AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 2
İSTİKAMETİMİZ
"Eğer vatan denilen şey, kupkuru dağlardan, taşlardan ekilmemiş sahalardan, çıplak ovalardan, şehirler ve köylerden ibaret olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı."
"Gerçi bize Milliyetçi derler.
Ama biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız."
"Mühim olan memleketi temelinden yıkan milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir.
Bu hakikati bizden iyi bilen düşmanlar bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar.
Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Gerçekten kaleyi içten almak, dışardan zorlamaktan çok kolaydır."
"Haklarımıza, şeref ve haysiyetimize hürmet edildikçe karşılıklı hürmette katiyyen kusur etmeyeceğiz.
Fakat ne çare ki, zayıf olanların hukukuna hürmetin noksan olduğunu veya hiç hürmet edilmediğini çok acı tecrübelerle gördük."
"Batılılara batılıların yöntemleri uygulanırsa o zaman akılları başlarına gelir."
"Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket, devamlı bir istikameti muhafaza etti. Biz daima Doğudan Batıya doğru yürüdük. Eğer bu son senelerde yolumuzu değiştirdikse, itiraf etmelisiniz ki bu bizim hatamız değildir. Bizi siz mecbur ettiniz."
"Vaziyeti muhakeme ederken ve tedbir düşünürken
acı da olsa hakikati görmekten bir an geri durmamak lazımdır. Kendimizi ve birbirimizi aldatmak için lüzum ve mecburiyet yoktur."
"Milletin başkanı olan kişinin halka doğruyu söylemesi ve halkı aldatmaması, halkı genel durumdan haberdar etmesi son derece önemlidir."
"Vatanî, millî meselelerde yürürken, fikrî ve fiilî noksanlarımızı görüp, dostça ihtar edenlerden memnun ve müteşekkir kalırız."
"Bu son yurt parçasını kurtarırken olsun tutkularımızı, duygularımızı bir yana bırakıp, düşünceli olalım."
Mustafa Kemal ATATÜRK
Adnan Nur Baykal, Mustafa Kemal Atatürk'ün Liderlik Sırları'ndan.
Avrupa Birliği Nedir?
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra on milyonlarca insanını yitirmiş, ekonomisi tamamen çökmüş ve yepyeni bir bölünmüşlüğe düşmüş olan Avrupa ülkeleri, öncelikle ekonomik, daha sonra da politik ve savunma alanında işbirliğine girme ihtiyacı duymuştur. Bu amaçla da ilk etapta Fransa'nın çağrısı ile kömür ve çeliğin üretimi ile kullanımının uluslarüstü bir organın sorumluluğunda yönetilmesi kararlaştırılmış, 1951 Paris Sözleşmesi ile Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg arasında bir birlik oluşturulmuştur. İşte bu birlik bugünkü AB'nin temelidir. Avrupa Ekonomik Topluluğu ise 1957 yılında aynı altı ülke arasında imzalanan Roma Antlaşması ile kurulmuştur. AET'ye hukuken ve fiilen uluslararası bir kuruluş olma niteliğini kazandıran Antlaşma 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
AET'nin nihaî hedefi Avrupa'nın siyasal bütünlüğe ulaşmasıdır. Bu hedefe ulaşmak için öngörülen ekonomik dengeyi sağlamak üzere ilk etapta üye ülkeler arasında malların, hizmetlerin, sermayenin ve emeğin serbestçe dolaştığı bir ortak pazar ve gümrük birliği kurulması kararlaştırılmıştır.
Roma Antlaşması 1 Temmuz 1987 tarihli Tek Avrupa Senedi ile önemli değişikliklere uğramış, Ortak Pazar hedefi yeniden tanımlanmış, üye ülkeler arasında ortak bir dış politika oluşturulması ve uygulanması kararlaştırılmıştır. Bu amaçla da karar alma sürecini hızlandıracak tedbirler belirlenmiş, Avrupa Parlamentosu'nun yetkileri arttırılmış, AET, AT'a dönüşmüştür. Ve nihayet 7 Şubat 1992'de imzalanıp, 1 Kasım 1993'te yürürlüğe giren ve resmî adı Avrupa Antlaşması olan Maastricht Antlaşması ile Roma Antlaşması'nda kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Antlaşma, önemli siyasî hedefler çizmiştir. Bu hedefler, ortak güvenlik ve dış politika ile adalet ve içişleri üzerine bina edilmiştir. Bu kapsamda ekonomik ve parasal birlikten, çevre, tüketici hakları, sağlık, haberleşmeye hemen tüm alanlar bulunmaktadır. 1993 Maastricht Antlaşması ile 1957'nin AET'si, 1987'nin AT'ı artık Avrupa Birliği (AB) olmuştur.
AB'nin Bugün Kaç Üyesi ve Adayı Vardır?
AB'nin bugün 15 üyesi bulunmaktadır. Bunlar, kurucu üyeler Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya dışında İngiltere, İrlanda, Danimarka, Yunanistan, Portekiz, İspanya, İsveç, Finlandiya ve Avusturya'dır. Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Kıbrıs Rum Kesimi, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Romanya, Slovakya, Slovenya ile Türkiye de aday ülke statüsündedir. Ancak Türkiye dışındaki tüm adaylarla müzakerelere başlanmıştır. Bu yüzden Türkiye'nin aday olup olmadığı tartışılmakta, daha çok 12+1 muamelesi görmektedir. AB'nin genişleme takvimine bakıldığında rekorun Türkiye'de olduğu görülmektedir. Kurucu üyeler dışındaki üye ülkeler, başvuru tarihlerinden itibaren 4 ila 9 yıl içinde AB'ye kabul edilmiş, aday ülkelerle de yine başvuru tarihlerinden itibaren 2 yıl içinde müzakerelere başlanmıştır. 1959 yılında yaptığımız müracaat esas alındığında, 43 yıl gibi bir süre ile rekor, tartışmasız Türkiye'dedir. AB'nin genişleme tablosu bu konuda fikir sahibi olmamızı kolaylaştıracaktır:
AVRUPA TOPLULUĞU'NUN GENİŞLEME SÜRECİ VE TOPLULUĞA TAM ÜYELİK BAŞVURULARI
Ülkeler Tam Üyelik Komisyon Üyelik AB
Müracaatı Görüşü Müzakereleri Üyeliği
I. GENİŞLEME
İngiltere Mayıs 1967 Ekim 1960 Haziran 1970 1 Ocak 1973
İrlanda Mayıs 1967 Ekim 1960 Haziran 1970 1 Ocak 1973
Danimarka Mayıs 1967 Ekim 1960 Haziran 1970 1 Ocak 1973
Norveç Mayıs 1967 Ekim 1960 Haziran 1970 1 Ocak 1973
II. GENİŞLEME
Yunanistan Haziran 1975 Ocak 1976 Temmuz 1976 1 Ocak 1981
III. GENİŞLEME
Portekiz Mart 1977 Mayıs 1978 Kasım 1978 1 Ocak 1986
İspanya Temmuz 1977 Kasım 1978 Şubat 1979 1 Ocak 1986
IV. GENİŞLEME
İsveç 1 Temmuz 1991 31 Temmuz 1992 1 Şubat 1993 1 Ocak 1995
Finlandiya 18 Mart 1992 4 Kasım 1992 1 Şubat 1993 1 Ocak 1995
Avusturya 17 Temmuz 1989 1 Ağustos 1991 1 Şubat 1993 1 Ocak 1995
Türkiye 14 Nisan 1987 18 Aralık 1989 - -
G.Kıbrıs R. K. 4 Temmuz 1990 30 Haziran 1993 31 Mart 1998 -
Malta 16 Temmuz 1990 30 Haziran 1993 15 Şubat 2000 -
İsviçre 20 Mayıs 1992 - - -
Norveç 25 Kasım 1992 24 Mart 1993 5 Nisan 1993 -
Macaristan 31 Mart 1994 15 Temmuz 1997 31 Mart 1998 -
Polonya 5 Nisan 1994 15 Temmuz 1997 31 Mart 1998 -
Romanya 22 Haziran 1995 15 Temmuz 1997 15 Şubat 2000 -
Slovakya 26 Haziran 1995 15 Temmuz 1997 15 Şubat 2000 -
Letonya 13 Ekim 1995 15 Temmuz 1997 15 Şubat 2000 -
Estonya 24 Kasım 1995 15 Temmuz 1997 31 Mart 1998 -
Litvanya 8 Aralık 1995 15 Temmuz 1997 15 Şubat 2000 -
Bulgaristan 14 Aralık 1995 15 Temmuz 1997 15 Şubat 2000 -
Çek Cumh. 17 Ocak 1996 15 Temmuz 1997 31 Mart 1998 -
Slovenya 10 Haziran 1996 15 Temmuz 1997 31 Mart 1998 -
İrlanda'nın 31.7.1961, Danimarka'nın 9.8.1961, İngiltere'nin 10.8.1961 ve Norveç'in 30.4.1962 tarihlerinde Topluluğa yaptıkları ilk katılma müracaatları reddedilmiştir
Norveç'in Katılma Anlaşması Eylül 1972'de gerçekleştirilen referandum sonucunda, % 53.5 olumsuz oyla reddedilmiştir.
AT-Yunanistan Ortaklık Anlaşması 9.7.1961 tarihinde imzalanmış ve 1.11.1962 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Malta 26.10.1996 tarihinde tam üyelik başvurusunu dondurmuştur. Malta Eylül 1998'de başvurusunu yinelemiştir
Türkiye-AB İlişkisi Ne Zaman Başlamıştır?
Nasıl Bir Süreç İzlemiştir?
Roma Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinden sonra 15 Temmuz 1959'da Yunanistan, 31 Temmuz 1959'da da Türkiye topluluğa katılmak için müracaat etti. Türkiye'nin amacı, uzun dönemde Batı Avrupa'da kurulabilecek siyasal bir birliğin dışında kalmamak ve Gümrük Birliği içinde Yunanistan'a verilecek ticarî tavizlerden yoksun olmamaktı. 4 yıl süren görüşmelerden sonra 12 Eylül 1963'te, Türkiye AET arasında "bir ortaklık" kuran Ankara Anlaşması imzalandı. Anlaşma, 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girdi. Anlaşmanın amacı, Türkiye ekonomisinin kalkınmasını hızlandırma, Türk halkının istihdam seviyesi ve yaşama şartlarının yükseltilmesini sağlamak için taraflar arasındaki ticarî, ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etme şeklinde ifade edilmişti. Türk ekonomisinin kalkınmasına yardımcı olmak üzere topluluğun belli bir sürede Türkiye'ye ekonomik yardımda bulunması da kararlaştırılmıştı. Anlaşma ile "gümrük birliğinin esasları, malların, kişilerin, sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaşımı, tarım, ulaştırma, rekabet, mevzuat ile ekonomik ve ticarî politikaların uyumlulaştırılması, ortaklık organları, Türkiye'nin TAM ÜYELİK imkânları, ortaklık ilişkisinde çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümü" gibi konular hükme bağlanmıştı. Bunların gerçekleşmesi için ise gümrük birliğinin gittikçe gelişen şekilde kurulması öngörülerek, hazırlık, geçiş ve son dönem olarak üç aşamalı bir takvim belirlenmişti.
Ankara Anlaşması, Türkiye'nin Topluluğa tam üye sıfatıyla katılabilmesi yolunu açık tutmakta ve yürürlük süresine ilişkin bir hüküm de taşımamaktadır. Buna ilişkin 28. Madde, "Anlaşmanın işleyişi Topluluğu kuran Antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstlenilebileceğini gösterdiğinde akit taraflar, Türkiye'nin topluluğa katılma imkânını inceleyeceklerdir" demektedir.
AB'ye Tam Üyelik Müracaatını Ne Zaman Yaptık, Ne Cevap Aldık?
Türkiye'nin AB ile ilişkilerine gerçek anlamda ışık tutan tek belge, tam üyelik müracaatımıza 1989 yılında verilen cevaptır. AB'nin, Türkiye'yi 43 yıldır neden ve nasıl oyaladığını gösterdiği, bunun sebeplerini de büyük bir açıklık ve samimiyetle ortaya koyduğu için bu cevaba geniş bir şekilde yer vermenin doğru olacağı düşünülmüştür.
Türkiye, tam üyelik başvurusunu 14 Nisan 1987 tarihinde yapmış, Topluluk, buna 18 Aralık 1989'da cevap vermiştir. AT Komisyonu tarafından hazırlanan "GÖRÜŞ"e göre, Türkiye, Topluluğa katılmaya ehil bir ülkeydi, ancak ekonomik, siyasî ve sosyal nedenlerle Topluluk ve Türkiye bu katılıma hazır değillerdi. AT Dışişleri Bakanları Konseyi, Komisyon'un hazırladığı bu görüşü 5 Şubat 1990 tarihinde kabul etmiştir. Görüşte, öncelik ve ağırlık, Türkiye ekonomisinin yapısı ve gelişmesine verilmiş, bu arada müracaatımız, topluluğun bundan sonraki gelişmesi hakkında değerlendirme yapılmasına da vesile olmuştur. Sözkonusu değerlendirmede, "burada vakitsiz bir adım atılmasına karşı çekinceler olmalıdır, zira böyle bir adımın sonuçları topluluk için çok ciddi olabilir." sonucuna varılmış, hem aday ülkeler, hem de üye devletler bakımından, istisnaî durumlar haricinde en erken 1993'ten önce Topluluğun yeni katılım müzakerelerine girmesinin doğru olmayacağı ifade edilmiştir. Katılma müzakerelerinin başlatılması konusunda bilinçli bir karar almak için, topluluğun, bunun, genişlemiş bir Avrupa'nın mimarîsi ve birliğin işleyişine muhtemel etkileri hakkında derin bir siyasî değerlendirme yapması gerektiği de vurgulanmıştır.
Ancak bu aşamada müzakereler başlatılamayacak olsa da bir dizi teklifte bulunularak, ortakların katılma amaçlarından vazgeçmeyecek şekilde ve onlara, kendi ülkeleri ile topluluk arasında daha yakın bir ortaklık yolunda yeni bir aşama içine girme imkânı sunulması istenmiştir. Türkiye'nin müracaatı sayesinde AB, müzakerelerin başlatılması için ilk kez kriter anlamına gelecek bazı varsayımlar geliştirmiştir. Bu varsayımlardan ilki, "geleneksel bir geçiş döneminin sonunda, halen üye devletler için geçerli olan tüm şartlara ve disiplinlere uyma kabiliyetine sahip olduğunun düşünülmesi" istenmiş, aksi takdirde topluluğun gelecekteki ilerlemesinin engelleneceği uyarısında bulunulmuştur. İkinci varsayım olarak da, "topluluğun, adayın tedricen olsa da katılmasının getireceği sorunlarla başa çıkabilecek bir durumda bulunmasının" gerekliliğine işaret edilerek şöyle denilmiştir:
"Türkiye'nin özel durumunda, bu iki husus daha da önemlidir zira Türkiye büyük bir ülkedir - herhangi bir topluluk üyesi devletten daha büyük bir coğrafi alanı vardır ve ileride daha büyük bir nüfusa sahip olacaktır (1988'de 53 milyon, 2000 yılında tahmin edilen nüfus 68 milyon). Genel gelişmişlik düzeyi Avrupa ortalamasının bir hayli altındadır. 1989'un son çeyreğinde Komisyonun değerlendirmesine göre, Türkiye'nin ekonomik ve politik durumu, son zamanlardaki gelişmelerin olumlu taraflarına rağmen, eğer topluluğa katılırsa Türkiye'nin karşılaşacağı intibak sorunlarının orta vadede aşılabileceğine Komisyonu ikna etmemektedir."
Ülkemizin ekonomik durumu ile ilgili olarak da şu değerlendirme yapılmıştır:
"1980'den bu yana, Türkiye ekonomisi, dikkate değer bir atılım yapmıştır. Türkiye'nin başardığı ilerleme, ülkenin, önünde duran intibak sorunlarını çözebilmesi için devam etmelidir. Dört tür zorluğun aşılması gerekecektir: Hem tarımda hem sanayide, son derece büyük yapısal dengesizlikler; bu yıl kötüleşmiş olan makro-ekonomik dengesizlikler; yüksek sınaî korumacılık düzeyleri; düşük bir sosyal koruma düzeyi. 1980'den bu yana kaydedilmiş olan ilerlemeye rağmen, topluluk ve Türkiye arasında hâlâ büyük bir gelişme farkı vardır, öyle ki kişi başına GSMH'nin karşılaştırılması, Türkiye'de satın alma gücünün topluluk ortalamasının üçte biri olduğunu göstermektedir. Türkiye'deki hızlı nüfus artışı göz önüne alındığında ve bu artışı yavaşlatmaya yönelik gayretlere rağmen, kısa sürede azaltılması muhtemel görünmeyen bu gelişme farkı, istihdamın yapısına (işgücünün % 50'den fazlası tarımda istihdam edilmektedir) ve düşük üretkenlik düzeyine de yansımaktadır.
1980'den bu yana Türkiye dış borçlarını stabilize etmede ve dış ticaret dengesini düzeltmede başarılı olmuşsa da, makro-ekonomik dengeyi sağlamada başarılı olamamıştır. Öyle ki, Topluluktaki enflasyon oranından bir kaç kat daha yüksek bir enflasyon ile son derece yüksek bir işsizlik oranını aynı anda yaşamaktadır. Türk sanayisi, Toplulukta olduğundan çok daha yüksek bir koruma düzeyi sayesinde gelişebilmiştir. Sanayi sektörlerinin ayakta durmasını tehlikeye atmaktan kaçınmak için, Türkiye, Ankara Anlaşması'nda belirlenmiş olan liberalleşme ve gümrük birliği takvimini yavaşlatmış ve anlaşmanın hükümlerine aykırı, yeni bir ithalat vergileri sistemini bile uygulamaya koymuştur. Büyük ölçüde bütçe açıkları yoluyla finanse edilen kamu yatırımları alanında önemli gayretlere ve yüksek düzeyde endüstriyel büyümeye rağmen, işsizlik düzeyi kaygı vericidir. Yüksek orandaki nüfus artışı dikkate alınırsa, işsizliğin muhtemel seyri de kaygı vericidir.
Kişisel gelirlerin düşük düzeyde olması, doğal olarak, işçilerin sosyal durumunu etkilemektedir ve bu, Türkiye'nin, topluluk tarafından kabul edilmiş veya edilmek üzere olan sosyal standartlara kendini kısa bir sürede intibak ettirmesinde zorluk yaratacaktır. İşte bunlar, Türkiye'nin topluluğa katılma ihtimali ile ve (tek sened)'in uygulanmasının daha da sertleştirdiği topluluk ekonomisinin şartlarına kısa bir süre içinde uyum gösterme kaabiliyeti ile ilgili olarak ekonomik durumun ve yapısal verilerin gündeme getirdiği başlıca sorunlardır. Bu dengesizlikler devam ettiği sürece, Topluluğun ekonomik ve sosyal politikalarından doğan yükümlülükleri üstlenmede Türkiye'nin ciddi zorluklar yaşayacağından korkulmalıdır. (Nitekim bu zorluklar Gümrük Birliği ortaklığında yaşanmıştır. S.S.)
Bu kuşkular yanında, Türkiye'nin katılmasının topluluğun kendi kaynakları üzerine koyacağı yükle ilgili olarak topluluğun hissedebileceği kaygı vardır. İlave bütçe yükü, özellikle Türkiye'nin yapısal fonlara dahil edilmesinden gelecek olan yük, Türkiye'nin nüfusu ve gelişme düzeyi dikkate alınırsa, en son katılmalar sırasındaki (Burada Yunanistan, Portekiz ve İspanya kast edilmektedir. S.S.) yükten bile daha ağır olacaktır. Bir geçiş döneminin sonunda bile olsa er veya geç gerçekleşecek olan Türk işgücünün topluluk emek pazarına girişi, özellikle işsizliğin topluluk içinde yüksek düzeyde olmaya devam ettiği bir dönemde, korku vermektedir."(Bu korku, AB'nin serbest dolaşım hakkımızı tek taraflı ve haksız bir biçimde askıya almasına yol açmıştır. S.S.)
Komisyon Görüşü'nde, siyasî durumumuz (gelecekte siyasî kriter olarak önümüze konacak şartların temelidir ) ise şöyle değerlendirilmiştir:
"1980'deki askerî darbeden sonra, Türkiye yeni bir Anayasa kabul etti. Muhtelif seçimler vesilesiyle veya muhtelif seçimleri müteakip ve bir dizi reformlar yoluyla kurulan sistem, topluluk modellerine daha yakın bir parlamenter demokrasiyle sonuçlandı. Ancak, kamusal yaşam, topluluk içinde geçerli olanlara benzer hükümler içermekle beraber, henüz Türkiye'deki tüm siyasî güçlere ve sendikalara açılmamış olan mevzuatın ağırlığı altında olmaya devam ediyor.
İnsan hakları alanında ve azınlıkların kimliğine saygı konusunda son zamanlarda bazı gelişmeler olmakla beraber, bunlar henüz bir demokraside olması gereken düzeye ulaşmamıştır.
Türkiye ile bir topluluk üyesi devlet arasındaki anlaşmazlığın olumsuz etkileri ve ayrıca, Avrupa Topluluğu Konseyi tarafından kısa bir süre önce tekrar endişe ifade edilmiş olan, Kıbrıs'taki durum dikkate alınmazsa Türkiye'nin katılmasının politik yönlerine ilişkin bir inceleme eksik olurdu. Burada söz konusu olan, Birleşmiş Milletler'in ilgili kararlarına uygun olarak, Kıbrıs'ın birliği, bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğüdür."
Görüldüğü gibi gündemde ne Kopenhag kriterleri, ne idam, ne sanal azınlıklar ve ne de ana dilde yayın ile eğitim vardır. Türkiye için öncelikli kriterler, ekonomi, nüfus ve coğrafî büyüklüktür. Bu durumdan korkulduğu açıkça belirtilmiş, topluluğun Türkiye'nin getireceği sorunlarla başa çıkamayacağı vurgulanmıştır. Özellikle de yapısal fonlara dahil edilmesinin faturasından bahsedilmiştir. Nitekim AB, Gümrük Birliği'nden doğan hakkımız olan malî yardımları dahi vermemiştir. Kısaca ön şart vs. yoktur. Sadece AB'nin mazeretleri vardır. İşte "müzakere" denilen uzun yol bu yüzden icat edilmiştir.
Komisyon Görüşü'nün bundan sonraki bölümü daha ilginçtir. Üyelik başvurumuz reddedilmiştir ancak, "Türkiye'ye, topluluğa üye olma ehliyeti üzerinde şüphe yaratmaksızın" oyalayıcı bir yol haritası çizilmesi kararlaştırılmıştır. Bu yol haritası bugüne kadar adım adım uygulanmış, yolun uzaması için yeni yeni engeller de konulmuştur.
1989 tarihli yol haritasında şu teklifler, daha doğrusu engellere yer verilmiştir:
"Topluluk, Türkiye ile ilişkilerini yoğunlaştırma, politik ve ekonomik modernleşme sürecini bir an önce tamamlaması için bu ülkeye yardım etmede temel bir menfaate sahiptir. Topluluk ile ortaklık bağı olan Türkiye, genişleyen büyük bir ülkedir; aynı zamanda, stratejik açıdan önemli bir jeopolitik konum işgal ederek, Atlantik İttifakı içinde üye devletlerin ortaklarından biridir. Türkiye'nin modernleşme çabalarına katkıda bulunmak için, komisyon, topluluk tarafından (Türkiye'ye, bu ülkenin topluluğa üye olma ehliyeti üzerinde şüphe yaratmaksızın), Ankara anlaşması imza edildiği zaman gösterilmiş olan siyasî iradeye uygun olarak, her iki ortağın daha fazla karşılıklı bağımlılık ve bütünleşme yoluna girmelerine imkân verecek bir dizi somut tedbir teklif etmesini tavsiye eder. Bu tedbirler, Türkiye'nin özlemlerine ve gereksinmelerine yanıt veren aşağıdaki dört unsur üzerinde yoğunlaşacaktır:
Gümrük Birliğinin tamamlanması, malî işbirliğinin yeniden başlatılması ve yoğunlaştırılması, endüstriyel ve teknolojik işbirliğinin geliştirilmesi ve politik ve kültürel bağların güçlendirilmesi. Bu tedbirler, halen Türkiye ve topluluk arasındaki ilişkilerin tabi olduğu ortaklık anlaşmasının çerçevesi içine yerleştirilmelidir. Anlaşmanın hükümlerine uygun olarak, 1995 yılında gümrük birliğinin tamamlanması, Topluluk tarafından, Türk tekstil ve tarım ürünlerindeki ticaretle ilgili düzenlemelerin gözden geçirilmesini gerektirecektir. Gümrük Birliği, Türkiye tarafından, onun düzgün işleyişi için elzem olan ortak politikaların benimsenmesini gerekli kılacaktır.
Dördüncü malî protokolün kaynakları serbest bırakılarak, malî işbirliği canlandırılmalıdır. Topluluk, hem Türkiye'yi hem de topluluğu ilgilendiren altyapı projelerinin finanse edilmesi için Avrupa Yatırım Bankası Tüzüğü'nün 18. maddesi çerçevesinde tek taraflı olarak krediler verme imkânı üzerinde de düşünmelidir. Başta risk sermayesi olmak üzere elindeki muhtelif araçları kullanarak, topluluk, daha sıkı endüstriyel işbirliğini ve doğrudan yatırımları teşvik etmelidir. Gümrük Birliğinin tamamlanması, bu hedeflere ulaşılmasına önemli bir katkı yapacaktır. Aynı ruh içinde, topluluk ve Türkiye, bilim ve teknoloji alanında işbirliğini güçlendirmelidirler. Bu amaçla, topluluk Türkiye'ye, bu ülkenin gereksinmeleri ve kaynaklarına uygun biçimde, topluluk araştırma programlarına katılma imkânını sunmalıdır. Şimdiki siyasî diyalog çerçevesinin ötesine giderek topluluk ve Türkiye arasındaki siyasî bağların yoğunlaştırılması bir hedef olmalıdır. Bir başka imkân, Türkiye'yi, kendisi ve topluluk için özel ilgi konusu olan veya taraflardan birinin diğeri için yararlı bilgilere sahip olduğu konulardaki tartışmalara dahil etmeye yönelik özel prosedürler olabilir. Ayrıca, daha fazla karşılıklı anlayışa katkıda bulunmak amacıyla, topluluk ve Türkiye arasındaki eğitim ve kültür ilişkilerinin yoğunlaştırılması da uygun olacaktır. Bu amaçla, Türkiye'nin bazı topluluk programlarına dahil edilmesi faydalı olabilir."
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder