20 Ekim 2019 Pazar

OSMANLI VE ARAPLAR., BÖLÜM 3

OSMANLI VE ARAPLAR., BÖLÜM 3


Prof. Tufan Buzpınar, Filistin'de Yahudi nüfus oluşturma aşamaları ile II. Abdülhamit'in politikalarını anlattı.
Aynur Erdoğan - Dünya Bülteni 

Prof. Dr. Tufan Buzpınar'la söyleşimizin ikinci bölümünde Filistin'de Yahudi nüfusun ve İsrail'in oluşturulma aşamalarını ve buna karşı II. Abdülhamit'in 
politikalarını konuştuk. Osmanlı Devleti'nin Filistin'de baş gösteren Yahudi sorununa karşı aldığı önlemlere ilişkin araştırmasının sonuçlarını Dünya Bülteni okurlarıyla paylaşan Buzpınar, Suriye açısından politik açılımı değerlendirdi. 

Ayrıca Türkiye'de tarihçilik disiplininin durumuna dair önemli tespit ve önerilerde bulunurken Ortadoğu tarihçiliğinin handikaplarını açıkladı. 

Aynur Erdoğan- Ortadoğuda nüfuz sahibi olmak isteyen İngilizlerin bölgede nüfuz ajanları olarak Protestanlığı desteklemesi gibi Yahudi göçünü de 
desteklediğini görüyoruz. II. Abdülhamit'in buna tepkisi ne oldu, buna karşı bölgede bir politika üretildi mi? 

Tufan Buzpınar- Bu, hem bizim tarihçiliğimizde hem dünya tarihçiliğinde önemli ama ciddi ilgiyi görmemiş bir husus. 
II. Abdülhamit'in Yahudi göçüne karşı çok erken tarihte bir cevap oluşturması ve bunu yönetim boyunca sürdürmesi söz konusu. 
Hakikaten üzerinde çalıştıkça görüyoruz ki Filistin'e Yahudi göçü meselesinde aslan payı İngilizlere ait. 
1840'lardaki çabaları bir tarafa 93 Harbi sonrasında da ilk somut teklifi Laurance Oliphant isimli bir İngiliz yapıyor ve 1879 tarihli bu teklifin belgeleri 
bizim arşivimizden çıkıyor. 1880 yılında bugünkü bakanlar kurulu mesabesindeki Meclis-i Vükela'dan cevap çıkıyor. 
O zaman Oliphant, Yahudileri yerleştirmek için Beka Vadisinde geniş bir arazi istiyor. 

Teklife göre Yahudilerin yerleştirilmesinden sorumlu olacak bir de şirket kurulacak ve bu şirket arazi karşılığında Osmanlı Devletine çok büyük bir meblağ ödeyecek. 

Satın alma yolunu seçmiş olmaları ilginç… 

Osmanlı Rus savaşındaki yenilgi o kadar ağır ki Osmanlı maliyesi 1875'te iflas etmiş, henüz uluslar arası alacaklılarıyla bir anlaşma sağlayamamış. 
Bir de bunun Ruslara savaş tazminatı vermek zorunda kalmış. Savaş sonrasında yükü çok artmış. Yüz binlerce mülteciyi yerleştirmek zorunda kalmış. 
Normalde zor olan bu durum bu koşullarda Osmanlı için çok daha zor hale gelmiş. 

Bu teklifi yapan İngilizlere göre, bu kadar zayıf haldeyken Osmanlı Devleti teklifteki nakit desteğiyle Filistin'e Yahudi göçüne müsaade eder kanaati hakim. 

Osmanlının tepkisi ne oluyor? 

Aslında teklif verildiğinde Osmanlı Devleti önce gündeme bile almıyor. Fakat İngiliz ve Amerikan büyükelçileri devreye girince konuyu değerlendiriyorlar 
ve Mayıs 1880'de Abdülhamit döneminin içeriği itibarıyla tamamında geçerli olacak bir şekilde bu teklife "hayır" diyorlar. 
Filistin'e Yahudi göçüne müsaade etmiyorlar. 

OSMANLI YAHUDİLERİN FİLİSTİN'E YERLEŞMELERİNE KARŞI 

Göçe tamamen mi hayır diyorlar, Filistin'e yerleşmelerine mi? 

Yahudilerin Osmanlıya göçleri kabul ediliyor. Çünkü buna hayır demek kolay bir şey değil. 
Zira Ruslar 1877-78 savaşı sırasında Müslüman kıyımının yanı sıra Yahudi kıyımı da gerçekleştiriyorlar. 
Balkanlardaki Yahudi köylerinin bir kısmını yerle bir ediyorlar. Aynı zamanda Rusya'da ve Polonya'da Yahudilere karşı çok ciddi bir baskı uygulanıyor ve çok sayıda Yahudi yurtlarını terk etmek zorunda kalıyor. Bunların bir kısmı Amerika'ya gidiyor. Ama bir kısmı hem yakınlığı sebebiyle hem Filistin'in 
Osmanlı Devletinde olması hasebiyle hem de Osmanlı Devletindeki Yahudilerin özgür olduklarını bildikleri için Osmanlı Devletine müracaat ediyorlar. Böyle olunca Yahudiler de Müslüman göçmenlerle birlikte Osmanlı topraklarına geliyorlar. Zaten Osmanlı Devletinin Ehl-i Kitaptan bu durumda kalmış 
bir topluluğa hayır demesi söz konusu olamaz. Ama Filistin'e yerleştirildiklerinde ortaya çıkaracakları problemi öngörebiliyorlar. Orada zaten hassas bir denge oluşmuş. Hem Mehmet Ali Paşa hem Avrupa'nın nüfuz mücadelesi bu dengeyi epeyce bozmuş. Osmanlı daha da bozulmasını istemiyor. 

Nasıl bir çözüm bulunuyor? 

Bir taraftan Yahudilere yardım etmek gerekiyor. Bir taraftan da onları talep ettikleri bölgeye göndermemek gerekiyor. Osmanlı Devleti diyor ki; Yahudilerin içinde bulundukları zor şartları biliyoruz. Onları Osmanlı Devletine kabul etmeye hazırız. Ama onların nerelere yerleşeceklerini biz kararlaştıracağız. Özellikle Anadolu'ya ve Rumeli'ye yerleştirilmelerinde hiçbir mahzur görmüyoruz. 

Hatta Anadolu'ya yerleşirlerse 12 yıl her türlü mükellefiyetten muaf tutulacaklar ve 20 yıl araziyi kullandıklarında o arazi kendilerine verilecek. Eğer beğenmez, aşinalıkları olmadığı için Anadolu'ya yerleşmek istemezlerse Rumeli'ye geçsinler. Edirne'de, Selanik'te zaten önemli bir Yahudi nüfusu var. 

Bu bölgeye yerleşirlerse de 6 yıl her türlü mükellefiyetten muaf tutulacaklar. Çünkü mukayeseli olarak bakıldığında Anadolu'ya göre Rumeli daha gelişmiş. Hatta bunun için yeni bir düzenlemeye gerek de yok. Osmanlı göç yönetmeliği buna uygun. 

Nasıl karşılanıyor bu çözüm? 

Bu, Osmanlının konumunu güçlendirirken İngiliz ve Amerika büyükelçilerini de susturuyor. 
Çünkü Osmanlı Yahudi göçüne hayır demiyor. Filistin'e yerleştirmelerine izin vermiyor. 
Fakat Yahudiler Filistin'de ısrar ediyorlar. 

ABDÜLHAMİT: HÜKÜMET İÇİNDE HÜKÜMET OLUR 

İstanbul yönetimi tehlikenin farkında demek ki… 

Evet. 1880'deki cevap çok ilginç. Diyorlar ki, bu sizin teklifiniz "hükümet içinde hükümet" demek olacağından çok ciddi zararlar doğurur. Yani ileride bunun bağımsız siyasi bir üniteye dönüşeceğini fark ediyorlar. Fakat fiili durum şöyle gelişiyor: bir taraftan Abdülhamit İngilizlerin ve bazen Avrupalı diğer güçlerin de desteğini sağlayan Yahudi göçüne hayır diyor ama bir taraftan da Yahudilerin bölgeye girişini tamamen yasaklayamıyor. Çünkü haccetmek istiyorlar. Bunun için de bölgeye girmeleri gerekiyor. Bu sebeple kısıtlamalar getiriliyor. Pasaportlarına el koyarak mürur tezkeresi denen bir belge veriyorlar. Veya kendilerinden sorumlu konsoloslarla sıkı iletişim kurarak bunların çıkışını 
sağlamaya çalışıyorlar. Bölgedeki liman görevlilerine, Kudüs mutasarrıflığına, kaymakama direktifler vererek illegal Yahudi göçünü engellemeye çalışıyorlar. 

ABDÜLHAMİT DÖNEMİNDE 30 YAHUDİ KÖYÜ KURULUYOR 

Filistin'e göç engellenebiliyor mu? 

Abdülhamit yönetiminin sonunda, 1909'a gelindiğinde, bölgede 30 civarında köy kuracak kadar 20 bin ila 30 bin arasında bir Yahudi göçünün gerçekleştiği ifade ediliyor. Tabii gayrikanunî bir göçten bahsettiğimiz için net ve güvenilir rakamlardan bahsetmek mümkün görünmüyor. 
Bir de Osmanlı döneminde göç eden Yahudi sayısı bir polemik konusu olduğu için güvenilmez rakamlar çok. 

Yasağa rağmen ve devletin bu yasakta ısrarına rağmen nasıl gerçekleşti? 

Bu konudaki araştırmalarımız devam ediyor ama öne çıkan ipuçlarını paylaşayım. Bir tanesi, kapitülasyonlar. Diyelim ki İngiltere, Avusturya, Rusya, Fransa… vatandaşı bir Yahudinin bölgeye illegal olarak girdiği tespit edildiğinde ona sahip çıkan devletler olduğu için bu konuda çok büyük mesafe alınamıyor. İkincisi, kanunsuz girişler. Yafa'dan başlayıp Lazkiye'ye kadar uzanan uzun bir 
sahil var. Diyelim ki, kaçak gelen Yahudiler Yafa'dan giremezse Hayfa'ya çıkıyorlar. 
Hayfa'dan giremezse Akka'ya çıkıyorlar. Akka'dan giremezse Beyrut'a geliyorlar. 
Bir şekilde o bölgelerin birinden içeri giriyorlar. Girdikten sonra da onu yakalayarak izinsiz girdi diye sınır dışı etme şansı yok. 

Modern bir yapılanma da yok o dönemde… 

Şöyle düşünün; bugün İsrail'in Filistinlilere karşı ne kadar sert ve acımasız tedbirler uyguladığını görüyorsunuz. Güvenlik için çok yüksek duvar ördüğünü de görüyorsunuz. Buna rağmen geçişleri engelleyebiliyor mu? O bölgede bırakın 19. yüzyılın son çeyreğinde güvenlik önlemlerinin etkisizliğini bugün de geçişleri engelleyemiyorlar. Bölgenin arazi yapısı da buna müsaade etmiyor. İçeri girdikten sonra da yakalayıp çıkarmak çok zor. Ancak önlemler artırılmaya çalışılıyor. 

Kabul etmek gerekir ki, kaymakam, mutasarrıf düzeyinde değil ama memur düzeyinde bölgedeki bazı Osmanlı mali görevlilerinin işin vahametini anlamadıkları için limanlara gelen Yahudileri izinsiz olarak içeri aldıklarını görüyoruz. Ne kadar rüşvet döndüğü veya dönmediğini tespit etme şansımız yok. 

Bir de Rothschild ailesi gibi bölgede bataklık arazileri kurutarak tarıma elverişli hale getirmek için izin almış aileler mevcut. Bunlar diyelim ki, yüz aile için izin alıyorlar ama üç yüz aile getiriyorlar. 
Bu şekilde meşru-gayrimeşru birkaç kalem eklendiğinde bölgedeki Yahudi sayısı 30 yıl içerisinde epeyce artıyor. 

BİR YILDA BÜTÜN OSMANLI DÖNEMİNDEKİ KADAR YAHUDİ GÖÇÜ 

Daha o zamandan nüfus yoğunluğunu oluşturuyorlar mı? 

Hayır. Bu dönemde gerçekleşen gayrikanunî göçlerle oluşan Yahudi nüfusu bir devletin tabanını oluşturacak seviyede kesinlikle değil. 1917 Kasımında, biliyorsunuz, İngilizler meşhur Balfour Deklarasyonuyla savaş daha sona ermeden bölgede bir Yahudi devleti kurmayı desteklediklerini açıklıyorlar. Bir ay sonra Osmanlı Devleti Filistin'de yenilerek Kuzeye çekiliyor ve bölge fiilen 
İngilizlerin yönetimine giriyor. 1920'ye kadar askeri yönetimde, 1920'den 1948'e kadar da sivil manda yönetiminde kalıyor. Yukarıda bahsettiğimiz nüfus savaş sırasında azalıyor. Çünkü savaş sırasında Yahudilerin bir kısmı Osmanlıdan çekindikleri ve cezalandırılacaklarını düşündükleri için bölgeyi terk ediyorlar. Dolayısıyla savaş öncesi bu rakam belki 30-40 bine çıkmışsa savaş sırasında 
tekrar 20 binlere iniyor. Bir kısmı zaten gönüllü olarak İngiliz askeri birliklerine katılarak Osmanlıya karşı savaşıyor. Ama savaş sonrasında İngilizler manda yönetimiyle yönetimi ele aldıklarında bölgede dört idari birim kuruyorlar. Bunlardan biri Hıristiyan-Müslüman Araplara, bir tanesi bölge Yahudilerine, 
bir tanesi Dünya Siyonist Örgütlerine, bir tanesi de İngilizlere ait. İngilizler de Yahudilere çalışıyor. 
Yani oluşan yönetimin yüzde yetmiş beş söz ağırlığı Yahudilerin, yüzde yirmi beşi de Arapların elinde oluyor. Bunlar resmi göç politikası oluşturuyorlar. 
Bazı dönemlerde sadece bir yılda 25 ila 30 bin arasında değişen Yahudi yerleştiriyorlar. Hatta bazı yıllarda 40 bine ulaştığı söyleniyor. Yani bir yılda 
bütün Osmanlı döneminde yerleşen Yahudi kadar Yahudi yerleştiriyorlar. Bu sayı 1940'lara gelindiğinde artık 500 bine yaklaştığı için devlet kurabilecekleri kanaatine varıyorlar. 

"YAHUDİLER BİR GÜN ORADA İSTEDİKLERİNİ ELDE EDECEKLER" 

Abdülhamit Yahudilerin devlet kurabileceklerini anlamış mıydı? 

Abdülhamit'in Filistin politikası çok net, istikrarlı ve zikzaksızdı. Ama yapabileceği kadar engelliyor. 
O da aslında akıbetin ne olacağını tahmin ediyor. Çünkü tahttan indirildikten sonra hususi doktoruna "Yahudiler bir gün orada istediklerini elde edecekler" diyor. Tabii, Abdülhamit'in öldüğü Şubat 1918'e kadar oradaki gidişat epeyce belli olmuştu. Aralık 1917'de Osmanlı Filistin'den çekildi. 
Dolayısıyla Abdülhamit Yahudilerin orada bir gün siyasi bağımsızlıklarını kazanacaklarını tahmin edebiliyor. 

II. ABDÜLHAMİT KAYSER II. WİLHELM'E RET CEVABI VERİYOR 

Herzl Osmanlı nezdinde siyasi bir girişimde bulunuyor mu? 

Evet. Arada çok önemli gelişmeler oluyor. 1880'de daha Siyonizm yani Yahudi milliyetçiliği yok. 
1882'de birinci büyük dalga Yahudi göçü oluyor. Rusların ve Polonyalıların zulmünden kaçan Yahudiler canlarını kurtarmak için kendilerini dışarıya atıyorlar. Bunların önemli bir kısmı Amerika'ya ve diğer Batı ülkelerine gidiyor ama yine önemli bir kısmı da Osmanlı Devletine müracaat ediyor. 
Osmanlı Devleti de biraz söylediğimiz kurallar çerçevesinde bunları yerleştirmeye çalışıyor ama bunların bir kısmı farklı yollarla Filistin'e gidiyorlar. 1890'larda Siyonizm doğduğunda, Yahudi milliyetçiliği gelişip de her yıl Theodor Herzl başkanlığında Siyonist Kongreyi toplamaya başladıklarında ve 1896'da Yahudi Devleti adlı kitabını yayınladığında artık Yahudilerin niyetinin gizli 
saklı hiçbir yönü kalmıyor. Filistin'de Yahudi devleti kurmak için var güçleriyle çalışacakları ortaya çıkıyor. 
Bu projeye büyük devletlerin desteğini almak için de yoğun çaba sarf ediyorlar. Herzl'in faaliyetleri arasında bu da var. Hatta 1898'de Kayser II. Wilhelm İstanbul'a geldiğinde Herzl Kayseri bu projeye destek vermek üzere ikna ediyor. 
"Sultan II. Abdülhamit'le görüştüğünüzde bu konuyu gündeme getirin ve Filistin'e Yahudi göçü için destek alın" diyor. Wilhelm de kabul ediyor. Sultanla görüştükten sonra Wilhelm Herzl'e hiç yüz vermiyor. İstanbul'da görüşmeler tamamlanıyor, buradan Kudüs'e geçiliyor ama durum değişmiyor. 
Birkaç gün hiç görüşme kabul etmiyor. Herzl çıldırmak üzere. Kudüs'te de görüşmeyince danışmanlarından birine soruyor. Onun dediğine göre, içeride konu açıldığında Abdülhamit o kadar net bir tavır koyuyor ki, artık Kayser bu konuyu görüşmek istemiyor. 

Almanya'yı karşısına almayı göze alıyor? 

O zaman Osmanlı Devletiyle Almanya'nın ilişkilerinin geliştirilmesi çok önemli. Çünkü İngilizlerle ilişkiler mesafeleşmiş, Fransızlarla, Ruslarla belli problemler yaşanıyor. Almanya 1882'den itibaren giderek Osmanlı ordusunu modernize ediyor ve Osmanlı Alman ilişkileri gelişmiş vaziyette. 

Almanya'yla ilişkilerin kötüleşmesi Osmanlı Devleti'nin alabileceği bir risk değil. 
Bu haldeyken Kayser konuyu açtığında Abdülhamit çok kesin ve net tavır koyuyor. Kayser ne konuşulduğunu açıklamıyor ama tavırlarından bunu anlıyoruz. 

İSRAİL AĞLAMA DUVARI MEYDANINI GENİŞLETİYOR 

Yakın zamanda Kudüs'e giderek olup biteni yakından gördünüz. İsrail'in Mescidi Aksa'da yaptığı kazı haberleri geliyor. Sizce İsrail Kudüs'te ne yapmaya çalışıyor? 

Bizim gittiğimizde gördüğümüz kazılar Harem-i Şerif'in altında yapılan kazılar değildi. 
Haremi Şerif'in altında da yapıldığı söyleniyor ama onlarla ilgili bizim müşahedeye dayalı bilgimiz yok. 
Bizim incelediğimiz ve sonunda rapora konu olan kazılar Mağrib rampasında ve Haremi Şerif'in dışında. 
Memluklular, Eyyubiler, Osmanlılar döneminden bazı kalıntıların olduğu küçük bir alan. Sağ tarafında arkeolojik park, sol tarafında Ağlama Duvarı Meydanı var. Bizatihi o kazılar Haremi Şerif'in duvarına veya içine zarar vermiyor. Fakat bence oradaki problem Mağrib rampasında yapılan kazı değil. 

Sorun ne peki? 

Fotoğrafın bütününe baktığınızda Müslümanları tedirgin edecek çok ciddi gelişmeler olmuş. İsrail bu konuda güven vermiyor. Bir iki cümleyle açmak gerekirse; mesela Ağlama Duvarı önündeki bugün meydan olarak kullanılan yer 1967 savaşından önce meskun bir mahalleydi. Savaş sırasında kasten 
bombalanıyor ve sonra dozerlerle düzlenerek meydana çevriliyor. 
Orayı Yahudilerin ibadet ihtiyaçlarını karşılamak için yaptıklarını söylüyorlar. Sağ taraftaki arkeolojik park olarak belirledikleri yerde arkeolojik kazı yapıyoruz diye İslami döneme ait bütün eserleri yok etmişler. Bölgenin kimliği kaybolmuş. Ortada Mağrib Rampası denen küçücük bir yer kalmış. Orada da kazı yapıyorlar. 
Müslümanlarda haklı olarak İsrail burayı da Ağlama Duvarı Meydanına katmak istiyor endişesi var. 
Bence de satır aralarında okunan durum bu. Çünkü İsrailli yetkililer zaman zaman bu meydanın Yahudilere yetersiz geldiğini, rampanın hemen solunda kalan hanımlara ait yerde sıkışıklık meydana geldiğini ve alanı genişletmeye ihtiyaç olduğunu söylüyorlar. 

Alanı meydana katma düşüncesi olabilir mi? 

Bu kadar tepki olmasaydı muhtemelen olabilirdi. Bunun yanında biliyorsunuz, Mescid-i Aksa 1969'da bir defa yakıldı, yine fanatik Yahudiler Mescid-i Aksa'ya girmeye çalıştılar. Resmi, gayri resmi makamlar sürekli Süleyman mabedinin yerinin Kubbetü's-Sahra'nın yeri olduğunu söylüyor. Maketler yaparak, 
dışarıda kartpostallar üreterek bunu toplumsal hafızaya yerleştiriyorlar. Yani İsrail'in hem geçmişte hem günümüzde Harem-i Şerifle ilgili güvenlik zaafları, bir de yaptığı kazılarla Müslümanların mirasına çok net zarar veren politikaları Müslümanların İsrail'e güvenini engelliyor. Diğer anlamda sicili kabarık 
oluyor. Böyle olunca İsrailliler orada ne yaparsa bunun Müslümanların aleyhine olacağı izlenimini oluşturuyor ve bu durum tabii ki, çok büyük bir tepki doğuruyor. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder