TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ., BÖLÜM 17
PKK 3. Ulusal Konferansı;
1. Konferans, 2. ve 3. Kongreleri, 2. Ulusal Konferans ve 4. Kongre'yi esas almaktadır. Aynı zamanda 5. Kongre'ye hazırlık konferansıdır.
Bu çalışmaların devamı kadar, 1990 yılından sonra meydan gelen muazzam gelişmeleri derleyip toparlamak, parti örgütlülüğünü, büyüyen siyasi ve askeri ordulaşma da onun öncülüğünü döneme uygun yaymak, bu espri doğrultusunda "PKK'lileşelim, Savaşı Kazanalım" anlayışı ile döneme cevap vermek, her alana parti çizgisini ve örgütlülüğünü hakim kılmak temelinde gerçekleşmiştir.
IV. Kongre ile örgütün etkinliğini ve doğal olarak terörizmini ülkenin kuzey
ve iç kesimlerine kadar yayma çabası içine ve şiddeti daha da arttırma yoluna gittiği görülmektedir. Şiddet derecesi artarken bu şiddetin büyükşehirlerde yapılması da öngörülmüştür. TSK'nın yoğun mücadelesi ise bu dönemde devam etmektedir.
Nitekim 1994 yılında örgüt büyük kayıplar vermiştir. 1991 ile 1992 yılları arasında elinde bulundurduğu stratejik inisiyatifi yitiren PKK, örgütün yitirilmiş silahlı gücünün yerine politik inisiyatifi koymayı düşünmeye başlamıştır; ancak bunu yapabilmek için askeri gücünü ispat etmeye ve bu surette halktan aldığı desteği arttırmaya gereksinimi olması (Özdağ, 2007: 125) şiddeti arttıran bir başka nedendir.
Ankara'nın halkın PKK'yı desteklememesi ya da en azından tarafsız kalmasını
sağlamaya çalışması ve ayrıca güvenlik güçlerinin 1994 yılını PKK'yı çökertme yılı olarak belirlemesi nedeniyle Özdağ (2007: 126) 1994 yılını "psikolojik savaş" olarak adlandırır.
III. Konferans'ta sunulan "Ordu ve Savaş Gerçekliğine Doğru Yaklaşmayan
Anlayışları Yerle Bir Edelim" adlı raporda Öcalan denge aşaması için 50 bin kişilik bir orduya ihtiyaç olduğunu dile getirmiştir (serxwebun, 2012d: 12).
Bu açıdan Öcalan'ın daha fazla militan daha fazla eylem daha fazla güç zincirlemesinde hareket ettiği görülmektedir. Öcalan'ın bu isteğine rağmen örgütün 1994 yılında sonra güç kaybettiği ve HEP ile başlayan ve DEP ile devam eden siyasallaşma faaliyetlerine ağırlık verdiği görülmektedir. PKK temsilcisi parlamenterlerin PKK'yı açıkça desteklemeleri ve onun temsilcisi olduklarını belirtmeleri üzerine kapatılan bu siyasi partiler Kürt Sorunu ve PKK'nın Türkiye aleyhine dış kamuoyunda yer bulması ile sonuçlanmıştır. PKK'ya bu bağlamda yapılan yardımların yanında Türkiye'ye yaptırım dahi uygulanmıştır. Örneğin, DEP'li 8 milletvekilinin 15 yıla varan değişik hapis cezalarına çarptırılması ile Almanya Körfez Krizi nedeniyle Türkiye'nin uğradığı zararları tazmin maksadıyla vermekle yükümlü bulunduğu askeri yardımları askıya almıştır, AB imza aşamasına gelinen "Gümrük Birliği" anlaşmasını ertelemiş ve ABD Kongresi Türkiye'ye yapılan silah satışını incelemeye almıştır (Yavuz, vd., 2011: 176). Böylece PKK yurtdışında daha da güç bulmuş ve yer etmiştir.
Kasım 1995 ateşkesine gelinirken Öcalan'ın söylemlerindeki değişiklik dikkat çekicidir. Fakat Öcalan'ın "Ben Türkiye aşığıyım ben Kürt milliyetçisi değilim" gibi sözleri şaşkınlıkla karşılansa da bu ve benzeri ifadelerle başlayan ateşkes, örgütün ve özellikle Öcalan'ın dönemsel stratejilerinden biri olarak değerlendirile bilir (Semiz, 2011: 68). Kışın yaklaşması ayrıca 1995 seçimlerinde HADEP'in elini güçlendirmek bu ateşkesin önemli amaçları arasındadır. Ayrıca ateşkes kararı alınmadan önce TSK'nın büyük bir kuvvetle Çelik Harekâtı'na hazırlanıyor olması bu ateşkesin önemli bir nedenidir. Öcalan ise ateşkes hakkında şunları (pkkonline, 2013a) söyler:
Meşru savunmanın üç aşaması var. Birincisi ateşkes döneminde güçler kendilerini korurlar, savunma pozisyonuna geçerler, imha olmaya karşı gerekli önlemlerini alırlar. İkinci aşama imha amaçlı saldırılması halinde meşru savunma savaşı başlatılır. Üçüncü aşama da top yekûn saldırıya karşı top yekûn savunma dır. Yani saldırı ve imha halka yönelik ve genel olursa, halkın da içinde yer aldığı top yekûn savunma yapılır. Bu bir tür meşru müdafaadır ve evrensel düzeyde anayasal bir haktır.
Açıktır ki Öcalan ateşkese savunma, toparlanma, güç kazanma ve imha olmaya karşı gerekli önlemleri alma gibi fonksiyonlar yüklemiştir. Bu bağlamda her
ateşkes sürecinde PKK'nın güç kazandığı söylenebilir.
1996 yılına gelinirken önemli bir olay PKK bayrağında yer alan yıldız içerindeki çekiç ve orağın çıkartılması ve Marksist-Leninist söylemin etkisini tam
anlamı ile yitirmesidir. PKK bu şekilde halk içine daha da karışırken örgüt uzantısı siyasi partiler ve legal yapılanmalar PKK'nın ilerleyen süreçte, askeri
başarısızlıklarına rağmen siyasi arenada güç kazanmasını deyim yerindeyse Kürt Sorunu'nun "muhatap"ı olmasını sağlamıştır.
1996 IV. Konferans: 1-15 Mayıs tarihleri arasında yapılan IV. Konferans ile; örgüt militanlarının hemen hemen her bölge ve alanda eylemsizlik sürecine girdiği, örgütün silahlı yan kuruluşları ve grupları arasında kopukluklar olduğu, örgütten kaçışların yoğunlaştığı dile getirilmiş ve gelişen olumsuzlukların, eylemsizliğin aşılması, örgüt mensuplarına moral ve motivasyon sağlaması amacıyla intihar eylemlerinde bulunulması yönünde karar alınmış ve bu kararın uygulamaya konulması için alt kadrolara talimatlar verilmiştir (egm, 2013).
Bu konferansın önemi örgütün intihar eylemlerinin geliştirilmesini kararlaştırması ve Öcalan'ın stratejisini "Ne kadar eylem, o kadar propaganda, ajitasyon; ne kadar eylem, o kadar otorite" (Bal, vd., 2012: 149) olarak belirlemesidir. Terörizmin en kanlı eylemi olan intihar eylemleri böylece PKK tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Öcalan'ın "Kürdistan'da Zorun Rolü" adlı kitabında "Kürt halkı kuruluş mücadelesini bazı alanlarda eylem biçimleri ile sınırlayamaz" demesi (hurriyet, 2013) PKK'nın intihar eylemlerine yönelimi açısından belirleyici olmuştur.
Bu talimatlar doğrultusunda intihar eylemlerinin uygulamasının başlaması ve ilki 30 Haziran 1996 günü Tunceli'de bayrak merasimi yapan askerlere olmak üzere
terör örgütü mensupları tarafından Tunceli, Adana, Sivas, Hakkari, Diyarbakır ve Van illerinde intihar eylemleri gerçekleştirilmiştir (egm, 2013). Bu konferans ile
cezaevlerinde açlık grevleri de yoğunluk kazanmıştır. HADEP teşkilatının da önayak olduğu girişimlerle tutuklu ailelerinin açlık grevleri ile cezaevlerindeki açlık grevlerine destek verilmiş, 24 Eylül 1996 günü Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde çıkan isyan sonucu 10 hükümlü ölmüştür (Yavuz, vd., 2011: 183). Böylece PKK ve Kürt Sorunu insan hakları derneklerinin müdahil olacağı bir durum almıştır.
1998 V. Konferans: 15-25 Mart tarihleri arasında 250 delegenin katılımı ile gerçekleştirilmiştir (serxwebun, 2013a: 1). Bu konferans da diğer kongre ve
konferanslar gibi geçmişin değerlendirilmesi geleceğin planlanması zemininde toplanmıştır. Öte taraftan Kürdistan olarak tabir edilen bölgedeki faaliyetler
değerlendirilmiş, bu noktada özellikle Kuzey Irak üzerinde durulmuş, son iki yıldır bu alanda yürütülen faaliyetlerin sonuçları gözden geçirilmiş ve bu alanın hem Irak'taki gelişmeler hem de yürütülen çalışmalar açısından değerlendirmesi yapılmıştır ve ayrıca, Kuzey Irak'taki istikrarsız ortama ve değişim ihtimaline dikkat çekilerek bu alanda örgütlenmenin geliştirilmesi gerekli görülmüştür (Doğan, 2007: 73). Ayrıca konferansı takiben PKK, çeşitli Marksist-Leninist terör örgütlerle "Devrimci Birleşik Güçler Platformu" adı altında bir de güç birliğine yönelik protokol imzalamıştır (Yavuz, vd., 2011: 187). Bu durum PKK'nın özellikle Çelik Harekâtı ile oldukça güç kaybettiğinin göstergesi sayılabilir.
1998 yılı Öcalan'ın Suriye'den çıkarılarak Türkiye'ye teslim edilme takviminin de başlangıç tarihi olması nedeniyle önemlidir. Ayrıca TSK'nın 1997 yılı
Mayıs ayında başlattığı operasyonlar neticesi ile PKK büyük kayıplar vermiş ve 1998 yılından itibaren örgütten kopuş süreci başlamıştır (Dündar, 2009: 190). Böyle bir durumda PKK 1998 yılında üçüncü kez ateşkes ilan etmiş; fakat Türkiye'nin terörle mücadeledeki kararlı tutumu neticesinde gereken yararı elde edememiştir.
PKK'ya karşı sürdürülen uzun süreli mücadele iki netice doğurmuştur: Bunlardan birincisi, TSK'nın son derece devingen, muharebe deneyimi yüksek bir
kuvvet haline gelmesidir; ikinci olarak da Ankara'nın, PKK'yı, dış destek temelini kesmeksizin durdurmanın imkânsız olduğunu anlamasıdır (Özdağ, 2007: 152). Böyle olunca sonunda Suriye'ye karşı siyasi baskılar, Öcalan'ın dış konjonktür tarafından tasfiye edilmesi avantajı ile arttırılmış ve sonunda Öcalan Suriye'den çıkarılmıştır.
IV. Dönem: İçe Kapanma ve Ayakta Kalma
1999 VI. Kongre: Öcalan'ın Suriye'den çıkarılması ile kriz yaşayan ve kesilen kongre 1999 yılı başında ancak toplanabilmiştir. Kongre sürerken Öcalan'ın
yakalanması bir başka krize yol açsa da kongrede Öcalan oybirliği ile tekrar genel başkan seçilmiş ve Öcalan'ın yakalanışını protesto etmek amacıyla eylemler planlanmıştır.
Öcalan'ın yakalanışı sonrası örgüt tasfiye korkusu ile tehdit edici açıklamalarda bulunmuştur. Örneğin, Murat Karayılan bir röportajında şunları (serxwebun, 2013b: 6) söyler:
Binlerce eli silahlı fedai beklemededir. Canlı bomba diyorlar. Canlı bombalar istenirse, Türkiye'deki her lideri imha edebilirler, eğer istenirse, ama biz
istemiyoruz. Tansiyonu arttırmak istemiyoruz.
Kongre ile ARGK'nın büyütülmesi kararı da örgütün yoğun eylem hazırlığı içine girdiğini göstermektedir. Ayrıca örgüt Karadeniz Bölgesi'ne AHKO (Anadolu
Halk Kurtuluş Ordusu) yapılanması ile sızmaya çalışmıştır. Örgütün kendi adını kullanmamasındaki amaç ise bölgede tepki çekmek istememesidir. Alınan
kararlardan sonra özellikle 16 Şubat-16 Mart 1999 tarihleri arasında sadece İstanbul ilinde 300 ayrı terörist eylem gerçekleştirilmiş; Öcalan'ın İmralı'dan 6 ve 13 Mayıs 1999 tarihlerinde avukatları aracılığıyla; "PKK'yı l Eylül 1998'den beri tek taraflı yürütmeye çalıştığı ateşkes sürecinden, l Eylül 1999'dan itibaren, silahlı mücadeleye son vermeye ve güçlerini, barış için sınırların dışına çıkmaya çağırıyorum" demesi ile (Töreli, 2002: 148, 149) eylemler kesilmiştir.
Daha önceki kongre ve konferansların değerlendirilmesi ve kararlarının genişletilerek uygulanması dışında bu kongrenin önemi Öcalan'ın 15 Şubat 1999
günü yakalanması ile Öcalan'a olan bağlılığın kesintiye uğramadığını göstermesidir; fakat Öcalan gerek yakalanma sırasında gerekse tutukluluk süresinde örgüt ile ilgili hiç de olumlu şeyler söylememiştir. Bu tavır örgüt içinde hizipler oluşmasına neden olurken örgüt bu hizipleri bertaraf ederek Öcalan çizgisinde devam edebilmiştir.
Nitekim PKK Başkanlık Konseyi, Öcalan'ın bağımsızlık isteğinden ayrılıp Kürt kimliğinin tanınması ve legal güvenceye dayandırılması amacına dönük ilk
mesajlarını "psikolojik ve tıbbi açıdan iradesine müdahale edilmiştir" diyerek onaylamadığını, tutukluluğu süresince yapacağı açıklamaların geçersiz olduğunu
ifade etmiş; ancak daha sonra Öcalan'ın avukatları aracılığıyla yaptığı uyarılarla tavır değiştirerek Öcalan'ın açıklamalarına bağlı olduklarını beyan etmiştir
(Yılmaz, 2007: 134).
1999 Öcalan'ın Yakalanışı ve Sonrası: 1984 yılından beri gündemde olan PKK'nın tasfiyesine yönelik olarak Öcalan'ın neden daha önce yakalanmadığı merak
edilebilir. Aslında Öcalan'ı yakalamaya ya da öldürmeye yönelik planlamalar 1990'ların ortasında başlamıştır. DYP lideri Tansu Çiller'in Öcalan'ın yakalanışının muazzam bir oy getireceğini bilmesi Öcalan'a yönelik eylemlerin yoğunlaşmasına ve devlet içinde legal ve illegal özel yapılanmaların kurulmasına neden olmuştur. Öcalan'ın yakalanabilmesi veya öldürülmesi amacıyla örtülü ödenekten pek çok uyuşturucu kaçakçısı ve mafyaya paraların çıkartıldığı, İsrail'e Öcalan ile ilgili alınan bilgiler karşılığında milyonlarca dolar ödendiği, bu paraların büyük bir kısmının ortadan kaybolduğu sonradan ortaya çıkmış, Çiller'in diğer liderler gibi, Öcalan'ı iç politikada kullanma isteği, ötekilerden farklı olarak Türkiye'ye o dönemin parasıyla 50 milyon dolara patlamıştır (Özkan, 2005: 415). Bu dönemde MİT'in daha önce sözünü ettiğimiz Yeşil'i Öcalan'a karşı yapılan operasyonlarda kullanması da çarpıcıdır. Gariptir ki ne MİT ne de TSK Öcalan'a karşı yaptığı bu operasyonlarda başarı sağlayabilmiştir. Bu açıdan Öcalan'ın Kenya'da yakalanmasının CIA inisiyatifinde gerçekleştiğini düşünmek pek de mantıksız sayılmaz. Türkiye'nin yaptığı bu başarısız operasyonlar nedeniyle daha doğrusu Türkiye'nin Öcalan'ı yok etmeye niyetli olması nedeniyle ABD Öcalan'ı teslim etmeden önce şart olarak Öcalan'ın idam edilmemesini öne sürmüştür.
Mahir Kaynak Öcalan'ın Suriye'den çıkarılışı ve Türkiye'ye verilmesi hakkında şunları (2007b: 23, 24) ifade eder:
[...] ABD Öcalan'ı Türkiye'ye teslim etti, yani demek ki Öcalan'ın liderliğinden memnun değildi. Ve ondan sonra liderliğe kendisinin kontrol edebileceği bir takım kimseleri getirdi.
[…] O halde Kürt meselesine baktığımız zaman artık tek bir odağın yönlendirdiğini söyleyemeyiz. Amerika ve Avrupa Kürt'ü kontrol etmek için kendi aralarında kıyasıya mücadele ediyorlar.
[…] Öcalan ateşkes ilan etti ve şunu söyledi: Ben bundan böyle silahlı mücadeleyi bıraktım ve sadece siyasi mücadele yapacağım. Bunun hemen arkasında biz Öcalan'ı Suriye'den çıkardık. Siyasi mücadeleye kalkan bir insanı neden Suriye'den çıkarıyorsunuz değil mi efendim?
[…] ABD, Suriye'de siyasi liderlik yapılamayacağını görüyor. Eğer Öcalan Suriye'de kalırsa liderliği Avrupa'nın kontrol ettiği bir Kürt'e bırakır. Bu yüzden ABD, Öcalan'ın siyasi lider olmasını istiyor; Suriye'den çıkarılışı ve sonra Türkiye'ye teslim edilmesi aslında onun siyasi liderliğini sürdürmek için yapılmış bir eylemdir.
Her ne kadar dönemin başbakanı Bülent Ecevit "Apo'yu neden geri verdiler bilmiyorum" demişse de Öcalan'ın Türkiye'ye teslimi bir plan ve bilinç etrafında
gerçekleşmiştir. Gelinen sürecin de bu bilincin ve planın gereği olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Nitekim ne terör ne de Kürt Sorunu sonlanmış, yarı siyasal yarı terörizm biçiminde devam etmiştir.
1999 yılında Öcalan'ın yakalanmasından sonra silahlı mücadeleye son verdiğini ve Bağımsız Kürdistan fikrinden vazgeçtiğini belirten Öcalan, yeni hedefin,
içeriği hâlâ belirsiz olan "Demokratik bir Konfederasyon" olduğunu açıklamıştır; ancak 2004 yılından itibaren, yani Irak'ın Kuzeyinde özerk bir Kürdistan
kurulduğundan beri PKK'nın şiddet kullanması tekrar başlamıştır (Arakon, 2010: 183).
Öcalan'ın Örgütün silahlı mücadeleyi son vermesi ile ilgili sözleri ise şöyledir (serxwebun, 2013b: 1):
Vatana ihanet suçlamasını kabul etmiyorum. Daha önceki savunmalarımda belirttiğim gibi, vatanın birliği ve özgür vatan için mücadele ettiğime inanıyorum. Bundan sonra Demokratik Cumhuriyet ekseni etrafında, onurlu bir barış ve kardeşlik için çalışacağıma inanıyorum. İnsanlığın geleceğinin savaşta değil, barışta olduğuna inanıyorum. Herkesi selamlıyorum.
Sonuç olarak PKK'nın kuruluşundan Öcalan'ın yakalanışına dek devam eden süreçte Türkiye'nin başarı kazanıp kazanmadığı tartışmalı bir konudur. Zira Türkiye, PKK'nın öncüsü olduğu geniş milliyetçi Kürt hareketini bastırmayı başaramamıştır ve muhtemelen bu hareketin aldığı askeri yenilgilere rağmen siyasi düzeyde güç zemin kazanmasına katkıda bulunmuştur (Fuller, vd., 2011: 52, 53).
18. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder