23 Aralık 2020 Çarşamba

Binbaşı Cem Ersever'i kim, neden, niçin ve nasıl öldürdü? BÖLÜM 1

Binbaşı Cem Ersever'i kim, neden, niçin ve nasıl öldürdü? BÖLÜM 1
  
Hanefi Avcı, Binbaşı Cem Ersever, kim, neden,nasıl öldürdü,

cafrande.org -
20/03/2011

Cem’i sormak üzere Kemal’in evine giden Mustafa Deniz dönmemiş ve kendisinden bir daha haber alınamamış. Aynı şekilde Cem’in birlikte olduğu İstanbul’da 
bulunan Neval Boz isimli kız da Cem hakkında bilgi almak için Kemal’le görüşüp, onun yanına gitmiş ve ondan da bir daha haber alınamamış. Burada işin kilit 
noktasının Kemal olduğu anlaşılıyordu. Kemal’in evine gidenler bir daha dönmemişlerdi. (…) Birkaç gün sonra ise kafalarına kurşun sıkılmış olarak her 
birinin cesedi Ankara’nın farklı yerlerine atılmış olarak bulunuyor. Üç kişi de bu şekilde öldürülüyor.  (…) Yeşil açık açık elindeki Simit Wesson marka 
tabancayı göstererek…

Bir defasında bir olayla ilgili olarak Bölge Valiliğine gitmiştim. Görüşme 
esnasında Bölge Valisi beni o zamanki Asayiş Kolordu Kurmay Başkanının yanına 
göndermişti. Onunla görüşmek üzere gittiğimde Cem binbaşı oradaydı ve Kurmay 
Başkanı ile konuşuyorlardı. Cem “Darda kalırsam ben de Güneydoğu’da Asayiş 
Kolordu Komutanı bölgesinde şu, şu kişilerin bilgisi vardı derim. Ben de bunlara 
şahidim derim,” diyerek dolaylı yollu karşısındakini tehdit ediyordu. Olayın 
mahiyeti neydi bilmiyorum ama bunu çok net ifade ediyordu. Göründüğü kadarıyla Cem binbaşı son dönemde kendi üstleriyle veya kendi teşkilatıyla çatışma içindeydi. Oradaki görev süresi uygun olmayan bir biçimde sonlandırılıyor du. Sebebinin ne olduğunu çok iyi bilmiyorum ama kendi teşkilatı içerisinde bir 
sorun vardı. Bu sorun dolayısıyla pek uygun olmayan bir biçimde Ankara’ya tayin 
olup, orada göreve başladı.

Ben Diyarbakır’da çalışmaya devam ederken, Ankara’daki istihbarat kurslarında 
bölücü bölgeci faaliyetler, PKK faaliyetleri ve buna benzer konular ile ilgili 
dersler vermek amacıyla çağrılıyordum. Kurslara eğitmen olarak katılıp birkaç 
gün kaldıktan snra geri dönüyordum. İşte bir defasında yine Ankara’ya geldiğimde Cem’le görüştük. 

Cem binbaşı beni Kızılay’da, sanıyorum Karanfil Sokak’ta yol kenarlarında restoranların, kahvehanelerin, birahanelerin bulunduğu bir yere davet etmişti. Orada yol üzerindeki küçük sandalyelere oturup bir akşam yemeği 
yemiş ve epey sohbet etmiştik. Yanında Güneysoğu’da birlikte çalıştığı subay ve 
itirafçı ( ama JİTEM’de kadrolu çalışıyorlardı) arkadaşlarından bazı tanıdık 
kişiler de vardı. Sohbet ederken Cem binbaşı çok net olarak, Güneydoğu’yu 
kaybettiğimizi, Genelkurmay’ın ve ordunun milleti yeterince uyarmadığını, 
devletin ve hükümetin bütün kurumlarıyla her bakımdan bu olayları tam manasıyla anlayıp algılayamadığını, bu insanları uyarmak gerektiğini söyledi. Etrafta oturan, sohbet eden, yiyip içen insanları göstererek, ” Bakın, bunlar böyledir işte. Sabah akşam buraya gelirler, saatlerce oturur içerler. Ülke elden gidiyor ama kimse farkında değil. Bu insanları uyarmak için Kızılay’ın göbeğinde dev bir bombanın patlaması gerek, ancak o şekilde akılları başlarına gelir. Bu insanlar ancak bu yolla uyandırılabilir, bilinçlendirilebilir,” diyordu. Bu görüşünde 
ısrarcıydı. Böyle bir şeyin yapılması gerektiğini, Genelkurmay’ın bu konu ile 
ilgili güvenlik sisteminin halkı ve devleti yeterince uyarmadığını ve bölgenin 
elden gittiğini çok ısrarla vurguluyordu. Tabii ben bu fikirlere tam manasıyla 
katılmıyordum. Bu tür yöntemlerin hep karşısındaydım ama ülkesine olan sevgisi 
ve kendince doğru bildiği davayı bu kadar samimi, canla başla savunması 
nedeniyle bir yakınlığımız ve arkadaşlığımız oluşmuştu. Tabii bu böyle devam 
edip gitti.

Ardından ben Güneydoğu’daki hengame içerisinde göreve devam ettim, bir müddet sonra seçimler oldu ve seçimlerden sonra tayinim İstanbul’a çıktı. İstanbul’daki yoğun ortam içerisinde devam ederken Cem ve yanındakilerin görevden ayrıldıklarını, kitap yazmaya çalıştıklarını ve bir yayınevi kurduklarını ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla öğrendim. Fakat daha sonra Cem’in durumunun pek iyi olmadığını, bazı faaliyetlerden rahatsız olduğunu balahare duydum. İşte 
İstanbul’da Dev-Sol’un yürüttüğü silahlı saldırılar ve buna karşı bizim 
gerçekleştirdiğimiz operasyonlarla yoğun bir ortamda göreve devam ederken birgün Alparslan Ertuğ adlı bir ziyaretçimin lduğunu söylediler.

Alparslan Bey bana Cem binbaşının emekli olduktan sonra arkadaşları vasıtasıyla 
(ki bu arkadaşların bir kısmının zamanında o bölgede çalışan ve bugün Milli 
İstihbaratta görevli insanlar olduğunu anlıyorum) İstanbul’da bir güvenlik 
firması kurarak hayatına bu şekilde devam etmek istediğini, Ankara’da yaptığı 
işlerden ağzının yandığını, giriştiği pek çok iş ve faaliyet umduğu şekilde 
neticelenmediğinden bir anlamda dersini almış gibi gözükerek İstanbul’a 
geldiğini söyledi. Kendisinin bulduğu uygun bir yerde Cem binbaşının evinin 
olduğunu, iş yapmaya çalıştığını, bu arada askeri sırları basına vermekten 
askeri mahkemeye verildiğinianlattı. Bir gün önce Jandarma Genel Komutanlığının 
askeri mahkemesindeki duruşmaya katılması için Alparslan Bey Cem’e bir minibüs 
ayarlamış, Cem minibüs şoförüyle beraber Ankara’ya gitmiş. Ankara’da Cem 
şoförden ayrılmış. Cem’in bazı önemli döküman ve malzemeleri, görevde iken 
kendisine kalan birtakım uzaktan kumandalı patlayıcılar eskiden beri tanıdığı ve 
güvendiği Habur Gümrük Muhafaza Müdürü olarak çalışmış olan Ali Balkan Metel’in şoförü Kemal’in (Kemal Sadık Uzuner) evindeymiş. Kemal’in evinden bu malzemeleri alıp saat oniki sıralarında Kızılay yakınlarında minibüs şoförüyle 
buluşacaklarmış. Şoför bu malzemeleri alıp geri dönecekmiş. Cem de saat 1 gibi 
Kızılay’da bürosu bulunan avukatıyla buluşup sonra birlikte 13.30’da mahkemeye 
gideceklermiş. Mahkeme çıkışında ise tekrar İstanbul’a dönecekmiş. Fakat 
Alparslan Bey’in minibüs şoföründen aldığı bilgiye göre saat 12’deki buluşmaya 
Cem gelmemiş, avukata da gitmemiş.Bunun üzerine Kemal’i telefonla aradıkların da, Cem’in iki kişiyle (o zamanlar Aydınlık dergisi muhabiri olan Soner Yalçın’ı ima ederek) gelip emanetlerini aldıktan sonra Lada marka bir araçla ayrıldığı nı söylemiş. Alparslan Bey Cem’den haber alamadığı için hayatından endişe  duyduğunu, Cem’in Ankara’ya gitmeden önce İstanbul’da bulunduğu sırada kendisine herhangi bir şey olursa güvenebileceği kişinin ben olduğumu söylediği için benim yanıma geldiğini söyledi.

Ama ben Cem’in İstanbul’a geldiğini bilmiyordum. Muhtemelen daha önceki 
konuşmalarımızda ona sürekli bu işlerin yanlışlığını savunduğum, yapma etme, bu 
işin sonu insanın kendi kafasına sıkmasına gider dediğim için İstanbul’a 
geldiğinde ben sana demedim mi gibi bir tepkiyle karşılaşmaktan çekindiğinden 
benim yanıma gelmedi. Belki belli bir düzen kurduktan sonra gelmeyi düşünüyordu, bilmiyorum.

Alparslan Ertuğ’un bu anlatımlarından sonra ben hemen onun yanında (veya o 
çıktıktan sonra, tam hatırlamıyorum) Cem’i benim kadar iyi tanıyan, o dönem 
Ankara İstihbarat Şube Müdürü görevinde bulunan, daha önce Diyarbakır’da benim yardımcılığımı yapan arkadaşım Abdurrahman Toygar’ı arayıp durumu anlattım. Abdurrahman hem Cem’i hem Cem’in JİTEM’den beraber ayrıldığı Ali Ozansoy ve Mustafa Deniz’i çok iyi tanıyordu. Hatta zaman zaman Ali ve Mustafa 
Abdurrahman’ın yanına gelip gidiyordu, yakın bir diyalogları vardı. Abdurrahman 
benden çok daha fazla örgüt mensupları ve örgütü tanıyan insanlara karşı 
ilgiliydi. Örgüt mensuplarının eşkalleri, yanlarında bulunan silahların ve 
malzemelerin özellikleri, memleketleri, kısaca örgüt hakkında her şeyle ilgili 
çok iyi not tutuyordu. Bu konuda gelmiş geçmiş en kapsamlı notlara sahip olan 
kişiydi. Bu merakından dolayı da bu insanlarla sohbet etmeyi çok seviyordu.
Cem’le ilgili olayları anlattıktan sonra Abdurrahman hemen Kemal Sadık Uzuner’i 
telefonla arayıp Cem’i sormuş ve şubeye gelmesini istemişti. Kemal’in Emniyet’e 
getirilmesi talebiyle birlikte Jandarma ve JİTEM’in önemli bütün yetkililerinin 
Emniyet’e gelip bizim elemanımızı deşifre ediyorsunuz diye konuya müdahale 
ettiklerini, Emniyet Genel Müdürlüğünü Jandarma Genel Komutanlıktaki 
rütbelilerin etkilemeye başladığını söyledi. Esasen bu müdahaleyle birlikte 
Emniyet Genel Müdürlüğü – Jandarma Genel Komutanlığı – Ankara Emniyeti 
arasındaki yoğun temaslar nedeniyle Genel Müdürlükte ciddi bir trafik oluşmuştu 
ki bu da bir anlamda Cem’in aslında Jandarmanın elinde olduğunu işaret ediyordu. 

Fakat bana aktarılan şey şuydu:

 Cem’in arkadaşı sıfatıyla Alparslan Bey ve daha sonra Cem’in beraber yaşadığı 
Neval Boz telefonla aradığında Kemal Cem’in iki kişiyle beraber Lada marka bir 
arabayla gelip kendisinden malzemeleri aldığını söylemişti. Cem o dönem Aydınlık 
dergisinden Soner Yalçın’a açıklamalarda bulunuyordu. Anlatımlarda, en son 
Aydınlık dergisinde çalışan bu insanlarla birlikte gittiği algısı yaratılmak 
isteniyor gibiydi, en azından bu ima edilmeye çalışılıyordu. Ben de o zaman bu 
fikre biraz inanır gibi olmuştum. Fakat eğer böyle bir şey olsaydı, Ankara’nın 
giriş çıkışları tutulmalı, her tarf aranmalıydı. Böyle bir şey gerçekleşmedi. 
Daha sonra Abdurrahman’la görüştüğümde Jandarmanın tavrının hiç olumlu 
olmadığını, Cem hakkında olumsuz konuştuklarını öğrendim, hatta bu durum o 
tarihte gazetelere de yansımıştı. Etrafta bulunan Jandarma içinde bir iç mesele 
olduğu yönünde laflar dolaşıyordu.
Ankara’da Jandarma Genel Komutanlığı Karargahından etrafa sızdırılan bilgilere 
göre ise Cem’in yanındaki kadın vasıtasıyla muhaberat adına çalıştığı, Suriye’ye 
bilgi sızdırdığıydı. Ben zinhar böyle bir şeyin gerçek olamayacağını söyledim. 
Hatta bana Cem’in İstanbul’daki evinin bile aranması gerektiği, buna bakılabilir 
mi yollu imalarda bulunmuşlardı. Ben böyle bir şeyin olamayacağını, bunun son 
derece yanlış olduğunu söyledim. Şiddetle karşı çıktım ve böyle bir aramaya 
katılmayacağımı belirttim. Onlar ise Cem’in sanki ellerinde olduğu, biraz 
pataklayıp kötü muamele ederek bir süre alıkoyacakları, bir takım olmuş bitmiş 
olay ve eylemler hakkında devlet aleyhinde basına açıklama yapmaması konusunda gözdağı verecekleri imasında bulunuyorlardı. Ankara’da herkes öyle zannediyordu.
Sonra öğrendiğime göre Emniyetten arkadaşlar Cem’in kaybolması ile ilgili bilgi 
almak üzere Cem’ beraber hareket eden Mustafa Deniz’i de çağırıp Cem’in 
bulunamadığını anlatmışlar. ” Ben Kemal’i biliyorum, gidip konuşurum hemen, ” 
demiş. Cem’i sormak üzere Kemal’in evine giden Mustafa Deniz dönmemiş ve 
kendisinden bir daha haber alınamamış. Aynı şekilde Cem’in birlikte olduğu 
İstanbul’da bulunan NevalBoz isimli kız da Cem hakkında bilgi almak için 
Kemal’le görüşüp, onun yanına gitmiş ve ondan da bir daha haber alınamamış. 
Burada işin kilit noktasının Kemal olduğu anlaşılıyordu. Kemal’in evine gidenler 
bir daha dönmemişlerdi. Ama yine de bu olayın nasıl olduğuyla ilgili olarak 
zihnimde hala yüzde yüz bir kesinlik oluşmamıştı.

Bir süre sonra polis şehit ailelerine yardım derneğinin bir toplantısında 
Alparslan Ertuğ ile karşılaştık. Sohbet sırasında Cem’in olayı tekrar gündeme 
geldiğinde bana olayı çözdüğünü söyledi. Nasıl diye sordum. Olaydan sonra 
İstanbul’dan Ankara’ya gittiğini, orada ifadesinin alındığını belirtti. İfadesi 
alınırken cesedi bulduklarında Cem’in üstünde ne olduğunu sorduğunda kot veya 
kadife pantolon olduğu yanıtını aldığı anda olayı çözdüğünü söyledi. “Cem 
Kemal’in evine girdi ama Kemal’in evinden çıkmadı,” dedi. ” Nasıl yani?” diye 
sorduğumda şöyle anlattı: ” Cem Kemal’in evine gittiği zaman içinde siyah takım 
elbisesinin olduğu bir çantası vardı elinde. Kemal’in evinde bu elbiseyi 
giyecekti. Yani Cem’in Kemal’in evinde iki şey yapması lazımdı, birincisi 
elbiseyi giymek, ikincisi de oradaki eşyaları almaktı. Cem’in saat 12.00’de 
malzemeleri şoföre teslim edip saat 1.00 gibi avukatın ofisinde buluşacaklardı. 
Sonra da saat 1.30 gibi Jandarma Genel Komutanlığında devam eden mahkeme ye katılacaktı. Yani Cem’in elbisesini giyeceği başka bir yer yoktu. Eve girmişse 
mutlaka orada elbisesini değiştirmesi gerekiyordu. Öldüğünde üstünde eve 
girerken giydiği kot pantolon olduğuna göre, girdiği evden çıkmamıştı ve o şahıs 
doğruyu söylemiyordu.” Alparslan Bey olayı net bir biçimde bu şekilde anlamıştı.
Ben ikinci bir bağlantıyı da daha sonra çözdüm. Şoför Kemal’de bulunan Cem’e ait malzemeler içerisinde uzaktan kumandalı patlayıcılar vardı, bu patlayıcıların 
daha sonra Yeşil tarafından alındığını ve Yeşil’in bu patlayıcıları ve malzemeleri MİT’e getirdiğini Mehmet Eymür kendi beyanında ve internet sitesinde 
anlatarak doğruladı. Bu tarihlerde Yeşil Jandarmanın elemanı idi ve Jandarma ile 
birlikte hareket ediyordu. Bu da gösteriyordu ki Cem malzemeleri Kemal’in 
evinden çıkarmamıştı ve bu malzemeler Yeşil’den çıkmıştı. İşte bu olaylar ve 
bağlantılar bu şekilde çözülünce bilgisayar sorgu sistemiyle daha ayrıntılı bir 
araştırmaya giriştim. O zamanlar bilgisayar sorgu sistemini yeni kurmuştuk. 
Bu sistem sayesinde hangi telefon numarasını kimin hangi saatte aradığı, fatura 
bilgileri tüm detaylarıyla tespit edilebiliyordu. PKK o zamanlar yoğunlukla 
Güneydoğu’da mobil araç telefonlarını kullandığından ben o dönemde mobil araç 
telefonlaryla yapılan tüm konuşmaların dökümünü, kimin kimi aradığı bilgilerini 
bilgisayarımda tutuyordum. Bunlar üzerinde oturup ciddi bir çalışma yaptım. 
Cem bir mobil telefon kullanıyordu. Yeri belli olmasın diye araç telefonunu söküp 
küçük bir çanta telefonu haline getirmişti. Bu telefonla muhabere yapıyordu.  
Aynı şekilde zannediyorum Kemal’de yeri belli olmasın diye böyle bir mobil telefon kullanıyordu. Bu telefonlarla yapılan görüşmelere tek tek baktım. Ölümüne kadar Cem’in kullandığı mobil telefonu daha sonra Yeşil’in kullnadığını gördüm. 
Yeşil’in bu telefonla Jandarma Genel Komutanlığından kimlerle görüştüğünü, 
kimleri aradığını ve kimler tarafından arandığını, hatta görüşmeler esnasında 
bulunan yerlere dair bilgileri tek tek çıkarttığımda olay çok net gözüküyordu.
Daha sonra yaptığım araştırmalardan öğrendiğim bir olay da şöyleydi. 
Cem Güneydoğuda çalışırken o zamanlar bazı olaylarda (Diyarbakır Baro Başkanı’nın aracına bomba konması, HEP’in bombalanması) kullandıkları uzaktan kumandalı çok güvenilir kodla çalışan patlayıcı maddeler vardı. Ayrıca Cem ve ekibinin Kuzey Irak’ta yaptıkları faaliyetler ve muhtelif kişilerle yaptıkları görüşmelerin kayıtları, örgütten elde ettikleri dökümanlar bir dosya halinde elinde 
bulunuyordu. Ordudan ayrıldıktan sonra yayınevi kurma düşüncesinde 
olduklarından, bu materyallerin bir kısmı yayınlanacak kitaplarda kullanılabilir 
düşüncesiyle istifa ederken bütün dökümanlarla birlikte patlayıcı maddeleri de 
yanlarına almışlardı. Çünkü bunlar kayıtlı değildi. Cem istifa edip ayrıldıktan 
sonra bu malzemeleri bir müddet elinde tutmuş, ama daha sonra yayınevini devam ettiremeyeceğini anlayınca normal hayata dönmeyi düşünüp ellerindeki bu 
patlayıcıları verecek yerler aramışlardı. Emniyetten bazı güvenilir arkadaşlar 
bana bu patlayıcıları Cem’in onlara vermeye çalıştığını söylediler. Ama kimse 
almamış ve patlayıcılar Cem’in elinde kalmıştı.

Daha sonra Mustafa Deniz, Ali Ozansoy ve Cem bu malzemeleri güya aldıklarında 
Güneydoğuda çalışırken tanıdıkları, çok güvenilir olduğunu düşündükleri 
(zamanında uygulanan tüm testlerden en başarılı kişi olarak çıkmıştı) Kemal 
Sadık Uzuner’e (yani Habur Gümrük Muhafaza Müdürü Ali Balkan Metel’in şoförüne) diğer dökümanlarla birlikte vermişler. Cem İstanbul’a gelmeden önce Ali Ozansoy’u Emniyete sözleşmeli personel olarak yerleştirmişti. Orada ele geçen 
belgeleri okumak, PKKgibi örgütlerin dökümanlarını analiz etmek görevine 
getirilmişti. Cem Mustafa Deniz’e de bir iş arıyordu. Onu da bir yere yerleştirmek istiyordu, çünkü onların da kendisiyle birlikte istifa etmesini sağladığı ve peşinden sürüklediği için onlara karşı kendini sorumlu hissediyordu. Onu da belli bir işe yerleştirmek istiyordu. Bu arada Cem iş kurmak için İstanbul’a gelmişti.


2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder