22 Kasım 2018 Perşembe

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 14

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN  ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 14


1-TURGUT ÖZAL 

13 Ekim 1927 Malatya doğumlu olan Halil Turgut Özal, aslında İstanbul Teknik 
Üniversitesi Elektrik Mühendisliği okumuş sıradan bir vatandaştı önceleri. Evlendikten sonra Amerika’ ya gidip ihtisasını ekonomi branşında yaptıktan sonra ülkeye geri döner, elektrifikasyon üzerine projelerde çalışır. Özal’ ın backgrounduna baktığımız zaman ilk 1958 yılında Planlama Komisyonu’ nda sekretarya görevi yaptığını görürüz. Sonra Devlet Planlama 
Teşkilatı’ nın kuruluşunda çalışır ve işte 1965 yılında da seçimlerden sonra Süleyman Demirel’ in danışmanı olarak karşımıza çıkar. 12 Mart 1971 askeri muhtıra ile birlikte Süleyman Demirel’ in önü bir süre tıkanırken, DPT Müsteşarı Turgut Özal da Dünya Bankası’ ndan teklif alır ve ailesiyle Amerika’ ya yerleşir. 
1973 yılında tekrar yurda dönen Özal, çeşitli sektörden birçok şirkette üst düzey görev alır, yöneticilik yapar. Her yaptığı işte tabiî ki en güvendiği, en büyük destekçisi kardeşi Korkut Özal’ dır. İşte yine Korkut Özal’ ın desteğiyle1977 seçimlerinde MSP’ den İzmir milletvekili adayı olur fakat kıl payı kaybeder. 
Bülent Ecevit Hükümeti döneminde Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası Genel 
Başkanlığı yapar ve Kasım 1979’ da Süleyman Demirel’ in azınlık hükümeti döneminde Başbakanlık Müsteşarlığı ve DPT Müsteşar Vekilliği görevlerine getirilir. Demirel’ in Özal’ la, askerlik zamanında başlayan, otuz yıla yaklaşan arkadaşlığı vardır. Özal’ ın pratik zekâsına ve çözüm yöntemlerine hep güvenmiştir. 

1979 yılı resmen faciayla başlar. Ekonomi artık durma noktasına gelmiştir. Yokluklar, kıtlıklar ve kuyruklar başlamış, çift fiyat almış yürümüştür. Mazot bulunamadığı için çiftçi traktörünü çalıştıramaz. Fuel-oil ve kömür yokluğundan kış mevsiminde sobalar ve kaloriferler yanmaz. Benzin istasyonları önünde uzun araba kuyrukları oluşur. Nebati yağ, ampul, tüp-gaz, sigara ve daha birçok temel ürün yoklara karışmıştır. Dış ödemeler tamamen çıkmaza girmiştir. Hatta dış temsilciliklerde çalışanlara maaşları bile gönderilemez. Herkes mala ve gayrimenkule hücum etmektedir. Merkez Bankası devreden çıkmış, döviz borsasına Tahtakale hâkim olmuştur. 

İşte parlak fikirleri, dolu dolu eğitimiyle, ‘’serbest faiz- serbest fiyat’’ kavramlarıyla özdeşleşmiş kurtarıcı Demirel’ in elinin tam da altındadır. 1979 yılında Demirel’ in azınlık hükümetinin güvenoyu aldığı günün gecesi tebrike gelen Turgut Özal eli boş gelmemiştir. 

Yanında fiyakalı bir hediyesi vardır: Bütün fikirlerini, zekâsının boyutlarını, ülkenin ve Demirel’ in geleceğini ışıklandıracak çözümleri sunduğu tam teşekküllü bir rapor. Rapordan çıkan tavşan, cafcaflı ‘’24 Ocak Kararları’’ dır. Özal ülkenin kaderini değiştirmek istemektedir ve bir karşılık, onay beklemektedir. 

Demirel etkilenmiştir etkilenmesine ama temkinlidir. Zira ne kadar temkinli olsa da ülkenin geleceğini etkileyecek bu rapor için düğmeye basmaktan kendini alıkoyamaz. İhtiras böyle bir şeydir işte. İhtirasının sonucu kendini karanlık sulara bırakacak fakat Özal’ a büyülü okyanuslar hediye edecektir. Özal artık ekonominin dümenine geçmiştir. Hedef 12 den vurulmuş; Özal büyük oynamış, risk almış ve fakat sonunda talepkarlığının cüretini en büyük ödülle kazanmıştır. Türkiye artık Özal’ lı sayfalara geçmiştir, bundan sonra herkes bu küçük dev adamı konuşacaktır. 

D- 12 EYLÜL’ ÜN BİLANÇOSU / YOK EDİLEN GENÇLİK 


13 Eylül günü ilk sayfada Atatürk' ün portresinin altında yer alan Hürriyet imzalı 
yazıda; "Atam, ne sağ, ne de sol… Atatürk Türkiye’ si doğrultusunda bir ülkenin haysiyetli kişileri olarak birlik içinde, dipdiri ve senin yo1undayız. Şuna asla şüphen olmasın; Senin emanetin Cumhuriyet, ilelebet payidar olacaktır. Hainler, gafiller, tüm iç ve dış düşmanlar hak ettiklerini bulacaklardır. Müsterih ol Atam." sözleri yer almıştır.183 12 Eylül gerek halk gerek basın ve aydınlar gerekse iş dünyası tarafından derin bir rahatlama ile karşılanmıştı. Herkesin neredeyse meydanlarda halay çekmediği kalmıştı. Kuşkusuz 12 Eylül öncesi yaşanan buhranın, kaosun bittiğine, kanın durduğuna herkes sevinmişti. Toplumun askere güveni tamdı. Her şey 12 Eylül sonrası daha güzel olacaktı, inanç buydu. Askerin elindeki sihirli değnek yaşamsal sistemde neresi arızalıysa oraya 
dokunacak ve her şey yoluna girecekti. Gizli kahkahalar vardı halk arasında, sanki evlerde sessizce def çalınıyordu. Mutluluk vardı geniz yakan ve hatta umutlar yüreklere asılan… 

Ne yazık ki umut uzun süre kalamadı bu topraklarda…Umut rafa kalktı, yürekler 
dağlandı. Halk çaresiz kaldı, suskunluğa boğuldu. Susmayı kendine görev edindi. Sustukça yaraları kapanır, yaşadıkları silinir sandı. Fakat ne gördükleri, yaşadıkları silinecek ne de hayatlarında darbenin bıraktığı yaralar kapanacaktı. 12 Eylül bir daha çıkmamak üzere bütün karalığıyla, sinsice hayatlarına sızacak ve yavaş yavaş umut dolu hayatlarını mahvedecekti. 12 Eylül unutulmayacaktı, kendini asla unutturmayacaktı. Bütün hainliğiyle toplumun yanı başında bir kara leke gibi asılı duracaktı. Niyet ne idi akıbet ne olmuştu…12 Eylül umut iken, huzurun adı iken huzursuzluk olmuştu. Karabasan olmuştu, pranga olmuştu, kan olmuştu, adı ölüm olmuştu ve işkence de elbet soyadı. 

12 Eylül “fikrinin” bu ülkenin siyasal tarihine kazıdığı orijinal, baskıcı ve kalıcı 
adımların arkasında MGK vardır diyor Ümit Cizre : 14.000 kişi vatandaşlıktan çıkarılmış; 30.000 kişi yurtdışına kaçarak mülteci olmuş; üniversite hocalarına (5000’i gerekçesiz görevden alınmıştır), aydınlara, öğretmenlere, solculara, sendikacılara, gazetecilere yönelik husumet, işkence ve insan hakları ihlalleri görülmedik ölçüde sistematize edilmiş; ülkenin tamamına yakını fişlenmiş; 39 ton gazete ve dergi imha edilmiştir. Bireyin ve yurttaşın yaşam alanlarını devletin güvenliğine feda eden bir anayasa bugüne dek –bazı değişimlere uğrasa da– 12 Eylül “fikrini” sembolize eden bir yapıt olarak dimdik ayakta kalabilmiştir.184 

Anayasa suçlanıyordu en çok ilk etapta ama aslında herkes suçluydu. Susan da 
suçluydu susmayan da. Basın da suçluydu, iş adamı da. MGK hepten suçluydu ama aydın daha fazla. Zira 12 Eylül’ den sonra ne aydın kaldı ne basın. Elbette anayasa da suçluydu ama anayasayı oylayan da. Kaşıkla verip sapıyla göz çıkaran, bir yandan hak ve özgürlük verip öte yandan geri alan anayasa özümsenmeden oylanmıştı en nihayet. Son baştan belliydi, sonuç belliydi aslında, imzalar sadece emanet. 

Ne var ki öyle bir an gelecekti ki halk bıkkınlığını sessizliğiyle kusacaktı. Bir nebze ruhunu prangadan kurtaracak çözümü bulacaktı. Halk cuntadan intikamını 83 seçimlerinde alacaktı. Cuntanın sırtını dayadığı MDP yerine yepyeni bir yüzle, beklenmedik bir şekilde yoluna devam edecekti. Çözüm bu kez Özal’ daydı.

Her halükârda, bu bir dönüm noktasıydı. Rüzgâr yön değiştirmiş; cuntanın yelkenleri boşalmıştı. Halkın daha fazla zorlanamayacağını sezen (ve zaten Çankaya’ yı garantiye almış bulunan) Kenan Evren, belki, astlarından gelebilecek askerî rejimin sürmesi taleplerinin de önüne geçmek amacıyla, sonuçlar kesinleşir kesinleşmez Turgut Özal’ ı çağırıp kutladı ve başbakanlığı teslim etti. Darbecilerin siyasî inisiyatifinin tükenişi bununla da kalmadı. 

Dışlanmak istenen DYP ve SODEP de, bir kısım milletvekillerinin parti değiştirmeleri sonucu Meclise girdi. Başarısızlığı derinleşen MDP kendini feshetti; 1973 seçimlerinde gülünç duruma düşen eski genelkurmay başkanı Cemal Tural gibi, 1983’ten sonra da Turgut Sunalp silinip gitti185. 

Seçimler bitti, Evren Çankaya’ ya oturdu ve Turgut Özal başbakan olarak selamladı halkı. Sayfalar çevrildi, umutlar dağıtıldı yeniden. Ülke boydan boya beyaza boyandı yine, yeniden. Grilerin, karaların üzeri örtüldü yerini pembeler, yeşiller, maviler aldı derinlere inmeden. Derinlere inilemezdi zaten. Kuyular vardı çünkü, kuytularda saklananlar, korunan acılar, sargılı ruhlar…açıklanamayanlar, yaşanan karanlıklar, anlatılamayanlar… 
Peki ne olmuştu darbeyle? 
Neydi bu acının adı? 
Ya da cismi? 
Neydi acıtan canları, bedenleri, ruhları? Neydi sorgulanamayan karanlığın yazgısı? Adı neydi zulmün, yaranın ve karaların? 

İşte o en zor; kazınası, unutulası, yok olası denklem… 

İhtilalın bilançosu, aynı zamanda sonucu oldu: 

• 650 bin kişi gözaltına alındı. 
• 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 
• 98 bin 404 kişi "örgüt üyeliğinden" yargılandı. 
• 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 
• 7 bin kişi idamla yargılandı. 
• 517 kişiye idam cezası verildi. 
• 50 kişi asılarak idam edildi. 
• 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 
• Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 
• 43 kişinin intihar ettiği açıklandı. 
• 14 kişi açlık grevinde öldü. 
• 95 kişi "çatışmada" öldü. 
• 16 kişi kaçarken vuruldu. 
• 300 kişi kuşkulu şekilde öldü. 
• 71 bin kişi TCK ' nın 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 
• 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 
• 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 
• 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 
• 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 
• 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. 
• 40 ton gazete ve dergi yakıldı. 

Siyasal İslamcı ve Liberal olarak tanımlanan Radikal Amerikancı çekirdek 
Türkiye’nin siyasal, sosyal ve ekonomik hayatına egemen hale getirildi. 
Bunlar bu ülkede yaşandı. Bunlar, alt alta yazılmış rakamlar topluluğu değil, her 
satırda binlerce insan var, her satırda on binlerce insanın çektiği acı var. Ama 12 Eylül askeri darbesi sadece insanı bizzat yok etmekle, işkence etmekle yetinmedi, getirdiği 1982 Anayasası' yla toplumun geleceğini de cendereye aldı. Bu nedenle hala 12 Eylül rejiminin getirdiklerinden kurtulmuş değiliz. Baksanıza aradan 28 yıl geçmesine rağmen bırakın darbecilerin yargılanmasını, kendi özgürlüklerimizi genişleten sivil bir anayasa bile yapamadık.186. 

AY KARANLIK 

İtten aç, 
Yılandan çıplak, 
Vurgun ve bela 
Gelip durmuşsam kapına 
Var mı ki doymazlığım? 
İlle de ille 
Sevmelerim, 
Sevmelerim gibisi? 
Oturmuş yazıcılar 
Fermanım yazar 
N' olur gel, 
Ay karanlık... 
…………….. 

AHMET ARİF 


12 Eylül döneminde ölüm cezası infaz edilenler şöyle: 187 

Adı Soyadı                       Tarih Yer 

Necdet Adalı (sol görüşlü) 7 Ekim 1980 Ankara 
Mustafa Pehlivanoğlu (sağ görüşlü) 7 Ekim 1980 Ankara 
Serdar Soyergin (sol görüşlü) 25 Ekim 1980 Adana 
Erdal Eren (sol görüşlü) 13 Aralık 1980 Ankara 
Cevdet Karakaş (sağ görüşlü) 4 Haziran 1981 Elazığ 
Veysel Güney (sol görüşlü) 10 Haziran 1981 Gaziantep 
Ahmet Saner (sol görüşlü) 25 Haziran 1981 İstanbul 
Kadir Tandoğan (sol görüşlü) 25 Haziran 1981 İstanbul 
Mustafa Özenç (sol görüşlü) 20 Ağustos 1981 Adana 
İsmet Şahin (sağ görüşlü) 20 Ağustos 1981 İstanbul 
Seyit Konuk (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir 
İbrahim Ethem Coşkun (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir 
Necati Vardar (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir 
Fikri Arıkan (sağ görüşlü) 27 Mart 1982 Ankara 
Sabri Altay (adli suçlu) 23 Nisan 1982 Adapazarı 
Cengiz Baktemur (sağ görüşlü) 30 Nisan 1982 Elazığ 
Şahabettin Ovalı (adli suçlu) 12 Haziran 1982 Sinop 
Ednan Kavaklı (adli suçlu) 18 Haziran 1982 Ankara 
Ali Bülent Orkan (sağ görüşlü) 13 Ağustos 1982 Ankara 
Veli Acar (adli suçlu) 13 Ağustos 1982 Isparta 
Eşref Özcan (adli suçlu) 19 Ağustos 1982 Kayseri 
Halil Fevzi Uyguntürk (adi suçlu) 29 Aralık 1982 Afyon 
Kazım Ergun (adli suçlu) 29 Aralık 1982 Akşehir 
Muzaffer Öner (adli suçlu) 29 Aralık 1982 Amasya 
Adem Özkan (adli suçlu) 13 Ocak 1983 Balıkesir 
Hüseyin Çaylı (adli suçlu) 13 Ocak 1983 Afyon 
Osman Demiroğlu (adli suçlu) 13 Ocak 1983 Isparta 
Ahmet Mehmet Uluğbay (adli suçlu) 22 Ocak 1983 Akşehir 
Ali Aktaş (siyasi) 23 Ocak 1983 Adana 
Duran Bircan (adli suçlu) 23 Ocak 1983 Denizli 
Levon Ekmekçiyan (Asala) 28 Ocak 1983 Ankara 
Ramazan Yukarıgöz (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit 
Ömer Yazgan (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit 
Erdoğan Yazgan (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit 
Mehmet Kambur (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit 
Ahmet Kerse (adli suçlu) 30 Ocak 1983 Gaziantep 
Rıdvan Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir 
Cavit Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir 
Süleyman Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir 
Fatih Laçinligil (adli suçlu) 24 Şubat 1983 Keşan 
Faik Görünmez (adli suçlu) 24 Şubat 1983 Kilis 
Mustafa Başaran (adli suçlu) 30 Mart 1983 Edirne 
Hüseyin Üye (adli suçlu) 30 Mart 1983 Nazilli 
Şener Yiğit (adli suçlu) 20 Nisan 1983 Isparta 
Cafer Aksu Altıntaş (adli suçlu) 20 Nisan 1983 Ordu 
Abdülaziz Kılıç (adli suçlu) 26 Mayıs 1983 Edirne 
Halil Esendağ (sağ görüşlü) 5 Haziran 1983 İzmir 
Selçuk Duracık (sağ görüşlü) 5 Haziran 1983 İzmir 
İlyas Has (sol görüşlü) 6 Ekim 1984 İzmir 
Hıdır Aslan (sol görüşlü) 24 Ekim 1984 İzmir 


     Öncesinde tarafsız, bağımsızmış gibi duran adalet mekanizması bile kitleleri 
sindirmenin çıplak bir aracı haline dönüştürüldü. Mahkeme salonları memleketin çoğu yerinde ortaçağ engizisyon tezgâhı gibi çalıştı. 
Sokak infazı yapamadıklarını, mahkemelere aldırdıkları kararlarla darağacına gönderdiler. 17 yaşındaki çocukları, duruşma salonunda ‘’Yaşasın 1 Mayıs!’’ sloganı atanları bile astılar. Tüm bunlar yargının nasıl yürütmenin bir oyuncağı haline getirildiğinin açık kanıtlarını oluşturdu. Adalet adına yaşatılan bunca zulüm, ‘’güçler ayrılığı ve dengesi’’ lafının artık çocukları dahi kandıramayan bir yutturmaca olduğunu daha başka nasıl ispatlasın.188. 

12 Eylül İhtilalı’ nı takip eden günlerde ülkede aniden kitlesel tutuklamalar 
başlamıştır. Arama yapılan her ev hücre evi, örgüt evi diye lanse edilmiş, insanlar çoğu zaman açıklama yapılmaksızın apar topar evlerinden alınmıştır. Suçlu kim suçsuz kim ayrıştırılamamıştır. İnsanlar toptan zan altında bırakılmıştır. Yargıyla bağdaşmayacak kararlar alınmıştır. MGK gücünü nasıl ispat edeceği kaygısına düşmüş, akla ve mantığa uygun, hukuki karar almanın yolunu bir türlü kavrayamamıştır. Hukuk devleti olabilme kriterleri toptan 
çökmüş, pasifize edilmiş, yargı da sınıfta kalmıştır. 

Tutuklananlar, fişlenenler, idam edilenler, işkence görenler… Türkiye’ de terörün yeni adı hapishanelerdeki işkence olmuştur. Hele idamlar ile insanların ve şüphesiz gençlerin gözü öyle korkutulmuş, akılları öyle bulanmıştır ki sinmek artık bu ülkedeki en güzel çare addedilmiştir. İdamlar arasında da öyle bir isim, öyle bir fidan vardır ki yürek kavrulmadan duramaz. Yutkunmak ve unutmak da kâfi çözüm olmaz. Erdal Eren' i idam sehpasına kadar götüren süreç, 30 Ocak 1980 tarihinde Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi, ODTÜ öğrencisi Sinan Suner' in, MHP' li Bakan Cengiz Gökçek' in koruması Süleyman Ezendemir' in kurşunlarıyla katledilmesiyle başladı. Olayın duyulmasının ardından, 2 Şubat 1980' de Sinan Suner' in öldürüldüğü yerde bir protesto gösterisi yapıldı. Göstericiler arasında Erdal Eren de vardı. Gösteriye müdahale eden askerlerle göstericiler arasında çıkan çatışmada, er Zekeriya Önge ölürken, Erdal Eren' le birlikte 24 kişi gözaltına alındı. Zekeriya Önge' yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, tarihin belki de en hızlı yargılamasıyla, 19 Mart 1980' de idama mahkûm edildi. Erdal Eren, idam edildiğinde henüz on yedi yaşındaydı.189. 
12 Eylül’ ün simgesi on yedi yaşındaki Erdal Eren oldu çünkü o en ünlü kurbandı, en gençleriydi, küçüktü. Eren 13 Aralık 1980 günü Ankara Merkez Cezaevi’ nde MGK’ nın jet kararı ile idam edildi. Geri dönülemez bir sürece girmişti artık ülke. Eren’ in idamı, yaşının büyütülüp formata uydurulmuş olması, vurduğu iddia edilen askerin otopsi raporlarının karartılması, dava sürecinin gölgelenmesi, suçun elle tutulur şekilde ispat edilememesi, somut delillerin olmayışı hiç affedilmeyecek ve hazmedilemeyecekti. Eren’ in kanı herkesin eline bulaşmıştı. 

Erdal Eren ifadesinde diyor ki: ‘’İnzibat askerleri üzerime doğru gelirken panikledim ve ateş ettim. Askerlerin hepsi benim hedef menzilim içindeydi. Yedek şarjörüm, tabancamda daha 5 tane mermi vardı. Eğer öldürme kastıyla hareket etmiş olsaydım bunların hepsini kullanırdım. Askerler üzerime gelince gelişigüzel ateş ettim190.’’ Emekli Hâkim Ahmet Turan: ‘’Burada çok hassas bir nokta var: Vurulan erin cesedinden çıkarılan mermi çekirdeği ile sanığın tabancasından çıkan mermi çekirdeklerinin doğru dürüst mukayesesi yapılmadı. Olay yerinde iki tabancaya ait boş kovanlar bulunuyor ama onların Adli Tıp’ a gönderilip mukayesesi yapılmadı. Eri vuran kurşun yüzde 100 Erdal’ 
ın tabancasından çıktı diye bir şey yok dosyada. Çünkü incelenmemiş191.’’ 
Hâkim konuşmasında dava ile ilgili bir başka çarpıcı noktaya dikkat çekiyor. Erdal Eren’ in bir evin bahçesinde sindiği yerde, üzerine doğru askerler gelirken ateş ediyor ama gelişigüzel. Üzerine doğru gelen askerlere ateş ettiyse göğüsten vurmuş olması lazım. Oysa ölen er sırtından vurulmuş olarak bulunuyor. Üstelik Erdal uzaktan ateş açıyor ama er yakın mesafeden vurulmuş. İşte tam da bu noktada olay iyice düğümleniyor ve iyice kafalar karışıyor. Avukatlar, hâkim herkes kararsız, kafaları bulanık, dava iki defa bozuluyor ama karar MGK’nın: Suçludur! 

Olayın açığa kavuşmasına izin verilmiyor, alelacele, yangından mal kaçırırcasına bir körpe fidan devriliyor ve akabinde Kenan Evren’ in ağzından tarihi sözler dökülüyor. O sözler ki 12 Eylül’ ü en kısa yoldan özetliyor: 

‘’Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?’’192 Askeri yönetimin ilk altı haftasında 11.500 kişi tutuklanmış, bu sayı 1980 sonrasında 30,000’e ulaşmıştır. 1981’de tutuklananlar 122.600 olmuştur. Böylelikle siyasal terör % 90’a varan azalma gerçekleşmiştir. Bu arada 300’ ün üzerinde akademisyen de tutuklanmıştır193. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

183 Hürriyet Gazetesi, 13 Eylül 1980 
184 Ümit Cizre, 12 Eylül’ ün ‘’Anti’’ Gündeminde Toplum/ ‘’Güvenlikçi ve Güvenlikçi İtaat Politikaları’’ – Devlet Toplumsal Tarih Dergisi-Tarih Vakfı, 31.08.1995 
185 Halil Berktay, ‘’Türkiye 12 Eylül Darbesi’ ne Adım Adım Hazırlanmıştı’’, Taraf Gazetesi, 01 Ekim 2008 
186 Mahmut Övür, ‘’Darbeciler yargılansın ya darbeci zihniyet?’’, Sabah Gazetesi, 13 Eylül 2008 Cumartesi 
187 12 Eylül belgeleri, www.belgenet.com 
188 Ertuğrul Mavioğlu, ‘’Apoletli Adalet/Bir 12 Eylül Hesaplaşması-2’’ Yayınlayan-İthaki publishing, 2. baskı, Ekim 2006, s, 250 
189 Yıldırım Türker, ‘’Erdal’ ı Unutmadık’’, Radikal Gazetesi, 11/12/2006 
190 Mustafa Balbay, ‘’12 Eylül-Sol Kırımı/ 78’ liler’’,Cumhuriyet Kitapları-2. Baskı, İstanbul, Kasım 2008, s.127 
191 Mustafa Balbay, ‘’12 Eylül-Sol Kırımı/ 78’ liler’’,Cumhuriyet Kitapları-2. Baskı, İstanbul, Kasım 2008, s.127 
192 Kenan Evren’ in Erdal Eren’ in idamına ilişkin 3 Ekim 1984 tarihli ‘’Muş Konuşması’’ 
193 Erik Jan Zürcher, ‘’Modernleşen Türkiye’nin Tarihi’’, Çev. Yasemin Saner Gönen, İletişim Yayınları, 4. baskı, İstanbul, 1999, s.407 


15 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder