29 Mart 2021 Pazartesi

ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 3

ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 3



Prof. Dr. Necmettin AYGÜN, Akçaabat, Orta Mahalle, Rum Kilisesi, İhtilaf Raporu, Osmanlı Arşivi,


-Katolik Kilisesi inancına göre şarap-ekmek ayinlerinde ve günah çıkarma esnasında söylenen yakarışlarda Tanrı ve Bakire Meryem’den sonra Mikhail’in anılması (Michael) ona verilen önemi göstermektedir. Kiliselerdeki ikonalarda melek olarak çoğunlukla Mikhail’in resmedilmesi, onun diğer meleklere nazaran “Başmelek” olarak görülmesi inancıyla ilgilidir, 

-İlmi araştırmalarda, literatürde Aya Taksiyarhi (Hagia Taxiarchai) “Kutsal/Aziz 
Başmelekler” anlamına gelmektedir, bazı araştırmalar bu ifadenin anlam olarak sadece “Archangel” yani “Başmelek” ile bir tutmaktadır64: “Dass sich die Stiftung auf die Kirche Hagioi Taxiarchai, d.h. auf die Kirche der Erzengel bezieht, wird durch die Verse 4 und 6 klar zum Ausdruck gebracht. In der zweiten Hälfte des Epigramms werden die Besucher der Kirche direkt angesprochen: Sie werden vom Stifter…”. 

BİLGİ-II 

Bilgi-I ile de irtibatı olan ve verilen tüm bilgilere önemli derecede açıklama sağlayacak daha başka tespitler mevcuttur. Trabzon Akçaabat’taki Başmelek Mikhail Kilisesi (2015) adında bir araştırma eseri bulunan Bozok Universitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Dr. Öğretim Üyesi İlkgül Kaya Zenbilci Hanımefendi’nin konu hakkındaki görüşleri şu şekildedir: 

“Hocam merhaba, konuya ilişkin haber verdiğiniz için teşekkür ediyorum, o yapı annemin çocukluğunun bahçesinde geçtiği yer... O nedenle öğrenciyken tez konusu olarak seçmiştim...65. 

Aslında kilisenin kitabesi var, ben lisans tezimi yazarken (2002 yılında) kitabe Ayasofya’nın bahçesinde yere (…), o zaman Ayasofya müzeydi. Velhasıl 1846 tarihli Grekçe kitabede “arkhistrategos’un66 temiz kanına atfedilmiş .... bu kilise”67 şeklinde geçen ibare yapının bu unvanı taşıyan başmelek Mikhail’e adandığını açıkça gösteriyor. Yapı bu tarihte onarım geçirmiş68. 

Kitabenin yeri giriş kapısının üstündeydi, ben o dönemde gittiğimde kapının üstündeki kısımda boşluk vardı, yani belli ki oradan bir parça çıkarılmıştı. Sonra nereden duydum hatırlamıyorum, orada bir kitabe olduğunu, o kitabenin de Ayasofya’da tutulduğunu söylediler... O nedenle Ayasofya’ya kitabeyi resimlemeye gittim.... Kitabenin çevirisini Yunan asıllı bir hoca yapmıştı. 

Dönemin arşiv kaynaklarında Grekçe isimlerin (örneğin Georgios’u: Yorgi, Yorgo, Yorgos, Gorgos, Horgos, Gorgor vs. gibi yazıldığı düşünüldüğünde) ne kadar doğru yazıldığı tartışılır. Yani aslında Hagioi Taksiarkhi deyince çoğul bir isim ama Hagios Taksiarkhos olunca tekil bir isim ortaya çıkıyor ve şayet arşiv belgelerinde Aya Taksiarkhi dendiyse bile bu yapının her iki meleğe de adandığını göstermez, çünkü arşiv belgelerinde yabancı isimlerin Osmanlıca yazılma ve okunması konusu sorunlu 69. 
Bir diğer sorun da şu ki bazen Bizans yapıları ilk inşa edilirken Meryem ya da İsa gibi bir kutsal kişiye, bir meleğe, bir azize adansa da sonradan sembolik olarak ikinci bir adanma durumu da söz konusu olabiliyor. Yani ilk başta Meryem’e adanan bir yapı sonradan İsa’ya da adanabiliyor. Yani belki sonradan ikinci meleğe de adandı, adı çoğul olarak değiştirildi. Ama bunu bu yapı için bilmemiz şimdilik mümkün görünmüyor. 

Belki bu durumda yapı için Başmelek Kilisesi denilse sanki daha iyi olur kanımca. Zaten Saint Michael de İngilizce, (…), yani illa ki yabancı bir isim kullanacaklarsa Hagios Taksiarkhos ya da Aya Taksiarkhos daha mı iyi olur sanki bilemedim. Bana kalsa kitabeye istinaden Arkhistrategos Kilisesi derdim, çünkü kitabe orijinal bir tarihi bir kanıt ve elimde kitabenin fotoğrafı var. 

Son olarak Bizans toplumu için iki önemli başmelek var ve genellikle kiliseler ya başmeleklere birlikte adanır ya da Mikhail’e adanır. Çünkü Mikhail’in Gabriel’e göre biraz daha üstünlüğü var, sembolik olarak ordu komutanı gibi adlandırılması, sanat eserlerinde daha sık görmemiz de bunu kanıtlıyor. Aynı zamanda kilisenin bir zafer yapısı olarak inşa ettirildiği düşünüldüğünde orduların sembolik komutanı Mikhail’e kilisenin adanması (zaferi Mikhail’in yardımıyla kazanmış olma inancıyla bağlantılı olarak) mantığa daha uygun düşüyor.” (14.09.2020)70. 

BİLGİ-III 

Yavuz Sultan Selim’in Trabzon’da şehzade olarak bulunmasından beri peyder pey Osmanlı idaresine giren Gürcistan coğrafyasının Tiflis tarafları 1800’de Ruslar tarafından işgal edilmişti. Sahil kesimleri ise henüz Osmanlı’nın elindeydi. 1806’da başlayan Osmanlı-Rus Savaşı sürecinde Kafkaslarda Rus işgaline karşı direnişler başlamıştı. Ancak Ruslar 1809’da Gürcistan’ın en önemli kalelerinden olan Faş Kalesini, 1810’da ise Sohum Kalesini işgal etmişlerdi. Bu işgale karşı son bir direniş Gürcistan coğrafyasında yer alan krallıklardan İmaret (Batı Gürcistan) Kralı II. Solomon ve bir kısım soylular tarafından gerçekleştirilmişti. Rusya idaresi yerine Osmanlı idaresinde kalmaya karar veren ve Osmanlı devlet adamlarıyla 
haberleşerek Ruslara karşı hareket eden II. Solomon bu mücadelesinde başarısız oldu ve İmaret 20 Şubat 1810’da Rus işgaline girdi. Böylece Gürcistan bütünüyle Rus işgaline girmiş oldu. 

Aynı süreçte Ruslar karadan Ahıska’ya, denizden de Akçaabat’a saldırmışlar, ancak her iki teşebbüs de başarısız olmuştu71. II. Solomon Tiflis’te hapsedildi. Tebdil-i kıyafet kaçmayı başararak ilkin, Mayıs 1810’da 400 kişilik adamlarıyla beraber Osmanlı idaresindeki Ahıska’ya sığınmıştır. Bir süre burada kalan II. Solomon daha sonra Trabzon’a gelerek mücadelesini buradan yürütmüştür. Bu sırada Trabzon Ruslar önünden kaçan Gürcü ve diğer Kafkas halklarının sığınma yeri olmuştu. 

II. Solomon ülkesini işgalden kurtarmak için mücadele ederken Ruslar, Rus düşmanı olduğu gerekçesiyle cezalandırmak için kralın kendilerine teslimini istemişlerdir. Osmanlı Devleti ise kralı teslim etmemiştir. Trabzon valisi, konuyla ilgili Rus talebi kendisine ulaştığında iki devlet arasında sınırın Kuban olduğunu ve dolayısıyla İmereti’nin Osmanlı toprakları içinde yer aldığını beyanla bu isteği reddetmiş ve durumu Babıali’ye bildirmiştir. 

Gürcistan’da dağlara sığınan Gürcüler Ruslara karşı mücadele etmekte, ancak Osmanlı’dan yeterli desteği   alamamaktaydılar. Devletin, Trabzon’da bulunan 400 kişiye gerekli maddi desteği verememesi gibi nedenlerden dolayı adamlarından bazıları Gürcistan’a gitmiş, 1815’te Solomon’un yanında sadece 25 kişi kalmıştır. Anlaşılan Osmanlı Devleti, Rusya ile ilişkilerini bozmamak adına 1813’te imzalanan Bükreş Antlaşması’na uymak maksadıyla Solomon ve adamlarına yeterli desteği verememiştir. Son ana kadar krallığını elde etmek hususunda ümidini yitirmeyen ve Osmanlı’ya itaat üzere 5 yıl kadar Trabzon’da kalan Kral II. Solomon, 42 veya 43 yaşlarında iken 19 Şubat 1815’te Trabzon’da vefat etmiştir 72. Mezarı Trabzon’da Kemerkaya Mahallesi’nde, sahilden Meydan Parkı’na çıkarken Gazipaşa Caddesi’nin batısında; Öğretmen Okulu’nun doğusunda kalan ve 1945’te yıktırıldığından günümüzde mevcut olmayan Metropolitlik (St. George: Aziz Gregorios Katedrali) Kilisesi’nin avlusunda/bahçesinde (mezar kilisenin güneydoğu tarafındadır) idi. Mezar taşında şöyle yazdığı kaydedilmektedir: “Bu mezarda son İmereti kralı Solomon yatıyor yıl 1815”. II. Solomon’un vefatının Gürcistan tarihi açısından ayrı bir önemi vardır. Zira normalde Gürcü krallıklarından sadece biri 
olmakla beraber, günümüzde “Son Gürcü Kralı” olarak kabul edilmektedir ve ölümüyle birlikte Gürcistan’da hüküm süren Bagratiler hanedanı da son bulmuştur73. 

Elbette burada II. Solomon’un veya daha genel bir bakışla Gürcistan’ın Akçaabat ile veya Orta Mahalle’de ki Rum Kilisesi ile ne gibi bir bağlantısı bulunduğu akla gelebilir. Bu hususta bir kez daha Coşkun Erüz Bey’e teşekkür etmek isterim. Konu ile ilgili olmak babında Coşkun Bey ile olan görüşmemde şimdiye kadar literatürde; hiçbir kaynakta geçmeyen bazı önemli bilgilere ulaşmak mümkün olmuştur. Coşkun Bey’in ifadelerine göre, online ortamda faaliyet gösteren Gürcü-Türk Grubu adındaki bir grupta yer alan bilgiler arasında: “1810 Rus işgalinde İmareti Kralı Solomon ve Guria Kraliçesi Sofya Osmanlı’ya sığınmışlar ve Trabzon’da yaşayıp ölmüşlerdir. Solomon’un mezarı Metropolitlik bahçesinde, Sofia’nın mezarı ise Akçaabat’ta idi.”, bilgisi mevcuttur. 
Bu veriden yola çıkan Coşkun Bey, “Başka bir gün Gürcü kaynaklarda Trabzon’la ilgili fotoğrafları tararken, tesadüfen bir türbe ve papazlar fotoğrafı ve altında “Guria Kraliçesi Sofia’nın Akçaabat Rum Kilisesi bahçesindeki Türbesi” yazdığını görüyor. Sonrasında bir arakadaşına, “sizin kaynaklarda böyle bir şey var mı” diye soruyor. O da, “evet bir kraliçe yâda prensesin mezarı Orta Mahalle Kilisesi’nde imiş, Rum kaynaklarında varmış” diyor. Şüphesiz bu bilgiler daha farklı kaynaklardan doğrulanmaya muhtaçtır, ancak bahsi geçen fotoğrafın 
künyesi açıktır ve bu bağlamda, Gürcistan Ulusal Parlamento Kütüphanesi’nde, 
“Droeba_Suratebiani_Damateba_1909_N16-4.jpg” adındaki dosyada bir adet fotoğraf bulunmaktadır. Fotoğrafın açıklamasında, “Guria Kraliçesi Sophia Türbesi” ile “Türbe, Osmanlı İmparatorluğu’nda Trabzon yakınlarındaki Platana köyündedir” yazılıdır 74. 
Fotoğraf 1909 tarihlidir. Bu fotoğraf, muhtemelen Akçaabat’ın diğer bir mahallesi olan Pulathane Mahallesi’nin Gramba semtinde 1813’lerde inşa edilmiş olan Aya Gorigor Kilisesi’nin yanında, inşaatı tamamlanarak 1905’te ruhsatı verilen Rum erkek mektebi binasının75 1909’daki açılışı76 maksadıyla düzenlenen tören günü hatırasına alınmıştır. Guria Prensliği, Gürcistan’ın güney batı bölgesi olan Guria’da hüküm süren tarihi bir prensliktir/krallıktır. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşına kadar Osmanlı yönetiminde kaldı. Bu savaş esnasında, 1810 yılında özerk prenslik statüsünde kalmak üzere Rusya yönetimine girdi. 
1829’da Çarlık Rusya’sı tarafından işgal edilene kadar özerk statüde hüküm sürmüştür. 
Mamia V. Gurieli’nin 1826 yılında ölmesiyle reşit olmayan oğlu David Gurieli, Prenses Sofya (Sopio) Gurieli’nin naipliği ile tahta geçti. Kocasının ölümünden sonra (1826) Sofya, Ruslar tarafından Guria‘yı yönetmekle görevli konseyin başına getirildi. Sofya, Çarlık hükûmetinden Guria’nın özerk statüde varlığının sürdürülmesi konusunda endişeli olması sebebiyle 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı‘nda Osmanlı’yı destekledi. Rus ordusu Guria’ya girdi ve 1828 sonlarında Guria prensliğini topraklarına kattı. Prenses Sofya (Sopio Gurieli) çocuklarıyla 
birlikte Osmanlı ülkesine sürgüne gitti77. Anlaşılan Sofya, Guria Prensesi olarak 1826-1828 yılları arasında Gürcistan’da Osmanlı desteği ile Ruslara karşı mücadele etmiştir. Ancak başarısız olunca Osmanlı’ya sığınmış, 7 Eylül 1829’da Trabzon’da vefat etmekle beraber, Akçaabat’a defnedilmiştir78. Bu yönü ile Sofya, İmareti Kralı II. Solomon ile aynı kaderi paylaşmıştır. Yani Sofya, II. Solomon’dan 18 yıl sonra başarısız olunca Osmanlı’ya, Trabzon’a sığınmış, Akçaabat’a defnedilmiştir. Mezarı ve Türbesinin varlığı bahsi geçen fotoğraf ile sabittir. Sofya’nın mezarının, daha sonraki yıllarda, muhtemeldir ki çoğu akrabalarından müteşekkil olan taraftarları tarafından Ünye’ye nakledildiği79 ve burada Ünye Rum Ortodoks 
Kilisesi’nin (Kutsal Ana’ya adanmış kilise: Virgin Mary) avlusuna defnedilmiştir 80. 
    Ordu ve çevresine muhacir iskânı 1890’lara kadar devam etmiş görünmektedir. Bu bağlamda Prenses Sofya’ya ait mezarın Akçaabat’tan Ünye’ye nakil işinin veya daha genel itibarla Trabzon ve Akçaabat gibi Doğu Karadeniz yerleşimlerinde 
bulunan Gürcü muhacirlerin ki, 1879’da Çürüksulu göçmenlerden bir kısmı ile (Ali Paşa’nın kardeşi olan) Osman Paşa’nın da ailesiyle birlikte kara yolu ile Trabzon’a, oradan da Yaylacık’a (Akçaabat’a) gelerek yerleştirilmeleri söz konusu  olduğundan, Ünye’de toplanmalarının 1890’dan evvel gerçekleşmiş olması ihtimal dâhilinde görünmemektedir. Zira Yaylacık’ta yerleşmiş bulunan Osman Paşa’nın eşi Nokta Hanım’ın 1889 senesinde devlete bir arzuhal sunarak, muhacirlere tahsis edilen arazinin kendilerine yetmediğinden arttırılmasını, yerli ahalinin kendilerine müdahalelilerinin engellenmesini ve arazilerinin tapularının kendilerine verilmesini talep etmesi vâkidir. Bk. Ülkü Köksal, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Akçaabat’ta Muhacir İskânları Sırasında Yaşanan Yerleşim Yeri Problemleri, Yaylacık Merası Örneği”, Dünden Bugüne Akçaabat Sempozyumu, Akçaabat 26-28 Nisan 2013, İstanbul 2014, s. 115-120. Yani, kardeş Osman Paşa ile birlikte Çürüksulu bir kısım göçmen 1889’da hâlen Akçaabat’tadır. 
 Gürcü göçmenler baskın şekilde Ordu ve çevresine yerleştirilirken, bunlar neden Akçaabat’a yerleştirilmiştir. Bunda kardeş Osman Paşa’nın Trabzon’da kalarak vilâyet idaresinde söz sahibi olmayı hedeflemiş olması -başarılı da olmuştur- 
düşünülebilir. Peki, 1829’dan beri Akçaabat’ta gömülü bulunan Gürcü Sofya ile yine Sofya’nın Akçaabat’ta yaşamakta olduğunu tahmin edebileceğimiz bir miktar adamlarının/taraftarlarının mevcudiyeti de etkili olamaz mı? Bilemiyoruz. 
Ancak, Yaylacık’ta oturan ve belki de arazileri kendilerine yetmediği için bir müddet sonra Akçaabat’tan ayrılmak zorunda kalan Çürüksulu Gürcü muhacirler ile birlikte veya bir müddet sonrasında Sofya’nın taraftarlarının da onlarla beraber 
Ünye’ye gitmeleri söz konusu olmuş olmalıdır. Ünye’ye yerleşen Sofya’nın taraftarları daha sonra gelip Sofya’nın mezarını alıp götürmüş olabilirlerdi. Bu sürecin özgürlük, eşitlik ortamına karşılık gelen II. Meşrutiyet’in ilanı (1908) akabinde gerçekleşmesi akla uygundur. Bu doğrultuda, Gürcistan Ulusal Parlamento Kütüphanesi’nde 1909 senesine tarihli olarak kayda giren Sofya’nın Akçaabat’taki türbesine ait fotoğrafa dikkatle bakıldığında, türbe içerisinde görünür şekilde bir mezar, lahit bulunmamakta; aksine Ünye ile ilgili olan fotoğrafta ise türbede mezar, lahit açıkça görülmektedir. Bu durumda Akçaabat’taki fotoğrafın, Sofya’nın mezarının Ünye’ye 1909’da taşınması anısına mı çekildiği/alındığı akla 
gelmektedir. Bilemiyoruz… Her durumda Sofya’nın türbesine ait Akçaabat’taki fotoğrafın, Çürüksulu Ali Paşa’nın göçmen Gürcüleri Ordu sahasına devletin emriyle iskân etmeye başladığı 1879’dan evvele tarihli olamayacağının yanında 1890’dan sonraki bir sürece tarihli olması gerektiğini düşündürmektedir. 


C:\Users\sony\Desktop\1.png
Coşkun Erüz Arşivi 

C:\Users\sony\Desktop\2.png
Gürcistan Ulusal Parlamento Kütüphane Arşivi’ndeki Guria Kraliçesine ait mezarın görünümü 

Neticede, vatanını Ruslardan kurtarmak için 1810’da Osmanlı Devleti’ne sığınan, 1815’e kadar Trabzon’da mücadelesini veren, vefat ettiği 1815’te Trabzon’a defnedilen Osmanlı/Türk dostu İmaret Kralı II. Solomon gibi, Yine vatanını kurtarmak amacıyla Ruslara karşı mücadele veren ancak başarısız olunca 
1828’de Osmanlı Devleti’ne sığınan, bir yıl kadar Trabzon’da yaşadıktan sonra 1829’da vefat edince mezarı Akçaabat’a, Orta Mahalle’deki Rum Kilisesi’nin haziresine defnedilen kadim Gürcü krallıklarından Guri Prensesi Sofya… 
Sadece bu iki vakʽa Trabzon’un, Akçaabat’ın Kafkaslar ve Anadolu coğrafyası için tarihte ne denli öneme sahip olduğunu göstermek için kâfidir. Bu yaşanmışlıkların hatırda tutulması, görsellerle somutlaştırılması bağlamında, Prenses Sofya kültünün kültür ve turizme kazandırılması gerekmektedir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder