TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 7
19- DOĞU PERİNÇEK 24.12.1996 tarihli ifadesinde;
1981 yılında Abdullah ÇATLI ile MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram ABBAS’ın buluştuğunu ve kendisinin bunu çok anlamlı bulduğunu, çünkü Türkiye’nin 12 Eylül’e bir istikrarsızlaştırma operasyonu ile getirildiğini, 12 Eylül günü CIA Ortadoğu İstasyon Şefi Paul HENZE’nin Amerika’ya, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarımızı kastederek “Our boys have done” (bizin oğlanlar bu işi becerdi) şeklinde mesaj çekmesinin 12 Eylül’ün tamamen Amerikan Devleti tarafından planlandığını gösterdiğini, 12 Eylül öncesindeki olaylarda CIA
ve Amerikan faaliyetlerini aramak gerektiğini ve bunda Abdullah ÇATLI’nın özel bir rolünün gözüktüğünü, Hiram ABBAS ve Mehmet EYMÜR’ün CIA’nın MİT içindeki elemanları olduklarını, ÇATLI ve arkadaşlarının Amerika’ya götürülerek CIA’de eğitimden geçirildiklerini, ÇATLI’nın İsviçre Bostadelle Cezaevinden eroin
kaçakçılığından mahkum olduğu ve infazı bitmediği halde CIA tarafından çıkarıldığı, ÇATLI ekibinin 1981’den sonra doğrudan doğruya Amerika’nın kontrolü altına girdiklerini ve buna bağlı olarak da Tansu ÇİLLER ve Özer ÇİLLER ile irtibatlandıklarını, kendilerinin buna Çiller Özel Örgütü dediklerini, bu örgütün; birinci olarak Amerika Birleşik Devletlerinin bir yeraltı faaliyeti olarak gördükleri Azerbaycan Darbesi olayına giriştiğini, halbuki Haydar Aliyev’i devirmekte Türkiye’nin hiçbir çıkarı bulunmadığını, o zamanki Başbakan Tansu
ÇİLLER’in bu darbe faaliyeti içinde yer aldığını ve bunun da ÇATLI’larla Tansu ÇİLLER arasındaki bağlantının kanıtlarından olduğunu,
Özel bir görüşmede Haydar ALİYEV’in ÇİLLER bu darbede var mı sorusuna “ÇİLLER bugün Türkiye’nin Başbakan Yardımcısı, bunu açıklayıp Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini bir krize sokamam ki” cevabını verdiğini, İkinci olarak, Çeçenistan’a silah ve adam gönderdiğini, bunun neticesinde Rusya Başkanının Moskova’da basını toplayarak “Türkiye Çeçenistan’a silah ve adam yolluyor, onların da kürt meselesi var, biz de onu mu karıştıralım” diyerek Türkiye’yi tehdit ettiğini ve bundan sonra PKK’nın Moskova’da bürosunu kurduğunu,
Türkiye’nin Çeçenistan’ı, Rusya’nın da kürt meselesini karıştırmasının sadece Ameriya’ya yarayacağını, Amerika’nın böylece her iki devleti kontrol edeceğini, bunun da Orta Asya doğalgaz ve petrol boru hatlarıyla ilgili olduğunu, Rusya ile Türkiye’nin sürtüşmesiyle bu boru hatlarının Amerika’nın tam denetimi altına
gireceğini,Üçüncü olarak, İran’la savaşı kışkırtmak istediğini, İran’ın başında kim olursa olsun, Türkiye’nin İran’la dost olmaya mecbur olduğunu, Abdullah ÖCALAN ile görüşmesinde, kendisine “biz İran tarafından korunuyoruz” diye İran tarafından korunduklarını kendisine beyan ettiğini, Amerika’nın Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Pentagon ve CIA’ye yakın yarı resmi organlardan izlediği tespitlere göre, sürekli bir Türkiye-İran çatışması senaryosunun bulunduğunu, Türkiye ile İran’ın, birbirlerini, aleyhlerinde faaliyet gösteren PKK ve Halkın Mücahitleri örgütlerini himaye etmekle suçlayacaklarına dış ticaret hacmimizi nasıl 10 milyar dolara çıkartırız, işbirliğimizi geliştiririz, kürt meselesinin bölgede Amerika tarafından kullanılmasını birlikte nasıl önleriz diye kafa kafaya vermeleri gerektiğini, Dördüncü olarak, Çin’in Uygur bölgesine sabotaj timleri gönderildiğini, kendisinin durumu Sayın Cumhurbaşkanına mektupla bildirmesi üzerine Genelkurmay Başkanınınbu faaliyeti dudurduğunu,
Beşinci olarak, Kuzey Irak’taki CIA faaliyetlerine karıştığını, bütün bunların Amerikan çıkarlarına hizmet eden faaliyetler olduğunu,
Çiller Özel Örgütünün PKK ile aynı çanaktan beslendiğini, PKK’nın Suriye’den getirdiği uyuşturucuyu bunların alarak Ege güzergahı denen yol üzerinden Avrupa’ya sevkettiklerini, Abdullah ÇATLI’nın Hollanda, Hüseyin KOCADAĞ’ın da Fransa bağlantısı olduklarını,...
Hollanda ve Fransa’da ayakları olduğunu, sol maskeli örgütleri de eroin işinin içine çekerek kontrol altına aldıklarını, Amerika’nın PKK’ya müsamaha gösterdiğini, çünkü, Türkiye’ye “benim kriz bölgelerinde müdahale gücüm olacaksın” dediği ve “Kuzey Irak’ta bir Kürdistan kurulacak, sen de bunu himayen altına alacaksın” planını dayattığını, Turgut ÖZAL-ÇİLLER çizgisinin, bu dayatma olan Kuzey Irak’ta bir kürt devleti kurulsun, biz de bunu himaye altına alalım, Musul-Kerkük petrollerinden de yüzde 5-yüzde 6 hisse alalım olduğunu, Amerika’nın “Irak’ı böleceğiz, ya siz geçin bu Kuzey Irak’taki kürt devletinin başına ve onu koruyun veyahut da biz bu işi İran’a vereceğiz. Siz yapmazsanız İran’a vereceğim ve Türkiye bölünecek” açıkça “ya büyüyeceksin ya küçüleceksin” dediğini, bu Kürt devleti himaye altına alındığı takdirde İran’la, Arap dünyası ile Rusya ile hatta Avrupa’yla cephe cepheye gelineceği, bir tek Amerika ile birleşileceği, Amerika’ya bağlı bir Kürdistan, ikinci bir İsrail oluşmasını Avrupa’nın iyi karşılamayacağı nı, Türkiye’nin Amerika’dan başka hiçbir seçeneği kalmayacağını, Çekiç Güç’ün Kürt devletinin kurulması amacıyla Kuzey Irak’a yerleştirildiğini, Irak’ın bölünmesine hizmet ettiğini, gıda yardımı ve insani yardım adı altında Kuzey Irak’a birtakım silahlar götürdüğünü, Eşref BİTLİS’in bu ve benzeri durumları tespit ederek Genelkurmay Başkanlığına raporlar halinde bildirdiğini, Doğan GÜREŞ’in Amerika’nın kriz bölgelerine müdahale gücünü benimsediğini, Eşref BİTLİS’in ise “Biz Amerika’nın kriz bölgelerine müdahale gücü olursak parçalanırız” dediğini, Irak’a ambargonun boşluğunu Türkiye devletinin eroin ticaretiyle doldurduğu nu, resmi makamlara göre Irak’a ambargo yüzünden 40-50 milyar dolar kaybettiğimizi, Türkiye’nin dışa satımıyla dış alımı arasında 20 milyar
dolar fark olduğunu, yılda 8 ila 15 milyar dolar eroinden girdiğini, Irak’a fasulye, mercimek, buzdolabı satmaktan kaybetmiş olduğumuz kazancı eroin satarak doldurduğumuzu, Türkiye ekonomisinin eroine bağımlı
hale geldiğini, Amerika’ya bağımlılığın Türkiye’yi bu hale getirdiğini,
Eşref BİTLİS’in uçağının buzlanmadan, pilot hatasından ve uçak yapım hatasından düşmediği gerçeklerinin teknik ve bilimsel açıklamalarla tespit edildiğini, Doğan GÜREŞ’in uçağının düştüğünün ertesi günü alelacele hiçbir ciddi araştırma yaptırmadan ve uzman olmayan subaylardan bir heyet kurdurarak rapor tanzim ettirdiğini ve buzlanma oldu diye kendi arkadaşının ortadan kaldırılması hakkında yalan beyanda bulunduğunu, Eşref BİTLİS’in Cem ERSEVER ve çevresindeki 20 kadar subay tarafından ortadan kaldırıldığını, Cem ERSEVER’in büyük suçlar işlediği ve büyük açıkları bulunduğundan üzerine gidilmesi söz konusu iken ordudan istifa ettiğini, Aydınlık’a gelerek yaptığı açıklamalar arasında “Eşref BİTLİS suikasti’ni açıklarsam yer
yerinden oynar” dediğini, daha sonra da Abdullah ÇATLI’lar tarafından Başbakanlık Poligonunda sorguya çekildiğini ve Eşref BİTLİS suikastindeki rolü nedeniyle ortadan kaldırıldığını, Uğur MUMCU’nun öldürülmesinde İran’ın MOD adlı yeraltı kuruluşunun önemli rolü bulunduğunu, MOD’u ABD’nin büyük ölçüde kontrol ettiğini, eroin işine girdiğini ve içinde Şah döneminden kalma SAVAK ajanlarının çalıştığını, Lazım ESMAELİ ve Asgar SİMİTKOV’u öldüren İranlıların da bu örgütten olduklarını,İran Dışişleri Bakanı Mumcu suikastinden sonra Türkiye’ye geldiğinde konunun sorulması üzerine “Biz, 25 milyar doları kapsayan bir doğalgaz ve petrol anlaşması yapmak için Türkiye’ye geliyoruz, tam geldiğimizden bir gün önce böyle bir suikast yapıp Türkiye ile ilişkilerimizi berhava etmenin hangi mantığa sığdığını açıklamak lazım” dediğini ve kendilerinin de bunun doğru olduğu kanısında olduklarını, burada İran’ın bir çıkarı olmadığını, ABD’nin raporlarında “Kemalizmin modası geçti, Türkiye’ye ılımlı İslam gerekli, Türkiye’nin kimliği ılımlı
İslam olmalı” dendiğini, bizim kültürel kimliğimizi Amerika’nın belirlediğini ve bunun da “Ilımlı İslam” olduğunu, bu sebeple Amerika’nın, Kemalizmin bugünkü temsilcileri ve savunucuları olan Uğur MUMCU, Bahriye ÜÇOK ve Muammer AKSOY’u öldürterek Kemalizmi savunanlara gözdağı operasyonu yürüttüğünü, Dışişleri Bakanlığını CIA’nın kontrolüne alamayacağı için ÇİLLER tarafından bir CIA istasyonu kurulduğunu ve arkasından Dışişleri Bakanlığının by-pass edildiğini, ÇİLLER’in Başbakan olunca dış Türkler arasında koordinasyonu sağlamak için bir Başbakanlık Müşavirliği kurduğunu ve başına kayınpederi CIA ajanı olan, Amerika bağlantıları bilinen kayınpederi Emekli Deniz Yüzbaşı Kamil YÜCEORAL’ı getirdiğini ve bunun eline muazzam devlet imkânları verdiğini, 500 milyar liralık örtülü ödeneği de bunun üzerinden kullandığını, Raşit DOSTUM’la da ilişkileri bulunduğunu, Raşit DOSTUM’a 3 milyon dolar gönderdiklerini, gönderilen 4 milyon doların da kayıp olduğunu, Kamil YÜCE ORAL’ın da bir CIA istasyonu olarak ve MİT’teki Özer ÇİLLER’in adamı Tolga ATİK ile beraber çalıştığını, bunların Gaziosmanpaşa Koz Sokak ve Hoşdere Caddesinde yerleri olduğunu, buralarda olağanüstü donatım ve dinleme araçları bulunduğunu, Mesut YILMAZ’ın evi dahil çeşitli yerlerin dinlenmesinin bu istasyon tarafından yürütüldüğünü,
ÇİLLER’in Amerikan vatandaşı olup, 1971 yılından beri ABD Dışişleri Bakanlığına hizmet veren “çağrılı görevli” olduğunu, sözleşmeli ya da kadrolu olmayıp davet üzerine görev yaptığını, “güvenilir eleman” olarak nitelendirildiği için ihtiyaç halinde görevlendirildiğini, resmi görevinin Kuzey Afrika ve Ortadoğu Dairesi
Savunma Sanayiinden Sorumlu Sekreteryada görevli Davetli Personel olduğunu, ABD Adana Konsolosu Elizabeth SHELTON ile bağlantılı olduğunu, GAP Bölgesinde İsrail ile ilişkili olarak Sedat BUCAK’lar tarafından geniş araziler kapatılmakta olduğunu ve bu faaliyetin Shelton tarafından denetlendiğini, uyuşturucu trafiğinde de etkin bir rol oynayan BUCAK’ların bu faaliyet sırasında İsrail ile de işbirliği içinde olduklarını, ÇİLLER ve AĞAR’ın Türk Hava Yolları aracılığı ile eroin ticareti yaptıklarını ve bu işte HAVAŞ’ı kullandıklarını, HAVAŞ’ın şimdiki ortaklarından birinin Mehmet AĞAR’ın kardeşi Yunus AĞAR olduğunu ve
Yunus AĞAR’ın eroin işinde kilit bir insan olduğunu, Almanya’da eroin ile yakalandığını, Turgay CİNER ile yakın ilişkisi olduğunu, eroin kaçakçısı Baybaşin’in, Mehmet AĞAR ile birlikte eroin kaçakçılığı yaptığını çok
ayrıntılı bir şekilde ince ayrıntılarına kadar Aydınlık Gazetesinde anlattığını ve bunun ses kaydının yapıldığını, Özer ÇİLLER’in eroin işinde olduğunu gösteren bilgi ve belgelerin önümüzdeki dönemde çıkacağını, nükleer madde kaçakçılığında Özer ÇİLLER’in olduğunu, Almanya’da, Lakoza adında Deguza denen Alman Kimya Sanayi tekelinin paravan şirketiyle anlaşmalar yaptıklarını, Osmiyum, Uranyum gibi nükleer maddeleri sattıklarını, İran’a da bu maddeleri sattıkları, İran’a satıştaki ilişkilerin öldürülmüş olan Esmaili ve Simitkov
adındaki MOD ajanları üzerinden olduğunu, Abdullah ÖCALAN’ın Körfez Savaşından sonra “Mesut Barzani ve Talabani Amerika’nın desteğiyle bir kürt
devletçiliği kurdular, demek ki Amerikan desteğiyle bu iş oluyor ve Amerika gelip Ortadoğuya büyük bir güç olarak oturdu, ben de Amerika’ya ve Batı’ya yaslanarak ve insan hakları gibi heyetleri tahrik ederek bir durum
yaratabilir miyim” politikasına girdiğini, Öcalan’ın Suriye’nin elinde rehin olduğunu, hiçbir yere çıkamayacağını, Suriye devletinin resmi politikalarının dışında hiçbir şey yapamayacağını ve Suriye ile bağlantısının memurluk düzeyinde olduğunu belirtmiştir.(Ek192):
20- NECDET MENZİR 23.01.1997 tarihli ifadesinde;
İstanbul Emniyet Müdürü iken, Emniyet Müdür Yardımcısı Mestan ŞENER’in telefon ederek, bir evde yapılan aramada iki yeşil pasaport, iki silah ve bu silahların ilgili tarafından taşınabileceğini ifade eden yazılı emir bulunduğunu, daha sonra da Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın bunların Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilmesi talimatını verdiğini bildirdiğini, kendisinin de “madem talep ediliyor şahsın aranıp aranmadığına, silahların bir olayda kullanılıp kullanılmadığına bakın ve mutlaka mevcut bu evrakları kurye marifetiyle
gönderin” dediğini, iddiaların kendisine bildirildiğine göre, pasaportların devlet tarafından verildiğini ve belgelerin de yine devlet tarafından düzenlendiğini, bu durumda sahteliklerinin söz konusu olamayacağını, ancak, sahte bir evrakın düzenlenmesinin söz konusu olacağını, Adliye’ye müteallik bir işlemin olmasına cevap verecek bir durumun da olmadığını,
Sonradan araştırdığında Adana havaalanında bir kişinin sahte pasaport veya sahte vizeyle ele geçirildiğini ve bu kişinin bunu Yaşar Öz’den temin ettiğini, onun marifetiyle aldığını söylediğini, Adana Emniyet Müdürlüğünün de İstanbul Emniyet müdürlüğüne “Yaşar Öz’ün bir olaya katıldığı, böyle bir şeyi tanzim ettiği iddia olunmaktadır, şahsın yakalanarak ifadesinin alınmasını ve nüfus cüzdan suretinin gönderilmesini, başka bir suç unsuru var ise adliyeye sevki” şeklinde yazı gönderdiğini, yapılan araştırmada Yaşar Öz’ün İnterpol ile Emniyet
ve Adalet makamları tarafından aranmadığının anlaşılması üzerine silahların incelenmesi ve gerekli zabıtların düzenlenmesinden sonra Emniyet Genel Müdürüne hitaben “yapılacak soruşturmaya esas olmak üzere, değerlendirilmek maksadıyla evraklar ve silahlar ilişikte gönderilmiştir” şeklinde yazılıp gönderildiğini, sonradan yaptığı incelemede pasaportların devlet tarafından verildiği ve belgelerin de yetkililer tarafından düzenlendiğinin, Yaşar Öz’ün yapılacak olan bir istihbarat operasyonunda devlet tarafından kullanılacağının
söylendiğini öğrendiğini, daha sonra zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ile karşılaştığında konuyu sorunca “büyük bir operasyon hazırlanıyor bu istihbarat ile ilgili, bunlardan da istifade edilmesi için biz bu hazırlığı yapmıştık, çalışma devam ediyor” şeklinde cevap aldığını, Ömer Lütfi Topal’ı tanımadığını, kendi İstanbul Emniyet Müdürlüğü zamanında o alemin ve yeraltı dünyasının zapturapt altına girdiğini, Yurtiçinde ve yurtdışında birkısım insanların devlete hizmet için çalışmalarının yasal bir zemine oturtulması gerektiğini, ihtisas mahkemeleri kurulmasının, savcı ve hakimlerin de belirli konularda uzmanlaşmalarının faydalı olacağını, suçların takibinde teknolojik gelişmelerden mutlaka istifade edilmesi gerektiğini belirtmiştir. (Ek:193)
21-NURİ GÜNDEŞ 28.01.1997 tarihli ifadesinde;
1965-1984 yılları arasında İstanbul’da MİT Bölge Daire Başkanlığı’nda Şube Müdürü, Bölge Daire Başkan Yardımcısı ve Bölge Daire Başkanı, 1984-1986 yılları arasında da Ankara’da MİT Müsteşarlığında Yurtdışı İstihbarat Başkanı, 1993-1994 yıllarında da Başbakanlık İstihbarat Başdanışmanı olarak görev yaptığını, Abdullah Çatlı’nın 1977 yılından beri hedefleri olduğunu, kullanılıp kullanılmadığını bilmediğini, istihbarat için Ermeni olanları da kullandıklarını belirtmiştir. (Ek:194)
22- DENİZ GÖKÇETİN 2.03.1997 tarihli ifadesinde;
1995 yılı Kasım ayında asayişten sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünde göreve başladığını ve başarılı bir çalışma sürdürdüklerini, Ahmet Çetinsaya’nın yeğeni Ömer Çetinsayan’ın Don Petro Disco’daki hisselerini tehdit etmek suretiyle Söylemezler’in aldığını, Ömer Çetinsaya’nın göstereceği adreslerde sanık araması yaparken Kızıltoprak’taki
büroyu tespit ettiklerini ve buraya tesadüfen komiser muavini ile Ömer Çetinsaya’nın gittiklerini, büroya önce komiser muavininin girdiğini, içerdeki şahısların komiser muavininin silahını alıp yere yatırarak etkisiz hale
getirdiklerini, içeriden gelen sesleri duyan Ömer Çetinsaya’nın içeriye girip bu durumu görmesi üzerine silahını çekip çatışmaya girdiği ve bu sırada SÖYLEMEZLER’in adamı olup daha önce Ankara’da Rumork Disco önünde Sedat Bucak’ın yeğenlerini öldüren sanıklardan Sait Aydın’ın öldüğünü, olayın tahkikatını yaparak ele geçen sanıkları adliyeye gönderdiklerini ve firarda olan aralarında Faysal Söylemez ve Sena Söylemez’in debulunduğu sanıkları yakalamak için ekipler oluşturduklarını, ancak, bu sırada İl Emniyet Müdürlüğüne getirilen Kemal Yazıcıoğlu’nun kendisinin görev yerini değiştirdiğini, bunun üzerine yıllık izne ayrıldığını, izinde iken de kendi görevlendirdiği ekiplerin Adana otoyolunda Söylemez Kardeşleri yakaladıkları, bunlardan Faysal Söylemez’in ifadesinde, Başkomiser Halim Apaydın aracılığı ile kendisine para verdiğini söylediğini, bunun yalan olduğunu ve Faysal Söylemez ile Halim Apaydın’ın Mahkemede “ biz polisteki ifademizi işkence sonucunda verdik, böyle birşey söylemedik” diyerek yalanladıklarını, rüşvetin oluşabilmesi için bir işin
yapılmış olması gerektiğini, halbuki Söylemezler tahkikatında yaptıkları bir usulsüzlüğün bulunmadığını, işkenceden suçlandıklarını, hem işkence yapmanın hem de rüşvet almanın mümkün olamayacağını, Suçsuz olduğu ve cezaevinde can güvenliğini düşündüğü için teslim olmadığını, ağır ceza mahkemesinin delil
toplama safhasının uzun olmasının da bunda etkili olduğunu, birinci duruşmada teslim olunduğu takdirde altı duruşma süresince cezaevinde yatılacağını,
Çok başarılı bir meslek hayatı olduğunu, 40 takdirname aldığını, medyanın iddia ettiği gibi Söylemezler Çetesinin üyesi olmadığını, hiçbir endişesi olmadığını ve gerçeğin çıkacağını, kaçmasının sebebinin de bu olduğunu belirtmiştir. (Ek:195)
23- SEDAT DEMİR 2.03.1997 tarihli ifadesinde;
İstanbul Emniyet Müdürlüğünde Asayiş Şube Müdürü olarak görev yaparken İl Emniyet Müdürü’nün değiştiğini, Emniyet Müdürlüğü emrine alındığını, daha sonra da Kars iline tayininin çıktığını, Söylemezler’le ilgili çalışmaları kendilerinin başlattığı halde yeni gelen yöneticilerin, bunların kendileri tarafından korunduğu şeklinde yanlış bilgiler verdiğini, Söylemezler ile ilgili olarak Polis, Savcılık ve
Mahkeme aşamasında herhangi bir suçlamanın bulunmadığını, arkadaşına sattığı evi, o arkadaşını irtikap ederek sattığından dolayı tutuklandığını, Ruhsatsız olan kumarhaneleri ve gazinoları büyük baskılara rağmen Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanununa göre re’sen kapattıklarını, Ömer Lütfi Topal’ı gıyaben tanıdığını, gıyabi tutuklamasının kendilerine gelmediğini, kendisine ve kumarhanelerine müsamaha göstermediklerini, komploya kurban gittiklerini, Söylemezler’i
korumadıklarını belirtmiştir. (Ek:196)
24- AYHAN ÇARKIN 28.02.1997 tarihli ifadesinde;
1986 yılında gittiği Diyarbakır Özel Harekat Şube Müdürlüğündeki görevinden 1990 yılında İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü operasyon grubuna geldiğini ve yasadışı örgütlerin operasyonlarına bilfiil katıldığını, bu operasyonlardan dolayı halen sekiz davasının devam ettiğini, 8 Ağustos 1995 tarihinde de Şanlıurfa Milletvekili sayın Sedat Bucak'ı korumak üzere görevlendirildiğini, Kamuoyunda Susurluk diye adlandırılan olaydan dolayı çete suçlamasıyla tutuklu bulunduğunu, Abdullah Çatlı'yla münasebetlerini ve Ömer Lütfi topal cinayeti ile ilgili Cumhuriyet Savcılığına ve Devlet Güvenlik
Mahkemesine ifade verdiğini ve bu ifadelerin aynen geçerli olduğunu,
Sedat Bucak'ın ismini yapmış olduğu görevler dolayısıyla Diyarbakır'da duyduğunu, PKK'ya karşı verdiği mücadeleyi ve bu uğurda kayıplar vermiş olduğunu bildiğini ve buradan bir gönül bağı doğduğunu, Ankara'da
Daire Başkanlığına geldiğinde de tanıştıklarını, biribirlerini sevdiklerini, koruma konusu gündeme geldiğinde kendisine teklifte bulunduğunu ve seve seve kabul edeceği cevabını verdiğini, sonra da Sedat Bucak'a koruma olarak görevlendirildiği ni, görevlendirilmeden önce de Ankaradaki bürosuna gittiğini, ibrahim Şahin'in de gidip geldiğini, Abdullah Çatlı'yı da Mehmet Özbay olarak ikibuçuk yıl önce bu büroda tanıdığını, çok iyi dostça ilişkileri olduğunu, kazaya kadar Mehmet Özbay'ın abdullah Çatlı olduğunu bilmediğini, Mehmet Özbay'ın 1994 sonlarında kendi gözü önünde TBMM'ne kimliğini vererek girdiğini, Anavatan Partisinin Balgat'taki binasına da iki sefer girdiğini, Mehmet Özbay vasıtası ile Haluk Kırcı, Sami Hoştan ve Fevzi Bir ile de tanıştığını, Ömer Lütfi Topal ile hiçbir ilişkileri olmadığını, Hüseyin Kocadağ ile Diyarbakır'da Özel Harekat Şube Müdürü iken operasyonlarda defalarca yan yana ölümü paylaştıklarını, Hüseyin Kocadağ'ı Mehmet Özbay ile birlikte görmediğini, Drej Ali ile Mehmet Özbay'ın beraber olduklarını, Kanal D TV kanalında kendisi ile ilgili "İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesinde eroin krizine girip infiale kapılarak devlet için cinayetler işlediği" şeklindeki yayın üzerine kendisini savunmak için Hürriyet Gazetesinin binasına giderek Rahmi Turan'a "benim kişilik haklarıma, benim aileme saldırıyorsunuz, bu hakkı size kim veriyor, sizi çocuklarınızı öldürürüm, size evlat acısı yaşatırım, çünkü benim de evladım var, bana eroinman, bana katil, bana şerefsiz dediniz, aylardır Kemal Yazıcıoğlu müdürümle, polisin, birbirimizin arasını açtınız.." dediğini, Rahmi Turan'ın odasında kendisine "canlı yayına çıkarmısın, 10 milyar lira para verelim"
teklifinde bulunulduğunu, "ben kendimi parayla satmam, Özel Harekatcıyı satın alacak para daha basılmadı" cevabını verdiğini, oradan HBB'ye giderek Behiç beyle görüşüp programa çıktığını, bundan amacının ailesine karşı olan sorumluluğu olduğunu, Yaşar Okuyan ve Agah Oktay Güner'in kendisini Almanya'ya Mesut Yılmaz'ın kardeşinin yanına göndereceklerini, kendileri ile dolaylı teması olduğunu ve bu durumu mahkeme safhasında ispat edeceğini,
Yalova'da sayın Okuyan ile görüşen veya ikili ilişkileri olan bazı şahıslar tarafından bu teklifin kendisine iletildiğini, Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesi olayının, Topal'ın ortağı Sami Hoştan'ı Mehmet Özbay vasıtası ile
tanımış olmalarından dolayı kendilerine yüklenilmek istendiğini, sürekli olarak kendilerinin yapabileceği imajının işlendiğini, katil olmadığını, bu olaydan dolayı 17 milyon dolar aldığının söylendiğini, Ömer Lütfi Topal'ı öldürmediklerini, görmediklerini, tanımadığını ve hiçbir şekilde hiçbir ilişkilerinin olmadığını,
ANAP Genel Başkanı'nca ve Sayın Eyüp Aşık'ın kamuoyuna "kaset var, belge var, itiraf var, bunu İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu'ndan öğrendik, netleştirdik" şeklindeki beyanları üzerine "kaset var ve ne konuştuğum ortada" dediğini, Hakkındaki ihbardan sonra Asayiş Şubesine kendisinin gittiğini ve gözaltına alındığını, Topal olayı konusunda sorgulandığını, neticede "bu konuyla ilgili şubemizce gözaltına alınan bu şahıslar anılan öldürme olayı ile
ilgileri olmadığı anlaşıldığından, fakat konunun önemine binaen bağlı bulundukları Daire Başkanlığı bünyesinde tetkik edilmesi" şeklinde tutanak tanzim edildiğini, orada da bir müddet sorgulama ve araştırma yapıldığını, herhangi bir suçları bulunamayınca konunun kapandığını, Üç beş tane özel timcinin üzerinden polis teşkilatının yıpratılmaya çalışıldığını, bir suç işlemişse yalnız kendisinin yargılanması gerektiğini, kendi yüzünden müdürlerini ve bütün teşkilatı kimsenin yargılamaya hakkı olmadığını, Kendilerini çete olarak nitelendirenlerin bunu belgelendirmeleri gerektiğini, bu suçlamada bulunan kişi ile bütün operasyonları beraber yaptıklarını, Mahkemelerdeki illegal örgütlerle ilgili davalarda kendisinin yargısız infaz suçlamaları ile yargılanmakta olduğunu,
Ömer Lütfi Topal'ın oğlunun, babasının katillerini bulana büyük miktarda para ödülü vereceğini vadettiğini ve bu paranın Kadıköy'de bir yerde emniyet mensubu kişiler tarafından paylaşıldığının konuşulduğunu, bu konunun araştırılması gerektiğini belirtmiştir. (Ek:197)
25- Oğuz YORULMAZ 28.02.1997 tarihli ifadesinde;
Ömer Lütfi Topal'ın öldürüldüğü tarih olan 28 Temmuz'daki olay esnasında Bakırköy'de Rıfat Usta isimli restorantta yemekte olduğunu, masasında bir komiser arkadaşının da bulunduğunu, lokanta sahibinin de bir ara
polis masası diye gelerek bir süre oturduğunu, kendisinin onu şahit göstermediğini,PKK'yı ve Dev-Sol'u belli bir ideolojisi olan, bir lideri olan, uyuşturucu kaçakçılığıyla ya da silah kaçakçılığıyla finanse olan örgüt gibi gördüklerini, fakat öyle olmadığını, bunların sempatizanları, köşe yazarları ve medya spikerlerinin bulunduğunu, "siz gidin dağda tetik çekin, biz buradan başka şekilde sizi destekleyelim" dediklerini, Dev-Sol'un cezaevinde kendilerini öldürmeleri için İBDA-C'ye 300 bin dolar teklif ettiğini, bunun gerçekleşmesi halinde, 5-6 özel timcinin öldürülmesi halinde örgütün güzel bir yere geleceğini, çünkü kendilerinin mahkemelerde yargısız infaz iddiası ile yargılanmakta olduklarını, Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Çarkın'ın çocuklarının sünnet düğününe katıldığını, bu düğüne Sedat Bucak'ın gelemediği için kendisini temsilen aşiretinden 3-4 kişiyi gönderdiğini, Mehmet Özbay'ın da gelerek Ziya'nın çocuğunun kirvesi olduğunu, Sedat Bucak ile Siverek'e gittiğinde bir defa Mehmet Özbay'ı orada gördüğünü belirtmiştir. (Ek:198)
8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder