12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 1
Kürt sorunu öteden beri vardır ve bu konuda hiçbir hükümet bağımsız bir politika uygulayamaz. 12 Eylül bize bu sorunun PKK versiyonunu armağan etti. Nasıl mı? Bir düzeyde, ‘Kürt yoktur’ diye teori imal ederek! Bilimde öncümüz olan çevrelerin ‘Karda kart kurt’ teorisi bu sırada üretildi ve ‘kitlelere mal edildi’. Bir düzeyde Kürt yurttaşlara ağır baskı uygulandı (kamuoyuna ‘dışkı yedirme’ adıyla geçen olay bu uygulamanın bir örneğidir). Amaç, ‘yıldırarak’ direniş veya muhalefeti önlemekti ama ‘yıldırma politikaları’ her zaman beklenen sonucu vermez. Sonuç, oradaki halkın kendi adına davranan her hareketi desteklemekle kendini yükümlü sayması oldu.
Bunun ‘onursuz’ bir davranış olduğu da söylenemez.205.
Gerek Güneydoğu Anadolu gerek Doğu Anadolu’ da ezelden beri problemler vardı, Cumhuriyet’ ten sonra da sorunlar aralıklarla devam etti. Gerek iklim şartları gerek coğrafi özellikler gerekse başa gelen siyasi liderlerin istikrarlı ve realist politikalarla oradaki sorunlara çözüm bulamaması, akılcı siyasetin güdülememiş olması bölgedeki hareketliliği zamanla tetikledi. 12 Eylül orada kıpırdanmaya çalışan hareketliliğe sos oldu. O bölgede Sıkıyönetim ve OHAL yıllarca sürdü. 78' de doğan çocuklar 22 yaşına gelinceye kadar normal bir hukuk rejiminden haberdar değildi ve olağanüstü halde yaşadı. O toplumda eşkıyalık geleneği de önemlidir. Cumhuriyet ve Osmanlı döneminde de buralarda toplumsal başkaldırı hep dağa çıkma şeklinde ortaya çıkmıştır. 12 Eylül uygulamaları da bu dağa çıkan insan sayısını artırmıştır.
Bu durum sadece dağa çıkanlarla sınırlı görülebilir mi?
Görülemez elbette. Bu çocukların aşağıda aileleri var. Bu uygulamalardan aileler de etkilendi. Siz silah ararken, örgüt üyesi birini ararken köylere gittiniz, orada insanları gözaltına aldınız, işkence yaptınız, dövdünüz, buğdayını mercimeğini döktünüz, ezdiniz. Onun çocuğu bunu gördüğü zaman dağa çıkacak, orada kalanlar da ona sahip çıkacak hale getirildi. Elbette 12 Eylül Türkiye' nin genelinde etki yarattı ama akıl dışı uygulamalarıyla da Kürt sorununu müzminleştirdi, Kürt milliyetçiliğini kışkırtıp azdırdı.206.
F-ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİNE DARBE / YÖK VE 1402’ LİKLER
12 Eylül sonrası en önemli sonuçlardan birisi de YÖK’ tür. Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu uyarınca 6 Kasım 1981' de, Prof. Dr. İhsan Doğramacı' nın başkanlığında kuruldu. 12 Eylül 1980 askeri darbesi YÖK ile üniversiteleri, işlevlerini yerine getirememe pahasına denetim altına aldı ve akademik sıkıyönetim kurumu oluşturdu. 1982 Anayasası ile de YÖK güvence altına alındı. Kanun ile birlikte yükseköğretim üst kuruluşları, bütün yükseköğretim kurumları, onlara bağlı birimler ve bunlarla ilgili faaliyet ve esasların denetlenmesi hedeflenmişti. Bu sebepledir ki YÖK kurulduğu günden beri hem icraatları hem de varlığı ile tartışılan bir kurum olmuştur.
Bilindiği gibi YÖK olağanüstü bir siyasi dönemde üniversiteleri kontrol (zapturapt) altına almak amacı ile kuruldu. 1982 anayasasının 130 ve 131 maddeleri bu amacı garanti altına alıyordu:
1. Üniversiteleri özerk yönetim yerine merkezi ve hiyerarşik bir yapı ile yönetmeyi öngörmesi,
2. Üniversitelerin üst yönetim kadrolarının belirlenmesinde (öğretim elemanları,
öğrencileri ve çalışanları yerine) YÖK ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilir ve atanır ilkesinin benimsenmiş olması,
3. Mali ve idari özerklik yönünden doğrudan merkeze bağımlı olması,
4. Türk yükseköğretimi ve üniversiteleri evrensel ölçekte bilim ve fikir üretmek yerine ulusal ölçekte dar bir çerçeveye indirgenmiş olması.
Bu maddelerle YÖK' ün üniversiteleri merkezci yetkilerle donanmış olarak kontrol altında tutma anlayışı bugün dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde bulunmamaktadır. Hatta
Silahlı Kuvvetlerin ve MGK'nın kendi yapısı bile bu kadar merkeziyetçi değildir.207. Yüksek Öğretim Kurumlarının en temel görevi çağdaş uygarlık ve eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde, toplumun ihtiyaçları ve kalkınma planları ilke ve hedeflerine uygun ve ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim - öğretim, bilimsel araştırma, yayım ve danışmanlık yapmaktır ama maalesef 12 Eylül itibarıyla bilim adamları bilim yuvalarında ilim yapamaz olmuşlardır. Eğitim teknolojisini üretmek, geliştirmek, kullanmak, yaygınlaştır mak şöyle dursun herhangi bir bilim politikası oluşturulamamış, oturtulamamış tır.
YÖK kuruluşundan bu yana 23 yıl geçmesine rağmen nitelik anlamında önemli
iyileşmeler olmadığı gibi tam tersine daha da kötüleşmiştir. Nicel anlamda üniversite sayısı artmış, öğrenci sayısı artmış, uluslararası yayın sayısı artmış ancak üniversiter anlayış ilerletilemediği gibi nerdeyse bütünüyle kaybedilmiştir: YÖK'ün bugüne kadarki uygulamaları ile üniversitelerde bilimselliği ve bilimsel yaklaşımları kurumsal kimliğe kavuşturamadığı görülmektedir. Sanki gerçeği arama yerine, gerçeği ve gerçeği arayanı engelleme ve denetim altına alma anlayışı hâkim bakışa dönüşmüştür208.
Üniversiteler şüphesiz bir ülkedeki en anlamlı, en önemli kurumlardan birisidir.
Ülkedeki yaşam kalitesini yükseltmek; çağdaş, medeni ülkeler arasına girebilmek, modern ve refah standartlara ulaşabilmek ancak üniversiteler ile mümkündür. Dolayısıyla pek çok kesimden pek çok insanın ortak düşüncesi YÖK yasasının kaldırılması ya da iyileştirilmesidir. Üniversiteler özgür olmalıdır. Bilim adamı özgür olmalıdır. Düşüncelere, bilime kilit vurulamaz; baskı altına alınamaz. Bilim adamı rahat çalışmalıdır, önünü arkasını düşünmeden. Ülkenin ekonomisine, siyasi yapısına, toplumsal yapısına ışık tutmalıdır.
Özgürlüğü, demokrasiyi, bağımsızlığı asla elden bırakmamalıdır.
Bir ülkenin ne kadar refah, ne kadar uygar, ne kadar modern olduğunun tespiti ancak üniversiteleri ve o üniversitelerdeki akademik çalışmaları ile sabittir. Dolayısıyla YÖK üniversiter yapılanmanın üzerindeki elini çekmeli ve dayatmayla bir yere varılamayacağını artık kavramalıdır. YÖK kurulduğundan bu yana üzerinde en çok konuşulan ve neredeyse herkesin değişmesini istediği mevcut 2547 sayılı yasasının Türkiye' yi bilgi çağına taşımakta yetersiz kaldığıdır. Avrupa Topluluğuna adaylık sürecinde ülkemizin bütün sorunlarının temelinde eğitimden kaynaklanan katmerleşmiş nitelikli insan gücü ve teknik bilgi eksikliği kokmakta dır. Bugün Türk Yükseköğretiminin sorunları ve sorumlulukları görünen çerçevede çok daha büyüktür. Başta akademik verimsizlik olmak üzere, bilim ve teknolojide bilgi çağını yakalama sansına maalesef sahip olamamıştır. Milyonlarca genç üniversite kapılarında beklemekte, üniversiteyi bitirenler işsiz, iyi yetişen çok küçük bir grup ise beyin göçüne heba edilmektedir. Dünyada ender genç ve dinamik nüfusa sahip ülkemiz insan potansiyeli nitel düzeye kavuşturacak öncü eğitim ve araştırma kurumları yaratılamamıştır. Bu konuda
dünyaya örnek gösterilecek bilimsel kriterleri yüksek üniversite yaratamadık. Bilim politikası ve stratejilerinin olmaması, alt yapı yetersizliği, öğretim üyelerinin nitelikleri, eğitimin ezberci ve öğretmen merkezli olması nedeniyle üniversitelerimiz çağın gerisinde kalmışlardır.209.
YÖK’ ün kara listeye alınmasının en önemli sebeplerinden birisi askeri rejimin
üniversiteleri terörden sorumlu tutmasıydı. Nitekim bir anda çıkarılan bir kanunla üniversitede ders veren hocalar kara listeye alındı. 1402 sayılı sıkıyönetim yasası ile bilim adamları mesleklerinden oldular. Listede adı olanlar ya sürgüne gidiyor ya ihraç ediliyordu. Ya da en kısa yoldan susturuluyorlardı. Yazık ki 12 Eylül’ de 1402’ lik olan hocaların büyük bir kısmı da meslektaşlarının ihbarıyla kamu hizmetinden men edilmişlerdi.
Şubat 1983’ te, doğrudan doğruya Sıkıyönetim komutanlarının 1402 sayılı yasa
çerçevesindeki özel yetkilerine dayanarak “sakıncalı” öğretim üyelerinin işten çıkarılmasına başlandı. Resmî Genelkurmay açıklamalarına göre, bu yolla 5000’ e yakın kamu personeli atılırken, 38 profesör, 25 doçent ve 10 yardımcı doçentin de üniversiteleriyle ilişkisi kesildi. Öte yandan, 1402’ lik olmayı beklemeden veya protesto amacıyla istifa edenlerin sayısı (bu satırların yazarı dâhil) binleri buldu. Oportünist ihbarcılar tırmanışa geçti; satranç kulüplerini dahi potansiyel yıkıcılık odağı gibi gören insanlar öğrenci faaliyetlerinin tepesine oturdu.210.
Üniversiteler zaten 12 Eylül öncesi ideolojilerin ana merkezi olmuştu. Dört yandan taraflar üniversitelere saldırıyorlardı kendilerine binayı baz istasyonu yapabilmek için. Güç birliği için, yandaş toplayabilmek için, göz boyamak ya da erk ispatlamak için, göz korkutmak için, sindirmek için. Kim nereyi tam anlamıyla ele geçirirse sağlam bir kale kazanmış oluyor ve yanına ne kadar genç toplarsa o kadar yoluna daha emin adımlarla yürüyecek sayılıyordu.
Bu sebepledir ki üniversiteler ilim, bilim yuvası olmaktan çıkmıştı. Üniversiter hayat terörün silahına kurşun olmuştu.
İşte 12 Eylül sonrası da MGK kancayı takıyor üniversitelere. YÖK kuruluyor önce, YÖK ve yasaları ve elbette sonra MGK, YÖK kanalıyla üniversiter hayatı düzenlemeye çalışıyor. Bilim ve bilim adamları bir kez daha yalpalıyor. Çağdaş olabilme, refah ve modern standartları yakalayabilme umutları havada asılı kalıyor. YÖK bilim adamlarının ayağına takılıyor, bilim daha belini doğrultamadan yeniden düşüyor ve 2000’ li yıllara kadar da belini doğrultamıyor. Her başa gelen kendi sempatizanlarını yerleştiriyor ilim yuvalarına. 12 Eylül öncesi aleni olarak ideolojilere hizmet veren üniversiteler 12 Eylül sonrası da üstü kapalı
ideolojilere, siyasilere hizmet ediyor. Bir ülkenin gurur kaynağı üniversiteler siyasetin oyuncağı oluyor, emir kuklası moduna giriyor.
Söz dinliyor üniversiteler, itaat ediyor. Nasıl 1402’ likler hiçbir şey yapamadan
çaresizliğe gömüldüyse, boyunları büküldüyse boyun eğmeyi uygun görüyor. Söz dinliyor, söz dinleteceğine. Yön verdirilmesine izin veriyor, yön vereceğine.
12 Eylül yönetimi kendi varlığı için tehlikeli gördüğü tüm sol ve demokrat görüşlü kişileri ve bu anlayışla mücadele veren toplumsal yapıları yok etmeyi hedef olarak önüne koymuştur. Bunun için belirlenen kişilerin de kolayca işlerinden olmalarını sağlamak adına 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasası değiştirilmiş ve sıkıyönetim komutanları da istediği kişiyi bölge dışına sürme veya idari yargı yolu kapatılarak işten atma yetkisiyle donatılmışlardı.
1402 sayılı yasa, üniversitelerden bakanlıklara devlete bağlı olarak çalışan herkesi bağlıyordu ve ‘’sakıncalı’’ görülenler ya devletten atılıyor ya da başka yerlere sürülüyordu. Bu yasa uyarınca hakkında işlem yapılan kişi sayısı 18 bin 500’ ü geçiyordu. Bu rakamın belli başlı mesleklere göre dağılımı şöyle:
Hakkında işlem yapılan düz devlet memuru 7 bin 200, öğretmen 3 bin 800, güvenlik görevlisi bin, din görevlisi 270, öğretim üyesi120, mülki amir 35, hâkim-savcı 47…211 Üniversitelerde resmen deprem olmuştu, kıyım yaşanmıştı. Askeri rejim sopayı aba altından değil direk üstünden göstermişti. Gözdağı verme işi başarıyla tamamlanmıştı. Robotlar tamamdı, düğmeye basılmıştı. Ortalık artık süt liman olmuştu. MGK güçlüydü, idealistti, hedefleri vardı. Hedefleri uğruna yolunda ne varsa budamaya, etkisiz hale getirmeye
hazırdı. MGK gerçekten güçlüydü, sindirme tam kıvamındaydı!
YÖK’ ün ilk başkanı İhsan Doğramacıdır. Doğramacı 10 Aralık 1981 ile 10 Temmuz 1992 yılları arasında görevde kalmıştır. Bu süreç içerisinde yüksek öğretimi kurumsallaştırmış fakat bugün dahi adını spekülasyonlardan arındıramamıştır. Spekülasyonların başını üniversiteleri özgür ve rasyonellikten uzak kurumlar haline getirdiği gerekçesi çekmektedir.
Birçoklarına göre 12 Eylül’ ün YÖK ayağını oluşturmaktadır. Muazzam serveti ve oligarşi destekçisi olması itibarıyla dokunulmaz olduğu ve yaptığı işlerin sorgulanmadığı hep yıllarca tartışılmıştır. Kimilerine göre modern Türk milli Eğitimi’ nin babasıdır, ilklerin adıdır, eğitime çok şey kazandırmıştır; kimilerine göre ise taraf tutan, değerli bilim adamlarını sırf düşünceleri bazında kategorize edip, kapısında aşındıran kişidir. Her nasıl olursa olsun, taraflı ya da tarafsız İhsan Doğramacı 10 yıllık süreç içerisinde eğitimi çıkmaza sokmuştur. Kendine
verilen görevi ne yazık ki layıkıyla yerine getirememiş ve bugün Türkiye’ de var olan eğim sistemindeki sorunların kaynağına bakan suyu sonuna kadar bonkörce açıp, kullanmıştır.
1402' lik öğretim üyelerinden bazıları 212
• Ankara Üniversitesi: Rona Aybay, Burhan Cahit Ünal, Mete Tunçay, Yılmaz Akyüz, Alpaslan Işıklı, Cem Eroğul, Baskın Oran, Tuncer Bulutay, Abdülkadir Ateş, Bahri Savcı,Korkut Boratav
• İstanbul Üniversitesi: Aydın Aybay, Murat Sarıca, Nuri Karacan, İdris Küçükömer, Sencer Divitçioğlu, Üstün Korugan, Gençay Gürsoy, Yücel Sayman, Bülent Tanör, Hüseyin Hatemi, Niyazi Öktem
• Ortadoğu Teknik Üniversitesi: Güney Gönenç, Nazif Tepedelenlioğlu, Kurthan Fişek
• Boğaziçi Üniversitesi: Oya Köymen, Orhan Silier, Mehmet Ali Kılıçbay
• Gazi Üniversitesi: Yalçın Küçük, Tahir Hatipoğlu Kanunla birlikte 1402’ liklerin bir kısmı kabuğuna çekildi. Bir kısmı davalar açıp, davaların düşmesinden ya da
bitmemesinden bıkmayarak direndiler ve sonunda ait oldukları görevlere uzun yıllar sonra iade edildiler.
YÖK’ ün 1980 sonrası yürürlüğe koyduğu bazı icraatlar:
* Öğrencilerden alınan harçlarla paralı eğitimin temeli atıldı.
*YÖK üyeleri gereksiz yere bir sürü dersi eğitim programlarına koydu.
*Asistanlık kurumu kaldırıldı. Yerine ‘’sözleşmeli araştırma görevlisi’’ statüsü getirildi.
*Neredeyse her il ve ilçede iki yıllık yüksekokullar açıldı.
*Disiplinsizlik ya da başarısızlık bahane edilerek sadece 1985-1986 öğretim yılı ilk dönemi sonunda 5000 öğrenci okuldan atıldı.
*Vakıf Üniversiteleri kuruldu. Açılan ilk özel vakıf üniversitesi 1986 yılında Bilkent Üniversitesi oldu.
*Üniversitelerle ilgili olan ya da olmayan her konu YÖK’ ün alanına girdi.
*1983’ te seçim yatırımı niyetine Anadolu’ nun birçok ilinde tabela üniversiteleri kurulur ama bu üniversitelerin ne alt yapısı vardır, ne de hocası.
İşin garip tarafı binası, aracı gereci hiç yoktur.
*1987’ de gençliğe yönelik kapsamlı bir saldırı başlar, disiplin cezaları ağırlaştırılır, polisin baskısı artırılır.
*Kılık kıyafet yönetmeliğe bağlandı. Erkek öğrencilerde saç, sakal, bıyık düzenlemeye alınırken kız öğrencilerde türban ve aşırı makyaja yasak geliyordu.
*İlk ve ortaokullarla liselere mecburi din dersi konuldu.
*İmam Hatip Liseleri ile Kuran Kurslarının sayısı 12 Eylül döneminde hızla arttı.
İcraatlar bunlarla bitmez ama YÖK’ ü anlatmaya sayfalar da yetmez. Bıraktığı izlerin altı kalınca çizilmiştir, unutulmaz.
Evren: Eee din dersini niye koydunuz? Onu da izah edeyim. Bir kere din dersi değil ismi. Ahlak Bilgisi ve Din Kültürü dersi. Yani dinimiz hakkında, dinler hakkında, bu okullardan çıkan çocuklar bilgi sahibi olsunlar istedik…Ayrıca ayrıca bir insan hiç olmazsa iki rekat namaz kılmasını bilmeli. Cenazeye gittiği zaman cenaze namazını kılmasını bilmeli.213.’’
12 Eylül ile birlikte dini eğitime ağırlık verilmişti. Askeri rejim halkın siyasetten uzak durması için yeni bir yol seçmişti. İnsanlar kendilerine bir meşgale bulurlarsa siyasete yönelmez, ülke tekrar karışıklığa maruz kalmazdı. Dinle uğraşsınlar, dinlerini öğrensinlerdi ki askeri rejimin planı rahat rahat işleyebilsin. Dolayısıyla Türk-İslam sentezinin milli kültür olarak kabul edilmesi kararlaştırıldı, Diyanet İşleri' nde 260 din görevlisinin maaşının Rabıtaül İslam örgütünce ödenmesi onaylandı. Bugün pek çokları tarafından kabul edilmektedir ki,
12 Eylül Türkiye’ deki dini yükselişin, türban sorununun, laik-dinci çatışmasının, siyasal İslamın ve kimilerince şeriat çığırtkanlığının temelini atmıştır.
Bugün ülkenin dini ile problemi varsa bunun sebebi 12 Eylül Rejimidir.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
206 Belma Akçura, Emekli Albay Ümit Kardaş’ la 12 Eylül’ ü Konuştuk / ‘’PKK Bu Noktaya 12 Eylül ile Geldi’’, www.milliyet.com.tr, 12 Eylül 2005
207 Prof. Dr. İbrahim Ortaş, ‘’YÖK Kaldırılmalıdır’’, Üniversite ve Toplum/ Bilim, Eğitim ve Düşünce Dergisi, Aralık 2004, Cilt 4, Sayı 4
208 Prof. Dr. İbrahim Ortaş, ‘’YÖK Kaldırılmalıdır’’, Üniversite ve Toplum/ Bilim, Eğitim ve Düşünce Dergisi, Aralık 2004, Cilt 4, Sayı 4
209 Prof. Dr. İbrahim Ortaş, ‘’YÖK Kaldırılmalıdır’’, Üniversite ve Toplum/ Bilim, Eğitim ve Düşünce Dergisi, Aralık 2004, Cilt 4, Sayı 4
210 Halil Berktay, ‘’Türkiye 12 Eylül Darbesi’ ne Adım Adım Hazırlanmıştı’’, Taraf Gazetesi, 01 Ekim 2008
211 Mustafa Balbay, ‘’12 Eylül-Sol Kırımı/ 78’ liler’’,Cumhuriyet Kitapları-2. Baskı, İstanbul, Kasım 2008, s.111
212 http://tr.wikipedia.org/wiki/1402'likler
213 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s.169
17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder