22 Kasım 2019 Cuma

IRAK’TAN IRAĞA: 2003 SONRASI IRAK’TAN KOMŞU ÜLKELERE VE TÜRKİYE’YE YÖNELİK GÖÇLER., BÖLÜM 2

IRAK’TAN IRAĞA: 2003 SONRASI IRAK’TAN KOMŞU ÜLKELERE VE TÜRKİYE’YE YÖNELİK GÖÇLER., BÖLÜM 2



Giriş 

Irak’ta 1991’den beri sürmekte olan şiddet ve istikrarsızlık ortamı dört milyondan fazla kişinin ülke dışına göç etmesine, bir o kadar kişinin de 
ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalmasına yol açtı. Irak dışına yönelik göçün en önemli durakları komşu ülkeler oldu. 1991-2003 arasında milyonlarca Iraklı’yı kabul eden İran, 2003 sonrasında bu rolünü Suriye ve Ürdün’e bıraktı. Suriye’ye bir milyona yakın Iraklı sığınırken, yarım milyondan fazlası da Ürdün’e yöneldi. 

Toplam iki milyona yakın Iraklı şiddet ve çatışma ortamından kaçıp komşu Arap ülkelerine sığınırken, Türkiye’deki Iraklı sayısı çarpıcı bir şekilde düşük kaldı. BMMYK’nın 2007’de yayınladığı bir rapora göre Türkiye’de sadece 10 bin Iraklı bulunmaktaydı. Ancak resmi sığınmacıların sayısı az olsa da 1991’deki büyük iltica hareketinden beri Türkiye’ye yönelik devam etmekte olan bir göç hareketi olduğu bilinmektedir. 


Bu raporda, Iraklıların göç etmesine neden olan koşullar, göçün farklı dönemlerde aldığı şekiller ve Türkiye’de bulunan Iraklıların yasal statüleri ve sosyo-ekonomik durumlarına değindikten sonra, ilgili kurumlarla ilişkilerini inceleyeceğiz. Araştırmanın saha çalışmasını yürüttüğümüz İstanbul’da Iraklılar arasında en dikkat çekici gruplar, üçüncü bir ülkeye yerleştirilmek üzere sığınma başvurusunda bulunanlar ve ikamet izniyle oturanlar oldu. Bunlar dışında çalışma amaçlı gelmiş ve çoğunlukla gerekli evraklar olmadan ikamet eden kişiler bulunmaktaydı. Ancak İstanbul, Ortadoğu’nun ekonomik açıdan en dinamik kenti olmasına rağmen, Iraklı göçmen ve mülteciler için çeşitli 
dezavantajlar taşımaktadır. Yüzbinlerce Iraklının yaşadığı Şam veya Amman’a kıyasla, İstanbul’da kiraların yüksekliği, hayat pahalılığı, Türkmenler dışındaki Iraklılar için dil ve kültürel farklılıklar, yardım kuruluşlarının sınırlı sayıda ve kapasitede olması, Iraklı sığınmacı ve göçmenler için Türkiye’yi zor bir alternatif haline getirmektedir. Tüm bu faktörlerden daha önemli olansa, Türkmenler dışındaki Iraklıların Türkiye’de kalıcı yerleşimlerine sıcak bakılmıyor oluşu ve geçici olarak görülmeleridir. Sonuçta Türkiye pek çok Iraklı için geçici 
bir süre kalınan transit bir ülkedir. 

Bu çalışma, Yakın Doğu Fransız Enstitüsü’nden (Institut Français du Proche-Orient) Geraldine Chatelard ve East London Üniversitesi’nden Philip Marfleet tarafından yönetilen “Irak Göç Örüntüleri” başlıklı uluslararası araştırma kapsamında Türkiye’de gerçekleştirilmiştir. Suriye, Ürdün, Türkiye ve Lübnan’da farklı ekipler tarafından yapılan saha çalışmalarının Türkiye ayağı Dr. Didem Danış tarafından yürütülmüştür. 

Araştırma bulguları, Mayıs 2009’da Şam’da yapılan bir atölye toplantısı ve Ocak 2010’da Beyrut’ta yapılan bir konferansla araştırmacılar arasında paylaşılmıştır. ORSAM tarafından desteklenen Türkiye’deki çalışmada, Damla Bayraktar, Gül Çatır ve Emin Salihi araştırma asistanları olarak görev almışlardır. Nisan-Mayıs 2009 ve Eylül-Kasım 2009 tarihleri arasında İstanbul’da yüz yüze görüşmeler 
yapılarak gerçekleştirilen araştırma sırasında, Türkiye’ye göç etmiş farklı etnik ve dini kökenlerden gelen, farklı yasal statülere sahip yirmi Iraklının yanı sıra ve bu kişilerin bağlantıda olduğu kurumlarla görüşülmüştür. 

Bu kurumlar arasında, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Irak Konsolosluğu, Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği (ITKYD), Kerkük Vakfı, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı (İKGV), Uluslararası Katolik Muhaceret Komisyonu (ICMC), Caritas, Keldani-Asuri Yardımlaşma Derneği (KADER), Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Destek Programı bulunmaktadır. 

Bu araştırma için, bir karşılaştırma zemini olması açısından Didem Danış’ın 20032006 yılları arasında doktora tezi kapsamında İstanbul’da yürüttüğü saha araştırmasının bulgularından da faydalanılmıştır. 

Bu rapor iki ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, Irak göçünün gelişimini incelerken üçlü bir dönemselleştirme yapacağız: 2003 öncesi, 2003-2006 arası ve 2007 sonrası. İlk olarak, Saddam Hüseyin yönetiminin hüküm sürdüğü 2003 yılına dek süren dönem incelenecektir. 

1980-88 İran-Irak Savaşı, 1991 Körfez Savaşı ve sonrasında uygulanan uluslararası ambargolar sırasında siyasi baskılar ve sosyo-ekonomik sebeplerle 
pek çok Iraklı bazen bireysel, bazen de kitlesel olarak ülke dışına göç etmiştir. 2003’te Amerikan işgaliyle Baas rejiminin düşmesi kısa bir süreliğine Iraklıların umutlanmasına ve yurtdışındakilerin bir kısmının geri dönüşüne neden olsa da, çok kısa sürede kötüleşen şiddet ortamı yeni göç dalgalarını tetiklemiştir. 20032006 arası dönemde Irak’tan ülke dışına yönelik göç özellikle komşu Arap ülkelere yönelmiş ve BMMYK’nın Iraklıların iltica dosyalarını dondurmasından dolayı belirsizlikle biçimlenen uzun bir bekleme dönemi yaşanmasına neden 
olmuştur. Irak göçünün son dönemi 2006 yılının Aralık ayında BMMYK tarafından Iraklıların uluslararası koruma ihtiyacı ile ilgili bir tavsiye kararı almasıyla başlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Irak’tan mülteci kabul etmeye başlamasıyla Türkiye’deki sığınma başvurularının işlenmesi hızlanmış ve Iraklılar kurumlar arası etkin işbirliği sayesinde başarılı bir şekilde üçüncü ülkelere yerleştirilmiştir. 

Raporun ikinci bölümünde, Türkiye’ye gelen Iraklıların göç ve ikamet şekillerini, sosyal ve ekonomik koşullarını inceleyeceğiz. Ülkemizde bulunan Iraklılar dört farklı statüde bulunmaktadır: Düzensiz göçmenler, sığınmacılar, iki ülke arasında ticaret başta olmak üzere çeşitli sebeplerle git-gel yapanlar ve ikamet izni veya vatandaşlık hakkı kazanmış olanlar. Ayrıca, diğer alternatif güzergâhlara kıyasla İstanbul’un tercih edilme nedenlerini tartıştıktan sonra, İstanbul’da bulunan Iraklıların göçünü düzenleyen ve onlara yönelik hizmet sunan kurumları 
tanıtacağız. Son olarak, Türkiye’de bulunan Iraklılarla ilgili politika önerileri sunacağız. 



BÖLÜM 1: DÖNEMLERE GÖRE IRAK’TAN GÖÇ 

1.1. 2003 Öncesi Irak’tan Göç 

Irak’tan göç denildiğinde akla ilk olarak, 1991 Körfez Krizi sonrasında yarım milyon Iraklının Türkiye’ye, bir milyona yakınının da İran’a sığındığı 
“büyük kaçış” gelir. ABD öncülüğündeki müttefik kuvvetler Kuveyt’i işgal eden Irak’a saldırdıktan kısa bir süre sonra, Mart 1991’de, kuzeyde Kürtler, güneyde de Şiiler Saddam Hüseyin yönetimini düşürmek üzere ayaklanmışlardır. Ancak, bu eylemleri el altından teşvik eden müttefik güçler, daha sonra Baas yönetimi nin toparlanmasına seyirci kalmayı tercih edince, Irak ulusal ordusu tarafından isyancılara yönelik şiddetli bir bastırma operasyonu yürütülmüştür. Böylece, önce Şiiler, sonra da Kürtler en yakın komşu ülkelere kitlesel olarak 
sığınmak için yollara dökülmüştür. 

Mart-Nisan 1991’de Türkiye’ye akın eden ve çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu, aralarında Türkmen ve Hıristiyanların da bulunduğu sığınma hareketi aslında Türkiye için ilk değildi. İran’la yapılan savaşın bitmesiyle, Mart 1988’de Halepçe’de yaşanan ve 5 bin kişinin ölümüne neden olan kimyasal saldırıya benzer bir katliama maruz kalmaktan korkan 100 bin civarındaki1 Kürt nüfus, güneydoğu sınırından giriş yaparak Türkiye’ye sığınmıştı. Nisan 1991’de yarım milyon Iraklı, Türkiye sınırına kaçmaya başladığında, 1988 sığınmacılarından 30 bin kadarı Türkiye’de bulunmaktaydı (Kaynak, 1992: 47). 

Bu ikinci iltica krizinin hacmi ve hızı karşısında hazırlıksız yakalanan Türk hükümeti bir yandan eldeki imkânların kısıtlılığı, öte yandan ülke içindeki Kürt meselesinin bir süredir alevlenmiş olmasından dolayı, çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Iraklı sığınmacı grubuna şüpheyle yaklaştı ve başlangıçta sınır kapılarını açmak konusunda isteksiz davrandı (Kirişçi, 1994 ve 1993). Ancak, bu durum uzun sürmedi ve uluslararası kamuoyunun da etkisiyle, Iraklılar kısa sürede Türkiye’ye kabul edilerek, sınıra yakın bölgelerde geçici kamplara yerleştirildiler. 

1991’deki kitlesel mülteci krizi sanıldığı kadar uzun sürmedi. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın önerisiyle Britanya ve ABD, 36. paralelin 
kuzeyinde “güvenli bölge” kurulması ve Türkiye’ye kaçan sığınmacıların Irak içindeki bu bölgede korunmasını sağlayan bir projeyi iki ay içinde hayata geçirdiler. “Güvenli Bölge” uygulaması, mülteci akımlarını azaltan ve yönünü ters çeviren bir strateji olarak görüldü. 1991’deki kriz sırasında, Irak içinde “güvenli bölge” yaratma projesinin de, bu açıdan bakıldığında istenen sonucu verdiğini söylemek yanlış olmaz. 1991 Mayıs sonunda Muhteşem Kaynak’ın yaptığı araştırmaya göre, iki ay gibi bir süre içinde yüzbinlerce Iraklı geri dönmüş, 
Türkiye’de sadece 14 bin sığınmacı kalmıştı. Ekim ayına gelindiğinde bu sayı 5 bine düşmüştü (Kaynak, 1992: 49). 

Büyük mülteci krizi geçtikten sonra, 1990’lı yıllar boyunca Irak’tan göç daha küçük ölçekli ama istikrarlı bir şekilde devam etti. Bu göçü tetikleyen başlıca etken, 1991 Körfez Savaşı’nı takip eden dönemde uygulanan ambargoların ekonomik ve sosyal anlamda Irak’ta yol açtığı ağır tahribat oldu. 

Körfez Savaşı sırasında altı hafta boyunca süren ve ülkenin altyapısına ağır hasar veren hava saldırılarıyla başlayan süreç, BM denetiminde uygulanmaya başlayan ambargolarla Irak’ın gündelik yaşamı üzerinde ağır ve yaygın bir hasara yol açtı. 6 Ağustos 1990’da BMGK’nın 661 sayılı kararıyla Irak’la ticaret yapılmasına –tıbbi amaçlar için üretilmiş ürünler ile insani gıda maddeleri hariç olmak üzere yasak getirilmişti.2 

1991 ve 2003 arasındaki bu ortamda, göçün ufak ufak ama sistematik bir şekilde devam etmesi, Irak’taki durumu yakından takip eden araştırmacılar için çok da şaşırtıcı olmadı. 1990’larda Irak’taki atmosfer, özellikle gençler arasında genel bir memnuniyetsizlik hissiyle biçimlenmişti. Gençlerin, anne babalarından 
müreffeh Irak’ın 1970’lerde kalan güzel günlerine dair dinledikleri nostaljik öyküler, kendilerini bir parçası olarak hissedemedikleri yeni Irak’ta giderek şiddetlenen bir rahatsızlık duygusuna dönüştü. Gençler başta olmak üzere, pek çok Iraklı için göç –Iraklıların ifadesiyle “çıkış”– ülkedeki sosyal ve ekonomik kriz ortamından son kurtuluş yolu anlamına geliyordu (Lafourcade, 2001). 

Ambargo yıllarında ekonomik altüst oluş, yaygın güvensizlik ve geleceğe yönelik belirsizlik hissi gibi olguların Irak’tan göçü tetikleyen unsurlar olduğunu söyledik. Bunlara ek olarak, devletin ekonomik ve sosyal alandan çekilmek zorunda kalırken, siyaset alanında şiddetini arttırdığını, baskı ve gözetim politikasının da Irak’tan kaçış arzusunu güçlendirdiğini belirtmek gerekir. Halkın gündelik yaşam zorluklarına çözüm bulamayan Iraklı yöneticiler, iktidarlarının devamını sağlamak için toplum üzerindeki baskılarını arttırdılar. Benzer bir süreç ülkenin kuzeyinde 90’lı yılların ortalarında birbirleriyle savaşmaya başlayan Kürt gruplar arasında da yaşandı. 

Bu kuvvetli göç arzusuna rağmen, çeşitli engelleyici faktörler 2003’e kadar göçün etkisinin, potansiyelinin altında kalmasına neden oldu. 
Bu kısıtlayıcı unsurlar arasında hem Irak yönetiminin göçü engelleme çabası, hem de göç etme hayali kurulan ülkelerin katı göç ve iltica politikaları sayılabilir. Öncelikle Irak hükümetinin, insanların ülke dışına çıkışını denetlemeye yönelik uyguladığı baskılar örneğin pasaport edinmek için ödenmesi gereken yüksek ücretler, ülke dışına çıkacakların dönüşlerinde almak üzere yatırması şart koşulan depozito uygulaması veya göç etmiş kişilerin Irak’ta kalan ailelerine çıkarılan zorluklar, ardından da Batı hükümetlerinin Iraklıların vize başvurularına yönelik olumsuz tutumları ve Irak göçüne kapıları kapatmış olması, bu göçün gerçek kapasitesine ulaşmasını engelledi. Bu durum, 
2003 sonrası Saddam Hüseyin rejiminin düşürülmesiyle birlikte değişecek, pasaport veya turist vizesi alma prosedürleri Iraklılar için kolaylaştırılacaktı. Yönetimin zorunlu kıldığı çıkış yasaklarının ortadan kalkması, ileriki bölümlerde de anlatılacağı gibi göçün artışında önemli bir kolaylaştırıcı etmen haline gelecekti. 

Kısıtlayıcı politikalar yine de, Irak vatandaşlarının yurtdışına gitme arzusunu tümüyle yok edemedi. Irak göçünü 10 yıldan uzun süredir takip eden Fransız araştırmacı Geraldine Chatelard’a göre “1990 ve 2002 arasında 1,5 milyondan fazla Iraklı dönmemek üzere ülkeyi terk etti” (Chatelard, 2005: 123). Irak’tan ayrılanların sayısı hakkındaki tahminler, farklı görüşlere göre, 2 ila 4 milyon arasında değişiklik gösteriyor olsa da, her 6 veya 10 Iraklıdan birinin ülkeyi terk ettiği anlamına gelen bu sayıların her halükarda çok ciddi bir olguya işaret 
ettiğine kuşku yoktur (Danış, 2009a). 

1.2. 2003-2006: İşgal Altında Yaşam ve Göç 

     2003’te Saddam Hüseyin’in iktidardan düşmesiyle, Irak göçü hız ve şekil değiştirdi. 2003’e kadar Irak’tan kaçanların önemli bir kısmını oluşturan Şii ve Kürt gruplar, kendileri için ekonomik ve siyasi anlamda kazanım vaat eden bölgelerde yeni bir gelecek umuduyla kalmayı tercih ettiler. Bunda elbette, Saddam Hüseyin’in düşüşünden sonra Irak’ın “barış ve demokrasi yolunda ilerleyen bir ülke” olduğunu iddia eden ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin, Iraklıların iltica başvurularına yönelik olumsuz tavrının da etkisi oldu. İşgalin ilk yıllarında şüpheci de olsalar, Irak halkında bir umut yeşermişti. 2003-2004 bu sebeplerden dolayı genel göçün azaldığı, hatta dönemsel geri dönüşün başladığı 
yıllar olmuştur. 1959 yılında kurulmuş olan Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği (ITKYD) Başkanı Mehmet Tütüncü de, yaptığımız görüşme sırasında 2003-2005 arası Irak’a geri dönüşler yaşandığını teyit etmiştir: “2003’e kadar göç devam etti. 2003’te [Irak’a] geri dönüş başladı. İnsanlar büyük bir umutla geri döndü. Kalanların birçoğu da 2-3 sene bekledi durum düzelsin diye.” 
(Mehmet Tütüncü ile görüşme, 11.11.2 

İşgal sonrası ilk yıllarda Irak’tan yurtdışına göç edenler daha çok yeni şekillenen Irak siyasetinde aradıklarını bulamayan ve bu sebeple sosyoekonomik zorluklarla karşılaşan gruplar oldu. 2003 sonrası Irak’taki iktidar konumlarının değişmesiyle yaşam koşulları zorlaşan, yeni baskılara maruz kalan Türkmenler ve Asuri-Keldani Hıristiyanlar, on yıllardır devam eden göç sırasında kurulan ilişki ve akraba ağları sayesinde Irak dışına göç etmeye devam ettiler. Öte yandan, Kuzey Irak’ta kurulan yeni Kürt oluşumunun yarattığı iyimser havanın etkisiyle Kürtlerin yurtdışına göçlerinde azalma yaşandı. 

Ancak 2005’ten itibaren her şey değişmeye başladı. Güvenlik durumu çok ciddi derecede kötüleşirken, şiddet, kargaşa, adam kaçırma, tecavüz ve nerede ne zaman patlayacağı bilinmeyen bombalar gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Irak’taki işgal sonrası şiddet o derece tırmandı ki, pek çok Iraklı düzen ve asayiş uğruna, Saddam Hüseyin dönemini arar hale geldi. Kasım 2009’da İstanbul’da görüştüğümüz Iraklı sığınmacılar “2003’den beri her şeyin çok kötü, her günün bir öncekinden daha kötü” olduğunu ifade ettiler. En sık dile getirilen şikâyetlerden biri de “eskiden bir Saddam vardı, şimdi bin oldu” sözüydü: 

"2003’ten sonra hiçbir şekilde emniyet yoktu. Saldırının hangi taraftan geleceği bile belli değildi. Hükümetin kendisi çeteydi zaten. Bir sorun olduğunda polise gidemiyorduk. Polisin kimin tarafında olduğu belli değildi. Orada [Irak’ta] güvende olmak için kendine, kendi akrabalarına güvenebilirsin ancak. […] En son tehdit, ağabeyim aracılığıyla bana yapıldı. Ağabeyime, burayı terk etmemi yoksa beni öldüreceklerini söylemişler. Ben de ayrıldım. 

Zaten ayrılma fikri hep kafamda vardı. Kendini bile koruyamayan bir hükümet beni nasıl koruyacak." (Iraklı erkek sığınmacı, 38 yaşında, İstanbul’da görüşme 17.11.2009) 

Ancak 2003-2006 yılları arasında Irak’ta yaşanan bu sıkıntılara ve göçün devam ediyor olmasına rağmen, ülke dışına kaçan Iraklıların iltica başvuruları donduruldu. Batılı ülkelerin göz yumduğu bu manasız kararın ardında, Saddam Hüseyin sonrasında Irak’ın bir “barış ve demokrasi ülkesi” haline geldiği yolundaki iddia etkili olmuştu. Oysa yukarıda aktardığımız üzere, Irak’ta yaşam koşulları her geçen gün kötüleşiyordu ve mülteci statüsü tanınmaması, Irak’tan göç olmadığı anlamına gelmiyordu. Irak’a komşu ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de Iraklıların çoğu bekleme halindeydi. Batı ülkelerinin kapıları kapaması yanında, Türkiye’de Avrupa dışından gelenlere iltica hakkı tanımaması ve sığınmacılara yönelik sosyal hizmetlerin sınırlı kalması Iraklıların bu ucu açık bekleme dönemlerinde sıkıntıları arttıran bir faktör oldu. 



Grafik-1: 2002-2006 Yılları Arasında Endüstrileşmiş Ülkelere Kabul Edilen Iraklıların Sayısı 
Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği 


Irak’ın komşu ülkelerindeki tabloya bakıldığında, 2003-2006 arasında bu ülkelere sığınmış çok az kişinin mülteci hakkı alabildiği görülür. 
2005’te BMMYK aracılığıyla Ürdün’den sadece 171, Suriye’den 133, Lübnan’dan ise 309 Iraklı üçüncü bir ülkeye yerleştirilmiştir. Aynı yıl, Türkiye’den başka bir ülkeye mülteci olarak yerleştirilen Iraklıların sayısı 33’tür.3 

Irak işgalinin ilk yıllarında, yani 2003-2006 arası dönemde işgal sonrası Irak’taki ortamın düzenli hale geleceğine dair beklentiler Irak’tan göç eden kişilerin yaptıkları iltica başvurularının dondurulmasına neden olmuştur. Irak’taki durumun sanıldığı gibi bir barış ve demokrasi ortamı olmadığı ancak 2006 yılında kabul edilmiştir. Şubat ayında Samarra’daki bir Şii camisine yapılan saldırı ve pek çok Iraklının ülkeden kaçmasına neden olan şiddet olayları Irak’ta güvensizlik ortamının her geçen gün kötüleştiğini ortaya koymaktaydı. 

1.3. 2007 Sonrası: Geç Gelişen Uluslararası Koruma Ve Değişen Politikalar 

     Şubat 2008’e gelindiğinde, 2003’ten beri Irak’ta bir milyonu aşkın kişi hayatını kaybetmiş4, ölen sivillerin sayısı da 100 bine yaklaşmıştı.5 
İstanbul’da görüşme yaptığımız kişiler tarafından, Irak’taki güvensizlik ortamının belli bir topluluğa has olmadığı, meselenin “genel bir düzensizlik sorunu” olduğunu ortaya koymaktadır. 

Şiddetin nedeni, yeri ve zamanı konusundaki muğlâklık, toplumda genel bir çözümsüzlük hissine yol açmaktadır. “Psikolojik kırılma” olarak adlandırılabilecek bu durum yüzünden, Irak’tan dışarı kaçışların son yıllarda daha da artması kaçınılmaz hale gelmiştir. 2009 yılında İstanbul’da görüştüğümüz Iraklı sığınmacıların sözlerinden de anlaşılacağı üzere, bu “psikolojik kırılma”yı kendilerinden daha önce ülkeden ayrılmış hemşerilerine kıyasla daha geç ama daha sert ve şiddetli bir şekilde yaşamışlardır: 

"Artık Irak’ta bir sürü grup var, kim kimdir bilmiyoruz. Doğrudan kafana silah dayıyorlar. Baasçılar da olabilir, mafya da, el Kaide de… Benim için kim olduğu değil, bu tehdidi almış olmam önemli. O silahı kafama dayadıkları andan itibaren her şey değişti, bütün hayatım ellerimin arasından kaydı gitti. (...) Pasaportumu 
aldım, kâğıtlarımı hazırladım ve 15 gün içinde ayrıldım ülkeden. O arada karımı, annemi ve çocuğumu tanıdığım güvenilir bir ailenin yanına yerleştirdim. Evi, eşyaları da olduğu gibi bıraktık... İki haftada bütün hayatımı geride bıraktım ve çıktım. "(40 yaşında, Iraklı Hıristiyan erkek, İstanbul’da görüşme 9.5.2009) 

"[Irak’tan Türkiye’ye göç kararını] bir haftadan daha kısa zamanda aldık. Yanımıza bir şey almadan geldik. Orada daha fazla kalamazdık. Kaldığımız takdirde öldürüleceğimizi biliyorduk.” ( 43 yaşında, Iraklı Sünni Arap kadın, İstanbul’da görüşme 12.11.2009) 

"Berber dükkânımın camını kırdılar. Ardından tehdit mektubu aldım. Mektupta burada kalmamam yönünde tehditler vardı. Ben de kızlarım adına korktuğum için ayrıldım. […] Benden sonra teyzem, annem ve kardeşim geldi." ( 40 yaşında, Iraklı Sünni Arap erkek, İstanbul’da görüşme 9.11.2009) 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder