BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE., BÖLÜM 8
2012 yılının Ocak-Şubat döneminde Arap Birliği tarafından BM’ye taşınan Suriye krizinin küresel bir anlaşmazlığa dönüştüğü anlaşılmış, Türkiye bu süreçte Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiği yönündeki yaklaşımını sürdürmüştür.
Esed iktidarı da rejime bağlı güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirilen eylemlerde Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında Türkiye’yi de suçlamaya başlamıştır. Türkiye’nin muhalefet hareketiyle sürdürdüğü temaslara karşılık Esed rejiminin bu dönemde PKK/KCK terör örgütü lideriyle irtibat kurduğu ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/KCK güdümündeki PYD’ye serbestlik tanıdığı yönündeki haberler basına yansımaya başlamıştır.
Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-4 tipi savaş uçağı, 22 Haziran 2012 tarihinde Malatya’dan havalandıktan sonra Akdeniz üzerinde uluslararası hava
sahasında Esed rejimine bağlı kuvvetler tarafından düşürülmüştür. Keşif amacıyla silahsız uçan uçağın uluslararası hava sahasında düşürülmesi ve iki Türk pilotun şehit olmasını müteakip Türkiye, Suriye’ye karşı “angajman” kurallarını değiştirmiş, Türk kara ve hava sahasına yaklaşan Suriyeli unsurların hedef alınacağını beyan etmiştir.
Bu dönemde Türkiye, krizin iç savaş halini almasıyla büyüyen sığınmacılar sorununa karşı Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulabileceği yönündeki
kanaatini NATO’nun ve BM’nin gündemine taşımış, batılı müttefiklerinden bu konuda destek talep etmiştir. Tampon bölge önerisi Fransa tarafından
desteklenirken, ABD öneriye temkinli yaklaşmış, Rusya ise böyle bir uygulamaya karşı çıkmıştır.
Suriye ordusuna ait topçu birliklerinden 3 Ekim 2012 tarihinde atılan top mermilerinin Türkiye sınırları içinde Akçakale’ye düşmesi neticesinde 5 Türk
vatandaşı hayatını kaybetmiş ve 10 kişi yaralanmıştır. Uçak krizinden farklı olarak bu saldırılara misli ile mukabele edilmiş, atışın yapıldığı noktalardaki
hedefler Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Şam’ın kaza olduğunu iddia ettiği ancak tekrar etmeye devam eden saldırıların ardından
Türkiye, Suriye’ye karşı caydırıcı olmak maksadıyla Meclis’te hükümete bir yıl süre ile yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere kararını almıştır.
Türkiye bu dönemde Suriye kaynaklı tehditlere karşı ayrıca NATO’dan savunma amaçlı Patriot füze sistemi talep etmiştir. Türkiye’nin talebinin kabul
edilmesiyle gönderilen Patriot hava savunma sistemi Suriye sınırına konuşlandırılmıştır.
Suriye krizi, sınırdaki yerleşim merkezlerine düşen top mermilerinin yanında Türkiye’de terör eylemlerine de yol açmaya başlamıştır. Daha önce sınır kapılarında meydana gelen bombalı saldırılardan sonra Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 tarihinde düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıda 51 kişi
ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. Saldırıda 452 işyeri, 293 konut, 62 araç ve 11 kamu binası patlamadan dolayı hasar görmüştür.
Esed rejiminin, protesto yürüyüşü yapan Suriye vatandaşlarına ateş açmasıyla derinleşen ve muhalefetin silahlanmasıyla iç savaşa dönüşen kriz Türkiye’yi
doğrudan etkilemektedir. Sığınmacılar sorunu, Esed rejiminin PKK/KCK terör örgütüne sağladığı himaye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ayrılıkçı eğilimler
ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin kesintiye uğraması Suriye’deki krizin Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Türkiye-İran-Irak hattındaki
gelişmeler de krizin dolaylı etkileri olarak değerlendirilebilir.
Suriye krizi Türkiye’nin güneyinde bir sığınmacı sorununu beraberinde getirmiştir. Çatışmadan kaçan Suriye vatandaşları komşu ülkeler Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a sığınmaktadır. Hâlihazırda bu dört ülkeye giriş yapmış olan 2 milyon civarında Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye’ye giriş yapan
sığınmacı sayısı ise Ankara’nın psikolojik sınır olarak tespit ettiği 100 bini aşmış ve katlanarak artmıştır. Türkiye hukuki ve ahlaki açıdan doğru olanı
yaparak güney komşusundaki iç savaştan kaçan Suriyelileri kabul etmeye devam etmektedir. Ancak sığınmacılar meselesi Türkiye’de ciddi bir mali külfete
yol açtığı gibi özellikle Suriye sınırına yakın illerde güvenlik sorununa dönüşebilmektedir. Suriye’deki çatışmaların uzaması halinde, sığınmacıların
Türkiye’ye maliyeti önemli ölçüde artabilir ve sığınmacıların barındığı bölgelerin güvenliği problemli hale gelebilir.
Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacı sayısı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) 22 Temmuz 2013 tarihli verilerine göre 500 bini aşmış
durumdadır. Türkiye’deki sığınmacılar Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Osmaniye ve Adıyaman’da yer alan çadırkent ve konteynerkentlerde barındırılmaktadır. Çadırkent ve konteynerkentler dışında Türkiye’deki çeşitli hastanelerde refakatçi, hasta ve yaralı olarak 100’lerce Suriye vatandaşı bulunduğu bilinmektedir.34
Suriyeli sığınmacı sayısı resmi kaynaklarca 500 bini aşkın olarak tespit edilse de yapılan tahminlere göre Türkiye’de resmi ve gayri resmi olarak Esed rejiminden
kaçan yaklaşık 600 bin civarında sığınmacı bulunmaktadır. Suriyeli sığınmacıların büyük bölümü çadırkent veya konteynerkent kurulan 7 ilde barındırılırken
bir bölümü de Türkiye’nin çeşitli bölgelerine kendi imkânlarıyla yerleşmiştir. Bu durum muvacehesinde Türkiye, topraklarına daha fazla sığınmacı
girişini önlemek için NATO’nun ve BM’nin gündemine taşıdığı tampon bölge talebini kararlılıkla dile getirmeye devam etmeli, Suriyelilere üçüncü
ülkelerde mülteci statüsünün verilmesi için çaba sarf etmelidir.
Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar ülke ekonomisine ciddi bir yük oluşturmaktadır. Türkiye AFAD koordinasyonuyla sığınmacıların insani yardım
ihtiyaçlarını karşılamakta, sığınmacılara barınma, yiyecek, sağlık, güvenlik, eğitim, haberleşme ve bankacılık hizmetleri sunmaktadır. Sığınmacı sayısındaki
artış dikkate alındığında, Suriyeli sığınmacılar meselesinin Türkiye’ye getirdiği mali yükün giderek artacağı değerlendirilebilir. Çadırkentlerin bulunduğu
sınır illerine Suriye’den kaçak yollarla sokulan ürünler ise yerli esnafı olumsuz etkilemektedir. Türkiye bu nedenle sığınmacıların barındırıldığı
illerin sınırlarını daha sıkı denetlemelidir.
Suriyeli Sığınmacılar Meselesi, Türkiye’de çadırkent ve konteynerkentlerin yer aldığı bölgelerde güvenlik riskleri doğurmuştur. Sığınmacıların kaldığı
kamplardaki hadiseler bu risklere işaret etmektedir. 27 Ekim 2012 tarihinde Kahramanmaraş’ta Suriyelilerin kaldığı çadırkentte giyim yardımlarının kendilerine ulaştırılmadığını iddia eden sığınmacılar ile görevliler arasında çıkan tartışma 2’si polis 3 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır. Kamplar içinde
adi suçlarla mücadele ve asayişin sağlanması Türkiye için önemli bir sorundur. Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için kurulan kampları sıkı şekilde denetleyebilmeli,
silahlı muhaliflerin kamplara giriş yapmasına izin verilmemelidir. Kamplara yerleşen Suriye vatandaşlarının kimlikleri daha sıkı denetlenmeli,
Esed rejimine bağlı istihbarat görevlilerinin kamplara sızmasının önüne geçilmelidir.
Suriye’deki iç savaş PKK/KCK terör örgütüne ciddi bir dış destek doğurmuştur. Suriye’nin kuzeyindeki otorite boşluğu ve Esed rejiminin Türkiye’ye
karşı örgüte destek vermeye yönelmesi PKK/KCK’ya bölgede hareket alanı sağlamıştır. Esed rejimi terör örgütünü ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki
Kürtlerin muhalefete katılmasını engellemek maksadıyla kullanmakta, bu doğrultuda örgüte silah ve mühimmat tedarik etmektedir. PKK/KCK da Esed
rejiminin sağladığı himaye ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda PYD ile birlikte varlık göstermekte, militan kaynağını Suriyeli Kürtlerden temin etmeye
çalışmaktadır. Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan hedefleyen terör örgütü, PYD üzerinden bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik
etmekte, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda kendi güdümünde ilk etapta özerk bir yönetim tesis etmeye çalışmaktadır. Bu açıdan terör örgütünün
Suriye’de PYD adı altındaki faaliyetlerinin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturduğu değerlendirilmektedir.
Esed rejimi, PKK/KCK’yı destekleyerek ve ülkenin kuzeyinde terör örgütü güdümündeki Kürt oluşumuna müsaade ederek Suriye muhalefetine ev sahipliği
yapan Türkiye’ye misillemede bulunmaya teşebbüs etmiştir. Beşşar Esed yönetiminin bölgedeki Kürt meselesini Türkiye’ye zarar verecek biçimde
yönlendirdiği yönünde yayınlar yapılmaktadır. Esed rejimi, Suriye Kürtleri üzerinden Türk-Kürt veya Kürt-Kürt (Barzani-PKK&PYD) çatışması çıkarmak
suretiyle Kürt sorununun bölgede farklı bir krize dönüşmesi doğrultusunda hareket edebilir. Nitekim Suriye Kürtlerindeki ayrılıkçı eğilim diğer
taraftan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni harekete geçirmiş, Barzani Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında Suriye Kürtlerini birleştirmeye teşebbüs
etmiştir. Barzani’nin girişimi Ankara’yı harekete geçirmiş, 1 Ağustos 2012 tarihinde Davutoğlu beraberindeki heyetle Erbil’i ziyaret ederek Barzani
ile görüşmüş, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumunun olası sonuçlarını ve Türkiye’nin hassasiyetlerini bildirmiştir.35
Suriye’deki kriz iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri durma noktasına getirmiştir. 2009’da Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin tesisiyle
birçok alanda işbirliğine giden, karşılıklı vizeleri kaldıran iki ülkenin36 kriz öncesindeki ikili ticaret hacmi hızlı bir büyüme trendi yakalamıştı.37 Suriye’deki
krizle birlikte Türkiye’nin bölgede başlattığı ekonomik bütünleşme süreci akim kalmış, iki ülke arasındaki ticari bağlar ciddi ölçüde zarar görmüştür.
Türkiye’nin Arap dünyasına açılmasına imkân tanıyan Suriye’deki kara yolları kriz nedeniyle kapanmıştır. Suriye topraklarından geçen kara yollarının
kapanması Türkiye’nin Arap dünyasıyla yürüttüğü ticarete zarar vermiştir.
Sığınmacılar meselesi, PKK/KCK terör örgütü sorunu ve Suriye’nin kuzeyindeki ayrılıkçı eğilimler, ikili ekonomik ilişkilerin asgari düzeye inmesi krizin
Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Doğrudan etkilere ilave olarak Ankara’nın Tahran ve Bağdat’la olan ilişkilerindeki gelişmeler krizin
Türkiye’yi dolaylı olarak da etkilediğine işaret etmektedir. Türkiye’nin Esed rejimine karşı muhalefet hareketini desteklemesi, bölgesel stratejisini Esed
iktidarının ayakta kalmasına bağlayan İran’la ilişkileri olumsuz etkilemiştir.
İranlı bazı üst düzey yetkililerin bu süreçte Türkiye’ye yönelik tehdit içerikli açıklamaları dikkat çekmiştir.
İran’ın, Suriye krizindeki tutumuna karşılık Türkiye’ye tepkisel bir duruş sergilediği ve PKK/KCK terör örgütünü tekrar desteklemeye başladığı yönünde
haber ve yorumlar yayımlanmaktadır. İranlı istihbarat görevlilerinin Türkiye’deki askeri tesisler hakkında bilgi topladığı tespit edilmiş, bu bilgileri terör
örgütüyle paylaştığına yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. İran’ın sınır karakollarından bazılarını geçici olarak PKK/KCK’ya tahsis ettiği ve terör
örgütü militanlarının İran sınırından Türkiye’ye girerek eylem yapmalarına imkân sağladığı basına yansımıştır. İran’ın etkisiyle Irak’taki Maliki iktidarının
da aynı dönemde Tarık Haşimi’nin Türkiye’ye sığınmasını gerekçe göstererek Ankara karşıtı politikalar izlemeye başladığı gözlemlenmiştir. Maliki
iktidarının Türkiye ile ilişkilere zarar verebilecek girişimlerde bulunduğu, Türkiye’nin PKK/KCK terör örgütüyle mücadelesini zorlaştırabilecek adımlar
atabileceği değerlendirilmektedir.
Bölgesel bir güç olması ve coğrafi yakınlığından ötürü Türkiye’nin Suriye krizine ilgi göstermesi doğaldır. Bununla birlikte Orta Doğu sorunlarının çözüm
sürecine müdahil olan aktörleri sorunun parçası haline getirme özelliği sürekli hatırda tutulmalıdır. Türkiye, Suriye’deki krizin Tunus, Mısır, Libya ve
Yemen’de iktidarın değişmesi ile sonuçlanan süreçlerden farklı seyredebileceğini öngörememiş, krizde sorunun tarafı haline gelmeye başlamıştır. Ankara,
iç dinamikleri bakımından iktidarı değişen Arap ülkelerinden belirgin ölçüde ayrılan Suriye’deki krizin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini
değerlendirememiştir.
Türkiye-Suriye ilişkilerindeki kopuş, Türk dış politikasında tatbik edilmeye çalışılan “sıfır sorun” politikasının Orta Doğu gibi bir bölgede oldukça zor
olduğunu göstermiştir. Nitekim Ankara’nın Esed rejimine karşı tavır alması neticesinde İran ve Irak’la ilişkilerde de problemler belirmeye başlamış,
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle sorunsuz ilişkiler hedefi çarpıcı biçimde sekteye uğramıştır.
Türkiye, BM kararıyla Suriye sınırları içinde kurulacak tampon bölge fikrini desteklemeye devam etmelidir. Suriye’de kuzeyden 25 km derinlikte doğu-
batı doğrultusunda kurulacak bir tampon bölge, yerlerini terk etmek zorunda kalan vatandaşların ülke dışına çıkmadan güvenli bölgeye geçmesine imkân
tanıyacak, Türkiye’nin sığınmacılar sorununa çözüm konusunda yardımcı olabilecektir.
Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar dikkate alınarak Türkiye’nin orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki
yetersizliğinin giderilmesi için Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilerek Türkiye topraklarında konuşlandırılması isabetli bir hareket tarzıdır. Patriotlar
sayesinde caydırıcılık sağlanabilir ve fiili bir saldırı durumunda vahim sonuçların ortaya çıkması engellenebilir.
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (BİLGESAM), uçak krizinin ardından yaptığı “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış”
başlıklı anket çalışmasındaki sonuçlar dikkate değerdir. Ankette “Türkiye Suriye’deki muhalif gruplara destek olmalı mıdır, olmamalı mıdır?” sorusuna
ise katılımcıların %59,1’i “destek olmamalıdır” şeklinde cevap verirken, %40,9’luk bir oran “desteklenmelidir” cevabını tercih etmiştir. “Türk uçağı
nın düşürülmesi olayında Türkiye’nin tavrı ne olmalıydı?” sorusuna verilen cevaplarda “Türkiye’nin mevcut tavrı doğrudur” seçeneği %46,4 oranında
işaretlenirken “Türkiye, NATO desteğini alarak müdahalede bulunmalıydı” cevabı %18,3 oranında desteklenmiştir. Anketteki “Hükümetin Suriye politikasını
nasıl buluyorsunuz?” sorusuna katılımcıların %45’i “doğru buluyorum” şeklinde cevap verirken %55’i “yanlış buluyorum” seçeneğini tercih
etmiştir.38 Suriye krizindeki olaylar ve anket verileri dikkate alındığında Türkiye’nin sıcak savaştan kaçınmasının ve saldırılara misli ile mukabele etmesinin en makul seçenek olduğu değerlendirilmektedir.
Türkiye’nin sonuçlarından doğrudan etkilendiği Suriye krizi karşısında tamamen kayıtsız kalması mümkün değildir. Ancak Ankara’nın krizin çözümüne
katkı sağlama hedefiyle, sürece imkân ve kabiliyetlerini aşabilecek düzeyde sorumluluklar üstlenerek dâhil olması da akılcı değildir. Krize askeri açıdan
daha çok dâhil olması durumunda Türkiye, Suriye meselesinde sorunun belirgin bir tarafı haline gelecektir. Türkiye Suriye krizinde Esed rejimine karşı
silahlı çatışmaya girerse, hem yerelde hem de bölgesel ve küresel düzeyde bir çatışma hattına dâhil olacak, İran’la karşı karşıya kalacağı gibi Rusya ve
Çin’le olan iyi ilişkiler de zarar görebilecektir.
Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini takip etmeli ancak Suriye Kürtlerini karşısına almamalıdır. Ankara, Suriye’deki Kürtleri
kendi tarafına çekmeli, kriz döneminde Kürtlerde ortaya çıkan kaygıları giderebilecek şekilde hareket etmelidir. Türkiye, Suriye Devrimi ve Muhalefet
Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun temsil niteliğinin geliştirilmesine dönük girişimleri desteklemeli, başta Kürtler olmak üzere Suriye’deki diğer tüm unsurların
muhalefet cephesinde temsil edilmesini sağlamalıdır. Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesi yönünde irade göstermelidir.
Türkiye krize müdahalede insani boyutu ön planda tutmalı, muhtemel bir uluslararası koalisyonda silahlı çatışmadan ziyade insani yardım ve lojistik noktasında devreye girmelidir. Türkiye, dikkat ve enerjisini Esed sonrası Suriye’nin yeniden inşasına teksif etmeli, imkânlarını bu doğrultuda seferber etmelidir.
Yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’nin büyük desteğini alan Suriye’deki yeni iktidarla birlikte ikili ilişkiler de oldukça güçlü olabilecektir.
9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder