burada ortaya çıkmaktadır; çünkü bu hareketler -ister sendika hareketi gibi geniş çaplı ve kalıcı olsun ister 1930' lardaki işsizler hareketleri gibi tarihsel bir dönemdeki özgül konularla ilgili daha özel hareketler olsun-kimi durumlarda sadece örgütlü siyasal formasyonların ortaya çıkışı veya dönüşümü için ön-koşulları koymakla kalmamakta, aynı zamanda siyasal savaşımlarda genellikle çok etkin özsel bir öge olan bağımsız bir siyasal bağlılık ve eylem biçimini oluşturmaktadırlar. Örneğin, Piven ve Cloward, ABD 'deki dört alt sınıf protesto hareketine ilişkin hayranlık uyandırıcı incelemelerinde, kitlesel protestolara, kitle tabanı olan kalıcı örgütler oluşturma çabalarından daha fazla etkililik yüklemektedirler: "Alt-sınıf kümeleri zaman zaman Amerikan siyasasında her ne etkide bulunuyorlarsa, bu etki örgütlenimden değil, kitle protestosundan ve protestonun yıkıcı uzantılarından kaynaklanmaktadır. Şili 'de Salvador Ailende'nin Halk Birliği Hükümeti'ni değerlendirirken toplumsal hareketlerin önemine ilişkin benzer bir görüşü benimseyen Touraine, koalisyon iktidarının içindeki çeşitli 
hareketlerin etkinlik ve faaliyetleriyle, yoksulların şikayetlerini, yekpare bir yönetici partinin resmi kanalları içinde sapmaya uğraması (belki de tıkanıp kalması) yerine, dolaysız ve sürekli olarak dile getirilebildiğini öne sürmektedir. Belki de geçen iki onyılın en çarpın özelliği, farklı türden toplumsal hareketlerin Batı demokrasilerindeki siyasal yaşamın kabul edilen bir parçası haline gelme şekilleri; bir ölçüde de eleştirinin, huzursuzluğun ve muhalefetin biçimsel siyasal kurumlar aracılığıyla dile getirilmesine fiilen olanak bulunmayan ülkelerdeki hareketler için model sağlamalarıdır. Bir dereceye kadar şematik bir biçimde, modern toplumsal hareketlerin gelişimindeki üç temel evreyi ayırtetmek mümkündür . İlki, avrupa'daki demokratik hareket veya işçi hareketi , daha sonraki bir dönemde kadınların oy hakkı hareketi ve sömürge bölgelerindeki veya günümüz otokratik devletlerindeki bağımsızlık hareketleri gibi hareketlerin sadece şikayetleri dile getirme ve siyasal değişmelere yol açma çabası için etkili araçlar sağladığı evredir. İkinci evre temsili hükümet, genel ve eşit oy hakkı ve özgür seçimlerle ilgili kazanımlar biçimsel kurumlar alanı dışındaki siyasal eylemin önemini azaltmış göründüğünde ortaya çıkar; bununla birlikte, bunalım dönemlerinde, işsizlerin hareketlerine veya bazı Avrupa ülkelerinde faşist hareketlere benzer toplumsal hareketler gelişebilir. Batı demokrasilerinde şimdiki durum olan üçüncü evre, bana öyle geliyor ki, toplumsal hareketlerin siyasal yaşamın (daha genel bir demokrasiyi yaygınlaştırma hareketini 
yansıtan) az çok daimi bir özelliği olarak önemli ölçüde yeniden'-canlanışı ve çoğalışı evresidir. Temsili hükümetin, partilerin ve seçimlerin bugün vazgeçilmez bir çerçeve sağladıkları ama kendi başlarına halk tarafından yönetim şeklindeki daha radikal anlamda bir demokratik toplumu kurmakta yetersiz kaldıkları giderek daha fazla anlaşılmaktadır. Ulusal düzeyde ekonomik ve toplumsal yaşamın ve diğer ulus devletlerle ilişkilerin genel düzenlenimi karmaşık bir hükümet ve idare aygıtını, geniş şekilde formüle edilen hedef ve siyasaları olan partileri ve partiler arasındaki yarışmayı gerektirmektedir; ama daha dolaysız ve ivedi siyasal eylem araçlarına da gereksinim bulunmakta olup, bu araçlar özgül şikayet ve çıkarların etkili şekilde dile getirilmesine imkan verecek, merkezileşme ve bürokratik yönetimin bazı uzantılarına karşı koyacak 
ve çok sayıda yurttaşın yaşam niteliklerini belirleme konusuna daha sürekli olarak pratik katılımını sağlayacaktır. Bu konunun bir başka ifade tarzı, gerek ekonomik olarak ileri, gerekse oldukça uzun bir demokrasi geleneği olan bu toplumlarda toplumsal hareketlerin yeniden-canlanması ve gelişmesinin bir ölçüde zaten mevcut olan toplumun "kendini-üretimi"nin belli başlı bir özelliği olduğunu; daha da önemlisi, topluluğun (collectivity) kendisini eşit yurttaşlar arasındaki ussal tartışma usulleriyle yönettiği, "egemenliğin bulunmadığı" ideal bir gelecek toplum biçiminin tasarımı olduğunu söylemektir. Günümüz toplumlarının bu yönde ne kadar yol alabilecekleri bir tartışma konusudur ama hiç değilse, son yıllarda siyasal eylem fikrinin bir hayli genişlediği; böylelikle de, şimdiden bireylerin ve birey kümelerinin muhalefetlerini her düzeyde öne sürebilmeleri nin ve kamusal tartışma alanına alternatif siyasaları  getirebilmelerinin çeşitli yollarına ilişkin oldukça yaygın bir bilinçliliğin bulunduğu kabul edilmelidir.

https://ismetparlak.files.wordpress.com/2015/02/tom-bottomore_toplumsal-hareketler.pdf

***

12 EYLÜL ÖNCESİ TOPLUMSAL HAREKETLER, PARTİLER VE SİYASAL EYLEM BÖLÜM 1



12 EYLÜL ÖNCESİ TOPLUMSAL HAREKETLER, PARTİLER VE SİYASAL EYLEM BÖLÜM 1


İSMET PARLAK


https://ismetparlak.wordpress.com/kitap-ve-kitap-bolumler/

Siyasal eylemi çözümlerken tikel bireylerin etkisi özgül bazı olayların incelenmesinde gözönüne alınmak gerekse de, esas olarak bireylerin eylemlerinden çok toplumsal kümelerin etkinliklerine bakmamız gerekir. Bu çözümlemede atılacak ilk adımlardan biri, toplumsal kümelerin siyasete katılabilme yollarını ve bu kümelerin doğasını belirlemektir. Zaman zaman ortaya çıkan protesto, ayaklanma ve kargaşalar veya coups d'etat'larda örgütlü siyasal partilerin, baskı kümelerinin veya politize subayların daha sürekli etkinliklerine kadar uzanan büyük bir çeşitlilik bulunduğu açıktır; ama bu olayların (fenomena) çoğu bence, "toplumsal hareketler" ve "örgütlü siyasal 
oluşumlar (formasyonlar)" olarak adlandıracağım iki genel kategori altında toplanabilir. 

1960'lardan bu yana. Aralarında öğrenci hareketi, çeşitli ulusal ve etnik hareketler ve kadın hareketlerinin bulunduğu, ç ok sayıda yeni toplumsal hareket siyasal yaşamda çok etkin hale geldiğinde, sosyologlar bu çeşit siyasal eylem tarzlarına daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Bu eylemler sadece daha örgütlü siyasal etkinliklerin gelişmesinin temelini veya bağlamını oluşturan değil, yerleşik partilerin ve baskı kümelerinin yanı başında, kimi zaman ise bunlarla çatışma halinde bulunan kendi başlarına siy asal güçler olarak da görülebilirler. Genel olarak bir toplumsal hareketi, bir parçası olduğu toplumdaki değişmeyi özendirmeye ya da değişmeye direnme amacına yönelik kollektif bir çaba olarak tanımlayabiliriz: ama bir "hareket" ile bir "parti" arasındaki açık bir farkı gözden kaçırmamak istiyorsak, bu ifadenin bazı bakımlardan sınırlandırılması gerekmektedir. Bunun yollarından biri, hareketin daha örgütsüz karakterine dikkat çekmek olup, bir harekette düzenli veya kolayca  belirlenebilen üyelik ("parti kartı" veya ödentileri) bulunmayabilir; merkezi, bir büro ya da personel olarak da pek bir düzenlilik görülmeyebilir. B ir harekete mensup olmak daha çok belli bir toplumsal bakış veya Öğretiye sempati .duymak, bu sempatiyi gündelik siyasal tartışmalarda dile getirmek ve gösteriler veya "her kafadan bir ses çıkan meclisler" gibi zaman zaman yapılan etkinliklere katılmaya hazır olmak meselesidir. Ayrıca parti gibi örgütlü siyasal oluşumların, siyasal bir birimin yönetimini elde tutma veya ele geçirme çabası anlamında, doğrudan iktidar savaşımına katılmalarına karşılık , toplumsal hareketlerin daha dağınık bir şekilde eylem yaptığı, şayet başarıya ula şırlarsa, varolan siyasal sistemin (kısmen veya bütün olarak) meşruiyetini sorgulayarak , farklı bir görüş iklimi yaratarak ve alternatifler önererek siyasa ve rejim değişikliği için ön-koşulları oluşturduğu öne sürülebilir. 

Geniş çaplı hareketlerin, ondokuzuncu yüzyıldaki işçi hareketinde olduğu gibi, kendi içlerinde az çok doğrudan bir siyasal kümeler çeşitliliği yaratma eğiliminde olmaları bir hare ket ile parti veya diğer örgütlü kümeler arasındaki farkı ortaya koymaktadır; siyasal eylemin sonraki gidişatının da kısmen daha genel hareket ile çeşitli örgütlü kümeler arasındaki ilişki aracılığıyla anlaşılması gerekir. Marxist düşünce ve pratikte bu ilişki sınıf ile parti arasındaki ilişki olarak ortaya konmakta olup, bu konu ondo kuzuncu yüzyılın sonundan beri bir tartışma konusu olarak, Michels'in "oligarşinin demir yasası" üzerine düşüncelerinden, Lenin 'in Lukacs tarafından kuramsal olarak ayrıntısıyla islenen Bolşevik Parti anlayışına ve Avrupakomünizminin en yeni "çoğulcu" bildirgelerine kadar uzanan cok farklı biçimlerde dile getirilmiştir. Toplumsal hareketler ile örgütlü siyasal oluşumlar arasında bir ayrım yaptıktan ve toplumsal hareketlerin karakteristik lerini giriş kabilinden olmak üzere ortaya koyduktan sonra, çok sayıda yazarın denemiş olduğu gibi, bu hareketlerin büyüklükleri (katılanların sayısı), alanları (yerel, ulusal, uluslararası), süreleri, amaçları (özel veya genel, bireyleri veya birey-üstü sistemleri dönüştürmeye yönelik olma) ve buna benzer özellikleriyle bir tipolojisini oluşturmak çok güç Ama bu tür sınıflandırmalar ampirik araştırmalara yol göstermede kimi zaman yararlı olabilmekle birlikte, bana öyle geliyor ki, bunlar toplumsal hareketlerin tümcül toplumsal sistemlerin yeniden-üretimi ve dönüşümü sürecindeki anlamlarıyla ilgili en önemli soruları doğrudan ele almamaktadırlar. Yani, bir toplumsal hareketler kuramına çok 
önemli bir katkıları yoktur. 

Böylesi bir kuramın nasıl oluşturulabileceğini anlamak için, toplumsal hareketlerin esas olarak modern toplumların bir olayı (fenomen) olduğunu kabul ederek yola çıkmamız gerekir. Bu deyimin kendisi Batı Avrupa'da ancak ondokuzuncu yüzyılın başlarında genel bir kullanıma kavuşmuş olup, ilk sistemli tartışmalar toplumsal hareketi proleteryanın sınıf savaşımıyla doruğuna ulaşan, daha fazla toplumsal bağımsızlık kazanma savaşımı olarak betimleyen Lorenz von Stein'ın 1789'dan Günümüze Fransa'daki Toplumsal Hareketlerin Tarihi başlıklı kitabında bulunmak tadır. Stein 'in kitabı, Marx 'ın kapitalist toplumdaki proleterya formülasyonunu etkilemiş olabilir; ama etkisi olsa da olmasa da, ondokuzuncu yüzyıl Avrupa toplumlarındaki başat siyasal konulara iliş k in genelde savunulan fikirleri çok açık veetkili bir şekilde d ile getirdiğine kuşku yoktur; toplumsal hareket özellikle Almanyada büyük ölçüde işçi hareketiyle özdeş hale gelmiştir. Kuşkusuz, bu özdeşlik tam değildi; çünkü görmüş olduğumuz gibi, Tocqueville işçi sınıfından çok orta sınıf tarafından canlandırılan ve desteklenen demokratik harekete daha fazla önem veriyordu, ama 
işçi hare ketinin etkisi düzenli olarak gelişti ve "sosyal demokrasi " deyiminin gösterdiği gibi, büyük ölçüde demokratik hareketin yaygınlaşması olarak 
tasarımlandı. 

Böylesi yorum farklılıklarının ötesinde, Avrupa ve Kuzey Amerika'nın devrim- sonrası toplumlarındaki çok sayıda insanın toplumlarının kurulmasına ve yeniden kurulmasına şu ya da bu şekilde etkin ve bilinçli olarak katılmaya başlamış oldukları genel kabul görmektedir. Bu tarihsel durumu kitle hareketleri çağının başlangıcı olarak betimlemek mümkündür ve işçi hareketi bu kitle hareketlerinin içinde, 19. yüzyılın son bölümünde toplumsal bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. 

Bu tarihten başlayarak ilkin Avrupa ve Kuzey Amerika'da, daha sonra da dünyanın geri kalan yerlerinde çok sayıda toplumsal hareket gelişirken Orta ve Güney doğu Avrupa'daki, daha sonra da sömürgelerdeki milliyetçilik hareketleri; başlangıçta oy kullanma hakkıyla ilgili olan kadın hareketleri; gençlik hareketleri ve özgül amaçları savunan daha küçük, daha kısmi birçok hareket- işçi hareketi yaygınlaşmayı sürdürerek ulusal ve uluslararası ölçekte çeşitli yeni örgütler yarattı. Toplum bilimciler ve tarihçiler, modern toplumsal hareketlerin bu tarihseI deneyimine dayanarak ve bu hare ketleri anlamak için ortaya atılmış olan kavramların yardımıyla, söz gelişi köylü ayaklanmaları, "kalabalıkların" ve "güruhların " eylemleri gibi diğer toplumlardaki daha sınırlı türde, ama benzer nitelikteki hareketleri incelemeyi sürdürmüşlerdir. 
Bu incelemelerin değeri, dağınık, bölük pörçük, belirgin şekilde formüle edilmiş bir öğretiden yoksun olabilen veya kendisini esas olarak dinsel veya kültürel açıdan dile getirebilen, ama her zaman siyasal örgütlerin elverişli koşullarda  ortaya çıkabildiği bir matriks sağlayan siyasal halk eyleminin yaygınlığını açıkça 
göstermelerindedir.    
Nedir ki, bu tür hareketlerle modern toplumsal hareketler arasında hala büyük bir uzaklık bulunmaktadır; çünkü ikinci tür hareketler. ç o k daha geniş çaptadır, siyasal çatışmayla daha doğrudan ilgilidirler; daha katı ve gelişkin ideolojiler  den etkilenmekte olup, bir kural olarak daha kalıcı, daha sürekli bir yapıya  sahiptirler. Bu hareketlerin özgül önemi, modern toplumun "kendini-üretmesi" olarak adlandırılan bir süreçte canalıcı bir unsuru oluşturmalarından dır. Bu anlayışa göre, toplumlar artık kendilerini" bir toplumsal eylemin, karar ve işlemlerin, egemenlik veya çatışmaların sonucu olarak" görmeye başlamışlardır. Bu kendini-yaratma sürecinde, toplumsal hareketler tarihsel olarak yerleşik bir eylem sistemine karşı çıkan ve toplumun gelişimin i farklı bir yöne doğru çekmeye çalışan güçlerdir. Hareketlerin yenileyici gücüne ilişkin bu fikir, 1960'lann birdenbire geniş çaplı hareketler olarak ortaya çıkıp, varolan toplumsal ve siyasal düzene karşı kitlesel hoşnutsuzluğu ve muhalefeti d ile getiren olaylarına besbelli ki çok şey borçludur. 

Bu olaylar, Batılı kapitalist dünyadaki "istikrarlı demokrasi"lerle Doğu Avrupa'nın 
sosyalist dünyasındaki sözde "istikrarlı otokrasiler"in güçlendiği iki onyılın ve çoğu Batılı siyaset bilimcileri tarafından, tedrici bir "modernleşme " ve "sanayileşme " sürecine girdiği düşünülen (birçok yeni bağımsızlığına kavuşmuş devletin dahil olduğu) bir "üçüncü Dünya"nın ortaya çıkışının ardından gelişmiştir. Bu ayaklanmada başı çeken unsur öğrenci hareketiydi; keza öğrenciler dünyanın her yanında Batı'da olduğu kadar Doğu Avrupa'yla Üçüncü Dünya'da da -siyasal yaşamda bağımsız olarak etkin hale gelmekle birlikte, farklı bir radikal öğreti ve siyasal eylem tarzı, esas olarak ABD 'de, Demokratik bir toplum için öğrenciler birliği ifadesini bulmuş olup, bu öğreti ve siyasal eylem tarzı uluslararası hareketin tümü için geniş ölçüde bir model oluşturmuştur. 

SDS hareketi, 1959 yılında, eski Endüstriyel Demokrasi Cemiyeti'nin yeniden 
canlandırılan gençlik kesimi olarak, mütevazi bir çapta başlamıştır; ama Yeni Sol'daki radikal fikir ve hareketlerin genelde yeniden-doğuşunun bir parçası olarak, daha özgül bir şekilde de, öğrencilerin yurttaşlık hakları (civil rights) hareketine katılmalarıyla kısa zamanda gelişmiştir. SDS'nin ilk manifestosu olan, Port Huron Bildirisi, ilkin topluluk eylemi projeleriyle, daha sonra da üniversitelerde Vietnam savaşına karşı çeşitli doğrudan eylem biçimleriyle siyasal pratiğe çevrilen "katılımcı demokrasi" fikrini ortaya atmıştır. 


Öğrenci hareketi ABD’de olduğu gibi Avrupa'da da .doruğa 1968'de ulaşmış; bunu en çarpıcı olarak Fransız öğrencilerinin, işçi-sınıfı hareketinin büyük bir bölümü tarafından kısa süre desteklenen Mayıs ayaklanması imlemiştir. Daha sonra hareket hemen her yerde, genellikle aralarında Sovyetlerin Çekoslovakya’yı askeri işgali; de Gaulle'ün tam bir iç savaş durumunda Fransız ordusunu kullanacağı tehdidi; radikallerin, özellikle ABD ve Batı Almanya'da (ki buralarda, polis soruşturmaları ve radikal örgütlerle bağı olan bireylerin kamu görevlerinden dışlanması günümüzekadar gelen bir uygulamadır) genel olarak taciz edilmeleri gibi eylemlerin bulunduğu baskıcı önlemler sonucunda gerilemeye başladı. Bu sıkıntılara katlanan sadece öğrenci hareketleri değildi; ABD'deki Siyahların hareketi, özellikle Kara Panter Partisi (Black Panther Party) halinde devrimci bir biçim aldığında şiddet kullanılarak bastırıldı; Latin Amerika'daki demokratik ve radikal hareketler yok edilerek en belirgini Şili'de olmak üzere çoğunlukla Amerika'nın yardımıyla askeri diktatörlükler kuruldu. 
Oluşum dönemimdeki işçi hareketi - Çartizm veya ilk sendikalar veya ütopyacı 
topluluklar- gibi 1 960'ların toplumsal hareketleri de, içinde geliştikleri toplumların en baskıcı özellikleriyle savaşacak uygun bir öğreti ve siyasal eylem tarzı arayan özgürleşim hareketleriydi ; böylelikle etkinliklerini ayrı ayrı sömürgeci yönetime, dış ekonomik güçlerin egemenliğine, feodal -askeri seç kinlerin yönetimine, azınlıkların ikinci sınıf olmalarına, kadınların bağımlılıklarına veya toplumun katı, merkezi ve bürokratik bir aygıtın egemenliğinde olmasına karşı yönelttiler. Bu hareketlerin şu andaki sönük durumları olasılıkla uzun sürmeyecektir, çünkü karşı çıktıkları koşullar hala varlığını sürdürmektedir ve dönüştürülmeleri gerekmektedir. Kaldı ki, daha az çarpıcı biçimlerde olmakla birlikte hareketlerin bazıları gelişmeyi sürdürmüştür; bazı milliyetçi ve ayrılıkçı hareketler, İskoçya ve Quebeck'de olduğu gibi daha güçlenmiştir; kadın hareketinin, genel hedeflerine ulaşmaktan uzak olmakla birlikte 
etkisi artmıştır. 

1970'lerin ortalarında, birçok ülkede, özellikle de İngiltere 'de gözlenen siyasal 
duyumsamazlık bir ölçüde bizatihi varolan siyasal rejimlerin istikrarsızlığının bir 
göstergesiydi : çünkü yerleşik siyasal örgütlerle onların siyasetlerine ilişkin sihirin çözülmesini dile getiriyordu . Dahası, bu sihirin çözülmesi daha etkin biçimler almaya devam etmiştir. İspanya, Portekiz ve Yunanistan 'da önemli siyasal hareketler ve değişmeler olurken, Fransa ve İtalya'da da güçlü sosyalist hareketler ivme kazanmaktaydı; ve tüm bu siyasal eylemlerde tıpkı diğer Avrupa ülkelerindeki sosyal demokrat partilerin gençlik kesimlerinde olduğu gibi önceki onyılın hareketlerinin etkisi hissedildi. Ne var ki bu bugün i ç in 1960'ların ölçüsünde yeni siyasal eylem deneylerine girisme yönünde çok yaygın bir eğilim olduğu anlamına gelmemektedir. 

Toplumun üyelerinin kitlesel katılımını içeren "kendi kendini üretimi" belki 
bugünkünden daha canlı ve iyimser bir ruh durumunu gerektiren karmaşık ve zor bir girişimdir. 1960’lar boyunca endüstriyel toplumlarda toplumsal hareketlerin hızla gelişmesi kısmen sürekli ekonomik büyümeye, tam istihdama, yüksek öğretimin yaygınlaşmasına ve bu toplumların temeI üretim sorunlarının çözümlenerek yeni bir boş zaman ve eğlence toplumunun gelişim koşullarının yaratıldığı genellikle "kıtlık sonrası" diye adlandırılan bir döneme girilmiş olduğu şeklindeki genel bir düşünceye dayanıyordu. Bu radikal bolluk inancı şimdi zayıflamıştır; doğal kaynakların kullanımı konusunda daha derin bir kaygı bulunmaktadır. On yıl önceki siyasal tartışmaların çoğunda dile getirilmeyen öncüllerden biri olan sınırsız ekonomik büyüme olanağı giderek daha kuşkulu görülmektedir. 
Bu sorulardan bazılarına sonraki bir bölümde yeniden döneceğim. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 26

.





TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI   
BÖLÜM 26


ÖĞRENCİ EYLEMLERİNİN TOPLUMA VE EKENOMİYE SİYASİ VE SOSYAL ETKİLERİ..,


TOPLUMSAL HAREKETLER, PARTİLER VE SİYASAL EYLEM

Siyasal eylemi çözümlerken tikel bireylerin etkisi özgül bazı olayların incelenmesinde gözönüne alınmak gerekse de, esas olarak bireylerin eylemlerinden çok toplumsal kümelerin etkinliklerine bakmamız gerekir. Bu çözümlemede atılacak ilk adımlardan biri, toplumsal kümelerin siyasete katılabilme yollarını ve bu kümelerin doğasını belirlemektir. Zaman zaman ortaya çıkan protesto, ayaklanma ve kargaşalar veya coups d'etat'larda örgütlü siyasal partilerin, baskı kümelerinin veya politize subayların daha sürekli etkinliklerine kadar uzanan büyük bir çeşitlilik bulunduğu açıktır; ama bu olayların (fenomena) çoğu bence, "toplumsal hareketler" ve "örgütlü siyasal
oluşumlar (formasyonlar)" olarak adlandıracağım iki genel kategori altında toplanabilir.

1960'lardan bu yana. -aralarında öğrenci hareketi, çeşitli ulusal ve etnik hareketler ve kadın hareketlerinin bulunduğu, ç ok sayıda yeni toplumsal hareket siyasal yaşamda çok etkin hale geldiğinde, sosyologlar bu çeşit siyasal eylem tarzlarına daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Bu eylemler sadece daha örgütlü siyasal etkinliklerin gelişmesinin temelini veya bağlamını oluşturan değil, yerleşik partilerin ve baskı kümelerinin yanı başında, kimi zaman ise bunlarla çatışma halinde bulunan kendi başlarına siy asal güçler olarak da görülebilirler. Genel olarak bir toplumsal hareketi, bir parçası olduğu toplumdaki değişmeyi özendirmeye ya da değişmeye direnme amacına yönelik kollektif bir çaba olarak tanımlayabiliriz: ama bir "hareket" ile bir "parti" arasındaki açık bir farkı gözden kaçırmamak istiyorsak, bu ifadenin bazı bakımlardan sınırlandırılma sı gerekmektedir. Bunun yollarından biri, hareketin daha örgütsüz karakterine dikkat çekmek olup, bir harekette düzenli veya kolayca belirlenebilen üyelik ("parti kartı" veya ödentileri) bulunmayabilir; merkezi, bir büro ya da personel olarak da pek bir düzenlilik görülmeyebilir. B ir harekete mensup olmak
daha ç o k belli bir toplumsal bakış veya Öğretiye sempati .duymak, bu sempatiyi gündelik siyasal tartışmalarda dile getirmek ve gösteriler veya "her kafadan bir ses çıkan meclisler" gibi zaman zaman yapılan etkinliklere katılmaya hazır olmak meselesidir. Ayrıca parti gibi örgütlü siyasal oluşumların, siyasal bir birimin yönetimini elde tutma veya ele geçirme çabası anlamında, doğrudan iktidar savaşımına katılmalarına karşılık , toplumsal hareketlerin daha dağınık bir şekilde eylem yaptığı, şayet başarıya ulaşırlarsa, varolan siyasal sistemin (kısmen veya bütün olarak) meşruiyetini sorgulayarak , farklı bir görüş iklimi yaratarak ve alternatifler önererek siyasa ve rejim değişikliği için ön-koşulları oluşturduğu öne sürülebilir.

Geniş çaplı hareketlerin, ondokuzuncu yüzyıldaki işçi hareketinde olduğu gibi, kendi içlerinde az çok doğrudan bir siyasal kümeler çeşitliliği yaratma eğiliminde olmaları bir hare ket ile parti veya diğer örgütlü kümeler arasındaki farkı ortaya koymaktadır; siyasal eylemin sonraki gidişatının da kısmen daha genel hareket ile çeşitli örgütlü kümeler arasındaki ilişki aracılığıyla anlaşılması gerekir. Marxist düşünce ve pratikte bu ilişki sınıf ile parti arasındaki ilişki olarak ortaya konmakta olup, bu konu ondokuzuncu yüzyılın sonundan beri bir tartışma konusu olarak, Michels'in "oligarşinin demir yasası" üzerine düşüncelerinden, Lenin 'in Lukacs tarafından kuramsal olarak ayrıntısıyla islenen Bolşevik Parti anlayışına ve Avrupakomünizminin en yeni "çoğulcu" bildirgelerine kadar uzanan cok farklı biçimlerde dile getirilmiştir. Toplumsal hareketler ile örgütlü siyasal oluşumlar arasında bir ayrım yaptıktan ve toplumsal hareketlerin karakteristiklerini giriş kabilinden olmak üzere ortaya koyduktan sonra,
çok sayıda yazarın denemiş olduğu gibi, bu hareketlerin büyüklükleri (katılanların sayısı), alanları (yerel, ulusal, uluslararası), süreleri, amaçları (özel veya genel, bireyleri veya birey-üstü sistemleri dönüştürmeye yönelik olma) ve buna benzer özellikleriyle bir tipolojisini oluşturmak çok güç olmayacaktır. Ama bu tür sınıflandırmalar ampirik araştırmalara yol göstermede kimi zaman yararlı olabilmekle birlikte, bana öyle geliyor ki, bunlar toplumsal hareketlerin tümcül toplumsal sistemlerin yeniden-üretimi ve dönüşümü sürecindeki anlamlarıyla ilgili en önemli soruları doğrudan ele almamaktadırlar. Yani, bir toplumsal hareketler kuramına çok önemli bir katkıları yoktur.

Böylesi bir kuramın nasıl oluşturulabileceğini anlamak için, toplumsal hareketlerin esas olarak modern toplumların bir olayı (fenomen) olduğunu kabul ederek yola çıkmamız gerekir. Bu deyimin kendisi Batı Avrupa'da ancak ondokuzuncu yüzyılın başlarında genel bir kullanıma kavuşmuş olup, ilk sistemli tartışmalar toplumsal hareketi proleteryanın sınıf savaşımıyla doruğuna ulaşan, daha fazla toplumsal bağımsızlık kazanma savaşımı olarak betimleyen Lorenz von Stein'ın 1789'dan Günümüze Fransa'daki Toplumsal Hareketlerin Tarihi başlıklı kitabında bulunmak tadır. Stein 'in kitabı, Marx 'ın kapitalist toplumdaki proleterya formülasyonunu etkilemiş olabilir; ama etkisi olsa da olmasa da, ondokuzuncu yüzyıl Avrupa toplumlarındaki başat siyasal konulara iliş k in genelde savunulan fikirleri çok açık ve etkili bir şekilde d ile getirdiğine kuşku yoktur; toplumsal hareket özellikle Almanyada büyük ölçüde işçi hareketiyle özdeş hale gelmiştir. Kuşkusuz, bu özdeşlik tam değildi; çünkü görmüş olduğumuz gibi, Tocqueville işçi sınıfından çok orta sınıf tarafından canlandırılan ve desteklenen demokratik harekete daha fazla önem veriyordu, ama
işçi hare ketinin etkisi düzenli olarak gelişti ve "sosyal demokrasi " deyiminin gösterdiği gibi, büyük ölçüde demokratik hareketin yaygınlaşması olarak
tasarımlandı.

Böylesi yorum farklılıklarının ötesinde, Avrupa ve Kuzey Amerika'nın devrim- sonrası toplumlarındaki çok sayıda insanın toplumlarının kurulmasına ve yenidenkurulmasına şu ya da bu şekilde etkin ve bilinçli olarak katılmaya başlamış oldukları genel kabul görmektedir. Bu tarihsel durumu kitle hareketleri çağının başlangıcı olarak betimlemek mümkündür ve işçi hareketi bu kitle hareketlerinin içinde, ondokuzuncu yüzyılın son bölümünde toplumsal bir hareket olarak ortaya çıkmıştır.
Bu tarihten başlayarak ilkin Avrupa ve Kuzey Amerika'da, daha sonra da dünyanın geri kalan yerlerinde çok sayıda toplumsal hareket gelişirken Orta ve Güney doğu Avrupa'daki, daha sonra da sömürgelerdeki milliyetçilik hareketleri; başlangıçta oy kullanma hakkıyla ilgili olan kadın hareketleri; gençlik hareketleri ve özgül amaçları savunan daha küçük, daha kısmi birçok hareket- işçi hareketi yaygınlaşmayı sürdürerek ulusal ve uluslararası ölçekte çeşitli yeni örgütler yarattı.
Toplumbilimciler ve tarihçiler, modern toplumsal hareketlerin bu tarihseI deneyimine dayanarak ve bu hare ketleri anlamak için ortaya atılmış olan kavramların yardımıyla, söz gelişi köylü ayaklanmaları, "kalabalıkların" ve "güruhların " eylemleri gibi diğer toplumlardaki daha sınırlı türde, ama benzer nitelikteki hareketleri incelemeyi sürdürmüşlerdir. Bu incelemelerin değeri, dağınık, bölük pörçük, belirgin şekilde formüle edilmiş bir öğretiden yoksun olabilen veya kendisini esas olarak dinsel veya kültürel açıdan dile getirebilen, ama her zaman siyasal örgütlerin elverişli koşullarda ortaya çıkabildiği bir matriks sağlayan siyasal halk eyleminin yaygınlığını açıkça göstermelerinde dir. Nedir ki, bu tür hareketlerle modern toplumsal hareketler arasında hala büyük bir uzaklık bulunmaktadır; çünkü ikinci tür hareketler. ç o k daha geniş çaptadır, siyasal çatışmayla daha doğrudan ilgilidirler; daha katı ve geliş kin ideolojilerden etkilenmekte olup, bir kural olarak daha kalıcı, daha sürekli biryapıya sahiptirler. Bu hareketlerin özgül önemi, modern toplumun "kendini-üretmesi" olarak adlandırılan bir süreçte canalıcı bir unsuru oluşturmalarındandır. Bu anlayışa göre,  toplumlar artık kendilerini" bir toplumsal eylemin, karar ve işlemlerin, egemenlik veya çatışmaların sonucu olarak" görmeye başlamışlardır. Bu kendini-yaratma sürecinde, toplumsal hareketler tarihsel olarak yerleşik bir eylem sistemine karşı çıkan ve toplumun gelişimin i farklı bir yöne doğru çekmeye çalışan güçlerdir. Hareketlerin yenileyici gücüne ilişkin bu fikir, 1960'lann birdenbire geniş çaplı hareketler olarak ortaya çıkıp, varolan toplumsal ve siyasal düzene karşı kitlesel hoşnutsuzluğu ve muhalefeti d ile getiren olaylarına besbelli ki çok şey borçludur.

Bu olaylar, Batılı kapitalist dünyadaki "istikrarlı demokrasi"lerle Doğu Avrupa'nın sosyalist dünyasındaki sözde "istikrarlı otokrasiler"in güçlendiği iki onyılın ve çoğu Batılı siyaset bilimcileri tarafından, tedrici bir "modernleşme " ve "sanayileşme " sürecine girdiği düşünülen (birçok yeni bağımsızlığına kavuşmuş devletin dahil olduğu) bir "üçüncü Dünya"nın ortaya çıkışının ardından gelişmiştir. Bu ayaklanmada başı çeken unsur öğrenci hareketiydi; keza öğrenciler dünyanın her yanında Batı'da olduğu kadar Doğu Avrupa'yla Üçüncü Dünya'da da -siyasal yaşamda bağımsız olarak etkin hale gelmekle birlikte, farklı bir radikal öğreti ve siyasal eylem tarzı, esas olarak ABD 'de, Demokratik bir toplum için öğrenciler birliği ifadesini bulmuş olup, bu öğreti ve siyasal eylem tarzı uluslararası hareketin tümü için geniş ölçüde bir model oluşturmuştur.

SDS hareketi, 1959 yılında, eski Endüstriyel Demokrasi Cemiyeti'nin yeniden canlandırılan gençlik kesimi olarak, mütevazi bir çapta başlamıştır; ama Yeni Sol'daki radikal fikir ve hareketlerin genelde yeniden-doğuşunun bir parçası olarak, daha özgül bir şekilde de, öğrencilerin yurttaşlık hakları (civil rights) hareketine katılmalarıyla kısa zamanda gelişmiştir. SDS'nin ilk manifestosu olan, Port Huron Bildirisi, ilkin topluluk eylemi projeleriyle, daha sonra da üniversitelerde Vietnam savaşına karşı çeşitli doğrudan eylem biçimleriyle siyasal pratiğe çevrilen "katılımcı demokrasi" fikrini ortaya atmıştır.

Öğrenci hareketi ABD’de olduğu gibi Avrupa'da da .doruğa 1968'de ulaşmış; bunu en çarpıcı olarak Fransız öğrencilerinin, işçi-sınıfı hareketinin büyük bir bölümü tarafından kısa süre desteklenen Mayıs ayaklanması imlemiştir. Daha sonra hareket hemen her yerde, genellikle aralarında Sovyetlerin Çekoslovakya ’yı askeri işgali; de Gaulle'ün tam bir iç savaş durumunda Fransız ordusunu kullanacağı tehdidi; radikallerin, özellikle ABD ve Batı Almanya'da (ki buralarda, polis soruşturmaları ve radikal örgütlerle bağı olan bireylerin kamu görevlerinden dışlanması günümüze kadar gelen bir uygulamadır) genel olarak taciz edilmeleri gibi eylemlerin bulunduğu baskıcı önlemler sonucunda gerilemeye başladı. Bu sıkıntılara katlanan sadece öğrenci hareketleri değildi; ABD'deki Siyahların hareketi, özellikle Kara Panter Partisi (Black Panther Party) halinde devrimci bir biçim aldığında şiddet kullanılarak bastırıldı; Latin Amerika'daki demokratik ve radikal hareketler yok edilerek en belirgini
Şili'de olmak üzere çoğunlukla Amerika'nın yardımıyla askeri diktatörlükler kuruldu. Oluşum dönemimdeki işçi hareketi - Çartizm veya ilk sendikalar veya ütopyacı topluluklar- gibi 1 960'ların toplumsal hareketleri de, içinde geliştikleri toplumların en baskıcı özellikleriyle savaşacak uygun bir öğreti ve siyasal eylem tarzı arayan özgürleşim hareketleriydi ; böylelikle etkinliklerini ayrı ayrı sömürgeci yönetime, dış ekonomik güçlerin egemenliğine, feodal -askeri seç kinlerin yönetimine, azınlıkların ikinci sınıf olmalarına, kadınların bağımlılıklarına veya toplumun katı, merkezi ve bürokratik bir aygıtın egemenliğinde olmasına karşı yönelttiler. Bu hareketlerin şu andaki sönük durumları olasılıkla uzun sürmeyecektir, çünkü karşı çıktıkları koşullar hala varlığını sürdürmektedir ve dönüştürülmeleri gerekmektedir. Kaldı ki, daha az çarpıcı biçimlerde olmakla birlikte hareketlerin bazıları gelişmeyi sürdürmüştür; bazı milliyetçi ve ayrılıkçı hareketler, İskoçya ve Quebeck'de olduğu gibi daha güçlenmiştir; kadın hareketinin, genel hedeflerine ulaşmaktan uzak olmakla birlikte etkisi artmıştır.

1970'lerin ortalarında, birçok ülkede, özellikle de İngiltere 'de gözlenen siyasal duyumsamazlık bir ölçüde bizatihi varolan siyasal rejimlerin istikrarsızlığının bir
göstergesiydi : çünkü yerleşik siyasal örgütlerle onların siyasetlerine ilişkin sihirin çözülmesini dile getiriyordu . Dahası, bu sihirin çözülmesi daha etkin biçimler almaya devam etmiştir. İspanya, Portekiz ve Yunanistan 'da önemli siyasal hareketler ve değişmeler olurken, Fransa ve İtalya'da da güçlü sosyalist hareketler ivme kazanmaktaydı; ve tüm bu siyasal eylemlerde tıpkı diğer Avrupa ülkelerindeki sosyal demokrat partilerin gençlik kesimlerinde olduğu gibi önceki onyılın hareketlerinin etkisi hissedildi. Ne var ki bu bugün i ç in 1960'ların ölçüsünde yeni siyasal eylem deneylerine girisme yönünde çok yaygın bir eğilim olduğu anlamına gelmemektedir. Toplumun üyelerinin kitlesel katılımını içeren "kendi kendini üretimi" belki bugünkünden daha canlı ve iyimser bir ruh durumu nu gerektiren karmaşık ve zor bir girişimdir. 1960’lar boyunca endüstriyel toplumlarda toplumsal hareketlerin hızla gelişmesi kısmen sürekli ekonomik büyümeye, tam istihdama, yükseköğretimin yaygınlaşmasına ve bu toplumların temeI üretim sorunlarının çözümlenerek yeni bir boş zaman ve eğlence toplumunun gelişim koşullarının yaratıldığı genellikle "kıtlıksonrası" diye adlandırılan bir döneme girilmiş olduğu şeklindeki genel bir düşünceye dayanıyordu. Bu radikal bolluk inancı şimdi zayıflamıştır; doğal kaynakların kullanımı kon usunda daha derin bir kaygı bulunmaktadır. On yıl önceki siyasal tartışmaların çoğunda dile getirilmeyen öncüllerden biri olan sınırsız ekonomik büyüme olanağı giderek daha kuşkulu görülmektedir. Bu sorulardan bazılarına sonraki bir bölümde yeniden döneceğim.

Toplumsal hareketlerin uzun-dönemli başarısı ayrıca birçok genel koşula da dayanır. Herşeyden önce bu hareketlerin sürekli siyasal etkinliğe heves ve bağlılık  uyandırabilecek bir öğreti formüle etmesi gerekir. Ulusal kurtuluşu, bir sınıfın özgürleşimini, kadınların özgürleşimini veya çok sayıda insanın önemli gördüğü başka bir genel amacı konu alabilecek olan bu öğretinin belli başlı sorunları açıklayabilen amaçları ve amaçlara ulaşma yollarını gösteren ve alternatif toplum biçimlerinin geneI hatlarını çizebilen bir toplumsal kuramı içermesi veya böyle bir kuramın üzerine kurulmuş olması gerekir. Ondokuzuncu yüzyılda işçi hareketi ve daha dar bir çerçevedeki milliyetçi hareketler bu yolu izleyerek gelişmiştir. 1960'ların toplumsal hareketleri böylesi öğretiler üretmede görece başarısız kalmışlardır; keza öğrenci hareketleri özel olarak işçi sınıfı hareketiyle ilişkisi üzerine, toplumdaki ekonomik ve yapısal değişmelere karşı kültüreI değişimin önemi üzerine ve toplumsal değişim hareketlerinde şiddetin işlevi üzerine tartısmalarla kuşatılan, radikal toplumsal değişmenin etkenleri ve amaçlarına ilişkin çatışan görüşler kargaşasında son bulmuştur. ABD 'deki zenci hareketi de sadece Beyazların radikalizmiyle olan ilişkisi ve şiddet kullanımı konusunda değil, daha temelde nihai amacının diğer azınlık kümeleriyle eşit koşullar altında Amerikan toplumuyla tamamen bütünleşmek mi yoksa bir biçimde ayrılık ve bağımsızlık mı olacağı konusunda ikiye bölünmüştür.
Toplumsal bir hareketin başarısı için önemli bir ikinci gereklilik bulunmaktadır. Toplumsal bir hareket gelişiminin bir noktasında bir iktidar savaşımına doğrudan
katılabilecek, iktidarı ellerine geçirdiklerinde de toplumu yeniden-kurmak amacıyla kullanabilecek daha örgütlü siyasal kümeler yaratmalı veya varolan siyasal örgütleri değiştirmeli veya ele geçirmelidir. 1960'lardaki hareketlerin çoğu, genellikle geleneksel partilerin bürokratik niteliğine karşı düşmanlıkları nedeniyle bu adımı atmakta isteksizdi; kaldı ki, göründüğü kadarıyla bunlar ekonominin, siyasal sistemin ve kültürel kalıpların istenen dönüşümünün etkili bir şekilde fiilen nasıl gerçekleştirilebileceği hakkında açık bir fikir oluşturmuş da değildiler. Sık sık gerilla etkinliklerine ve doğrudan eyleme duydukları sempatiyi dile getirirlerken, başarılı gerilla hareketlerinin, ya (Çin 'de olduğu gibi) örgütlü ve disiplinli bir parti tarafından denetlendi ğ ini veya yönetimlerini belirtmek ve siyasalarını yürütmek için gerekli hale geldiğinde, kendilerini (Küba'da olduğu gibi) geleneksel türde bir partiye dönüştürdüklerini görmezden gelmişlerdir. Birçok üçüncü Dünya ülkesinde, etkili siyasal partiler yaratmayı başaramayan ulusal kurtuluş hareketleri, ya askeri seçkinlerin eline geçmiş, ya da oluşturdukla rı hükümetler askeri darbelerle devrilmiştir. Öte yandan, endüstriyel ülkelerdeki milliyetçi hareketler, İskoç Ulusal Partisi veya Parti Quebiecois örneğinde olduğu üzere, güçlü parti örgütleri kurabildiklerinde bazı başarılara ulaşmışlardır.

1960'ların toplumsal hareketlerinde etkin olanların çogu partilere güven duymaz bazı durumlarda topluma -ideal bir topluma-sürekli hicbir yerleşik kurumu olmayan bitimsiz bir imgesel yaratım etkinliği süreci olarak bakarlarken, parti siyasasına iyice girmiş olanlar da bu hareketleri sadece bozguncu ve sorumsuz olarak görme eğilimindeydiler. Yirminci yüzyıl sonlarının hiç değilse asgari söz ve dernek kurma özgürlüğünün mevcut olduğu toplumlarında, toplumsal hareketler toplum üyelerinin dolaysız ve aracısız bir tarzda karşıtlığını dile getirebildiği, parti makinelerinin ilgisizliğine, uzaklığına veya ihmalkarlığına meydan okuyabildiği bir araçtır. Diğer yandansa, partiler iktidarı elde etme veya elde tutmanın, böylelikle de uzun dönemler boyunca karmaşık toplumsal siyasaları yerine getirebilme ve yürütebilmenin vazgeçilemez araçlardır. Bu iki siyasal eylem biç imi arasında, bizzat partilerin gelişimini incelediğimizde doğası daha fazla açığa çıkacak sürekli bir gerginlik bulunmaktadır. Toplumsal hareketler gibi, siyasal partiler de modern bir olaydır.

Demokrasiyle birlikte, -parlamentoların ve seçimlerin gelişmesiyle- Amerikan ve Fransız Devrimlerinden sonra ortaya ilk kez çıkan partiler ilkin "soyluların partileri", yani kendi çevresinde veya seçim bölgelerinde saygınlık ve servet sahibi olan bireylerden oluşan görece küçük seçim kurullarıydı. Oy hakkının giderek yaygınlaşması ve seçilmiş meclislerin iktidarlarının artmasıyla, partiler ulusal çapta daha sürekli bir örgüt halini aldı; ama bundan sonraki büyük gelişme ancak ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, sadece seçim kampanyaları nın finansman aracı olarak değil, siyasal eğitim ve katılımın bir aracı olarak da kitlesel üye kaydını hedefleyen işçi ve sosyalist partilerinin (ilkin Almanya ve Avusturya'da olmak üzere) ortaya çıkışıyla gerçekleşti.

Bu tarihten itibaren, devamlılığı olan kitle partileri Batılı kapitalist toplumların siyasasında başat etken haline gelip, yirminci yüzyıl boyunca birbirinden farklı
biçimlerde olmakla birlikte, dünyanın diğer alanlarına da yayıldı. Kitle partilerinin çeşitli oluşum şekillerini birbirinden ayırtetmek çok önemlidir. Baştaki ivmeyi
kazandıran sosyalist partiler örneğinde, parti genellikle mevcut bir kitle hareketi nin seçim siyasası alanına uzantısıydı; buna karşılık zaten parlamento ve hükümette güçlü bir şekilde temsil edilmekte olan tutucu ve liberal partiler, kitlesel örgütlerini esas olarak yukarıdan ve parlamenter önderlerin denetiminde oluşturdular. Bu farklı gelişme yönleri farklı siyaset ve siyasal kurum anlayışlarına vücut verdi.

Sosyalist partiler kendilerini yeni bir tür toplum oluşturmak için çabalayan bir sınıfın öncüsü olarak görüyordu; üstelik bunlar için işçi sınıfının iktidar savaşımı, ilke olarak varolan herhangi bir kurumdan daha önemliydi. Bu bakış açısından, seçim siyaseti savaşımın sadece bir yönü olup, parlamento önderlerinin, aynı zamanda işçi sınıfının da önderi olan kitle partisinin buyruğu altında oldukları düşünülmekteydi . Tutucu ve liberal partiler, gerçekte sınıf çıkarlarını ne kadar çok temsil ediyor olsalar da, kendilerini yerleşik bir toplumsal düzeni içinde ve parlamentonun üstün olduğu bir siyasal kurumlar sistemi içinde işlev gören partiler olarak görüyorlardı. Dolayısıyla, parlamenter önderler sadece seçimlerde yarışma aracı olarak düşünülen kitle partisine egemendiler. Sosyalist bir parti anlayışı. Alman Sosyal Demokrat Partisinin gelişiminin başlarında çok açık bir şekilde dile getirilmiştir. Partilerin kendilerinden bağımsız olarak çalışan İmparatorluk Hükümetinin oluşumunda doğrudan hiçbir rol oynamadığı 1914 öncesi Almanya'sındaki siyasal durum, esas olarak SPD'nin etkinliklerini parlamenter koşullar içinde düşünmesine hiç bir neden olmaması demekti. Tersine, SPD 1878-90 arasındaki yasa-dışı döneminden sonra, varolan siyasaal sistemin dışında kalan (1914 'e gelindiğinde bir milyondan fazla üyesi
bulunan) bir kitle partisi olarak hızla büyüdü, "katılımcı-olmayan muhalefete girişti ve 1914 'den itibaren "devlet içinde bir devlet görünümü" aldı.
…………….

Bu yüzyıldaki siyasal olayların gözlemlenmesi sonucu elde edilen izlenim, siyasal çıkarların örgütlenmesi ve dile getirilmesinde büyük bir istikrar veya devamlılık değil, daha çok hatırı sayılır bir kargaşa ve değişebilirlik izlenimidir. Elbette ki, siyasal partiler bazı ülkelerde diğerlerine göre çok daha fazla olmak üzere önemli bir süreklilik unsurunu barındırmaktadırlar, ama her yerde partiler değişen ekonomik koşulların, toplumsal katmanlar ve çıkar kümeleri bakımından toplumun kompozisyonundaki değişmelerin ve yeni kültürel yönlenimlerin etkilerine çok fazla açıktır. Toplumsal hareketlerin büyük önemi işte burada ortaya çıkmaktadır; çünkü bu hareketler -ister sendika hareketi gibi geniş çaplı ve kalıcı olsun ister 1930'lardaki işsizler hareketleri gibi tarihsel bir dönemdeki özgül konularla ilgili daha özel hareketler olsun-kimi durumlarda sadece örgütlü siyasal formasyonların ortaya çıkışı veya dönüşümü için ön-koşulları koymakla kalmamakta, aynı zamanda siyasal savaşımlarda genellikle çok etkin özsel bir öge olan bağımsız bir siyasal bağlılık ve eylem biçimini oluşturmaktadırlar. Örneğin, Piven ve Cloward, ABD 'deki dört alt sınıf protesto hareketine ilişkin hayranlık uyandırıcı incelemelerinde, kitlesel protestolara, kitle tabanı olan kalıcı örgütler oluşturma çabalarından daha fazla etkililik yüklemektedirler: "Alt-sınıf kümeleri zaman zaman Amerikan siyasasında her ne etkide bulunuyorlarsa, bu etki örgütlenimden değil, kitle protestosundan ve protestonun yıkıcı uzantıların dan kaynaklanmaktadır. Şili 'de Salvador Ailende'nin Halk Birliği Hükümeti'ni değerlendirirken toplumsal hareketlerin önemine ilişkin benzer bir görüşü benimseyen Touraine, koalisyon iktidarının içindeki çeşitli hareketlerin etkinlik ve faaliyetleriyle, yoksulların şikayetlerini, yekpare bir yönetici partinin resmi kanalları içinde sapmaya uğraması (belki de tıkanıp kalması) yerine, dolaysız ve sürekli olarak dile getirilebildiğini öne sürmektedir. Belki de geçen iki onyılın en çarpın özelliği, farklı türden toplumsal hareketlerin Batı demokrasilerindeki siyasal yaşamın kabul edilen bir parçası haline gelme şekilleri; bir ölçüde de eleştirinin, huzursuzluğun ve muhalefetin biçimsel siyasal kurumlar aracılığıyla dile getirilmesine fiilen olanak bulunmayan ülkelerdeki hareketler için model sağlamalarıdır. Bir dereceye kadar şematik bir biçimde, modern toplumsal hareketlerin gelişimindeki üç temel evreyi ayırtetmek mümkündür . İlki, avrupa'daki demokratik hareket veya işçi hareketi , daha sonraki bir dönemde kadınların oy hakkı hareketi ve sömürge bölgelerindeki veya günümüz otokratik devletlerindeki bağımsızlık hareketleri gibi hareketlerin sadece şikayetleri dile getirme ve siyasal değişmelere yol açma çabası için etkili araçlar sağladığı evredir. İkinci evre temsili hükümet, genel ve eşit oy hakkı ve özgür seçimlerle ilgili kazanımlar biçimsel kurumlar alanı dışındaki siyasal eylemin önemini azaltmış göründüğünde ortaya çıkar; bununla birlikte, bunalım dönemlerinde, işsizlerin hareketlerine veya bazı Avrupa ülkelerinde faşist hareketlere benzer toplumsal hareketler gelişebilir. Batı demokrasilerinde şimdiki durum olan üçüncü evre, bana öyle geliyor ki, toplumsal hareketlerin siyasal yaşamın (daha genel bir demokrasiyi yaygınlaştırma hareketini yansıtan) az çok daimi bir özelliği olarak önemli ölçüde yeniden'-canlanışı ve çoğalışı evresidir. Temsili hükümetin, partilerin ve seçimlerin bugün vazgeçilmez bir çerçeve sağladıkları ama kendi başlarına halk tarafından yönetim şeklindeki daha radikal anlamda bir demokratik toplumu kurmakta yetersiz kaldıkları giderek daha fazla anlaşılmakta dır.
Ulusal düzeyde ekonomik ve toplumsal yaşamın ve diğer ulus devletlerle ilişkilerin genel düzenlenimi karmaşık bir hükümet ve idare aygıtını, geniş şekilde formüle edilen hedef ve siyasaları olan partileri ve partiler arasındaki yarışmayı gerektirmektedir; ama daha dolaysız ve ivedi siyasal eylem araçlarına da gereksinim bulunmakta olup, bu araçlar özgül şikayet ve çıkarların etkili şekilde dile getirilmesine imkan verecek, merkezileşme ve bürokratik yönetimin bazı uzantılarına karşı koyacak ve çok sayıda yurttaşın yaşam niteliklerini belirleme konusuna daha sürekli olarak pratik katılımını sağlayacaktır. Bu konunun bir başka ifade tarzı, gerek ekonomik olarak ileri, gerekse oldukça uzun bir demokrasi geleneği olan bu toplumlarda toplumsal hareketlerin yeniden-canlanması ve gelişmesinin bir ölçüde zaten mevcut olan toplumun "kendini-üretimi"nin belli başlı bir özelliği olduğunu; daha da önemlisi, topluluğun (collectivity) kendisini eşit yurttaşlar arasındaki ussal tartışma usulleriyle
yönettiği, "egemenliğin bulunmadığı" ideal bir gelecek toplum biçiminin tasarımı olduğunu söylemektir. Günümüz toplumlarının bu yönde ne kadar yol alabilecek leri bir tartışma konusudur ama hiç değilse, son yıllarda siyasal eylem fikrinin bir hayli genişlediği; böylelikle de, şimdiden bireylerin ve birey kümelerinin muhalefetlerini her düzeyde öne sürebilmelerinin ve kamusal tartışma alanına alternatif siyasaları getirebilmelerinin çeşitli yollarına ilişkin oldukça yaygın bir bilinçliliğin bulunduğu kabul edilmelidir.

İSMET PARLAK..,

https://ismetparlak.files.wordpress.com/2015/02/tom-bottomore_toplumsal-hareketler.pdf

..