27 Şubat 2019 Çarşamba

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 11

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu,  Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 11





38- Bilgi ÜNAL İstanbul Eski Emniyet Müdür Yardımcısı 7.01.1997 tarihli ifadesinde: 


”1952 Balıkesir Manyas doğumlu olduğunu, Ömer Lütfü Topal, cinayetinde olay yerinde 2 tane kaleşnikof tüfek bırakılmış olduğunu ve bu tüfeklere ait boş kovanlar ile İstinye tarafından çalıntı olduğu anlaşılan bir arabada ameliyat eldivenleri bulunduğunu, teknik büronun yaptığı çalışma sonucu tüfeklerin bir tanesinin Şarjörü üzerinde “Taramaya müsait değil, ancak mukayese müsait yarım bir parmak izi bulunduğu” şeklinde tesbit yapıldığı, bu olayı Bodrum Torba’da Regata Oteli ortaklarının öldürülmesi olayının bir misillemesi olarak 
değerlendirildiğini, Ömer Lütfü Topal’ın Regata Oteline ortak olduğunu, bu otelin ortaklarından birisinin Ömer Lütfü Topal tarafından öldürüldüğü şeklinde kamuoyunda konuşmalar olduğunu, hatta konu ile ilgili olarak Muğladan bir ekibin gelerek İstanbulda 15 gün çalıştıklarını, Cinayet bürosuna gelen bir ihbarda özel harekatçı memurların isimlerinin verildiğini ve bunun değerlendirilmesi lazım geldiği yolunda oluşturulan ekipte bir kanaat uyandığını, bu durumu İl Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğluna da aktardığını, ve olumlu görüşünü aldıklarını, bunun üzerine bir memurun İstanbuldan birisinin de İzmir’den alındığını, üçüncüsü olan Ayhan’ın da arkadaşlarını sormak için Şubeye geldiğinde alındığını, Ömer Lütfü Topal Cinayetini araştırmakla görevli bir grup 
oluşturduklarını, Asayiş Şubesi Müdür Yardımcısı, Cinayet Büro Amiri ve Cinayet Büro Amir Yardımcısından bu grubun oluştuğunu,

Grubun yaptığı çalışmada alınan özel harekatçı memurlardan kesinlikle bu olaya yanaşmadıklarını, bu cinayetle ilgilerinin olmadığını,olay gecesi bir memurun İstanbulda C bölgesi diye bilinen Kadıköy Bölgesinde görevli olduğu, bir tanesinin Bakırköyde arkadaşlarıyla yemekte olduğu, diğer birinin de İzmir’de olduğunu, Alınan polis memurlarının ve eldeki diğer sivil kişilerin Ankara’dan gelecek ekibe teslim edilmesi için İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğluna talimat verdiğini, bunu Kemal Beyin 
kendisine aktardığını, Ankara da Özel Harekat dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin in İstanbul’a gelerek Çamlıca turnikelerinde memurları ve sivilleri teslim alarak götürdüğünü, teslim işleminde tutanak düzenlendiğini, Memurların teslim saati itibariyle 29 saat gözaltında kaldıkları, bu sürenin uzamış olmasının, Sayın İçişleri Bakanının talimatı üzerine Ankara’dan gelecek ekibin beklenmesinden kaynaklandığını, yoksa yasal süre içerisinde ilgililerin salıverilmiş olacaklarını, alınan şahısların sorgulanmadıklarını, isnat edilen suçla ilgili olarak kendilerine bilgi verildiği ve kağıda yazmalarının istenildiği, bunun bir uygulama olduğunu ve bu şahısların olayla ilgili olmadıklarına dair el yazılarının olduğunu, bunun ifade niteliğini taşımadığı, kendisinin bu kişilerle yapılan mülakatta bulunmadığını, 
Ömer Lütfü Topal’ın olay günü akşamı casinodan evine giderken müdiresi ile ortağı Ali Fevzi Bir tarafından yolcu edildiğini, olay günü diğer ortağı Sami Hoştan’ın il dışında olduğunu, Emniyetle ilgili ünitelerde hiçbir zaman video 
ile kayıt yapmadıklarını, böyle bir tesbit yapmalarının sözkonusu olmadığını, alınan polis memurları ile yapılan mülakata yabancı kişilerin girmediğini, Memurların, mülakatta bulunan bütün görevlileri tanımalarının mümkün olmadığını, İstanbul Emniyetinde bile qekçok memurun İl Emniyet Müdürü olarak şahsen kendisini bile tanımadıklarını, ancak ismen tanıyabileceklerini, Ömer Lütfü Topal Cinayeti soruşturması ile ilgili olarak kendilerine herhangibir telkin yada esgeçin şeklinde bir zorlama yapılmadığını, 

Alınan 3 polis memuru ile ilgili olarak kendilerine resmi yada gayriresmi şahıslardan kimsenin muhatap olmadığını, ve bu konuda bir haber 
de duymadığını, Ömer Lütfü Topal Cinayeti ile ilgili olarak yönlendirilmelerinin sözkonusu olmadığını, böyle bir şey hissetmediğini, Abdullah Çatlıyı tanımadığını, ancak isim olarak tanıdığını, Mehmet Özbay’ın Abdullah Çatlı olduğunu bilmediğini, Susurluk kazasından sonra öğrendiğini, Ömer Lütfü Topal cinayetinde kullanılan silahlardan birisinde Abdullah Çatlının Şahin ekli ismi ile 1992 yılında yurtdışına çıkışta sahte isim ve pasaportla yakalanmasında alınan parmak izi ile benzerlik gösterdiğini ve bunun da ilgili memurların kendi işlerinde dikkatli davranmış olduklarının bir sonucu olduğunu, Asayiş Şubesinin bu konuda yaptığı çalışmalarla MİT ile direkt bir ilişkisinin olmadığını eldeki mevcut 
bilgilere göre Ömer Lütfü Topal cinayetinin aydınlatılmasının mümkünolmadığını, Tevfik Ağansoy’un öldürülmeden önce de iki kez öldürmeye teşebbüs olduğunu, olayın 2 sanığını aldıklarını, olaya fiilen karışan 6 kişi olduğunu ve diğerlerinin de isimlerini belirlediklerini, ölenlerden birisinin cinayeti işlemeyegelen şahıslardan birisi olduğunu, Arnavut Sami olarak bilinen Sami Hoştan’ın Almanyada esrarla yakalanmak ve kumar oynatmak suçlarından hakkında fiş düzenlenmiş olamsına rağmen, kendisine silah ruhsatı verilmesi ile ilgili olarak bir bilgisinin 
olmadığını ve bu kounda bir yorum yapamayacağını, Haluk Kırcı hakkında bir bilgisinin olmadığını, basında yansıdığı kadarıyla bildiğini,

Topal cinayeti gibi profesyonelce işlenen cinayetlerde, suçta kullanılan tabanca, tüfek neyse, özellikle hadise yerinde bırakıldığını, çünkü bırakılmadığı takdirde başka bir hadisede kullanıldığı zaman yakalanma ihtimali olacağından o hadisenin de akabinde çözülmesini getireceğini bu nedenle silahların bırakılmış olabileceği, kanaatinde olduğunu, Özel tim mensuplarından Oğuz’un Hüseyin Kocadağ’ın korumalığını yaptığı konusunda bir bilgisi olmadığını, Ömer Lütfü Topal’ın daha önceleri uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı şeklinde duyumu olduğunu, bugün için uyuşturucu kaçakçılığından çok daha fazla paranın mevcut gazinolarından kazandığını, Ömer Lütfü Topal’ın gazinocular alemi içerisinde sevilmeyen bir kişi olduğunu, bu kadar çok düşmanı olan bir kişinin olay günü 
silahsiz ve tekbaşına olmasının dikkat çekici olduğunu, Alınan 3 özel tim görevlisi ile Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir’in ilişkileri hakkında bilgisi olmadığını, Sami 
Hoştan’ı hiç tanımadığını ve görmediğini, Ali Fevci Bir’i de tebligat için Ömer Lütfü Topal’ın oğluyla birlikte geldiklerinde bir defa gördüğünü, Ayhan Akça’yı tanımadığını ve İbrahim Şahin’in özel koruması olup olmadığını bilmediğini,” belirtmiştir. (Ek:211) 

39- Habip ASLANTÜRK 28.01.1997 tarihli ifadesinde; 

“1971 İstanbul doğumlu olduğunu ve İlkokul mezunu olduğunu, Abdullah Çatlı’nın Sultan Tekstil firmasının muhasebe işlerinde çalıştığını, Abdullah Çatlı’yı, Mehmet Özbay olarak bildiğini, Sultan Tekstil’e 1994 yılı Ağustos ayında girdiğini, Şubat ayına kadar burada çalıştığını ve daha sonra BAYSA Şirketinde çalışmak üzere kendisinin Botaş’a gidip-gelmekle görevlendirildiğini, kendisi ile birlikte Turgay Maraşlının da bulunduğunu, Mehmet Özbay’ın şoförlüğünü de yaptığını, ancak devamlı şahsi şoförü olmadığını, şimdi Baysa’da çalıştığını, 
Mehmet Özbay (Abdullah Çatlı)’ın Batı Trakyada Türk asıllı milletvekili Sadık Ahmet ile samimi olduğunu, ayrıca Sedat Bucak ile de Çatlı’nın gelip-gittiklerini, Mehmet Özbay ile 3-4 defa Ankara’ya geldiklerini, yüksek inşaata ve Sedat Bucak’a bir defasında uğradıklarını, Mehmet Özbay’a çevresindekilerin Büyük Reis diye hitap ettiklerini, Haluk Kırcı’nın da Çatlı ile birlikte olduğunu, Sultan Tekstilde Haluk Kırcı’nın ithalat-ihracat müdürlüğü yaptığını, Mehmet Özbay’ın Botaştan aldığı işte Ahmet Baydar ile ortak olduğunu, Mehmet Hadi Özcan’ı da Botaş’ta bir kez gördüğünü, Haluk Kırcı’nın da 2 kez Botaş’a geldiğini gördüğünü, Korkut Eken’i Botaş’ta hiç görmediğini, Botaşta çalıştığını sonradan gazetelerden öğrendiğini, Mehmet Özbay (Abdullah Çatlı)’ın İstanbul Floryada evi olduğunu, kendisinin BMW otomobile bindiğini, Hanımının Honda kızının da suzuki otomobili olduğunu, şirketleri bulunduğunu bu genç yaşta bu serveti nasıl elde ettiğini zaman zaman kendi aralarında arkadaşları ile düşünüp konuştuklarının vaki olduğunu, Mehmet Özbay’ın saza, söze, eğlenceye düşkünlüğünün olduğunu, İstanbul Yeşilköyde Balıkçı Hasan’a Orfoz  restaurant’a, Etilerdeki barlara ve benzeri yerlere gittiklerini, Mehmet Özbay’ın zaman zaman yurtdışına gittiğini, Mehmet Özbay’ın iki tane telefonu olduğunu ve 5-6 tane de kartı olduğunu, kendi üzerine Mehmet Özbay’ın 2 kart aldırdığını, ayrıca şoför Çetin Babayiğit adına aldırmış olduğu iki tane de telefonun olduğunu, bu telefonları da kendi üzerine devraldığını, ancak telefonlardan birisinin devamlı Mehmet Özbay tarafından kullanıldığını, kendisinde olan telefonun da Mehmet Özbay ile irtibat sağlamak için bulunduğunu, Mehmet 
Özbayın şirketlerinden Sultan Tekstil’in durumunun iyi olduğunu, Ticaret Odasınca verilmiş olan başarı belgesinin olduğunu, hatta bir ara kredi almak istediklerini ancak ithalat-ihracat koşullarına uymadığı için alamadıklarını, Haluk Kırcı’nın Sultan Tekstilde çalıştığı zaman başka bir isim kullanmadığını ve herkesin onu Haluk Kırcı olarak bildiğini, Abdullah Çatlı ile Gonca Us’un birlikte yaşadıklarını,Abdullah Çatlı ile Sami Hoştan’ı bir kez birlikte gördüğünü hatırladığını, ancak Sami Hoştan’ın Abdullah Çatlı’yı telefonla arayıp aramadığını bilmediğini, onu sekretere sormak gerektiğini, Abdullah Çatlı ile Ömer Lütfi Topal’ı birlikte hiç görmediğini ve bilmediğini,” belirtmiştir. (Ek:212) 

40- Abdullah ÇETİN 28.01.1997 tarihli ifadesinde; 

“1962 Tokat doğumlu olduğunu, 1983 yılı Mart ayında Abdullah Çatlı ile Almanya’da tanıştığını, kendisinin paralı asker (lejyoner) olduğunu, Nijerya, Fas, Etiyopya, Çat gibi ülkelerde paralı askerlik yaptığını, Fransız ordusu emrinde de çalıştığını ve oraya kendisini Abdullah Çatlı’nın gönderdiğini, Çatlı ile tanışmasının tesadüf olduğunu, Çatlı’nın çevresindekilerin Çatlı’ya reis diye hitap ettiklerini, Almanyada Düseldorf, Köln, Özerlon şehirlerinde bazı kahvehaneler olduğunu ve buralara kurye olarak evrak götürüp-getirdiğini ve Çatlı’nın bu 
suretle güvenini kazandığını, Abdullah Çatlı’yı enson 1991 yılında Ankara’da Mülkiyeliler Birliğinin arkasında bulunan Karadeniz Kahvesinde gördüğünü, 1991 den 1993 yılına kadar Güneydoğu Anadoluda çalıştığını, Cem Ersever’in komutasındaki birliklere destek sağlamakla görevli olduklarını ve 15’er kişilik gruplar halinde görev yaptıklarını, dağdaki görevlerinin istihbarat çalışması yapmak olduğunu, doğrudan JİTEM ile bağlarının olmadığını kendilerine yöredeki köy halkından bilgi toplamak bilgi toplamak görevinin verildiğini, Ahmet Cem 
Ersever’i bir kez gördüğünü, Güneydoğudaki bu göreve kendisini Çatlı’nın, gönderdiğini, 1992 yılının Mayıs ayında Azerbaycan’a gittiğini ve Gence’deki kampta kaldığını C-4 plastik patlayıcı konusunda eğitildiklerini ve C-4’ün kendisinin uzmanlık alanı olduğunu, Azerbaycan’daki eğitimleri sırasında C4 plastik patlayıcıların Hors Greenmayer adlı şahıstan temin edildiğini, bu şahsın Azerbaycan da etkisinin çok olduğunu, Uğur Mumcu suikastını gerçekleştiren lerinde Azerbaycan’daki kampta eğitildiklerini, ancak bu şahısları ismen 
tanıyamıyacağını, bunlardan birisinin Cefi Kamhi’ye suikast düzenleyenlerden birisi olduğunu ve bu kişiyi teşhis edebildiğini, Bunun 1,78 boyunda, esmer, dalgalı saçlı, sakallı bir insan olduğunu, ancak ismini bilemiyeceğini, Azerbaycandaki kampa eğitim amacıyla gelenlerin isim vermediklerini, 
Azerbaycan da ayrıca kenevir tarlalarının korunmasında da görev aldığını, 
27 Eylül 1995 te Manukyan olayında da C4 plastik patlayıcının kullanıldığını, bildiğini, Abdullah Çatlı’nın kendilerini kullandığını, Çatlı ile yurtdışı operasyonlarda bulunmadığını, Haluk Kırcı’yı tanımadığını, Uğur Mumcu’nun evinin bulunduğu mahalle ile ilgili olarak istihbarat çalışmasının kendisi tarafından yapıldığını ancak eylemi kendisinin yapmadığını, ancak eylemi yapanların eğitim verdikleri şahıslardan olduğunu, araç altında eğitim verilen 3 kişi olduğunu ve bunlardan birisinin Jefi Kamhiye suikast düzenliyenlerden birisi olduğunu teşhis ettiğini, Güneydoğudan geçen uyuşturucunun büyük çoğunluğunun Azerbaycan’dan geldiğini, çünkü buralarda dönümlerce kenevir tarlalarının olduğunu,” belirtmiştir. (Ek:213) 

41- ARZU YAMAN 22.01.1997 tarihli ifadesinde özetle; 

21 Ocak 1968 Kuşadası doğumlu olduğunu, Susurlukta meydana gelen kazada ölen Gonca Us’un üvey kardeşi olduğunu, bu nedenle bilgisine başvurulduğunu, 
Kazada ölen Abdullah Çatlı’yı halen resmen evlenmek üzere olduğu ve dört yıldır birlikte yaşadığı erkek arkadaşı Ahmet Baydar vasıtasıyla 3,5 sene evvel ve Mehmet Özbay olarak tanıdığını, bundan 1-2 ay sonra Mehmet Özbay ile kız kardeşi Gonca Us’un tanıştıklarını, birlikte dörtlü olarak yemeğe çıktıklarını, 
gezdiklerini, Abdullah Çatlı olduğunu bilmediklerini, bir süre sonra kardeşinin Can Apa ile evlendiğini ve Mehmet Özbay’dan ayrıldığını, evliliği bozulunca tekrar Mehmet Özbay ile birlikte olduğunu kendilerine duyurmadığını, gizli tuttuğunu, Arkadaşı Ahmet Baydar’ın Mehmet Özbay ile sadece arkadaş olduğunu, ortaklıklarını kendisinin bilmediğini, kendisinin Mehmet’i medyada tanıtılandan çok farklı bir şekilde tanıdığını iyi bir dost, arkadaş olarak tanıyıp 
sevdiğini, çok para harcamadığını. Mehmet’i Sultan tekstilin sahibi olarak tanıdığını, Meral Hanımla evliolduğunu bildiğini, kardeşini son gün evden kimin aldığını bilmediğini, annesinin de bilmediğini çünkü annesinin iki gün için Çeşmeye gittiğini ve kardeşinin evde yalnız olduğunu belirtmiştir.(Ek:214) 

42- ABDULLAH KEDEROĞLU 23.01.1997 tarihli ifadesinde; 

1951 Nevşehir doğumlu olduğunu, jeofizik mühendisi olmasına karşın, 3 ay MTA’da stajyerlik dışında, 1977 yılından beri İstanbulda ticaretle uğraştığını, İstanbula 1969 yılında öğrenci olarak geldiğini, öğrencilik yıllarında çeşitli derneklerde görev aldığını, halen İstanbulda bulunan Nevşehirle ilgili derneğin 2. başkanı, Nevşehir Spor’un yönetim kurulu üyesi, Kadıköy Diyanet Vakfının yönetim kurulu üyesi ve Taksim Camii yaptırma Vakfının üyesi olduğunu, Siyasi parti olarak önceleri MHP’de, 12 Eylülden sonra uzun süre ANAP’ta aktif görev aldığını, şimdi ise DYP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi olduğunu, Son olaylarda ismi geçenlerden iki kişiyi: Abdullah Çatlı ve İbrahim Şahin’i yakından tanıdığını Abdullah Çatlı’yı hem Nevşehirli olması, hem de 12 Eylül Öncesinde kendisinin Nevşehir Öğrenci yurdu Müdürü olduğu sırada Çatlı’nın Ankara Ülkü Ocakları Derneği Başkanı olarak İstanbul’a geldiğinde yurda uğraması sebebiyle 
tanıdığını, İbrahim Şahin’i de memleketi olan Kozaklı ilçesinde uzun süre görev yaptığı için tanıdığını, bir diğer ismi geçen Avşar Kederoğlu’nun ise en küçük erkek kardeşi olduğunu, Bunlarla ilgili bildiklerini kronolojik sıraya göre anlatacağını, 

Çatlı, 12 Eylülden sonra kaçak durumunda olduğunu, 12 Eylül öncesinde Ocak başkanlığını bırakınca İstanbula geldiğini, kaçak olduğunu gazeteler yazıncaya kadar bir süre İstanbulda Sirkeci de ticaretle meşgul olduğunu, kaçak olduğu duyuluncaa ortadan kaybolduğunu, yurtdışına gitti dendiğini, bir süre sonra kendisini yurtdışından aradığını, “Türkiyede ne var, ne yok?” gibi sorular sorduğunu. Ondan sonra da bir daha aramadığı için irtibatlarının koptuğunu, yaklaşık 4-5 yıl önce tekrar telefonla kendisini aradığını, Türkiyeye gelip gittiğini 
söylediğini, kendisinin onu arayabileceği bir numarası olup olmadığını sorduğunda yok, ben seni ararım dediğini, ondan sonra yaklaşık (1) yıl aramadığını, bir gün hatırlayamadığı bir tarihte yapılan Yozgatlılar veya 
Kırşehirliler gecesinde otururken yanına geldiğini, o gün Çatlı’nın gözlükleri olduğunu, kendisinin şaşırıp heyecanlandığını, sohbet ettiklerini, Türkiyeye gelip gittiğini, bir gün temelli geleceğini kendisine söylediğini, ondan sonra bir yada iki kere daha kendisini telefonla aradığını, son iki yıldır ise hiç aramadığından emin 
olduğunu, çünkü bu iki yılda kendisinin Hacca ve Umreye gittiğini ve gidiş ve dönüşlerinde arar diye umduğunu, aramadığını, eğer arasaydı mutlaka hatırlayacağını, Çatlı’nın bir huyununda sevdiği insanlara yük olmayı sevmemek olduğunu, belkide o yüzden kendisini sevdiği için çok aramadığını, yüzyüze görüştükleri gecede kendisini biraz tedirgin gördüğünü, ne iş yaptığını sorduğunda, sadece ticaret yaptığını söylediğini, fazla açıklama yapmadığını, Çatlı ile İbrahim Şahin’in tanıştıklarını gazeteler yazınca öğrendiğini, daha önce 
bilmediğini; İbrahim Şahin’in Kozaklı’dan sonra tayinen İstanbul’a geldiğini ve kendisini aradığını 2. Şubede görev yaptığını söylediğini, kendisinin Şahin’i ziyaret ettiğini, İbrahim Şahin’in de kendisine ziyarete geldiğini, kendilerinin İstanbulda, 3 erkek kardeş ve 2 amcaoğlu olarak Halkalı Gümrüğünün içinde bir Tır garajlarının olduğunu, garajın içinde lokanta, kahvehane, büfe vs. tesisleri bulunduğunu, iki tane sigorta acenteliklerinin ise Avcılardaki bürolarında olduğunu, Kederoğlu Ticaret adında faaliyet gösteren ve Procter and Gamble’n 
hammaddelerini temin eden, asit borik ve sodyum perborat satan bir firmaları olduğunu, yine İstanbul Avcılar Ambarlıda (10) dönümlük bir çaybahçesi işlettiklerini, kendisi Kadıköy-Suadiyede oturduğu için orada da kendisine ait bir bürosu olduğunu, bu büroda bir arkadaşıyla beraber hurda ithalatı yaptıklarını, İbrahim Şahin’in bir müddet sonra telefonla kendisini arayarak, görevinin değiştiğini, Özel Harekat Daire Başkanı olduğunu o nedenle İstanbuldan ayrılacağını söylediğini ve kendilerine polisleriyle beraber ve ziyaretine 
geldiğini, kendisiyle yaklaşık 8-10 kez telefon görüşmesi ve bir kaç yüzyüze görüşmeleri olduğunu, son olaylardan sonra kendisinin Şahin’e telefon ederek neler oluyor diye sorduğunda, Şahin’in kendisine birileri bizimle uğraşıyor, bizim veremiyeceğimiz hesabımız yok, bizde uğraşıyoruz dediğini, daha sonra aradığında yerinde bulamadığını, görevinden alınmış olduğunu öğrendiğini,
Yine senesini hatırlayamadığı bir gün iş yerlerinde otururken, kendisinin bir küçüğü amcaoğlunun kendisine “Avşar’ı polisler sık sık arıyor, bir şey var herhalde” dediğini. Bir başka gün Halkalıdaki işyerine gittiğinde genç birisinin amcaoğluyla yemek yediğini gördüğünü, kim olduğunu sorduğunda amca oğlunun kendisine “bu Avşar’ı alıp bırakmış, şimdi de her hafta geliyor ve Avşar’ı soruyor” dediğini. Adamla tanıştığını ve sohbet ettiklerini, o kişinin kendisinin istihbaratçı olduğunu ve Avşarı arama sebebinin: Kaybolan Tarık Ümit’in 
telefonunda son numara Avşar’ın cep telefonu çıkması olduğunu, Tarık Ümit’in son kez Avşarın cep telefonundan aranmış olduğunu, bunun üzerine kendilerinin onları takibe aldıklarını, bir hafta on gün telefonlarını dinlenmiş olduğunu ancak sonunda onların temiz insanlar olduğuna kanaat getirdiklerini, Avşarı 2- 
3 gün götürüp tuttuklarını, Avşar’ın kendilerine yardımcı olduğunu, telefonuyla kimlerin konuştuğunu söylediğini; bu istihbaratçı başçavuşun giderken “benden size tavsiye: bu adamlarla fazla içli dışlı olmayın, bunlar hakkında dedikodular var. Bende onu araştırıyorum” dediğini. Ayrıca ne yapayım diye sorduğunda 
başçavuşun kendisine “kardeşin Ataköyde bekar evinde kalıyor, hiç olmazsa bir süre yanına evine götür” dediğini, bunun üzerine kardeşini sıkıştırdığını, kardeşinin kendisine “Ağabey polis ziya telefonu istedi, bende verdim, sonra jandarma beni gözaltına aldı” dediğini, Halkalıdaki işyerinin kalabalık bir yer olduğunu, oraya sık sık istihbaratçı ve narkotikçi polislerin geldiğini, onlara telefon hususunda yardımcı olduklarını, bundan sonra kardeşini bir ay kendi evine götürdüğünü ve ikaz ettiğini, Ayhan Akça isimli polisin kendi kiracısı 
olmadığını, gazeteler yazınca araştırdığını ve Ayhan Akça’nın 2-3 ay önce kız kardesinin kiracısı olduğunu öğrendiğini, ayrıca; işyerine gelen başçavuş’un resmi değil sivil giyimli olduğunu yanında sivil giyimli bir asker olduğunu hatırladığını, son olaylarda ismi geçen Haluk Kırcı’yı tanımadığını, sadece ismini duyduğunu, Korkut Eken’i de tanımadığını, İbrahim Şahin’e İstanbul’a geldiği zamanlarda araba verdiklerini belirtmiştir. (Ek:215) 

43- CEMALETTİN ÜMİT 30.01.1997 tarihinde ifadesinde; 

1929 Düzce doğumlu olduğunu, Operatör doktor olarak İstanbul Alman hastanesinde çalıştığını, 1995 yılında 3 Mart’ı 4 Mart’a bağlayan gece saat 1,5’ta kendisine bir telefon geldiğini, Yeğeni Tarık Ümit’in arabasının Trakya Çerkezköy civarında bir yerde terkedilmiş olarak bulunduğunun o telefonla kendisine 
bildirildiğini, bunun üzerine olay mahalline gittiğini, arabayı hiç hasar görmemiş, terk edilmiş ve kapısının açık olarak bulduğunu ve hemen durumu Jandarmaya haber verdiğini, Jandarmayla birlikte olay yerine tekrar gelindiğini, zabıtların tutulduğunu, arabayı ertesi gün gelip almasını, bu arada jandarmanın arabanın Tarık Ümit’e ait olup olmadığını tespit etmesi, kendisinin de anahtar bulması gerektiğini, yapılan araştırmada aracın plakasının sahte olduğunun meydana çıktığını, o yüzden arabayı orada bırakmak zorunda kaldığını. daha sonra 
Kadıköy Cumhuriyet Savcılığına müracaaat ettiklerini, o sırada Jandarmanın bir başçavuşu olayı soruşturmakla görevlendirmiş olduğunu öğrendiğini, Özel bir yolla ulaştığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Avni Bilgin vasıtasıyla gittiği ilgili bir başsavcının “bunlardan birşey çıkmaz, boşuna uğraşma mademki geldin, bir dilekçe yazın bakalım” dediğini, Kendisinin konuyu özel olarak araştırdığını, bu tespitlerine göre; Tarık Ümit’in son kez Divan pastahanesinde görüldüğünü, orada yemek yerken, ertesi gün Düzce’ye gideceği için 3 kutu çikolata aldığını, o sırada, ertesi gün bayram olduğundan dolayı çikolata almaya gelen müşterek aile dostları, Baha Şen’in Tarık Ümit’i orada görüp konuştuğunu, onların konuştuğu sırada Tarık Ümit’in tanıdığı iki beyin daha geldiği ve dörtlü grup olarak sohbete devam ettiklerini, otururken Baha Şen’le Tarık Ümit’in karşı karşıya diğer beylerinde onların yanına oturduğu, Baha Şen’in karşısında oturan beyi teşhis edebilirim dediğini, soruşturmayı yapan başçavuşunda Baha Şen’i dinlediğini, Baha Şen’in anlatımına göre Tarık Ümit ile yeni gelen beylerden birinin ağızlarını kapatarak fiskos yaptıklarını ama ne konuştuklarını anlıyamadığını, ancak Tarık Ümit’in “O niye gelmedi” diye sorduğunu, diğerinin de “O evde bekliyor” dediğini duyduğunu, jandarmanın tespitlerine ve bilahare bu konuda Mit’in de bir raporu olduğu tespitlerine göre; Tarık Ümit’in ertesi gün bayram sabahı Düzceye gitmek niyetindeyken, Divan Pastanesine geldikten sonra, cep telefonuyla arandığını ve orada kararını değiştirip, Adapazarındaki kızına ve Düzcedeki annesine telefon ederek bayrama gelemiyeceğini bildirdiğini, Tarık Ümit’i cep telefonundan son arayan telefonun Avşar Kederoğluna ait olduğunu, Başçavuş Ahmet’in sorgulaması sonucu Avşar Kederoğlunun telefonunun özel harekatta görevli polis memuru Ziya’da olduğunu söylediğini, 
Başçavuş Ahmet’in o sıralar kendisine ben meseleyi çözdüm, sonuna kadar geldim, ancak rapor hazırlamamlazım, bu da (15) gün alır dediğini, sonra birgün Ahmet Başçavuştan soruşturmanın bittiğini öğrendiğini, özel araştırmaları sonucunda; Ahmet Başçavuşun anılan iki polis memurunu Ataköy tarafında bulup sorgulamasından sonra Ankaradan İbrahim Şahin kendisini arıyarak benim memurlarımı sıkıştırma, çok fazla üzerlerine gitme, ne soracaksan sor, sonra da bırak; aslında senin onları sorgulamaya yetkin yok dediğini, Ahmet Başçavuşunda ona; “benim listem de senin de adın var, seni çağırıp ifadeni alacağım” dediğini, ancak ertesi gün bir yerlerden geldiğini sandığı bir emirle Ahmet Başçavuş’un bu işi bıraktığını, Bu arada Tarık Ümit’in evinde Mehmet Ağar’ın imzasını taşıyan bir belge bulduklarını, Hande Ümit’in bu belgeyi Komisyona ulaştırdığını sandığını, bu aşamada daha önceki duyumları ile bunu birleştirdiğinde Mehmet Ağar’a ulaştığını, son zamanlarda Tarık Ümit’in huzursuz olduğunu, bu huzursuzluğun Özel Harekat Timiyle ilgili olduğunu, son günlerde Korkut Ekenden tehdit telefonlarının geldiğini, Tarık Ümit’in Cihangirdeki 
bürosunda çalışan Ali Vasıtasıyla Korkut Ekenin “Tarık bize bir oyunlar etti; ayağını denk alsın, yakında onun hesabını göreceğiz.” diye haber gönderdiğini, Tarık Ümit’in Özel Harekat Birliğine lanse ettiği, kot adı Cavit olan beyin bir gün Tarık Ümite gelerek “beni bu insanlara sen lanse ettin, ancak; bunlar seni öldürmem için para ve silah verdiler, hakkında böyle düşünüyorlar, ayağını denk al.” dediğini, ancak bunları kimden duyduğunu hatırlıyamadığını, bu duyumları alınca Korkut Eken’i araştırdığını, Mehmet Ağarın danışmanı olduğunu 
öğrenince Mehmet Ağardan bazı şeyler öğrenebileceğini düşündüğünü ve Ağar’a bir mektup yazdığını, kendisiyle görüşmek istediğini yazdığını, Ağar’ın o zaman Adalet Bakanı olduğunu ve kendisine uygun bir zamanda görüşürüz diye cevap verdiğini. Hükümet değişiminde Ağar’ın İçişleri Bakanı olduğunu ve kendisinin 
gidip onunla görüştüğünü, yanına vardığında Ağar’ın galiba mektubunuzu kaybettim, yenisi varmı dediğini, yanında bulunan yenisini çıkarıp verdiğini ve birlikte okuduklarını, mektupta “yardımcınız olan K.E.’nin yönlendirmesi, İ.Ş’nin yürütmesi, İki P.M. isimleri belli dediğini, Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalı oğlunun pastaneye gelerek Tarık Ümit’i alıp götürdüler, o gün bu gündür yok. Bu konuda bana ne yardım yapabilirsiniz” diye yazdığını, Jandarma Başçavuşundan şaşırtma olarak Tarık’ın Yalova tarafına, arabasının Trakya tarafına 
götürüldüğünü duyduğunu, bunu Ağar’a söylediğinde, Ağar’ın ayağa fırlayıp bunu nereden öğrendiğini sorduğunu, ayrıca bunları araştırarak, iki haftaya kadar bir cevap vereceğini söylediğini, aradan geçen bir yıla yakın sürede bir cevap vermediğini, 

Tarık Ümit’in bir bankaya ortak olduğu yolunda ki haberleri okuduğunu, ancak bankanın kendilerine verdiği cevapta “kendisi para yatırmadığından hisselerinin iptal edildiğini” bildirdiğini, Tarık Ümit’in niçin öldürüldüğü yolundaki duyumları nın ise; devlete zararlı bazı insanların yok edilişinde, özel olarak Savaş Buldan’ın yok edilişinde Tarık’ın işin içinde olduğunu sandığını, çünkü Savaş Buldan’ın cesedinin bulunduğu yeri (yığılca civarında) Tarık’tan başka bir polisin bilebileceğini sanmadığını, Tarık’ın son zamanlarda bazı arkadaşlarına “ben bu insanların arasındayım, ama, daha fazla bunlarla çalışmam mümkün 
değil, yedikleri halt bini geçti, ciddi olarak uyuşturucu kaçakçılığı yapıyorlar, bütün ikazlarıma, ısrarlarıma rağmen mani olamadım, notere gidip bütün bu bildiklerimi tespit ettireceğim ve ben bu insanları kamuoyuna deklere edeceğim” dediğini, bu sözlerden sonra demin söylediği tehditlerin gelmeye başladığını, Tarık’ın korkunç derecede zeki ve cesur olduğunu, kendine güveninin fazla olduğunu bu yüzden arkadaşları ikaz ettiğinde “kimse bana bir şey yapamaz” dediğini, Tarık’ın kaçırılışından bir hafta evvel Korkut Eken’in özel timden birkaç polis memuruna Tarık’ın kaldığı evin tespit edilmesini söylediği Tarık’ın bu tehlikeleri sezince evine uğramadığı, Tarık’ı evinde kıstıramayınca baştan anlattığı şekilde pastahaneden alındığını belirtmiştir. (Ek:216) 


12 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder