1 Ocak 2019 Salı

1950 SEÇİMLERİ VE PROPAGANDA, BÖLÜM 1

1950 SEÇİMLERİ VE PROPAGANDA, BÖLÜM 1  



1950 SEÇİMLERİ VE PROPAGANDA* 
Sinan YILDIRMAZ**

* Bu makalenin farklı bir versiyonu, 2002 yılında Doç. Dr. Asım Karaömerlioğlu danışmanlığında tamamlamış olduğum yayınlanmamış yüksek lisans tez çalışmasında bulunmaktadır. Sinan Yıldırmaz, The Mass Mobilization in the Elections of the Democrat Party Period, yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, 
(İstanbul: B.Ü. Atatürk Institute for Modern Turkish History, 2002). 
**Araş. Gör. İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. 

14 Mayıs 1950 seçimleri farklı kesimler tarafından değişik şekillerde tanımlanmış tır. Çoğu zaman "Beyaz İhtilal" olarak adlandırılan bu süreç, farklı politik yaklaşımların etkisiyle "karşı devrim" tanımlamasıyla da kavramsal! aştın İmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada bu türden politik nitelendirmelerden uzak bir biçimde, 1950 seçimleri sürecinde karşılıklı tarafların ve halkın seçimler boyunca gösterdiği tepkiler incelenerek Türkiye'de ilk defa yaşanan "seçimle iktidarın değişmesi" olgusunun nasıl gerçekleştiği anlaşılmaya çalışılacaktır. Bu anlama çabası boyunca, daha çok, seçimlerde iktidarın en büyük adayları olan Demokrat Parti (DP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)'nin propaganda yöntemlerinin farklılıkları belirlenecektir. 

14 Mayıs 1950 Gecesi ve Öncesinde Olanlar 

14 Mayıs 1950 gecesi iktidarı kaybetmek üzere olan CHP yönetiminin nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu görmemize yarabilecek iki farklı anlatı ile 
karşılaşılmıştır.1 Bu anlatıların ne kadar gerçeği yansıttığı tartışmalı olsa bile bu metinleri yazanların CHP yöneticilerinde seçimlerin sonuçlarına yönelik 
görebildikleri, seçimleri kaybetmelerinden doğan üzüntü olmadığı anlaşılmakta dır. Bu anlatıların bizim açımızdan önemi CHP yönetiminde sonuçlar gelmeye başladıkça oluşan kafa karışıklığını ve neler olduğunu ilk anda pek anlayamamaları nı göstermesidir. Gerçekten de, CHP ileri gelenlerinin 
seçim sonuçları alınmaya başladıktan sonra başlarına neyin geldiğini o anda anlayamadıklarını söylemek pek yanlış olmayacaktır. Bu durumun, sonuçların 
yarattığı belirsizliğin ve daha önce hiç yaşamadıkları bir olgunun, yani iktidardan düşmenin verdiği kafa karışıklığının bir sonucu olduğu söylenebilir. 
CHP yönetiminin hiç beklemediği bu sonuçlar karşısında şaşkınlığa düşmesinin sebepleri daha önceki süreç incelendiğinde açık bir biçimde anlaşılabilecektir. 

Aslında toplumun birçok kesimi için seçimleri DP'nin kazanmasının bir sürpriz olmadığı doğru bir tespit olacaktır. Eğer 1946 seçimlerindeki gibi usulsüzlükler yapılmazsa DP'nin seçimlerden çok miktarda milletvekili çıkartabileceğini düşünenlerin sayısı hiç de az değildi. Vatan gazetesinin seçimlerden önce düzenlediği ankette bu durum açık bir şekilde kendini belli etmektedir.2 

Seçimlerin kesin sonuçlan alındıktan sonra CHP'liler ilk anda pek anlayamadıkları bu iktidar kaybının nedenlerini tartışmaya başlayarak kısa zamanda suçlayabilecekleri üç unsur bulmuşlardır. CHP'ye göre 1950 seçimlerinin kaybedilmesinde en büyük hata Nihat Erim'e aitti. Çünkü, neredeyse muhalefetin istediği her şeyi gerçekleştirmiş ve bunun yanında seçimlerde adli kontrolü de getirerek idarecilerin 1946'da yaptıklarının tekrarlanmasının önüne geçmişti. Geleceklerini CHP iktidarının devamına bağlayan kesimler tarafından bu affedilemeyecek bir hata olarak kabul edilmiştir. Seçimlerin kaybedilmesinde etkili olan diğer bir unsur ise seçimlerden önce kabul edilen yeni seçim kanunda nisbi temsil yerine çoğunluk sisteminin kabul edilmesiydi. Seçimlerden sonra bu konuda açıklama yapan CHP Bölge Müfettişi Sadi Irmak şunları söylemiştir: "Nisbi sistem bulunmaması büyük bir haksızlıktır. Demokrat Parti dört buçuk milyon oyla 434, Halk Partisi ise dört milyon oyla yalnız elli küsur yer kazandı."3 Fakat, nisbi sistemi kabul etmeyen ve yeni seçim kanununu hazırlarken bu olasılığı hiç düşünmeyen aslında CHP'nin kendisi olmuştur. CHP, eğer nisbi temsil kabul edilirse DP'nin tahmin edilenden daha fazla milletvekili kazanabileceğini düşünerek bu yönteme itiraz etmekteydi. 

Hatta çoğunluk sisteminin kendileri lehine işleyeceğinden oldukça ümitli olan CHP ileri gelenleri, seçimler öncesi DP'nin muhalefete belirli bir kontenjan ayrılması talebini alaycı bir şekilde reddetmişlerdir.4 

Üçüncü olarak CHP'lilerin buldukları sebebin aslında tam bir yanılsamadan ibaret olduğu söylenebilir. 1954 seçimlerinde de CHP'nin temel argümanı olacak olan bu yanılsama çeşitli şekillerde boşalmış 20 milletvekilliği için yapılması düşünülen 1951 ara seçimleri sırasında da ortaya konmuştur. CHP, eksik milletvekillikleri için yapılması gereken seçimlerin hemen gerçekleştirilmesini isterken, DP bu seçimleri biraz ertelemek taraflısıydı. CHP, bu milletvekilliklerini kazanacağını düşündüğünden sürekli olarak "ara seçim yapmaktan korkuyorlar" temasını işlemekteydi. Bunu sebep olarak da halkın 1950 seçimlerinde kandırılmış olduğunu ileri sürmekteydiler. CHP'liler, halkın, 1950 seçimlerinde iktidarı DP almış olsa bile İnönü'nün cumhurbaşkanlığına devam edeceği şeklinde kandırıldığını ve DP'yi sadece muhalefeti kuvvetlendirmek için desteklediğini söylemekteydiler. 1950 seçimlerinin sonuçları alındıktan ve Celal Bayar cumhurbaşkanı seçildikten sonra halkın kandırıldığını anlayarak yeniden CHP'yi destekleyeceğini varsaymaktaydılar.5 Fakat, durum hiç de beklendiği gibi olmamış, 16 Eylül 1951'de yapılan ara seçimlerde 20 milletvekilliğinden 18'ini DP kazanmıştır.6 

1950 seçimlerinden önce, CHP'liler kaybetme olasılığını akıllarına bile getirmemekte idiler. CHP yönetimi çok büyük bir olasılıkla DP'li milletvekilleri  nin Meclis'teki sayısında bir artış beklemekteydi. Aslında, seçimlerden önce halkın tepkisi CHP yöneticileri tarafından anlaşılabilseydi bir iktidar değişikliğinin mümkün olabildiği görülebilirdi. CHP'lilerin seçimleri kazanacaklarına dair en büyük kanıtları, halkın seçimler öncesinde CHP'li konuşmacıları dinlemek için gösterdiği yoğun ilgi ve miting alanlarının çok sayıda insan tarafından doldurulmuş olmasıdır. CHP'li konuşmacılar her gittikleri yerde yoğun bir dinleyici kitlesiyle karşılaşıyorlardı ve bu durum CHP'yi destekleyen kitlenin DP'den daha fazla olduğu şeklinde yorumlanıyordu. 

Hatta, İnönü'nün Taksim'de gerçekleştirdiği seçim mitingine on binlerce kişinin katılması üzerine CHP'lilerin yorumlarının haklılığı kanıtlanacak ve İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay, İnönü'ye İstanbul'un CHP'li olduğunu kanıtlarcasına miting alanındaki insanları göstererek "İşte Paşam, İstanbul" diyecektir.7 Fakat, başta gelen CHP'li yöneticilerin dahi çok açık bir biçimde görebildikleri gibi, konuşmacıları dinlemek için toplanan halkın büyük bir kısmı DP'yi destekleyenler den oluşmaktaydı. Halk, her konuşmacıyı dinliyor ve kendince değerlendiriyordu. Fakat hangi partiyi destekliyorsa meydanlara o partinin rozetini yakasına takmış bir şekilde geliyordu.8 

Genel olarak DP için seçimlerin üç farklı ihtimal çerçevesinde sonuçlanabileceğini ve DP'lilerin de bu ihtimalleri düşünerek hareket ettiğini söylemek mümkündür. DP'liler için kazanmak her zaman bir olasılıktı, ama büyük oranda gerçekleşecek 200'den fazla milletvekilliği kazanmak olacaktı. 

En kötü olasılık ise, beklenebilecek olan fakat yeni seçim kanunuyla bir ölçüde önünün tıkandığı, bu seçimlerin de 1946 seçimleri gibi olması, iktidarın usulsüz 
bir yolla iktidarını devam ettirmesi olacaktı. Bu yüzden her iki parti de propagandalarını, farklı yollardan da olsa, neredeyse sadece seçimlerin 
güvenliğinin sağlanması üzerinden yapmaktaydılar. 

Seçim Güvenliği Tartışmaları 

CHP'nin seçim propagandalarında temel uğraşı, seçimlerin güvenli geçeceğini ispatlamak olmuştur. Bu güvenin yaratılmasının, devletin kurucu partisini iktidara taşıyacağı düşünülmekteydi. Neredeyse yapılan tek vurgu seçim güvenliği ve CHP'nin milli iradenin gerçek uygulayıcısı olduğunu göstermek üzerine olacaktır.9 Seçimlerin güvenli bir şekilde gerçekleşeceğine halkı inandırmak ve bunu sağlayan gücün de CHP iktidarı olduğunu vurgulamak, 1946 seçimleri ve DP'nin 1946 sonrası izlediği propaganda yöntemi düşünüldüğünde, CHP'liler için çok önemli bir nokta olduğunu söylemek mümkündür. Halkı tarafından güvenini yitirmiş bir iktidarın, seçimleri normal yoldan kazanabilmesi neredeyse imkansız olacağından CHP'nin seçimlerin güvenilirliğine yönelik vurgusu seçim konuşmalarında en çok tekrarlanan konu olacaktır.10 

DP ise, daha farklı yöntemlerle aynı sonuca ulaşmayı amaçlamaktadır. Seçimlere olan güven, halka seçimler yoluyla iktidarı değiştirebilecekleri yolunda yaygınlaştırılmaya çalışılan bilinç ile birlikte DP'nin propagandalarında yer almaktaydı. DP'li konuşmacılar gittikleri yerlerde halka, yeni seçim kanunun çok iyi ve adaletli bir seçimi gerçekleştirmeye uygun olduğunu sürekli olarak belirtmişlerdir. Bununla DP'liler, halka kendi tercihlerini korkmadan kullanmak yolunda tavsiye verirken, DP'ye oy vereceklerin hükümet korkusuyla bundan vazgeçmelerini de engellemeye çalışmaktadırlar. Yeni seçim kanunun oyları yasal güvence altına aldığı anlatılarak, halkın oylarını kendilerinin koruyabileceği ve böylelikle de istediklerini iktidara getirebilecekleri söylenmekteydi. Bu yönde yaratılmaya çalışılan politik bilinçlenme, DP kanalıyla çeşitli araçlar kullanılarak  yürütülmüş tür. Bilinçlendirme, bazen oy verme yöntemini anlatmak için köylere eğitime giden görevliler yoluyla gerçekleştirilirken, yoğun olarak da propaganda 
metinleri ve özellikle DP'nin yayın organı olan Zafer gazetesi kullanılarak yapılmıştır.11 

Seçim güvenliği, DP'nin en önem verdiği konulardan biri olduğu için seçimlerden önce DP'liler, seçimin güvenli geçmesinin garanti altına alınması amacıyla seçimlere birleşik bir "seçim kabinesi" kurularak gidilmesi yönünde CHP'ye bir teklif dahi götürmüştür.12 Bu teklif CHP tarafından reddedilmiştir. 
DP'nin bu çabası, aslında CHP'ye karşı geliştirdiği araçlardan biri olarak düşünülmelidir. Eğer teklifi CHP kabul etmiş olsaydı, güvenli bir seçimin 
uygulayıcısı olamadığı için eleştirilecek, güvenli seçim düzen ley emey en iktidar olarak damgalanacak ve 1946'daki hatasını onarmak için fırsat bulamayacaktı. 
Kabul edilmesi halinde, DP, 1950 seçimlerinin yürütücüsü rolüne getirilmiş olacak ve her türlü sonuca rağmen güvenli geçecek olan bir seçimin mimarı 
olarak görünecekti. Reddedilmesi halinde ise, DP'nin CHP'ye karşı kullanabileceği bir koz daha ortaya çıkmış olacaktı. DP, CHP'nin seçim kabinesi kurmak istememesini, seçimlerin güvenli geçmeyeceği, CHP'nin 1946'daki gibi davranacağı yönünde yorumlayarak kullanabilecekti.13 

Seçimlerin güvenli geçeceğine yönelik ikna konuşmaları sırasında, artık CHP'nin eski CHP olmadığının da kanıtlanması gerekmekteydi. DP'nin tek parti dönemine ve özellikle Milli Şef dönemine diktatörlük suçlaması ile saldırması karşısında CHP'nin kendisinin değiştiğini ispatlaması bir zorunluluk haline gelmişti. Artık tek parti döneminin bittiği ve diktatörlük diye bir şeyin söz konusu bile olamayacağı na yönelik yapılan açıklamalar, aslında iktidarın, imajını düzeltmek isterken onu güçsüzleştirmekteydi. Milli Şefin kendisinin yaptığı açıklamalar DP'lilerin temel olarak halka yerleştirmeye çalıştığı iktidarı değiştirebileceklerine yönelik politik bilincin gelişmesine yol açmaktaydı.14 Bu türden açıklamalar halkın iktidara olan güvenini arttırmak yerine, muhalefete olan güveni arttırmaya yaramıştır denilebilir. İktidarı değiştirebileceklerine yönelik vurgunun DP'den gelmesi, üstüne CHP'nin, aslında kendini aklamak için çalışırken bunları doğrular biçimde yaptığı açıklamalar, daha farklı sebeplerden muhalefeti desteklemek isteyen, fakat iktidarın eski gücünü düşündüğünde kararsız ve şüpheci kalan kitleleri DP'ye kaydırmıştır. Bunun yanında, halkın bazı kesimlerinde yine de iktidara yönelik şüpheciliğini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Özellikle yerel CHP'li yöneticilerin iktidarın gücüne olan vurguları halkı ne yapacağını bilemez bir şekilde ortada bırakmıştır.15 Bir yanda hükümet adına konuşup onu etkileyerek CHP'ye oy toplayanlar, öbür yanda bunları yalanlayan DP'liler arasında kalan halk ne yapacağını tam bilemez duruma düşmüştü. 

CHP' liler "eğer muhalefete oy verirseniz hükümet mahsulünüzü almayacak" dedikleri zaman, köylü hükümetin değişebileceğini düşünememektedir. Hükümet bir tanedir ve bunların söyleyenler de hükümetin adamları olduğuna göre doğrudur diye düşünmektedirler. 

Fakat daha sonra DP'liler gelip onları ikna etmeye çalıştıkları zaman ise kararsız ve şüpheci kalmaktadırlar. Bütün bunlardan ötürü, CHP'li yöneticilerin yaptıkları bu türden açıklamalar halkın bu şüpheci durumunu ortadan kaldırmaya yaramıştır diyebiliriz. 

Seçimlere yönelik bütün bu güven yaratma gayretlerine rağmen, yine de çok yoğun bir şekilde olmasa bile seçimlerden önce CHP'li yerel yöneticiler, 
daha çok iktidarlarını yitirmek korkusuyla halk üzerinde baskı kurmaya çalışmıştır. Çoğunlukla CHP'li muhtarların dayak gibi zorlamalara başvurdukları görülmekte,16 bunun yanında ekonomik baskıya da sıkça rastlanmaktadır.17 Zaman zaman, parti kavgalarının sonucunda ölümler de meydana gelebilmektedir. Bu türden kavgalar sonucunda ölen kişi eğer DP'li ise, "demokrasi şehidi" olarak cenazesi partili birçok insanın da katılımıyla 
protesto gösterisine dönüşebilmektedir.18 

CHP ve DP Propagandalarının Farklılıkları 

Seçimler yaklaştıkça propaganda faaliyetlerinde yoğunlaşma da artmıştır. İktidarın en büyük adayı durumunda olan iki parti arasındaki propaganda 
farklılaşması, seçmene yaklaşım tarzları incelendiğinde daha açık bir biçimde anlaşılabilmektedir. Devleti kuran parti olarak CHP'nin bu seçimlerde daha 
önce alışmadığı kadar yoğun ve farklı bir propaganda çalışmasına girmesi zorunlu hale gelmişti. Fakat CHP'nin bu farklılığı yaratması pek kolay 
olmayacaktır. DP kadrolarının CHP'ye göre daha genç ve daha istekli oldukları düşünüldüğünde, halka derdini anlatmakta büyük bir avantaja sahip olduğu 
söylenebilir. Seçimler yaklaştıkça yapılan mitingler artmakta fakat, CHP diğer partilere göre en az miting yapmış parti olarak gözükmektedir.19 Bu durum, 
CHP'nin halkla bütünleşmesine de engel oluşturmuştur. Fakat, CHP'liler daha az propaganda yapmaktan rahatsızlık duymayarak kendilerine özgü bir güven 
sergilemişlerdir. 

Bu güvenin büyük oranda propaganda faaliyetlerini yürüten kişilerde hakim olan 1946 seçimleri benzeri bir müdahalenin tekrar edeceğine olan inançtan kaynaklanmakta olduğu dönemin basını tarafından dile getirilmekteydi. Devleti kuran ve o anda iktidar olan partinin destekçisi olmanın verdiği güven de buna eklendiği zaman, CHP'1 ilerin propaganda faaliyetlerinde pek fazla etkin olmayı düşünmedikleri, seçim sürecini takip eden gazeteciler tarafından da gözlenmiştir. 

" Demokratlar bütün ilçelerde, bucaklarda köylerde daima onların iktidar partisi mensuplarından daha cevval daha canlı oldukları seziliyor. Sık sık toplantılar tertip ediliyor, halkı başlarına topluyor ve propagandalarına devam ediyorlar. CHP'de ise bir nevi durgunluk bir nevi kendi kendine emniyet var. 

Senelerden beri faaliyette olan teşkilatlarının kudretine biraz fazla güveniyorlar. Bundan başka, propagandalarını da öyle pek bağıra bağıra yapmıyorlar. Teslim 
edersiniz ki çeyrek asırdır iktidarda bulunan bir partinin, memleketin bugün içinde bulunduğu durumda, bağıra bağıra propaganda yapması da hayli müşküldür."20 

" Halk Partisi propaganda savaşında cansız görünüyor. Rakip partiye nazaran daha yavaş hareket ediyor. Gerçi onlarda vakit vakit toplantılar yapmıyor değil. 
Lakin, çorbada bizim de tuzumuz bulunsun kabilinden. Acaba neden? Görünüşe göre Halk Partisi'nde halinden memnun, istikbalinden emin insanların durumu var gibi... Bir mecliste az konuşup purosunu tüttüren ve insana bıyık altından gülüyormuş hissini veren bir kalantor tasavvur ediniz! Teşbihte hata olmazsa, işte Halk Partisi!"21 

Bunun yanında DP, çok yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişti. DP'li adaylar seçmenlerin bulunduğu her yere giderek konuşmalar yapmakta ve kendilerini tanıtmaktaydılar.22 Bu dinamizmi CHP'nin hemen yakalayamadığı, hatta 1957 seçimlerine kadar CHP'lilerin alışık olmadıkları yöntemleri uygulamakta pek başarı sağlanamadığı söylenebilir. Bazı bölgelerde, DP'nin çalışmasını ve topladığı desteği gördükten sonra çalışmaya karar verenler de gözükmektedir. Adnan Aktan, Cumhuriyet gazetesinde CHP'nin DP'li adayların çabalarını gördükten sonra çalışmaya başladıkları ve CHP'lilerin daha önceki tavırlarına ilişkin şunları söylemektedir: 

"CHP şu ana kadar çok çalışmayı lüzumlu bile bulmuyordu; bu bir. Demokrat Partililerin kuvvetini umursamıyordu; bu iki. Nihayet bu yeni çeşit çalışma şekli, 
alışanlar cinsinden olmadığı gibi, alışkanlıkların da dışındaydı, oy dilenciliği de ne demekmiş? deniliyordu; bu da üç."23 

Elbette ki bu geçiş CHP'liler için kolay olmamıştır. CHP'liler eski alışkanlıklarından kolayca vazgeçememiş, hatta halka kendilerini tanıtmaya giderken onlardan biri gibi gözükmek yerine, onlara belki de aykırı gelebilecek durumda kalmışlardır. Necdet Evliyagil, Tokat'ta bu konudaki bir gözlemini şöyle aktarmaktadır: 

"Tokat'ta kaldığım müddet zarfında, bir tek D. Partili milletvekili adayına rastlayamadım, hepsi köyleri dolaşıyorlarmış. Bu arada, C. H. Partisinin 
adaylarından biriyle tanıştırıldım. İsviçre'de tahsilini yapmış, efendiden bir zat. Yalnız, bu aday İsviçre dağlarında geziye çıkan sportmenler gibi giyinmiş. Altlan 
ızgaralı, deri ayakkabıları, golf pantolonu geniş omuzlu spor ceket ve kalın çerçeveli kar gözlüğü. Ayakkabılar o kadar ağır ki yürürken adeta zorluk çekiyor. 
Bizim köylünün, bu modern kıyafetli hatibi nasıl karşılayacağını merak etmedim desem yalan söylemiş olurum. Buna mukabil, D. Partili adaylar, ayaklarına çarık 
çekip köyleri dolaşıyorlarmış."24 

CHP, propaganda teknikleri konusundaki bu hantallığını ve eksikliğiniiktidar olmaktan gelen maddi gücüyle kapatmaya çalışmıştır. Seçimlerden önce 
bütün örgütlerini seçim harcamaları konusunda rahat davranması için yönlendiren CHP25, DP'ye göre maddi açıdan daha büyük ayrıcalıkla hareket 
edebilmekteydi. CHP'liler seçim propagandası için kolaylıkla cip veya benzeri araçları kullanabilirken, DP'nin olanaklarının kısıtlı olması yarışta CHP'yi 
üstün kılmaktaydı. Cumhuriyet gazetesinde, Ferdi Öner, bu farkı şu şekilde anlatmaktadır: 

" CHP'liler vasıta bakımından diğer partililere nazaran büyük bir üstünlük sağlamaktadırlar. Şimdiye kadar geçip dolaştığım illerde ve ilçelerde motörlü 
vasıtaların çoğunu yüksek ücretlerle önceden angaje ettiklerinden diğer partileri bu işlerde tabiri marufıle 'yaya bırakmışlardır'. Ne de olsa zengin parti. Buna 
mukabil muhalefet partileri, bihassa Demokratlar, bütün imkan ve vasıtalarıyla adeta propaganda seferberliği ilan etmiş gibidirler. Motosiklet üzerinde, at 
sırtında, hatta deve hörgücünde o ilçeden berikine, öteki köyden öbürüne mekik dokuyorlar."26 

CHP kadrolarının DP'nin uyguladığı yeni teknikleri benimseyememesi karşısında partinin maddi gücü kullanılarak etki altına alınabilecek kitleler genişletilmek istenmiştir. İktidara geldikten sonra DP'nin de uygulayacağı, ceza-ödül ilişkisine dayalı patronaj sisteminin CHP tarafından seçimler öncesinde uygulandığı görülmektedir. Seçimler öncesinde, özellikle muhalefetin oyların para ile satın alındığı veya halka ekonomik baskı yapıldığı yönündeki iddiaları seçimlerin yaklaştığı günlerde iyice yoğunlaşmıştır.27 

Buna karşılık DP, kendi imkanlarını kendisi yaratmaya çalışmıştır. 
DP, seçimlerden önce maddi destek toplayabilmek amacıyla, basın yoluyla 
duyurusunu yaptığı bir eşya piyangosu düzenlemiştir. Bu piyangoyla hem seçim masrafları için kaynak toplamış ve hem de CHP gibi olmadıklarını, halkın 
desteğinden başka hiçbir güçleri olmadığını vurgulamış olacaklardı. Eşya piyangosunun duyuru metni tam anlamıyla bu amaca uygun düzenlenmişti: 

" Vatandaş: Demokrat Partinin 7/Mayıs/1950 de çekilecek olan büyük eşya piyangosunun bir bileti için vereceğin bir lira ile hem bu zengin ikramiye 
listesinde şansını denemiş ve hem de asil Türk milletinin ve üyelerinin yardımından başka maddi kaynağı olmayan DEMOKRAT PARTİ'nin, 
önümüzdeki seçim mücadelesi masraflarını karşılamış olacaksın."28 

Aslında CHP'nin bütün maddi gücüne karşılık bu türden maddi destek arayışları daha başarılı sonuçlar vermekteydi. Çünkü halkın karşısına maddi gücü yüksek bir şekilde çıkmaktansa, kendilerinden biri gibi yaklaşmak ve CHP'nin kullandığı lüks malları öne çıkararak, halkın parasını harcadıkları yönünde propaganda yapmak DP'nin daha çok işine yaramıştır. DP'nin, Celal Bayar üzerinden bu çerçevede geliştirdiği en büyük simgesel popülist propaganda, İnönü'nün makam arabası olarak kullandığı Cumhurbaşkanlığı limuzinine karşı, "steyşın-cip" ile bütün propaganda gezilerini yapması olmuştur. Hatta seçimlerden sonra cumhurbaşkanı seçildiğinde eşiyle beraber Meclis'e bu cip ile gelecek, Meclis'ten cumhurbaşkanı seçilmiş olarak çıktığı zaman kendisi limuzine binerken, eşi cip ile Meclis'ten ayrılacaktır.29 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder