12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 15
E- 12 EYLÜL CEZAEVLERİ / SOKAKLARDAN PARMAKLIKLAR ARKASINA
Sadece tutuklamalar, sorgulamalar, fişlenenler ya da idam edilenler yoktu 12 Eylül ile gündeme gelen. 12 Eylül sonrası’ nın en önemli, en çok dikkat çeken, en can yakıcı noktalarından birisi de cezaevleridir ve cezaevlerinde yapıldığı iddia edilen işkenceler. Türkiye cezaevlerinde yapılan işkencelerin faturasını yıllarca başka boyutlarda ödedi. 1980- 1984 yılları arasında yolu hapishaneden geçen o kadar çok insan, öyle çok genç fidan vardı ki, bu insanların bireysel aileleri de hesaba katıldığında muazzam rakamlar çıkıyordu ortaya.
Cezaevlerinde işkence gördüklerini anlatmaya çalışanlar ve anlatamayanlar, susanlar farklı bir camia oluşturdu toplum içinde. Hep verilmeyen hakkı arama yolunu seçtiler ama o hak bir gün verilecek olsa dahi ruhları çoktan mukadderata erdi zaten. İçi boşaltılmış, örselenmiş, damgalanmış bedenler içine hapis olmuştular çoktan. Bir anlamı bu saatten sonra olmayacaktı yani.
12 Eylül depreminin en şiddetli hissedildiği yer neresidir, sorusunun yanıtı hiç bir zaman değişmeyecektir: Cezaevleri… Başlangıçta gözaltı süresi 90 gündü. Zamanla daha demokratik hale getirildi ve önce 45, sonra 30 güne indirildi. Gözaltı süresinin bu kadar olduğu ortamda en küçük bir suç olasılığında tutukluluk süresini düşünün! Cezaevlerinden gelen haberler yaşamı seçmenin
ölümü seçmekten daha zor olduğunu gösteriyordu.194.
İnsanlar inanılması güç şartlarda cezaevlerinde kalıyorlardı. Çoğu sadece düşünceleri yüzünden sisteme yenik düşmüşlerdi. İnsan bedenine yakışmayacak şartlar ruhlarını iyiden iyiye hırpalıyordu. Kafalarda hep ‘’neden?’’ sorusu vardı. ‘’Sebep daha iyi bir dünya istemek, bunun hayali için koşturmak mıydı?’’ Düzene karşı durmak beraberinde düzensizliği mi getiriyordu? Bu muydu bedeli? Bedeni ve ruhu birlikte tornadan mı geçirmekti çözümü? Sahi, insanoğlu ne zaman keşfetmişti işkenceyi, işkenceyi silah olarak kullanmayı?
-12 Eylül döneminde gözaltında ya da cezaevlerinde 299 kişi yaşamını yitirdi.
-171 kişinin işkenceyle öldüğü belgelerle kanıtlandı.
-43 kişi için gözaltında ‘’intihar ettiği’’ raporu düzenlendi.
-73 tutukluya ise doğal ölüm raporu verildi.
İşkenceyle ilgili iddialara her gün bir yenisi ekleniyordu. En yaygın işkence
uygulamalarıysa: Filistin askısı, elektrik verme, cinsel taciz, zorla marş söyletme, uykusuz-açsusuz bırakma, tecrit, basınçlı su sıkma, zorla ayakta tutma, işkenceyi seyrettirme, dinletme, falaka, iple ellerin vücuda bağlanması, cinsel organlara şiddet uygulama, sahte idam denemesiydi.195.
Bir müddet sonra cezaevlerinde tutuklular kendileri bizzat bir şekilde yapılanlara tepki koymak adına ölüm orucuna başladılar. Seslerini duyurmak istiyorlardı; ilgilenilmek, insan hakları çerçevesinde muamele görmek, insan olarak muamele görmek… ‘’1981 Mart ayında ilk ölüm orucu başladı, 43 gün sürdü. İnsanlar ölüm orucuna hücrelerde devam ediyor. Direnenlerin tümünü bu hücrelere toplamış lar. Bit içinde, tuz, şeker falan yok. Soğuk ve bitmeyen işkence direnişçileri hızla güçten düşürüyor. Gece kimse yatırılmıyor, uyku da yok. Nisan ayında mahkemeler başladı. Yüzlerce tutuklu çıkarılıyor.
Sıralara diziliyor, eller zincirli. Saat 8’ de arabalara bindiriliyor. Arabalarda bekletiliyor. Havasız, pis. Sonra mahkemeye gidiliyor. Aynı baskılar orada da var. Tutukluların aralarına askerler oturuyor. Konuşmak yasak, sağına soluna dönmek yasak. Ölüm orucu sürdüğü dönemde alınan karar gereği bu durumu protesto etmek için kimlikler bildirilmedi. Daha önce ceza evinde olup bitenler konusunda kamuoyunun bilgisi yok. Ziyaretler iki dakika ve çok sıkı denetleni yor. Her kabinde iki asker, sürekli ne konuştuğunu kolluyorlar. Kimse gördüğü
baskıları gelen ziyaretçisine anlatamıyor. Anlatsa hem ziyarete çıkamayacak, hem çok daha ağır işkencelerden geçirilecek, hem de ziyaretçisinin başına olmadık şeyler gelecek. O yüzden mahkemeler yaşananların kamuoyuna aktarılabilmesi açısından küçük de olsa bir olanak yaratıyor. Kimlik bildirmeme protestosu ağır bir saldırıyla karşılandı196.‘’ Cezaevlerinde tutuklular mağdur olmuşlardı. İnsanlar hukuksuzluğa uğramışlardı.
‘’Bu nasıl devlet? Bu nasıl yargı?’’ sorusu beyinlerini kemirmişti. Adalet nerede kalmıştı?
Yapılan işkencelerle hukuk devleti mi olunuyordu? Sorulara ne içerdekiler ne dışarıdakiler cevap verebiliyordu.
12 Eylül size ne yaptı?
-Beni “Ben” den aldı ve “Biz” e getirdi. Yakalanmadan önce gölgeme yan bakıyordum.
Başkalarının hoşuma gitmeyen hareketlerine bile katlanamazdım ama sonra onca işkence karşısında el pençe divan durdum. 12 Eylül' de insanlık suçu işlenmiştir. Devlet bunu kabul etmeli ve bizlere sahip çıkmalıdır. Çıktıktan sonra 1 hafta boyunca yürüyemedim, yürümeyi öğrettiler.197.
Anlatabilenler vardı muhakkak ama ya anlatamayanlar? İçeri girmeden önce
meydanlarda gür sesleriyle çağıldayanlar içerde sus pus oldular. Gençler kilit vurdular sözlerine, cümlelerine. Susma yemini ettiler. Ahlaksızca kendilerine işkence edilirken, arkadaşlarının isimleri kendilerinden istenirken sustular. Yüreklerine ve akıllarına hükmettiler, kendilerine adaletsizliği öğretmeye çalışanlara inat. Çıktıktan sonra da konuşmadılar. Anaya, babaya, eşe dosta nasıl anlatabilirlerdi ki gördüklerini, duyduklarını, şahit olduklarını. Cinnetin kıyısında yaşadılar çoğu zaman. Kör olmayı yeğlediler, duymamayı konuşmamayı ve hep susmayı…
Uzun yıllar cezaevinde kalıp çıktıktan sonra:
‘’Eski arkadaşlarınızı görüyorsunuz tanımazdan geliyorlar. Kaldırım değiştiriyorlar. Hapisten çıktığınız için farklı bakıyorlar size. Yanınızda oturulursa, konuşurlarsa başları belayı gireceği için sizi tehlikeli bir insan olarak görüyorlar. Bir süre bu devam ediyor. Ve gerçekten sizin tekrar insanlar arasına karışmanız bile bir aşama kaydetmek ve bir çabayı gerektiriyor. Aynı zamanda takip altındasınız. Bir işe girdiğinizde dosyanızdan dolayı işten atılıyorsunuz. Size yaşam hakkı dahi tanımamak için ellerinden gelen bütün çabayı sarf ediyorlar. Bu ister istemez insanı bir yalnızlık duygusuna sürüklüyor. Bunu başarmak bilinç ve irade işidir. Ben çok arkadaşımın bu yüzden alkolik olduğunu gördüm. Kendini kaybettiğini, hayata sarılmaktan vazgeçtiğini, içine kapandığını... Ama birçok arkadaşımız da hayata tutunmak için elinden gelen çabayı sarf etti198.’’
1-Cezaevinden Dağlara / PKK Terörü Doğuyor
12 Eylül döneminde pek çok cezaevi vardı ve çoğu tıka basa dolmuştu. Bunların başını Mamak Cezaevi çekiyordu, orada yapılan insanlık dışı uygulamalar ilk olarak duyulmuştu. Lakin cezaevlerinin içinde öyle bir tanesi vardı ki namı, şanı sınır ötesine çıktı. Orada yaşananlar, olup bitenler pek çok hayat kararttı. Diyarbakır Cezaevi ile birlikte dönemin analizi, sonucu da belli oldu. Diyarbakır’ da olanlar insanlık ayıbıydı ve sonuçları çok ağır oldu. Nitekim yaşananlar çok geçmeden başka bir facianın da kapısını aralayacaktı.
12 Eylül döneminde Türkiye’ de işkence yapılan birçok cezaevi vardı. Ama bir
cezaevi vardı ki, 29 Nisan 2008’ de “The Times” gazetesi tarafından ‘dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi’ nden biri olarak nitelendirildi199.
Diyarbakır 5 No’ lu Cezaevinde 1981-1984 yılları arasında 53 tutuklunun ölümüne, yüzlerce tutuklunun da sakat kalmasına ve psikolojik tahribata uğramasına neden olan insanlık dışı uygulamalar, daha sonra birçok kitaba ve yayına konu olmuştur. Yaşanan ahlaksızlığın, skandalın, hukuksuzluğun mağdurlarının anlattıkları korkunçtur, inanılması zordur. Amaç devrim peşinde koşanların, o körpe gençlerin bilinçlerine hükmedebilmek ve bu sayede davaya ihanet etmelerini sağlamaktır. Aslında Diyarbakır Cezaevi 12 Eylül’ ün aynasıdır.
‘’Diyarbakır Cezaevi demiyorlar mı, çok üzülüyorum, sinirleniyorum. Ben o zaman Devlet Başkanı' yım. Biz devleti yönetiyoruz. Cezaevlerini yönetmiyoruz ki! Ne yani, Devlet Başkanı Diyarbakır Cezaevi' ni mi yönetecek? Cezaevleri bana mı bağlı? Sıkıyönetim komutanına bağlı. Sıkıyönetim komutanları da bizzat gidip cezaevini yönetecek, cezaevine bakacak değil. Cezaevi müdürleri var, jandarma var. O düzen devam ediyor.200.’’
‘’Ne olsa kendinizi daha iyi hissederseniz?
-Aziz Nesin 12 Eylül mağdurlarının hikâyelerini dinledikten sonra demiş ki “Ben de benim hayalim geniş zannederdim, Kürtlerin hayali benden genişmiş.” Bizim durum biraz öyle. İstiyorum ki Kürt olmaktan başka hiçbir suçu olmayan bu vatandaşlar karşısında Devlet Baba sıkmış olduğu yumruklarını açsın’’201.
Ne acı ki 1984 yılında başlayan PKK terörü bugün Diyarbakır Cezaevi ile
ilişkilendirilmektedir. Diyarbakır Cezaevi ve orada yaşananlar, yaşatılanlar Türkiye’ ye ‘’Kürt Sorunu’’ nu hediye etmiştir. 2000’ li yıllar ile birlikte Türkiye’ nin hala AB’ ye girememiş olması, çağdaş standartları bir türlü yakalayamamış olması 12 Eylül rejiminin stratejik hatasıdır. İnsanların dinlerini, dillerini ve kimliklerini ellerinden almak, onları başka bir metaya benzetiyor olmak neler doğurabilirse, nasıl tasavvur edilebilirse onun iki katı Diyarbakır’ da sahnelenmiştir.
‘’Diyarbakır Hapishanesi' nde yaşananlar Güneydoğu' daki olayları nasıl etkiledi sizce?
Ben siyasi biri değilim. Bu konularda birikimim yok. Ama 12 Eylül, Kürt sorununa herkesin dikkatini çekti, bu sorunu dünyaya duyurdu. Cezaevindeki vahşet olmasaydı, Kürt meselesi bu ülkede bu kadar erken açığa çıkmazdı. Diyarbakır Cezaevi' ndeki insanları birer militan haline getirdiler. Bunların yüzde 80' den fazlası dağa çıktı. İnsanın oradaki vahşeti gördükten sonra normal yaşama dönmesi çok zordu. 'PKK hareketi 1984' te patladı' derler ya,
bu tarih, Diyarbakır Cezaevi' nden ana tahliyelerin olduğu tarihtir202.’’
Kürtçe yasağı bir 12 Eylül uygulamasıdır örneğin. Darbe ile beraber Kürtçe konuşma yasağı getirildi. Bölgede halka dayatmalar uygulandı. Birdenbire insanlar normal hayatlarından, dillerinden ve de kimliklerinden, kültürlerinden vazgeçerek başka bir boyuta atlamak zorunda bırakıldılar. Bir yandan kimlikleri yüzünden yaptırımlarla eza çekenler, kategorize edilenler öte yandan Diyarbakır Cezaevi’ nde yaşananlar… ‘’12 Eylül darbesi tüm demokrasi güçlerine karşıydı ama Kürtlerin payına daha ağır olanı, olağanüstü vahşet düştü. Ağır sansür; "Görme, duyma ve konuşma" diyordu. Bu Türkiye toplumunun yaşanan vahşetten haberdar olmasını engelledi. Daha fazla dayanamayan Kürtler ise dağlara çıktı. Şimdi soruyoruz: Böyle başlamadı mı? Kürt sorunu hep vardı. 12 Eylül sürecinde Diyarbakır Cezaevi' nde yaşananlar Kürt sorununun boyutunu ve niteliğini değiştirdi. Diyarbakır' da insanların kişilikleri ve kimlikleri üzerine gidildi. Bu Türkiye toplumu içinde kırılma, hatta derin bir yarılma yarattı. Cuntanın Diyarbakır Cezaevi' nde uyguladığı ırkçı-kafatasçı vahşetle yüzleşmeyenler, Kürt sorununun neden çözülmediğini bugün dahi anlayamazlar.
Yine soruyoruz: Dünden bugüne süreç böyle yaşanmadı mı.203?’’
Şüphesiz insanlar ayrıştırıldıklarını düşündüler, ötekileştirildiklerini ve doğal olarak çözüm aradılar. İçerde de dışarıda da zulüm vardı, işkence vardı, ölüm vardı nasıl olsa. Çaresi olmalıydı bu işin. Çare dağlardaydı işte. Dağlar kucak açmıştı Kürt halkına, çözüm olmuştu, çözüm göstermişti. İnsanların içinde onulmaz kin ve öfke birikmişti. Birikimi boca edecek plan belliydi, aynı şekilde cevap vermek. Terör doğmuştu artık.
‘’12 Eylül' de bir hatamız da oydu. Kürtçe konuşmayı yasakladık. Şöyle yasakladık: Konuşmalarda, mitinglerde, şurada burada Kürtçe konuşulmayacak. Okulda filan Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Neden dedik? Ben Devlet Başkanı' yken, bir köyde ilkokula gittim. Üçüncü sınıfa mı, dördüncü sınıfa mı girdim, hatırlamıyorum. Açtım kitabı, oku şunu dedim çocuğa. Kem küm, çocuk okuyamıyor. Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor.
Kızdım. Orada söyledim. Öğretmene döndüm, 'Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi
okuyamıyor, bu nasıl iş?' dedim. Sonradan anlaşıldı ki, öğretmen de Kürt. Kürtçe yapıyor tedrisatı. Döndüm ve Kürtçe yasağını koyduk. Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Ama biraz ağır yasak koyduk. Sonra bu yasak kaldırıldı, ama hataydı. Hata olduğunu sonradan anladım.204.’’
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
194 Mustafa Balbay, ‘’12 Eylül-Sol Kırımı/ 78’ liler’’,Cumhuriyet Kitapları-2. Baskı, İstanbul, Kasım 2008, s.119
195 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 176
196 Ertuğrul Mavioğlu, ‘’Asılmayıp Beslenenler / Bir 12 Eylül Hesaplaşması 1’’, İthaki Publishing-4. Baskı, Ağustos 2006, s.134
197 Balçiçek Pamir’ in Selim Dindar ile yaptığı röportaj, ‘’Bir Daha Dünyaya Gelsem Kürt Olmak İstemem’’, Gazete Habertürk, 18/ 05/ 2009
198 Burhan Ekinci Röportajı, Ertuğrul Mavioğlu: ‘‘12 Eylül Sermayenin Darbesiydi’’, Taraf Gazetesi, 12/ 09/2008
199 Dicle Baştürk-Turan Aktaş-Fikret Karagöz, ‘’12 Eylül’ ün Cehennemiydi’’, Taraf Gazetesi, 12.09.2008 200 Kenan Evren ile söyleşi, ‘’Kürtçe’ ye Ağır Yasak Koyduk Ama Hataydı’’, www.milliyet.com.tr, 07.11.2007
201 Balçiçek Pamir’ in Selim Dindar ile yaptığı röportaj, ‘’Bir Daha Dünyaya Gelsem Kürt Olmak İstemem’’, Gazete Habertürk, 18/05/2009
202 Neşe Düzel’ in Selim Dindar ile röportajı, ‘’Üç Yılını Cehennemde Geçirdi’’, Radikal Gazetesi, 23/06/2003
203 Yıldırım Türker, ‘’Geçmiş Geçmediyse Suç Bizde’’, Radikal Gazetesi, 21.05.200 204 Kenan Evren ile söyleşi, ‘’Kürtçe’ ye Ağır Yasak Koyduk Ama Hataydı’’, www.milliyet.com.tr, 07.11.2007
16 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder