27 Şubat 2019 Çarşamba

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 10

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu,  Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 10




35- Alaaddin YÜKSEL Emniyet Genel Müdürü 9.01.1997 tarihli ifadesinde;

“ 14 Nisan 1996 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü görevine başladığını, Susurlukta meydana gelen kazanın Jandarma Genel Komutanlığının taşra teşkilatının sorumluluk alanı içerisinde meydana geldiğini, kaza 
mahallinde yapılması gereken her türlü işlemlerin Jandarma Genel Komutanlığının taşra teşkilatı tarafından yapıldığını, araçta bulunan meslektaşlarının ne amaçla orada bulunduğunun kendilerini ilgilendirdiğini, bunun aydınlatılması için derhal Müfettiş görevlendirildiğini, Susurluk Cumhuriyet Savcılığı’nca kazadan hemen sonra Emniyet Genel Müdürlüğüne çekilen faksta olay mahallinde 7 silahın bulunduğu; genel nitelikleri 
itibarıyle kimler adına kayıtlı olduğunun bildirilmesinin istenildiğini, buna ilave olarak birtakım belgelerin Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından verilip verilmediğinin sorulduğunu, Hüseyin Kocadağ ile ilgili yaptırılan inceleme sonucunda; Hüseyin Kocadağ’ın İstanbul’da bir polis okulu müdürü olduğunu, Hüseyin Kocadağ’ın görev yerinden izinsiz olarak ayrıldığı, Havayolu ile İzmir’e gittiği, Hüseyin Kocadağ’ı İzmirde otelde kaldıkları, Ege’de bazı geziler yaptıkları, dönüşte de malum kazanın meydana geldiğinin anlaşıldığını, Kazada bulunan 7 silahtan; 3 silahın bir tanesinin Hüseyin Kocadağ’ın zati silahı olduğu, bir tanesinin Sedat Bucak tarafından Makina Kimya Endüstrisi Kurumundan satın alınmış ruhsatlı silah olduğu, yine bir tanesinin Abdullah Çatlı tarafından devir suretiyle alınan silah olduğu ve İstanbul Valiliği tarafından yapılan  soruşturmalara dayalı olarak silah ruhsatı almış olduğunu geriye kalan 4 silahın İl Emniyet Müdürlüklerinde kaydının çıkmadığını, Interpol aracılığıyla silahların üretildiği fabrikalara sorduklarını, Özellikle İtalyan Baretta fabrikasına sorulduğunda, bunların İsrail’e satılmış olduğunu ve nihayet bu silahların 
Türkiye’ye satılabileceğinden bahsedildiğini, Sadece Baretta Silahın İsrail’e satıldığının ifade edildiği, diğerlerinin ise kayıtlarının bulunamadığını, Emniyet 
Genel Müdürlüğünün tüm depo kayıtlarının incelendiğini ve bu silahların kayıtlarına rastlanılmadığını, Abdullah Çatlı’nın Türkiye’ye 10 değişik pasaport ve isimle giriş-çıkış yaptığının tesbit edildiğini, özellikle  1994 den günümüze kadar 122 kez yurtdışına çıktığının belirlendiğini, Şahin Ekli adına bir tek Yeşil Pasaport çıktığı, sadece hususi pasaportu Emniyet Genel Müdürlüğünden almış olduğu, bu pasaportuna dayanarak teşkil eden belgelerde Maliye Bakanlığında 1.sınıf müfettiş ünvanı belirtilerek pasaport alındığının belirlendiği, diğer 
pasaportların Londra Büyükelçiliğinden alınmış olduğu, Emniyet Genel Müdürlüğünden 1. sınıf Maliye Müfettişi ünvanıyla almış olduğu pasaporta ait belgelerde Maliye Bakanlığında görevli Daire Başkanı Çetin Karcı’nın imzasının taklit edilerek atılmış olduğunu pasaporta dayanarak teşkil eden evrakların sahte olduğunu, Emniyet Genel Müdürlüğünde bütün Bakanlıkların yeşil pasaport talebine ilişkin belgeleri imzalamaya yetkili kişilerin imza sirkülerlerinin bulunduğunu, çok dikkatli bakıldığında belki bu sahte belgelerin tesbit edilmesinin mümkün olabileceğini, Abdullah Çatlı’nın gerek Interpol ve gerekse Emniyet kayıtlarına bakıldığında yurtdışında çok değişik isimler kullandığını, 1980’li yıllardan sonra Fransa’da uyuşturucudan yakalandığını, Fransa’da 5 yıl hapse mahkum olduğunu, 5-5,5 yıl cezaevinde yattığını, İsviçre’ye iade edildiği ve İsviçre cezaevinden kaçtığını, Ali Kurdoğlu, Ahmet Kurdoğlu gibi değişik isimler kullandığını, DGM Savcılığından, Emniyet Genel Müdürlüğünde silah uzmanı kadrosunun bulunup bulunmadığının ve bu tür belge verilip verilmediğinin sorulduğunu, Emniyet kadrolarında silah uzmanı adıyla bir kadronun bulunmadığını, kayıtlarında da böyle bir belge tanzim edildiğine dair hiçbir kayda rastlanılmadığını, Silah ruhsatlarında yasaya göre bir standart olduğunu, görev ve ünvanı kim olursa olsun herkesin aynı silah ruhsatını 
taşıyacağını, bunun dışında bir ruhsat örneği olmadığını, 1996 yılı başında Sedat Bucak için korunma kararı alındığını, ancak Sedat Bucak’ın koruma istemediğini, bu nedenle kararın dosyasında muhafaza edildiğini, Söylemez Çetesinin yakalanmasından sonra özellikle Söylemezlerin Milletvekilleri Sedat Bucak ve Necmettin Dede’yi ortadan kaldırmak istedikleri ve bu amaçla planlar hazırladıklarının anlaşılmasından sonra Sedat Bucak’ın İçişleri Bakanlığına ve Meclis Başkanlığına yazılı müracaatının olduğunu ve bu müracaatından da korumasına istediği polis memurlarının isim listesinibelirttiği, bunun üzerine derhal koruma kararı alınması zaruretinin ortaya çıktığını ve koruma olarak istediği polis memurlarının Ankara Valiliği emrine atandığını ve Valilik onayı ile Sedat Bucak’a korumaların verildiğini, Koruma altında tutulan 1028 kişi olduğunu ve genellikle korumaların ismen korunan kişilerce talep edildiğini, 
Özel harekatta görevli polislerin zaruret halinde diğer işlerde de görevlendirile bildiklerini ,Sayın Başbakan ve Başbakan Yardımcısının emrinde 20 civarında özel harekat görevlisinin çalıştığını, Emniyet Genel Müdürlüğünün adli görevlere münbahis bir görevi bulunmadığını, Emniyet Genel Müdürlüğünün belli olaylarda, kişileri alalım, sorgulayalım gibi görevi bulunmadığını, Ömer Lütfü Topal 
Cinayeti ile ilgili olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünden derhal bir yazıyla bilgi istediklerini, alınan cevapta, İstanbul Emniyet Müdürlüğü santralına bir ihbarın geldiği, bu ihbar üzerine 3 polisin ve 2 sivil vatandaşın İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından alındığı, konunun incelendiği ve olayla hiçbir irtibatının olmadığı anlaşıldığından herhangibir işlem yapılmamıştır şeklinde ifade edildiğini, Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’in İstanbul Çamlıca turnikelerinde özel harekatçı 3 polis memurunu teslim aldığını, İçişleri Bakanı’nın emniyet Genel Müdür Yardımcısı Halil Tuğ’a talimat verdiğini, Halil Tuğ’un da bu talimatı sadece İbrahim Şahin’e ilettiği ve Emniyet Genel Müdürü olarak kendisine bilgi vermediğini, bu nedenle ilgililer hakkında tahkikat başlattığını, Emniyet Genel Müdürlüğü olarak başka bir yerden adam alma yetkilerinin olmadığını, ancak illerin talebi halinde silah uzmanı, sorgulama uzmanı gibi 
yardım yapabileceklerini, Kamusal gücü kötüye kullanan hiç kimsenin bu teşkilatta barınmaması gerektiğini, 3201 ve 2559 sayılı yasalarda polise istihbarat yapma imkânı veren hükümler olduğunu, Bu amaçla bütün İl Emniyet Müdürlükleri bünyesinde istihbarat birimleri olduğunu ve Emniyet Genel 
Müdürlüğü bünyesinde de İstihbarat Daire Başkanlığı bulunduğunu, bu birimin doğrudan Emniyet Genel Müdürüne bağlı olduğunu, 1980’li yıllardan sonra emniyet Genel Müdürlüğünün özellikle terör, uyuşturucu ve organize suçlarla ilgili olarak istihbarat çalışmaları yaptığını, Türkiye’de istihbaratın patronunun MİT olduğunu ve Emniyet Genel Müdürlüğünce yapılan istihbaratın sadece 
asayiş istihbaratı olduğunu, PKK’ya yönelik yapılan nokta operasyonların MİT tarafından verilen bilgilere dayalı olduğunu ve MİT ile aralarında bir uyumsuzluk olmadığını, ne MİT ile ne de başkasıyla bir çatışmaları olmadığını, 3200 civarında istihbarat elemanları olduğunu, bunun kendi personelleri olduğu ve bu nedenle 
polisin dışarıdan adam kullanmalarına gerek bulunmadığını, Yüksekova, Ankara, İçel, gibi yerlerde polislerin de aralarında yer aldığı organize suç örgütlerinin ortaya çıkarıldığını, bunun içinde uyuşturucu grubunun çıktığını, hatta Söylemet Çetesinde 5’e yakın emniyet mensubunun olduğunu, 50 ilde Özel Harekat biriminin bulunduğunu, toplam görevli sayısının 6700 civarında olduğunu, batı illerimizde görev alan özel harekat elemanlarından bazılarında psikolojik problemler çıktığını, ciddi problemleri yaşandığını, bu elemanların rehabilite edilmelerinin şart olduğunu bu amaçla Balıkesirde bir rehabilitasyon 
merkezi açmak için çalışmalarının olduğunu, Abdullah Çatlı ile ilgili olarak İstanbul DGM Başsavcılığının bir çalışma yaptığını, Mesut Yılmaz’a Budapeşte’de yapılan saldırı ile ilgili olarak, Dış İlişkiler Daire Başkanı ile Dışişleri  Bakanlığından konu ile alakalı bir büyükelçinin Macaristan’a gittiklerini ve Macar polisi ile bir çalışma yaptıklarını, olayda 3 kişinin olduğunun ifade edildiğini, macar polisinin 3 kişi hakkında tutuklama kararı verdiğini ancak bu kişilerin Macaristanı terk ettiklerini Macar polisince, ifade edilmiş olduğunu, bu kişilerle 
ilgili Interpol kanalıyla kırmızı bülten çıkardıklarını ve takibin devam ettiğini, 
Susurluk kazasından sonra Emniyet Teşkilatı olarak çok zor günler geçirdiklerini, kim yasalara aykırı bir şey yapmışsa elbette bunun sonuçlarına da katlanması gerektiğini, Söylemezler çetesi dahil hiçbir çete soruşturmasında yarım bırakılan bir husus olmadığını ve herşeyin gayet iyi gittiğini,Devlet içerisinde suç işleyen insanlar, münferit olarak her zaman çıktığını, bunun örneklerinin dünyanın her 
yerinde görüldüğünü, devlet içinde bir çete örgütlenmesinin sözkonusu olmadığını, Türkiyede mafya tarifi içerisinde bir mafya olmadığını, Türkiye’de organize suç şebekeleri olduğunu, mafyanın tarifinde en önemli konunun ülkenin bir bölümünde tüm ekonomik ve sosyal faaliyetlerin o grubun elinde tutmasının geldiğini, orada kamu ve özel birtakım şeylerden rant alma, gibi Türkiyede böyle bir şeyin olmadığını, birtakım organizasyonlar, suç grupları içerisinde, devletin içinde yeralmış münferit kişilerin zaman zaman olabildiğini, bunu devletin mafya ile ilintisi olarak nitelemenin mümkün olmadığını, organize suçlar içerisinde suç işleme itiyadında olan, potansiyel nitelikli kamu görevlileri olabileceğini, Emniyet teşkilatının da acele olarak yeniden yapılandırılması gerektiğini, polis okullarını 2 yıllık polis meslek yüksek okulları haline getirmeyi düşündüklerini, Abdullah Çatlı’nın Emniyet Teşkilatınca kullanıldığı yolunda bir tesbitinin olmadığını, Emniyet Genel Müdürlüğünde kendi kadrosu dışında insanların çalıştırıldığına dair de herhangibir bilgi ve belge bulunmadığını, Susurluk kazasında bulunan silahların balistik incelemelerinin Jandarmada ve sonra da Jandarma tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü laboratuvarlarında yaptırıldığını ve silahların hepsinin temiz çıktığını, 1996’nın ilk ayında Haluk Kırcı’nın İstanbul polisi tarafından hakkında Bahçelievler katliamı ve İstanbul Büyükçekmece Mahkemeleri tarafından verilmiş gıyabi tutuklama kararı nedeniyle yakalandığını ve İstanbul 
Emniyetinden kaçtığını, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün bir soruşturma açtığını, bu soruşturmayı bir başkomiserin yaptığını, soruşturma sonucunun yargıya intikal ettiğini ve bir polis memurunun tutuklandığını ve diğerinin serbest bırakıldığını, bundan sonra polis memurunun da beraat ettiğini, sonradan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının konu ile ilgili tekrar soruşturma açtığını, Emniyet Müdürü Statüsünde bir özel harekatçı olmadığı için İbrahim Şahin’in Özel Harekat Daire Başkanlığına vekaleten baktığını” belirtmiştir. (Ek:208) 

36- Hande BİRİNCİ 7.01.1997 tarihli ifadesinde; 

“Tarık Ümit’in kızı olduğunu, babasının en son 2 Mart 1995 de Yaman Hakkı ile görüştüğünü, Yaman Hakkı’nın Kıbrıs Bankasındaki Müdür olduğunu ve babası ile bu bankaya ortak olduklarını, bankanın başka ortakları olup olmadığını bilmediğini, Babası Tarık Ümit’in 3 Mart 1995’te İstanbul Erenköy Divan Pastanesine gitmiş olduğunu, babasının bu pastaneye gittiğini orada çalışan garsonlardan öğrendiğini, babasının burada Ziya ve Ayhan isimli iki polis memuru ile buluştuğunu, bunu da Jandarmada Jitem’ci Assubay Ahmet Alatıntaş’tan öğrendiğini, bu iki polis memurunun İbrahim Ağabey seni evde bekliyor oraya gideceğiz dediklerini öğrendiğini, İbrahim’in İbrahim Şahin olup olmadığını bilemediğini, 4 Mart 1995 günü saat 13.30 sıralarında 
babasının otomobilinin Silivride bulunduğu yere gittiğini, Jandarmanın araştırmaya başladığını ve aracın plakasının sahte olması üzerine Jandarmada bir süre alıkonulduklarını, daha sonra Kadıköy Cumhuriyet Savcılığına giderek babasının hayatından endişe duyduğu için müracaatta bulunduğunu, babasının serbest ticaretle meşgul olduğunu, Kıbrıstaki bir bankanın ortağı olduğunu, son zamanlarda tek uğraştığı işin bu olduğunu, Almanyada yaşıyan bir ablasının bulunduğunu, babası Tarık Ümit’in kaybolmasından hemen sonra Mehmet Eymür’ün kendisini telefonla aradığını ve iki arkadaşını da İstanbul’a gönderdiğini, babasının kaybolmasında Korkut Eken’in rolü bulunduğunu, ifadeye gittiğine bunu belirtmesini söylediğini, Mehmet Eymür’ün de, Korkut Eken’in de babasının arkadaşı olduklarını, Jandarma JİTEM’den assubay Ahmet 
Altıntaş’ın Tarık Ümit ile ilgili bir çalışma yaptığını ve Avşar kederoğlu ismini sorduğunu, böyle bir şahsı o ana kadar hiç duymadığını, kendi duyumlarına göre babasının iki polis memuru ve ibrahim Şahin tarafından Abdullah Çatlı’ya teslim edildiği ve bir daha Tarık Ümit’in piyasaya çıkmadığını; Korkut Eken ile İstanbul 
Feneryolunda 10 dakika kadar görüştüğünü ve bu görüşmede Eken’in kendisine babasının yurtdışında bir görev yollandığını, söylediğini, Mehmet Eymür’ün yolladığı kişilerin kendisine babasının Korkut Eken’in isteği üzerine özel harekatçılarca kaçırıldığını ve sorgulandığını söylediklerini, bu konu ile ilgili olarak Mehmet Ağar’ın da isminin geçtiğini, Eymür’ün kendisinin de babasının kaçırılmasında Korkut Eken ve Mehmet Ağar’ın ilgisinin olduğunu ve bu 
isimleri Cumhuriyet Savcılığına vermesini söylediğini, ancak bu isimleri Savcılığa vermediğini, Tarık Ümit’in son aylarda ortalığın epeyce karışık olduğunu, zamanı gelince bazı şeyleri anlatacağını ancak henüz vaktigelmediğini kendisine söylediğini, arada laf çıkartan insanlar var dediğini babasından işittiğini, Tarık Ümit’in Cihangirde yazıhanesinin Korkut Eken tarafından telefonla arandığını ve Korkut Eken’in telefona cevap veren çocuğa, o bizi sattı biz de onu satacağız deyip telefonu kapattığını, bunu yazıhanedeki çocuktan işittiğini, bu telefon olayının babasının kaybolmasından önce olduğunu, korkut Eken ve Mehmet Ağar’ın mal vaarlıklarının araştırılması gerektiğini, 

Babasının kaybolmasının Silivri Jandarmasınca yapılan bir soruşturma ile kaldığını, Abdullah Çatlıyı Mehmet Özbay ismiyle tanımadığını, Mehmet Ağar’ı da şahsen tanımadığını, Emniyetten Hiram Abas, Mehmet Eymür ve Korkut Eken’i tanıdığını, Assubay Ahmet Altıntaş’ı, Jitem mensubu olarak tanıdığını ve ilk defa babasının kaybolması olayında tanıştığını, Kıbrıs Bankasındaki ortak Yaman Hakkının kendisine babası Tarık Ümit’in bankada hissesi olmadığını söylediğini ancak elinde hisse dağılımı olan evrak bulunduğunu ve babasının bankaya ortak olduğunu ve kaybolmadan evvel en son gündüz Tarık Ümit’in Divam Pastanesinde Hakkı beyle görüşmüş olduğunu, Babası Tarık Ümit’in son zamanlarda emniyet tarafına ters düşmüş olabileceği şeklinde 
kuşkularının olduğunu, İbrahim Şahin ile şahsen hiçbir tanışıklığı olmadığını bildiği kadarıyla babası Tarık Ümit’in uyuşturucu ticaretiyle bir alakasının bulunmadığını, dündar Kılıç isminden babasının hiç bir zaman bahsetmediğini, 
Alaattin Çakıcı, Tevfik Ağansoy, Behçet Cantürk, Ömer Lütfü Topal, Sami Hoştan ile Tarık Ümit arasında direkt ya da endirekt ilişkiler konusunda herhangi bir duyumunun olmadığını zaten kendisinin son 2 yıldır İstanbul’da oturmadığını, Yaşar Öz’ün Düzceden babası Tarık Ümit’in çocukluk arkadaşı olduğunu, Yaşar Öz ile Tarık Ümit’in bir iş ilişkisinin olmadığını, Tarık Ümit’i uyuşturucuya karşı bir insan olarak bildiğini, Yaşar Öz’ün uyuşturucu ticareti ile ilgisinin olup olmadığını bilmediğini,” belirtmiştir. (Ek:209) 

37- İbrahim Şahin Özel Harekat Dairesi Eski Başkan Vekili 7.01.1997 tarihli ifadesinde; 

“1956 Tokat doğumlu olduğunu ve 1982’nin sonunda Özel Harekatın Kurucularından birisi olduğunu, Tarık Ümit ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışırken tanıştığını, Tarık Ümit ile dost olduklarını; Tarık Ümit’in 
kendisinin iki kez ziyaretine geldiğini, Tarık Ümit’in kaybolduğu 1995 yılı 2 Mart’ında kendisinin polis Memuru Ayhan Akça ve Mehmet Ağar ile birlikte Diyarbakır’da olduklarını, Tarık Ümit’in öldürülüp öldürülmediğini bilmediğini, ancak Tarık Ümit’in uyuşturucu kaçakçılarını polise ve devlete yakalattığını, bunun için ajanlık yaptığını, Tarık Ümit ile 1991-1992 yıllarında tanıştığını ve o günden beri devamli ölüm korkuşu içinde olduğunu, bu durumu Tarık Ümit’in kendisinden duyduğunu, bir de Tarık Ümit’in Kıbrısta banka açtığını kendisine söylediğini, Tarık Ümit’in bu bankaya ortak olduğunun söylendiğini, Topal Cinayeti ile ilgili olarak polis memurları Ayhan Akça, Oğuz Yorulmaz ve Ercan Ersoy’un evvelce Özel Harekat daire Başkanlığı emrinde çalıştıklarını 1995 yılı Nisan ayında ayrıldıklarını, Ercan Ersoy’un İzmir’e, Ayhan Çarkın ile Oğuz Yorulmaz’ın da istanbul’a tayin olduklarını, şu anda Ercan Ersoy’un özel harekatçı olmadığını, diğer ikisinin Özel Harekatçı olduğunu, Oğuz Yorulmaz’ın 1996 yılı Ocak Şubat aylarında Ankara’dan ayrıldığını, bu polis memurları, ayrıldıktan sonra hiçbir şekilde görüşmesinin olmadığını, hele Ercan Ersoy’la hiç olmadığını, zaten Ercan Ersoy’un özel harekattan çıkarıldığını, 28 Ağustos 1996 da Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Halil Tuğ’un kendisini çağırdığını ve İstanbul’da alınan bu memurları alıp getirmesini kendisine köylediğini, İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın da kendisini telefonla aradığını ve bu talimatı verdiğini, 
istanbul Çamlıca turnikelerinde memurları teslim aldıklarını ve Ankara’ya döndüklerini, Döndükten sonra Halil Tuğ ve İçişleri Bakanına bilgi verdiklerini, getirilen şahısların ifadelerini aldıktan sonra serbest bıraktıklarını, İstanbuldan tutanakla teslim aldıklarını, tutanakta şahısların bir ihbar neticesi alındıklarını 
ve herhangibir illiyet bağına rastlanmadığı ve olayla ilgileri olmadığından bahsedilerek teslim edildiğinin belirtildiği, Ankara’da bu şahısların yazılı ifadelerinin ve gösterdikleri şahitlerin de ifadelerinin alınarak salıverildiklerini, 
Bu polis memurları ile birlikte iki sivil Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir’in de teslim alındığını ve ifadelerinin alınmasından sonra bunların da serbest bırakıldıklarını,
Mehmet Ali Yaprak ile bir ilişkisinin bulunmadığını ve bu şahsı tanımadığını, Tarık Ümit’in kızı Handeyi de tanımadığını ve hiç görüşmediğini, Tarık Ümit olayının souşturmasını yapan Jandarma Assubayı ile telefonla görüştüğünü ve özel harekatçı Ayhan Akça’nın alınmasının yanlış olduğunu ve bıkarılmasını söylediğini, Resmi olarak istenildiği takdirde Ayhan Akçay’ı verebileceklerini de söylediğini, Tarık Ümit olayı ile ilgili olarak Mehmet Eymür’ün kendisine telefon ettiğini ve Tarık Ümit’in kendilerince alındığını söylediğini, kendisinin de 
mümkün olmadığını, almaları için sebep olmadığını söylediğini, Abdullah Çatlı’yı tanımadığını, Özel harekatta görevli polis memurları nereye tayin olurlarsa olsunlar mutlaka Özel Harekat daire Başkanlığının görüşünün alınması gerektiğini, Sedat Bucak’a koruma olarak verilen memurlarla ilgili olarak kendilerinden bir görüş sorulmadığını, normalde sorulması gerektiğini, Ayhan Akça’nın evvelce kendisine korumalık yaptığını, Ayhan Akça ile kurye Dilek Örnek ilişkisini Ayhan Akça’nın açığa alınmasından sonra öğrendiğini, 1988 den beri Ayhan Akça ile birlikte çalıştıklarını ve hem kendisinin hem de Ayhan Akçanın Tokat’lı olduğunu ve hemşehri olduklarını ve güvendiği bir elemanı olduğunu, Doğuda, zaman zaman operasyonlar, bölgedeki MİT sorumlusu personel ile bilgi alışverişi yaptıklarını, operasyon öncesi MİT yetkililerinden bilgi aldıklarını, Operasyona katılan özel tim’in en az 20 kişiden oluştuğunu, ve iki timle operasyona gidildiğini, Özel tim’in kırsal alana tek başına gitme yetkisinin bulunmadığını, mutlak surette yanlarında askeri birlik olması gerektiğini, Narkotikle özel harekatın bir bağlantısı olmadığını, kendisinin 25 yıllık polis olarak sadece esrarı tanıdığını, diğerlerini bilmediğini, narkotik şubelerin kırsal alanda operasyon tecrübelerinin bulunmaması nedeniyle kendilerinden yardım istediklerini ve kırsal alanda pusu atma işlerini yaparak Narkotike yardımcı 
olduklarını, Uyuşturucu sevkiyatı ile PKK’nın bağlantısının olduğunu, nihai olarak kendilerinin operasyon mensubu olduklarını, 1993 yılından beri Özel Harekat daire Başkanlığı görevini vekaleten yürüttüğünü, Özel Harekatta 7 bin 
civarında personel olduğunu, özel harekatın lekelenmemesi için elden gelen gayretin gösterildiğini ve uygunsuz hali görülenlerin hemen özel harekattan çıkarıldığını, özel harekatın yıpratılması için memurlarının MHP’lilerden seçildiği yolunda söylentiler yayıldığını ve bunun gerçekle bir ilgisi olmadığını, PKK ile 
mücadelede özel harekatın başarılı olduğunu ve bu nedenle PKK örgütünce kendilerine saldırıldığını, Bu güne kadar 6700 kişilik özel harekat kadrosundan, işledikleri suçlar nedeniyle sadece 28 kişinin meslekten ihraç edildiğini, özel harekatın kuruluşunun Genel Kurmay’ın Özel Harp Dairesine dayandığını, ilk 
kurulduğunda Özel Harp Dairesinin kendilerine kurslar verdiğini, PKK ile yürütülen mücadelenin bir gerilla savaşı olduğunu, Askerlerin operasyonlara giderken yanlarında polis timi istediklerini, özel timci polisleri Ankara’ya getirdiği için açığa alındığını, Sedat Bucak’ın kaza geçirmesi üzerine İstanbul’u 
telefonla aradığını ve Sedat Bucak’ın durumunu sorduğunu, Sedat Bucak’ı tanıdığını ayrıca Güneydoğuda bütün aşiret reisleriyle yakın ilişkilerinin bulunduğunu bu insanların özel harekata yardımcı olduklarını Sedat Bucak’ı sağlığını merak ettiği için aradığını, İstanbul Emniyet Müdürlüğünü de aradığını ancak Balıkesir’i aramadığını, Behcet Cantürk öldüğü zaman sevindiklerini, Behcet Cantürk’ün Özgür Gündem Gazetesinin % 30 hissedarı olduğunu, PKK’ya en büyük mali ve lojistik desteği sağladığının söylendiğini, bu operasyonu 
kimin yaptığını bilmediğini, Savaş Buldan’ın da PKK’ya destek verdiği kanaatinde olduğunu, Buldan’ların doğuda aşiret olarak bu örgüte yardım ettiklerini, Ömer Lütfü Topal hakkında böyle bir duyumu olmadığını, Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesinde para ve menfaat ilişkilerinin bulunabileceği kanaatinde olduğunu, Ömer Lütfü Topal Cinayeti ile Özel Harekatın karalanmaya çalışıldığını, Uzi silahının özel harekatta kullanıldığını, profosyonelce işlenmiş olan bu cinayette uzi silahı bırakılarak adeta bir mesaj verilmek istenildiğini, bu uzi silahın özel harekattaki silahlardan olmadığını zaten numarasının da silinmiş olduğunu, 
Abdullah Çatlıyı tanımadığını, 1995 yılında Çatlı ile oturup konuştuklarını ancak Çatlı olarak değil Mehmet Özbay olarak tanıdığını, hatta soyadını bile bilmediğini, kazadan sonra öğrendiğini, Ankara’da Sedat Bucak’ın yazıhanesinde gördüğünü ve işadamı ve tekstilci olduğunu kendisine söylediğini, bir-iki defa da İstanbul’da görüştüklerini,

Emniyette silah uzmanı sertifikası verilmesi gibi bir uygulama aolmadığını, 
Korkut Eken’in Balıkesir ve Menteş kurslarında özel harekata öğretmenlik yaptığını, bunun dışında özel harekatla hiçbir şekilde ilişkisinin bulunmadığını, 
Hüseyin Kocadağ ile ilk Özel Harekat şubesinde beraber çalıştıklarını, bir kadınla ilişkisi olduğu gerekçesiyle meslekten ihraç edildiğini ve Danıştay Kararıyla tekrar mesleğe döndüğünü ve Hakkâri Özel Harekat Şube Müdürü olarak tekrar başladığını, Ömer Lütfü Topal cinayeti ile ilgili İstanbulda polisce alınan 3 özel timciyi almak üzere İstanbul’a gidişinde Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel’in Ankara’da olmadığını ve görevi Emniyet Genel Müdür Yardımcısı 
Halil Tuğ’dan aldığını, Özel harekatın, istihbarat için adam kullanmadığını, özel harekatta da böyle bir istihbarat birimi olmadığını, Bucak aşiretinin tamamının gönüllü köy korucusu olduklarını ve para almadıklarını, devletten para alan Bucak aşireti ile ilgili korucu sayısının 50’yi geçmediğini, operasyon bölgelerinde arazi şartlarını iyi bilen 3-5 koruyucu da beraberlerine alabildiklerini, bunların sadece yol gösterici olduklarını, Tarık Ümit’in kaçırılması olayı ile ilgili olarak, Mehmet Eymür’ün kendisini telefonla aramadığını, kendisinin Yenimahalleye giderek Mehmet eymür ile yemek yiyip görüştüğünü, Mehmet Ağar’ın bu konuda kendisine bir şey söylemediğini, Mehmet Eymür ile Tarık Ümit’in kaçırılması olayını da konuştuklarını, Mehmet eymür’ün kendisine Tarık Ümit’i Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlunun götürdüğünü ve Abdullah Çatlı’ın elinde olduğunu söylediğini, kendisinin de Ayhan Akçanın Diyarbakır da o gece yanında olduğunu ve Genel Müdür ile birlikte Diyarbakırda bulunduklarını, Diyarbakırda olan bir insanın İstanbul’da Divan Pastanesinden Tarık Ümit’i kaçırmanın mantık dışı olduğuu söylediğini, Mehmet Eymür ile yaptığı görüşmede Mehmet Eymür’ün “Tarık Ümit’i Abdullah Çatlı bıraksın, ya da bıraktırın, ben teminat veriyorum, bir daha Tarık Ümit Abdullah Çatlı’nın işlerine karışmayacak yahut o alana 
girmeyecek” dediğini, kendisinin de Tarık Ümit’in nerede olduğunu bilmediğini söylediğini, Özel Harekat Daire Başkanlığının herhangibir kişiyi alıp soruşturma hakkının bulunmadığını, Özel Çiller ile bir münasebetinin bulunmadığını, ömrü hayatında Özer Çiller’i görmediğini,”belirtmiştir. (Ek:210) 


11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder