27 Şubat 2019 Çarşamba

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 9

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu,  Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 9




30- Mehmet Ali YAPRAK 14.1.1997 tarihli ifadesinde; 

“1996 yılı 24-25 Mayıs gecesi polis olduğunu söyleyen kişilerce evinin önünden bir araca bindirilerek kaçırıldığını, kendisinin “kaçakçılık yapmak, seks hapı satmak ve devlete vergi vermemekle suçlandığını, serbest bırakılması karşılığında 15 milyon mark fidye istenildiğini, kendisinin bu kadar parayı vermesinin mümkün olmadığını, ancak 3 milyon mark ödeyebileceğini, bunun da l milyon markını serbest bırakıldıktan itibaren 15 gün içerisinde, 2 milyon markın da 1 milyonunu 2 ay sonra 1 milyonunu da ondan sonraki ayda ödeyebileceği  ni, kaçırılma sırasında gözlerinin bağlı olduğunu, cebindeki paraların, kolundaki saatinin, cep telefonunun ve kredi kartları ile ehliyetinin de alındığını, kaçırıldığı sırada üzerinde 65-70 bin markı ve 20-30 milyon TL. civarında Türk Lirası olduğunu, kaçırıldıktan 6 gün sonra Hilvan girişinde serbest bırakıldığını, 
Gaziantep’te işadamlarından haraç toplayan bir çetenin bulunduğunu, bu çete içerisinde Yahya Efe, Turgay Maraşlı, Tuncay Maraşlı, Müfit Sament gibi kişiler bulunduğunu, Turgay Maraşlı’nın Abdullah Çatlı’nın ortağı olduğunu, kendisini kaçıranların 11 kişi olduğunu ve Yahya Efe, Turgay Maraşlı, Tuncay Maraşlı, Müfit Sament gibi şahısların da bu 11 kişinin içinde bulunduğunu, kendisini kaçıranlardan hiçbirisinin Gaziantep’ten olmadığını ve hepsinin İstanbul tarafından geldiğini, Gaziantep’te bu kişilere yardımcı olanların Abdullah Sabri 
Kocaman, Mehmet Öztürk ve Mehmet Öztekin olduğunu, Müfit Sament’in Devlete çalıştığını, konuşmaması için zaman zaman tehdit telefonları aldığını, kaçırılması olayı ile ilgili olarak ilgili Cumhuriyet Savcılığınca takipsizlik kararı verildiğini, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın talimatı ile Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca tekrar ifadesinin alındığını ve yeniden dosya tanzim edildiğini, 

Kendisinden istenilen 3 milyon mark fidyeyi ödemediğini, kaçırıldığında bırakılmadan önce videoya kaçakçı olduğunu belirten ifadeler kullanarak kendisinin videoya kaydedildiğini, kaçırılma sırasında gelenlerin polis 
olduklarını ve Kaçakçılık Daire Başkanlığından geliyoruz dediklerini ve kendisini götürdüklerini, 1973 yılından beri Gaziantep’te tıbbi malzeme ticareti ile meşgul olduğunu, kendisini kaçıran ve otoyu kullanan kişinin Haluk Kırcı olup olmadığını bilmediğini, Haluk Kırcı ile karşı karşıya getirildiği zaman kendisinin, kaçıranın Haluk Kırcı olup olmadığı konusunda bir kanaate varabileceğini, kendisinin ruhsatlı 2-3 tane silahının bulunduğunu, 3 milyon mark fidyeyi ödemeyişinin sebebinin bir defa ödeyince bunun arkasının gelecek olmasından endişe 
duyması olduğunu, çocuklarının kaçırılabileceği yolunda duyumlar aldığını; kaçıracak kişiler arasında Özel Harekattan 2 memur olduğu şeklinde duyumlar olduğunu, bırakılmasının tek sebebinin Yahya Efe isminin ile Müfit Samet isminin konuşulmaya başlanması olduğunu, Müfit Samet’in MİT’e çalıştığını, Müfit Samet’in kendisini kaçıranlardan birisi olduğunu ve İstanbul’da kaldığını, evinin önünden kaçırılmasından itibaren içinden 2500 sayı saydığını ve bunun da Siverek İlçesine götürülecek kadar bir mesafe olduğunu, mali durumunun 15 milyon mark fidyeyi ödemeye müsait olmadığını, 3 milyon markı ise arazilerini satmak suretiyle ödeyebilecek durumda olduğunu, kendisini kaçıranların, serbest bırakıldıktan sonra 2 kez aradıklarını ve kendilerine telefonda muhatap olmadığını, kendisini kaçıranları birbirine düşürmek amacıyla 1 milyon mark 
fidye ödediği şeklinde Gaziantep’te dedikodu yaydıklarını ve bunu bilerek yaptığını, Çatlı’ya bağlı 7-8 grup olduğunu ve her grubun başında birisinin bulunduğunu, bütün gruplarda toplam 700 kişi kadar çete üyesi olduğunu tahmin ettiğini; Turgay Maraşlı’nın Abdullah Çatlı’yla İstanbul’daki bir tekstil 
firmasına ortak olduğunu, Turgay Maraşlı’nın aynı zamanda BOTAŞ’ın petrol dağıtım işini yürüttüğünü, Müfit Samet’in de tekstilci olduğunu söylediğini, Kıbrıs’ta bulunan Emperyal Otel’den Abdullah Çatlı’nın Turgay Maraşlı ile görüştüğüne dair elinde belge olduğunu, Abdullah Çatlı’nın 424 numaralı odada kaldığını ve 28 Nisanda kimlerle ne kadar görüştüğünün elindeki belgede mevcut olduğunu ve bunu Komisyona verebileceğini,kendisini kaçıran insanların korunup, kollandıklarını, Korkut Eken’in bu isimlerden birisi olduğunu, İbrahim 
Şahin’i tanımadığını, Mehmet Ağar ve Sedat Bucak’ı da tanımadığını ve kendileriyle bir görüşmesinin olmadığını,”belirtmiştir.(Ek:203) 

31- Avşar KEDEROĞLU 14.01.1997 tarihli ifadesinde; 

İstanbul’da ticaretle uğraştığını, Tarık Ümit olayı ile ilgili olarak evinden jandarma istihbaratta görevli olduğunu belirten bir kişi tarafından alınarak Maslakta bulunan Jandarma Alayına götürüldüğünü, Tarık Ümit olayı ile ilgili olarak en son kendisinin telefonu ile görüşme yapıldığı, belirtilerek Jandarma Alayına götürüldüğünü, Tarık Ümit’i tanımadığını ancak onu tanıyan özel harekatçı arkadaşlarının olduğunu, Ziye isimli özel harekatçının evindeki telefonu kullandığını, İbrahim Şahin’i de tanıdığını, Ayhan Akçay’ı da tanıdığını, 
İbrahim Şahin’i 1979 dan Kozaklıda Başkomiserliğinden tanıdığını, polis memurları Ziya ve Ayhan’ı da İbrahim Şahin’in koruması olarak tanıdığını, Oğuz’un da bunlarla birlikte olduğunu, ve Oğuzu’da tanıdığını, Çarkın’ı tanımadığını, Abdullah Çatlı’yı ise tanımadığını, bu polis memurlarının zaman zaman evine geldiklerini ve kendisinden araba ve telefon talebinde bulunduklarını, kendisinin de arabasını ve telefonunu polislere verdiğini; bu polis memurlarını 1992-1993 yıllarında tanıdığını Maslakta Jandarma Alayında 
tutulduğu sırada Ayhan Akçan’ın kendisini telefonla aradığını, Jandarmaya Ayhan Akçanın evini gösterdiğini, Ayhan Akçanın Halkalıda polis lojmanlarında oturduğunu, ismi Ahmet olan bir Astsubay tarafından evinden bir araçla alındığını, sivil aracın ise bir bayan tarafından kullanıldığını, sivil bayanı tanımadığını, Tarık Ümit’in kızını hiç görmediğini ve tanımadığını, İstanbul’da Gazi olaylarının başladığı gün kendisinin serbest bırakıldığını, Jandarma Alayında tutulduğu süre zarfında kendisine bir baskı yapılmadığını, Ruhsatlı silahının 
alındığını ve salıverildikten 4-5 gün sonra iade edildiğini, İbrahim Şahin’in ağabeyisinin yakın arkadaşı ve aile dostları olduğunu, ancak polislerin yakın dostları olmadığını, zaman zaman geldiklerini, Kendisine ait telefonu en son kullanan kişinin Ziya Bandırmalıoğlu olduğunu, Maslaktaki Jandarma Alayına götürüldüğünü daha sonra İbrahim Şahin’e anlattığını ve onunda bu işe hayret 
ettiğini, polis memurlarını İbrahim Şahin’in korumaları olması nedeniyle tanıdığını, cep telefonunu ve arabasını da İbrahim Şahin’in hatırına bu polis memurlarına verdiğini, Maslakta Jandarma Alayında tutulup serbest 
bırakıldıktan sonra da ara sıra polis memurları Ziya ve Ayhan ile görüşmelerinin olduğunu, Tarık Ümit’in kim olduğunu birkaç defa bu polis memurlarına sorduğunu ve arkadaşımız, onu tanıyoruz diye cevap aldığını, Ayhan Akça’nın adı en son kurye Dilek olayında duyulmasından sonra ağabeylerinin kendisine nasihat ettiğini ve bu polis memurları ile görüşmesini azaltmasını istediğini, bir ağabeyisinin önceleri İstanbul Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptığını, şimdi ise DYP İstanbul Yönetim Kurulu üyesi olduğunu, Ziya ve Ayhan’ın Ankara’da 
görevli polis memurları olduğu ancak İstanbul’da oturdukları, polis memurları Ziya ve Ayhan’ın Abdullah Çatlı’dan ve ülkü ocaklarından bazı kişilerle konuşmalar yaptığına tanık olmadığını, ağabeyisinin Abdullah Çatlı’yı tanıması gerektiğini, kendisinin kanunsuz bir işi olmadığını, hayatında ilk defa JİTEM’e gittiğini, ikinci kez de komisyona geldiğini, Ankara’da görevli olan ve genellikle hafta sonlarında İstanbula gelen polis memurları Ayhan ve Ziya’nın Karayolu ile İstanbul’a geldiklerini, Kıbrısla bir ilişkisinin olmadığını, Azerbaycan, Bulgaristan, Tunus ve İtalya’ya birer defa turistik gezi amacıyla gittiğini” belirtmiştir.(Ek:204) 

32- Seyit Ahmet ALTINTAŞ 14 Ocak 1997 tarihli ifadesinde; 

“İstanbul İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şubesinde istihbarat elemanı olarak görev yaptığını, halen Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü emrinde görevli olduğunu, Tarık Ümit’in kaybolma durumundan sonra olayla ilgilenmeye başladığını, Tarık Ümit’in kırmızı renkli otosunun Silivri İlçesi 
Kılıçlı Köyü yakınlarında bulunduğunu, Silivri Büyükkılıçlı Karakolunun gereken tahkikatı yapıp evrakları Silivri Cumhuriyet Savcılığına gönderdiğini, Tarık Ümit’le ilgili çalışma yapmasını İstanbul İl Jandarma Alay Komutanının istediğini, Tarık Ümit’le ilgili çalışmaya başlar başlamaz Mehmet Eymür’ün sık sık Tarık Ümit’in kızı Hande Ümit Binici’yi aradığını ve buna tanık olduğunu, Tarık Ümit ile Mehmet Eymür’ün çok samimi olduklarını, Mehmet Eymür’ün Hande’ye telefon ederek babanı Abdullah Çatlı ve adamları kaçırdı, gazetelere ilan ver yoksa öldürürler dediğini, Mehmet Eymür’ün 3 elemanını İstanbul’a göndererek Tarık Ümit Olayı’nda Jandarmanın bilgilendirilmesini sağladığnı, Tarık Ümit’in en son görüşme yaptığı kişilerden yola çıktığını ve Tarık Ümit’in cep telefonundan yola çıkarak, Tarık Ümit’in en son telefonla görüşme yaptığı kişinin Avşar 
KEDEROĞLU olduğunu, Avşar KEDEROĞLU adına kayıtlı telefonun 1 gün önce alınmış telefon olduğunu veKEDEROĞLU olduğunu, Avşar KEDEROĞLU adına kayıtlı telefonun 1 gün önce alınmış telefon olduğunu ve henüz kullanılmaya başlandığını, Tarık Ümit’in kaçırılması olayı ile ilgili olarak kendisinin sadece istihbari bir çalışma yaptığını, adam alma, tutma, gözaltına alma gibi bir yetkisinin bulunmadığını, Avşar KEDEROĞLU üzerine telefon kayıtlı ise de bu telefonla Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU’nun görüşme yaptıklarını, Avşar KEDEROĞLU’ndan öğrendiğini, 

Avşar KEDEROĞLU ile sadece bir mülakat yaptığını, bu mülakat sırasında polis memurlarından Ayhan Akça’nın Avşar Kederoğlu’nu telefonla aradığını ve Avşar Kederoğlu’na Yalova’dan geldiklerini söylediğini, daha sonra Ayhan Akça ve Ayhan Çarkın ile Ataköy Polis Karakolunda bir görüşme yaptıklarını, polis 
memurlarını görüşme yapmak üzere Karakola davet ettiğini, ancak polis memurları Ayhan Akça ve Ayhan Çarkın’ın bu davetini reddettiklerini, Ataköy Polis Karakolunda görüşme önerisinin kabulü üzerine Ataköy Polis Karakoluna gittiklerini, Karakolda iken İbrahim Şahin’in Ayhan Akça’yı cep telefonundan aradığını ve kendisiyle görüşmek istediğini ancak kendisinin karakolda bulunan sabit telefondan görüşebileceğini söylediğini, Ataköy Polis Karakolunun Gazi olayları nedeniyle kalabalık olduğunu, nöbetçi Emniyet Müdürünün de karakolda bulunduğunu ve kendisine hitaben polis bölgesine habersiz giremiyeceğini 
söylediklerini, İbrahim Şahin’in de kendisi ile telefonla görüştüğünü ve polis memurlarını alamıyacağını söylediğini, 

Tarık Ümit olayı ile ilgili olarak Emniyetten Jandarmaya bilgi gelmediğini, oysa Tarık Ümit’in kaçırıldığı mahallin İstanbul Kadıköy polis mıntıkası olduğunu, Kadıköy polisinin bu olayla hiç ilgilenmediğini, sadece jandarmanın bu olayla ilgilendiğini, Tarık Ümit’in aracının plakasının güvenlik nedeniyle Mehmet Ağar 
tarafından verilen bir tahsis plakası olduğunu ve bunu da kendisine MİT’in ve Tarık Ümit’in kızının söylediğini, olayın başlangıcında Tarık Ümit’in MİT ajanı olduğunu bilmediğini, bunu sonradan öğrendiğini, Ataköy Polis Karakolunda polis memurları Ayhan Akça ve Ayhan Çarkın ile yaptığı görüşmede Ayhan Akça’nın Tarık Ümit’i tanıdığını kendisine söylediğini, Tarık Ümit’in kaçırılmadan önce yaptığı son görüşmenin 0 532 ve son rakamları 2175 olan ve Avşar KEDEROĞLU’na ait olan telefonla yaptığının belirlendiğini, Tarık Ümit’in 
telefon numarasını Tarık Ümit’in kızı Hande’den aldığını, Tarık Ümit’in Tuzla’daki evinde de bir çalışma yaptıklarını ancak herhangi bir parmak izine rastlamadıklarını, Mehmet Eymür ile hiç görüşmesi olmadığını, sadece Eymür’ün üç elemanı ile görüştüğünü, Tarık Ümit’in Silivri’de terkedilmiş aracını gördüğünü, araçta parmak izlerine rastlayamadıklarını, 

Abdullah Çatlı, Sami Hoştan ve Haluk Kırcı ile ilgili bir çalışma içerisine girmediğini, Tarık Ümit’in Kıbrıs’ta bir bankası olduğunu, Tarık Ümit’in kızı Hande’den işittiğini, yine Tarık Ümit’in Kıbrıs’ta bir bankada ortak 
olduğunu ve bu bankanın ortaklarından birisinin de Mehmet Ağar’ın şoförünün kardeşi Ömür Özçelik olduğunu ve % 25 hissesi olduğunu, bunu da Tarık Ümit’in kızı Hande’den işittiğini, Mehmet Eymür’ün adamları ile Tarık Ümit’in yakın çevresinde 4 milyon dolarlık bir paradan bahsedildiğini, ancak paranın kaynağının belli olmadığı, Tarık Ümit ve Mehmet Eymür’ün adamlarının bu paranın uyuşturucudan gelen bir para olduğunu tahmin ettiklerini, Tarık Ümit, Mehmet Eymür ve Korkut Eken’in son derece samimi olduklarını bildiğini, kara 
para aklanmasıyla ilgili olarak Tarık Ümit’in ailesinin beyanına göre, Kazakistan, Pakistan, Afganistan tarafından gelen uyuşturucunun, Kazakistan, Azerbeycan’dan Nahçıvan kanalıyla Türkiye’ye girdiği, Türkiye’den eroinin yurtdışına, Hollanda ve Almanya’ya çıktığı, birkısım paranın Kazakistan’da aklandığı, Kazakistan’da 450 milyon dolarlık bir paranın olduğu, bu paranın da Kıbrıs’taki bankada aklandığı, Tarık Ümit’in de bu işin içinde olduğunun söylendiğini, Tarık Ümit olayı ile ilgili olarak Hayri Kozakçıoğlu’na rapor 
ve bilgi vermediğini, Hayri Kozakçıoğlu ile hiçbir görüşmesi olmadığını,” belirtmiştir. (Ek:205) 

33- SENAR ER 13.1.1997 tarihli ifadesinde; 

“Asıl adının Senar Keremoğlu olduğunu, Soyadını “ER” olarak değiştirdiğini, Van Tur otobüs işletmesi sahibi olduğunu; öz babası Kadir Keremoğlu’nun 15.4.1995 günü evinden ayrıldığını ve o günden bu yana babasından haber alamadığını, babasının Şehmuz DURAK isimli şahıs tarafından götürülmüş olabileceğini, 10 Temmuz 1994 de Ahmet Demir isminde birisinin kendisini arayıp 100 bin Mark para istediğini, kendisinin de bu şahsı tanımadığını söylemesi üzerine Zinnar kod adlı kişi olduğunu söylediğini ve bu şahsın Alaaddin Kanat olduğunu daha sonra yakalandığında öğrendiğini ve bu şahsın tehlikeli bir insan olduğunun ifade edildiğiniöğrendiğini, 15 Nisan 1995 de babasının Van’da kaçırıldığını, Van’da bütün resmi kuruluşlara müracaat ettiğini, ancak bir sonuç alamadığını, babasının kaçırılmasında rol aldığını tahmin ettiği Şehmuz Durak’ın ifadesi 
alındıktan sonra serbest bırakıldığını, babasını kaçıranların daha sonra istedikleri fidye miktarını 750 bin Mark’a çıkardıklarını, bunu verdiği takdirde babasını sağ olarak iade edeceklerini söylediklerini, kendisinin de 100 bin Mark verebileceğini söylediğini, daha sonra durumu milletvekili Mustafa Zeydan’a anlattığını, onun da zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’dan randevu alarak Ağar’la görüştüklerini, Ağar’ın yardımcı olacağını söylediğini ve hemen İbrahim Şahin’i telefonla aradığını ve konu ile ilgili olarak haberdar edilmesi talimatını verdiğini, ancak Emniyete yaptığı başvurulardan da bir sonuç alamadığını, bu arada babasının kurtarılması için Yarbay Nevres Özatlı ile de görüştüğünü, bundan da bir sonuç çıkmadığını, kendisinden istenilen fidyeyi vermediği ve Alaattin Kanat’ı yakalattığı için iki otobüsünün yakıldığını, iki otobüsünün de silahla tarandığını, Alaattin Kanat olayından sonra bu işlerin başına geldiğini, babasının serbest bırakılması için 80 milyon Nazif Karacan’a, 200 milyon lira da Lokman Çetin’e verdiğini, bunları babasının bakım masrafı alarak verdiğini, Alaattin Kanat’ın dayısının polis olduğunu ve Narkotikte çalıştığını, Nizamettin Dağdelen, 
Alaattin Kanat ve Mehmet Yazıcıoğulları adlı şahısların kendisini tek tek tehdit ettiklerini ve 100 bin mark istediklerini, vermediği takdirde kendisini öldüreceklerini söylediklerini, Alaattin Kanat’ı tutuklandıktan sonra Van’da gördüğünü, babasını kaçıran araçların 34 ALL 82, 06 FH 600, 65 ER 279, 01 EA 600 plakalı araçlar olduğunu, plakaların da sahte olduğunu, babasının kaçırıldıktan sonra Jandarmada olduğunu ancak korkusundan isteyemediğini, babasının para için kaçırıldığını, 1994’den beri para toplama, fidye isteme işinin yoğunlaştığını, Yüksekova’da herkesten para toplandığını, kendisinden de sabıka kaydı için 5 bin mark istenildiğini, en çok para alma işini korucuların yaptığını, Yüksekova’da insanların kendisini güvenlik içerisinde hissetmediklerini, 
her an evden alınıp götürme korkusu içinde olduklarını, insanların bu nedenle isteyen herkese para vermek zorunda olduklarını, kendisinin fidye vermediğini buna mukabil babasının kaçırıldığını ve otobüslerinin yakılıp, kurşunlandığını, Yeşil, Ahmet Demir, Mehmet Yıldırım adları ile dolaşan şahsın askerlerin içinde olduğunu ve Jitemci olarak bilindiğini, fakat bu şahsın sivil olduğunu, ancak yanında birkaç kişi ve elinde telsiziyle dolaştığını, devamlı askerlerle birlikte olduğunu, bugüne kadar Yüksekova’da çok fidye alındığını, .......................
 adlı uyuşturucu kaçakçısından da 750 bin mark fidye aldıklarını, 
.....................’ın İstanbul’da ikamet ettiğini, ancak Yüksekova’lı olduğunu, YEŞİL’in askerden güç aldığını, bunu Doğuda herkesin bildiğini, insanların bu şahsı sesinden tanıdığını çünkü pekçok kişiyle telefonla konuştuğunu, kendisi ile de YEŞİL’in birkaç kez konuştuğunu ve bir defasında kendisini ölümle tehdit ettiğini, Yüksekova’lıların babası Kadir Keremoğlu’nun başına gelenleri duydukları için fidye istendiğinde gidip gizlice verdiklerini ve insanların korku içerisinde olduklarını,” belirtmiştir. (Ek:206) 

34- MİT Müsteşarı Sönmez KÖKSAL 9.01.1997 tarihli ifadesinde; 

“MİT’in yasal bir örgüt olduğunu, 2937 Sayı ve bu Kanunun 27.maddesinin bilgi istihsali ve bilgi verme konusu ile ilgili olduğunu, yasal zorunlulukdan dolayı bazı sorulara cevap vermek durumunda olmadığını, 1992 Kasım ayında MİT Müsteşarlığı görevine başladığını, susurluk olayının hiç birlikte olmayacak bazı kimselerin beraberliğini açığa vurma açısından çok önemli olduğunu, yargının işlevini yaptığı takdirde muhtemelen bu iddialardan bir kısmının doğru olduğunun ortaya çıkacağını, bu iddialarla ilgili her organın, her kurumun kendi 
açısından yürütmesi gereken birtakım tahkikatlar olduğunu, MİT’in görev alanının dışında yürüttüğü bir çalışmasının olmadığını, MİT’in uyuşturucu konusuna yaklaşabilmesi için geçtiğimiz yıldan itibaren bir birim oluşturduğunu, daha çok bu olaylara stratejik açıdan yaklaşma eğiliminde olduğunu, MİT’in uyuşturucu konusunda yaklaşımının sadece uyuşturucunun Uluslararası terörle, uyuşturucunun organize suç denilen kavramlarla işbirliğini ortaya çıkarmak olduğunu, 1988 de yazılmış bir MİT RAPORU olduğunu ve bunun da ilgilisi tarafından üstlenildiğini ve Komisyona ifade verdiğini, bunun dışında MİT tarafından ortaya atılmış herhangibir rapor olmadığını, Abdullah Çatlı ile ilgili 
olarak arşivlerinde bilgi olabileceğini, talep edilmesi halinde iletebileceklerini Sedat Bucak’ın legal bir milletvekili olduğunu ve bu şahısla ilgili bir çalışma yapmadıklarını, istihbarat neredeyse orada olduklarını, gerektiğinde herkesi istihbarat işlerinde kullanabildiklerini, Susurluk kazasından sonra Başbakanlıkça iddialar hakkında MİT’in bir inceleme yapmasının istenildiğini, MİT’in de bu incelemeyi yaptığını ve sonuçlarını Sayın Başbakan’a sunduğunu, bu incelemede devlet içinde kontrolsüz bazı güçlerin varlığının bu olayla ortaya çıktığının ifade edildiğini, gayri kanuni belgelerin temini, pasaport vs. şeylerin ortaya çıktığı, yapılan bazıoperasyonlarda merkezi kontrolün tam olmadığı hususunda vurgulandığını bunların MİT tarafından yapılan ilk incelemelerden sonra ortaya çıkan emareler olduğunu, istihbarat konusunda yoğun bir şekilde çok başlılıktan 
bahsedildiğini, burada sınırların iyi çizilmesinin lazım geldiğini, geçici köy koruculuğunun yeniden yapılanmasının ihtiyaç olarak ortaya çıktığının ifade edildiğini, Devletin dış itibarı açısından bazı sakıncalı durumlarda yaratıldığına dikkat çekildiğini, MİT’in istihbarat çarkına takılmış olduğu kadarıyla kişiler hakkında bilgi sunduklarını, 59 kişinin adının geçtiğini, uyuşturucu ticaretinin devlet himayesinde yürütüldüğü konusunda bilgisi olmadığını, yürütülen büyük bir terör mücadelesi olduğunu, MİT’le, Emniyet ve Jandarma arasında çekişme ve kargaşa olmadığını, böyle bir kavga olsa terörle mücadelenin bu şekliyle yürütülemiyeceğini, MİT’in, yeraltı dünyası ile güvenlik güçlerinin ilişkisi konusunda bir araştırmasının olmadığını, Tarık Ümit’in, MİT’in haber toplayıcı elemanı olduğunu, Tarık Ümit olayının Jandarma ve savcılığa yansıdığını, olay icraya yansıyınca MİT’in yapacak birşeyi olmadığını, Mesut Yılmaz’a Budapestede yapılan saldırı ile ilgili olarak özellikle bir bilgilerinin olmadığını, ancak diğer ülkelerdeki bazı yapılanmalar hakkında bilgileri olduğunu, Özdemir Sabancının öldürülmesinin DHKP-C’nin bir operasyonu olduğunu ve Sabancı ailesinin seçildiğini, bunun daha önceden planlanmış bir operasyon olduğunu, Güneydoğu Anadolu raporu konusunda bir siyasî parti genel başkanı ile aralarında Sabancının da bulunması nedeniyle operasyonun yanlış izlenim vermemesi amacıyla ertelenmiş olduğunu, türkiyed telefon hat sayısının 15 milyonu bulduğunu, hepsinin dinlenebilmesi için 15 milyon ek hat kurulması gerektiğini, bütün telefonların dinlenmesinin gerçek dışı olduğunu, MİT’in bu konuda töhmet altında bırakıldığını, Ömer Lütfü Topal cinayetiyle ilgili MİT’in bir çalışması olmadığını, 

Tarık Ümit’in MİT kadrolarında yer alan birisi olmadığını, Tarık Ümit’in sadece dışarıdan haber getiren birisi olduğunu, buna haber toplayıcısı dediklerini, MİT olarak PKK’ya finansman temini noktasında veya değişik tarzdaki lojistik destekler noktasında çalışma yapılması konusunda bilgi vermesinin güç olduğunu, olayın tahmin edilenden daha kapsamlı bir olay olduğunu, hem Türkiye’de hem Avrupa’da zorla para toplama olayının varolduğunu, bir bütün olarak yürütülen terörle mücadelede geçici köy korucularının fevkalade olumlu bir işlev gördüğünü, birtakım ortadan kaldırılan insanlar PKK’ya yardım ettikleri amacıyla kaldırıldıysa bunu komisyon üyelerinin de kendisinin de basından öğrendiğini, bunun dışında söyleyecek bir şeyi olmadığını, MİT’te yeraltı dünyası diye bir bilgi havuzu olmadığını, isim sorulduğu takdirde bilgi verebileceklerini, 
Türkiye gibi bir ülkede istihbarat yapmanın fevkalade zor olduğunu, şartların zor, iç dinamiklerinin çok hareketli, bir sürü iç problemleri, dış problemleri olduğunu, böyle bir ülkede istihbaratın hiçbir zaman yeterli olamayacağını, hiçbir ülkede hiçbir yöneticinin istihbaratın yeterli olduğunu söyliyemiyeceğini, MİT olarak 
hem insan kalitesi hem de teknik imkânın artırılması konusunda olumlu adımlar attıklarını, Bu alanda güçlendikleri ölçüde istihbaratın kalitesinin de artacağını, MİT’in ajanlarıyla olan ilişkisini ajanların haber getirme niteliği ortadan kalktığı zaman kestiğini, Haluk Kırcı ile MİT’in bir ilişkisinin olmadığını, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu gibi suikastlerle ilgili dosyaların kapanmamış olduğunu, üzerinde çalışıldığını, Kontrespionaj konusunda MİT’in sorgulama yetkisinin bulunduğunu, Özdemir Sabancı cinayeti sanığı Mustafa Duyar’ın da kontrespionaj kapsamında sorgulandığını, MİT olarak, Abdullah Çatlı’yı kullanmadıklarını, Gonca Us, Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Sedat Bucak ile ilgili bir çalışma yapmadıklarını, başbakanlıkta özel istihbarat bürosu olmadığını, Uğur Mumcu suikastinde kullanılan patlayıcı konusu üzerinde MİT olarak hassasiyetle durduklarını, bunun üzerinde çalışıldığını,” belirtmiştir. (Ek:207) 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder