Mehmet Eymür, Doğu Perinçek' ı Anlatıyor! BÖLÜM 7
Profesör Mehmet Ümit Necef - ‘‘Ben Türkiye'deki şiddetin artmasına katkıda bulunan kişi, bir teröristim. Eğer tarihi bir mahkeme kurulursa ilk önce bizi, sonra hem 1970'li yıllarda gerçekleştirilen terörist hareketleri, hem de PKK'yı yargılamalıdır. İnsanlara zarar verdik. Ben çok şeyimi kaybettim.’’
Bu sözler yukarıdaki arananlar listesinde bulunan, ancak daha sonra önce Doğu Perinçek'i, bilahare de terörü terk edenlerden Ümit Necef'e ait.
1952 Antalya doğumlu Necef, ortaokulu Talas Amerikan Koleji'nde, liseyi Robert Kolej'de tamamlamış. Robert Kolej'de iken Fikir Kulübü'ne üye olan Ümit Necef, Proleter Devrimci Aydınlık Dergisi'nde çalışıp, TKP/ML Halkın Birliği örgütüne ait ‘‘Proleter Birlik’’ ve ‘‘Halkın Birliği’’ adlı yayınların çıkarılmasına katkıda bulunmuş.
Örgütsel eğitim için El-Fetih kampına gidip daha sonra TKP/ML örgütünün askeri kanadı olan TİKKO'ya katılan Necef, "sandık cinayeti" olarak bilinen M. Adil Ovalıoğlu adlı kişinin öldürülmesi ile ilgili olarak 18 yıl hapis cezasına çarptırılmış.
İstanbul İş Bankası Suadiye ve Kadıköy şubelerinin soyulması olayına da karışan Necef, 1977 yılında illegal yollardan Danimarka'ya gidip, Kopenhag'da temizlikçilik yaparak üniversite eğitimini tamamlamış ve Kopenhag Üniversitesi Kültür Sosyolojisi Enstitüsü'nü bitirmiş.
Enstitüyü bitirdikten sonra akademik kariyer yaparak profesör olan Necef, terör örgütlerine katılmış olmaktan utanç duyduğunu söylemekte.
Bu duygularını Danimarka'da açıklayan Necef şöyle diyiyor: ‘‘Terörle bir şeyleri elde etmenin ne kadar yanlış ve haksız olduğunun herkes tarafından bilinmesi gerekir.
Terörizm hiçbir şekilde mazur gösterilemez. O dönem bizim düşüncelerimize göre toplum bastırılmıştı. Durumu halka göstermeyi amaçlıyorduk. Bunun için de karakollara saldırmayı, asker ve polis öldürmeyi, amacımızı gerçekleştirmenin tek yolu olarak görüyorduk, yanıldığımızı anladığımızda ise iş işten geçmişti.
Devlet 1974'de örgütleri dağıtırken bunu yaparken halktan büyük destek gördü. Toplumun bizi sevmediğini o zaman anladık. İnsanlar bizim saklandığımız yerleri polise bildirdi ve yakalanmamıza yardım etti. Yaptığımız kesinlikle yanlıştı ve etkin değildi. Diğer insanların hayatlarını tehlikeye atmamalıydık. Onları öldürmemeliydik. Amacımızın, aracımızı yani öldürmeyi mazur göstereceğini düşünecek kadar çıldırmıştık. 1975 yılında şiddete ve silahlı mücadeleye olan inancım yıkılmıştı. Bundan dolayı, parti içinde şiddete karşı mücadele ettim, bir süre sonra kendi hayatımın tehlikede olduğunu hissetmeye başladım. Terörizme devam etmek isteyen örgüt arkadaşlarım bir şekilde benden kurtulmak istiyorlardı. Sonunda sahte bir pasaport temin ederek, Türkiye'den ayrıldım.
Sonu ölümle biten bazı kararlara katılmış olabilirim. Şükür ki kimseyi bizzat öldürmedim. Bütün bu olaylara katıldığım için çok üzgünüm ve bunun bedelini çok ağır ödedim. Üniversiteyi ve ailemi terk ettim. Ülkemden ayrılmak zorunda kaldım. Hapse girdim. Zihnimde birçok yaralar açıldı. Ayrıca insanın kendine verdiği zarar hiçbir şey ile kıyaslanamaz.
Hep, bir gün Türkiye'ye döneceğimi umut ederek yaşadım. İçimdeki Türkiye boşluğunu doldurmak amacıyla Yunanistan, İstanköy'e kadar gittim. Amacım uzaktan da olsa Türkiye'yi görebilmekti. Orada kendimi sanki Türk topraklarına ayak basıyormuş gibi hissettim. Çok heyecanlıydım, büyüleyiciydi, ancak yakalanırsam sonumun hapishane olacağını da biliyordum.
Zaman makinem olsa ne yapardım? Zamanı 1970 yılına geri götürebilseydim, demokrasi için, işçilerin ve fakirlerin yaşam şartlarını düzeltmek için çalışırdım. Bizim terörümüz, 1971 yılında askeri darbeye neden oldu. Terörist eylemler 1980 yılında başka bir askeri darbeyi yarattı.
Ben Türkiye'deki şiddetin artmasına katkıda bulunan kişi, bir teröristim. Eğer tarihi bir mahkeme kurulursa ilk önce bizi, sonra hem 1970'li yıllarda gerçekleştirilen terörist hareketleri, hem de PKK'yı yargılamalıdır. Biz, Türk ulusunun karakterinin en dibindeki bölümü gün ışığına çıkardık, harekete geçirdik ve toplumu şiddete ittik. Artık terörle bir şeyleri elde etmenin ne kadar yanlış ve haksız olduğunun herkes tarafından bilinmesi gerekir. Terörizm hiçbir şekilde mazur gösterilemez.’’
***
Anarşist Gün Zileli - Gün Zileli, 1968-70 kuşağının liderlerinden. Doğu Perinçek ve Atilla Sarp'ın başkanlığındaki Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun (FKF) MKYK üyesi.
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) kurucusu ve Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP)'nin Başkanlık Kurulu Üyesi. Bir zamanlar Doğu Perinçek'in sağ kolu.
Yandaki, "Yarılma" isimli kitap, 10 küsür yıldır Londra'da siyasi göçmen olarak yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmış bulunan Gün Zileli'ye ait.
‘‘Aydınlıkçı’’ bir solcunun, otobiyografisi olma özelliğini taşıyan ve 1954-1972 dönemindeki Türk soluna ışık tutan kitabın yazarı Zileli, 1993 yılından beri anarşizmi benimsemiş.
Eleştriciler Zileli'nin kitabını "sansürsüz ve övünmesiz bir dürüstlükle kimseyi, hatta kendisini bile kayırmadan" yazmış olduğunu belirtmişler. Geçmişi ve düşünceleri ne olursa olsun, demek ki hem kendine, hem de başkalarına karşı dürüst bir insan. İkinci kitabı merakla beklenen ve bu cildinde Türk solundaki 1972 sonrası gelişmeleri yazacağı belirtilen Zileli, ilk cildin takdiminde şöyle demiş:
"1960 yılından itibaren solla iç içe yaşadım. Erdemli insanların, isimsiz kahramanların, devrime, yaşamlarını kendileri için hiç bir şey istemeden adadıklarını gördüğüm kadar, korkunç kariyer ve iktidar kavgalarına da tanık oldum.
Liderlerin örgüt içi iktidar savaşları, devrimci hareketleri paramparça etti, can yoldaşı yüzlerce militanı yapay olarak birbirinden koparttı ve birbirinin can düşmanı haline getirdi.
Ne yazık ki '68 nostaljisinin küllerini eşelediğimiz zaman, karşılaşacağımız acı gerçek budur. Bu yüzden, belli bir aşamada lider roller oynadığım sol hareketle iç içe geçmiş yaşam öykümün başlığı olarak, hepimizi irkilten "yarılma" sözcüğünü kullanmayı tercih ettim."
Kitapta Gün Zileli'nin eylemde, hapishanede, partide, dernekte yoldaşı olan günümüzün ünlü isimleri de yer alıyor. İşte kitaptan bazı alıntılar:
"Adım Tam Demokrat Atilla Sarp - Sıra eski Dev-Genç başkanlarından Atilla Sarp'a gelmişti. Atilla Sarp, büyük bir ciddiyetle gidip mahkeme heyetinin karşısına dikildi. Duruşma yargıcı: Adınız... Atilla Sarp: Tam Demokrat... Duruşma yargıcı: Adınızı sordum efendim... Atilla Sarp: Ben de söylüyorum işte. Adım Tam Demokrat Atilla Sarp. Duruşma Yargıcı: Nasıl yani? Gerçekten Tam Demokrat Atilla Sarp mı? Atilla Sarp: Evet efendim. Aynen öyle. Duruşma yargıcı: Allah, Allah. İlk kez böyle bir ad duyuyorum. (Zabıt katibine dönerek) Yaz, adı Tam Demokrat Atilla, soyadı Sarp. (Atilla'ya dönerek) Peki kim koymuş bu adı size? Atilla Sarp: Babam efendim. Atilla Sarp'ın babası, 1950'li yıllardaki ‘‘Terziler Tevkifatı’’ diye bilinen tevkifatta tutuklanmış ve hapis yatmış, mesleği terzilik olan eski bir komünistti. Atilla, tam İkinci Dünya Savaşı bitiminde doğduğundan babası, komünistlerin demokrasi aşkıyla oğlunun adının başına gerçekten de ‘‘Tam Demokrat’’ adını ekleyip nüfusuna geçirtmişti.
Nuri gözünü burjuvalıktan kaybetti - SBF'den gelen gençler daha şehir, hatta burjuva kökenliydiler. Konuşmalarından, entelektüel tavırlarından bunu kolayca algılamak mümkündü. Örneğin bu tür şehir kökenli bir gencin konuşkanlığı ve ‘‘malumatfuruş’’luğu dikkatimi çekmişti. Bir gözü hep sabit bir noktaya bakan bu gencin adı, Nuri Çolakoğlu'ydu. Sabit bakan gözünün Robert Kolej'deki bir beyzbol oyunu sırasında, beyzbol sopasının çarpması sonucunda çıktığını ve takma olduğunu, daha sonraki yıllarda öğrenecektim.
Can Yücel zülfünü niye aşağı indirmiş? - 1965 seçimleri gelip kapıya dayanmıştı. Samanpazarı mitinginde Çetin Altan, Mehmet Ali Aybar gibi ağır toplarımız henüz sahneye çıkmamıştı ama Can Yücel gibi yetenekli konuşmacılarımız vardı. Can Yücel, siyah direnişçilerin ‘‘We shall overcome’’ adlı ünlü şarkısını Türkçe sözlerle kürsüden söyledi. Ne var ki Can Yücel'in keçi sakalı, köylü kökenli emekçilerce tuhaf karşılanmıştı. Yaşlı bir köylü bana eğilip Can Yücel'in keçi sakalını göstermiş ve ‘‘Neden zülüfünü aşağı indirmiş?’’ diye sormuştu.
Erdal Gökyüzü Demirel'in koruması oldu - Saldırının hedefini, en güvendiğimiz grup arkadaşlarımızdan bile saklamışken polis nasıl olmuştu da bu eylemi öğrenebilmişti? Tabii o zaman henüz sekiz grup başkanından biri olan, bizim meşhur ‘‘anti-Dühringci’’ teorisyenimiz ve komünist marşlar repertuarının ustası Erdal Gökyüzü'nün bir sivil polis olduğunu bilmiyorduk. Erdal Gökyüzü, bu olaydan kısa süre sonra açığa çıkınca ortalıktan kayboldu. Daha sonraki yıllarda, Başbakan Süleyman Demirel'in koruma polisi, Komiser Erdal Gökyüzü olarak arz-ı endam etti.
Kafaoğlu'nun karısı TİP'li berberle kaçtı - Hem kadından gözümü alamıyor hem de parti içinde çapkınca bir davranışın kınanacağı korkusuyla gözlerimi ondan kaçırıyordum. Kısa bur süre sonra bu kadının partinin teorisyenlerinden Aslan Başer Kafaoğlu'nun karısı olduğunu öğrendim. Kısa boylu şişman bir adam olan ve ceketinin cebine doldurduğu makarna tanelerini iki de bir ağzına atan Kafaoğlu'nun bu kadar güzel bir kadınla evli olmasını hayretle karşımıştım. Daha sonraki günlerde bu kadının TİP üyesi bir berberle kaçtığını öğrendim.
Muhittin kitap hırsızlığında uzmandı - Köy çalışmalarına yollanan ekiplerin yol paralarını kısmen derginin gelirlerinden karşılıyorduk. Ama bu fon oldukça yetersizdi. (...) Diğer bir yöntem kitap hırsızlığıydı. Bu işin uzmanı Muhittin Sirer'le bendim. Esas çalışma alanımız Kızılay'daki Koca Beyoğlu Pasajı'nın altında bulunan ikinci el kitapçılardı. Muhittinle beraber buradaki dükkanlara elimizde bir valizle giriyorduk. Ben dükkan sahibini lafa tutarken Muhittin, dükkanın önünde sergilenen kitapları valize dolduruyordu.
Metin Göktürk polislikle suçlandı - Metin Göktürk'e yapılan bu ‘‘polis’’ iftirasının daha sonraki yıllarda da devam ettiğini, ama Metin Göktürk'ün bu iftiranın üzerine gitme yürekliliğini gösterip birçok benzeri örneğin tersine kendini aklama becerisini gösterdiğini belirtmeliyim. Türk solu, eski tüfeklerden tevarüs ettiği kötü bir özelliğe sahipti. Ajanlıkla ilgisi olmayan çok sayıda insana boş yere polis damgası vurup devrimci hayatlarını karartmak.
Beş kişi Kızılay parkında illegal parti kurdu - O toplantıyı birlikte terk eden, benim de içinde bulunduğum gruptaki isimleri çok net hatırlıyorum: Doğu Perinçek, Ömer Özerturgut, Cengiz Çandar ve Oral Çalışlar. Bu beş kişi, gecenin o saatinde yürüye yürüye Kızılay Parkı'na geldi. Doğu, Mihri Belli'nin tutumundan dolayı büyük bir hayal kırıklığı içindeydi. Deniz Gezmiş ve İstanbul kesiminden de istediği desteği bulamamıştı. Doğu, ‘‘Devrimci parti’’ fikrine, toplantıdakinden daha büyük bir vurgu yaptı. Evet, kastettiği ‘‘öncü çekirdek’’ti. Böylece 21 Mayıs 1969 tarihinde, geceyarısına yakın bir saatte, Ankara'nın Kızılay Parkı'nda bu beş kişi, gelecekte Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) adını alacak olan PDA hareketinin illegal çekirdeğinin kurulmasına karar vermiş oluyordu.
Kalabalıklar halinde geneleve - Beklentilerin aksine miting sakin geçti. Açılış konuşmasını FKF Başkanı Yusuf Küpeli yaptı. İzmir'de Ankara'ya dönmeden önce ilginç bir gün yaşadık. İzmir FKF sekreterliğine yerleştikten sonra aramızdaki birkaç kız arkadaşı orada bırakarak büyük bir kalabalık halinde İzmir Genelevi'ni ziyaret ettik. İzmir Genelevi'nde çok güzel kadınlar olduğu söyleniyordu. Buraya kadar gelmişken bu güzel kadınları görmeden dönmek olmazdı. O zamanlar, sonradan oluşacak ahlaki refleksler yoktu sol saflarda. Bu yüzden bir genelevi topluca ziyaret etmekte hiçbir acayiplik görmemiştik. Hatta aramızda en kabadayılarımız ve kesesine güvenenlerimiz kadınlarla yukarı katlara bile çıktılar.
Şahin'le Ömer turist gibi - Söke çalışmasına (...) daha çok köy kökenli arkadaşlardan oluşan köy ekibi üyelerinin yanı sıra Atıl Ant, Şahin Alpay ve Ömer Madra gibi arkadaşlar da katılmışlardı. (...) Özellikle Şahin ve Ömer, köy çalışmasından çok turistik bir gezi havasındaydılar. Örneğin böyle bir yere gelirken kentsel alışkanlıkları bir kenara bırakmayıp yanlarında tuvalet kağıdı getirmişler."
***
Gazeteci, yayıncı, yönetici, işadamı, patron, sabık TUSİAD üyesi, Türkiye'nin Bilderberg temsilcisi, Mehmet Nuri Çolakoğlu - Yukarıda resmi bulunanlar arasındaki en meşhurlardan biri şüphesiz Nuri Çolakoğlu.
Ferit İlsever gizli örgütün "İstanbul sorumlusu" iken o da örgütün "Ankara sorumluluğunu" yürütüyordu.
Ancak o İlsever gibi başladığı yerde kalmadı. Her ne kadar yakın tarihte yaptığı bir söyleşide "35 yıldır aynıyım, o günkü düşüncelerimle bugünküler arasında temel bir fark yok" diyorsa da bunun doğru olmadığı muhakkak.
Eğer Çolakoğlu kendini hala solcu görüyorsa Allah herkese böyle solculuk nasip etsin.
İzmir'de 1943 yılında Hasan ve Emine'nin ilk çocukları olarak dünyaya gelen Mehmet Nuri Çolakoğlu'nun, Sabri (1947, işadamı) ve Kemal (1950, Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis Başkanı) adında iki kardeşi var. Nuri Çolakoğlu, ilkokulu İzmir'de okuduktan sonra 1954'de İstanbul Robert Kolej'e girmiş. Gazeteciliğe burada başlayan M.N.Çolakoğlu okulun lise gazetesini çıkartmış.
Çolakoğlu, 1962'de koleji bitirip Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış Münasebetler (Uluslararası İlişkiler) Bölümü'ne girer. Siyasal Bilgiler'i bitirdiği halde Dışişleri Bakanlığı sınavına girmez.
Üniversitede sırasında aktif birisidir. İyi bir tiyatrocudur, Fikir Kulübü, Öğrenci Derneği gibi yerlerde görev alır. 1967'de Mülkiye'den mezun olur.
Mezun olmadan önce, 1966'da, sınavı kazanıp yeni kurulan TRT'ye metin yazarı olarak girer. Bu arada doktoraya kayıt olur. Mümtaz Soysal Hoca ile birlikte Türkiye'de toprak meselesi üzerine bir çalışma yapar.
Babası onu İzmir'deki fabrikalarında çalışmaya çağırır. Babasının yanında bir yıl bulunduktan sonra TRT Haber Merkezi'nde Muammer Yaşar Bostancı ve Doğan Kasaroğlu ile birlikte çalışır.
1970'te de TRT Dış Haberler Bölümü'ne geçer. Bu arada Ankara Üniversitesi SBF Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo TV Kürsüsü asistanı olur.
Doğu Perinçek'in önderliğindeki Mao'cu Aydınlık gazetesinde de çalışan ve illegal Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi'nin (TİİKP) Ankara sorumlusu olan Çolakoğlu, 12 Mart darbesi ile aranmaya başlanır.
Yakalanan Nuri Çolakoğlu 20 yıla mahkum edilip iki yıl içeride kalır ve 1974 affı ile çıkar. Ardından ANKA Ajansı'na girer. Hayatı hep bir şeyler kurmakla geçen Çolakoğlu burada Dış Haberler Servisi'ni kurar ve şefliğini yapar.
Çok yardımını gördüğü Altan Öymen'le birlikte çalışan Çolakoğlu 1977'de Aydınlık gazetesinin Ankara Büro Şefi olur.
1978'de Aydınlık Yazı İşleri Müdürü Mehmet Ataberk'le birlikte 1,5 ay süren Çin, Kamboçya, Pakistan ve İran gezisini gerçekleştirir. Kamboçya'da Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri ve Demokratik Kamboçya Başbakanı Pol Pot'la görüşür.
Nuri Çolakoğlu, 1980'lerde Deutsche Presse Agentur, Sveriges Radio AB ve Westdeutscher Rund-Funk Ankara muhabirliği gibi birkaç yabancı basın kuruluşuna da çalışmaktadır.
12 Eylül 1980 harekatı sonrası tekrar aranmaya başlayan Çolakoğlu yurt dışına çıkarak İngiltere'ye gider. BBC'de çalışmaya başlar. Londra'da iken part—time olarak Hürriyet Gazetesine de çalışan Çolakoğlu, aynı anda Londra Temsilciliği boşalan Milliyet'e, Sami Kohen'in teklifi ile Londra Büro Şefi olur. Bu görevi 1987'ye kadar sürer. 1987'de Türkiye'ye döner.
Türkiye'ye döndüğünde 2000'e Doğru Dergisini çıkartan Perinçek birlikte çalışmayı teklif eder. Çolakoğlu teklifi kabul etmez. Artık yolları ayrılmıştır. Çolakoğlu "Artık aynı düşünceler içinde değiliz. İnsanın sürekli evrildiği, değiştiği bir dünyadayız." der. O artık 30-35 yıl öncesinin tutucu fikirlerini geride bırakmıştır.
Milliyet'ten sonra Cem Duna'nın yönetimindeki TRT'de 1989'a kadar iki yıl "Genel Müdür Danışmanlığı" yapan Çolakoğlu, daha sonra Nezih Demirkent'le birlikte Asil Nadir'e, bir televizyon şirketi kurar.
Bilahare Nadir'in Almanya'da kurulu olan televizyonunun sorumluluğunu üstlenen Çolakoğlu, Nadir iflas edince, eşi Ayşe Hanım'ın başında bulunduğu "İntermedia" adlı kendi yayınevini kurar.
Takip eden yıllarda Çolakoğlu'nun ismi kurduğu birçok televizyon kanalı ile anılır.
Erol Aksoy'un Show TV ve Cine5'i'ni kuran odur. Ardından Cavit Çağlar adına kurduğu ve daha sonra Ayhan Şahenk'e geçen NTV'de de onun emeği vardır.
Televizyon Yayıncıları Derneği, Eğitim Gönüllüleri Vakfı Yönetim Kurulu, Türk-Amerikan İş Konseyi Yürütme Kurulu, İstanbul Rotary Kulübü, 1907 Fenerbahçe Derneği gibi 15'in üzerinde kurum ve kuruluşa üyeliği bulunduğu söylenen Mehmet Nuri Çolakoğlu, yakın tarihte CNN Türk'ün başına geçince, üyesi olduğu TÜSİAD yönetim kurulundan istifa etmiştir. Çolakoğlu 2000 yılında yapılan Bilderberg Toplantısı'na da Türkiye'den davet edilen iki kişiden biridir.
Ayşe (Akmen) ile evli olan Nuri Çolakoğlu'nun ilk eşi Sezi'den, Hasan (1971), ve ikinci eşi Merih'ten, Fatma (1980) isminde iki çocuğu var.
Gözünden problemi olduğu için askerlik yapmayan Nuri Çolakoğlu, 1776 Şumnu Savaşı'nda top mermisi kolunu kopardığı için çolak kalan ve bundan dolayı "Çolakoğlu Bayraktar" lakabı ile anılan bir dedenin torunudur.
Dedesinin kardeşi Rüştü Çolakoğlu, 1. Meclis'te Milletvekilliği yapmış. Ayrıca, ANAP milletvekili Melike Hasefe ile CHP'den Hasan Erdoğan da (1957—65) Çolakoğlu'nun ailesinden.
Raif Dinçkök'ün kızkardeşi ile evli olup Çolakoğlu Metalürji'nin kurucusu olan Mehmet Rüştü Çolakoğlu, Nuri Çolakoğlu'nun babası Hasan Bey'in aynı anneden kardeşi, yani M. Nuri Çolakoğlu'nun amcası.
Rüştü Bey'in oğlunun adı da "Nuri Çolakoğlu". Rüştü Bey aynı zamanda Akın Tekstil'in sahiplerinden ünlü tekstilci Haydar Akın'la da dünür.
Mehmet Nuri Çolakoğlu, eveliyatı ve yurt dışı ilişkileri ile istihbarat dünyasında soru işaretleri olan bir kişi.
Ama yiğidin hakkını teslim etmek lazım. O kendini yenileyen, yaşadığı topluma yararlı işler yapan, akıllı ve becerikli bir insan.
NOT: Hürriyet yöneticisi Ertuğrul Özkök, "Tüsiad yönetiminde ilk medya mensubu" başlıklı yazısında; "Nuri Çolakoğlu sadece, ‘yönetime giren ilk medya mensubu olma’ özelliği taşımıyor. Aynı zamanda yönetime giren ilk ‘eski Maocu’ oluyor. Ya da ilk ‘eski Marksist, Leninist ve de Maoist devrimci’. Dün bunu öğrenince, Maoculuk yıllarına ait bir fotoğrafını istemek için kendisini aradım. Maocu yıllarına ait hiç fotoğrafı yokmuş. 12 Mart'tan sonra aranırken polisin elinde bile fotoğrafı yokmuş." demiş. Biz yukarıdaki örgüt fotoğrafını hem Sayın Özkök'e hem de Sayın Çolakoğlu'na hediye ediyoruz.
Diğerleri;
Gizli örgüt şemasında ismi bulunanlardan Bora Gözen, Lübnan'da Filistin Eğitim Kampında hayatını kaybetmiş, Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanlığı da yapan Yayıncı Atıl Ant, Afa Yayıncılığın sahibi, "Sandık Cinayeti'nin failleri arasında olan ve 27 Ocak 1982 tarihinde yakalanan Yazar Garbis Altınoğlu halen Almanya'da. Çeşitli panellere katılarak "Ezilmiş halklar, sosyalizm, devrim" edebiyatına devam ediyor.
Örgütün Lideri
DOĞU PERİNÇEK - TUTUKLANIP CEZAEVİNE GÖTÜRÜLÜRKEN,
Yanda resmi bulunan ve PKK'ya yardım nedeniyle cezaevine giderken geçirdiği şok sebebiyle düşmesin diye kollarına girilen kişi, "gizli örgütün lideri" Doğu Perinçek.
Onu tanımayan yok.
O bazen herkesi güldüren bir orta oyuncusu, bazen iş adamlarına saldırıp ceplerine el atan bir tecavüzcü, bazen de bir taş atıp, hem akıllı geçinenlerin kafasını, hem de Türkiye'yi karıştıran bir deli.
Artık kendini üniformasız asker saydığından aranmıyor ama hem gizli, hem de örgütsel faaliyetlerine devam ediyor.
Onların dilinde, "davadan dönene", yani terörü bırakıp insan gibi yaşama yolunu seçenlere, veya bir davadan diğer davaya gidene "dönek" diyorlar.
"Komünizm, Maoizm, Apoizm ve Ajanizm" gibi çeşitli ideolojileri deneyerek sonunda "Kemalizm" ve "Militarizm"de karar kılan Perinçek, o kadar çok dönüş yapmış ki ona artık "dönek" bile diyemiyorlar. O litaratürde yeni bir deyimin doğmasına sebep olmuş: "Pervane".
Onun kolonlanıp birkaç kopyasının daha yapılmasının insanlık için nasıl bir felaket yaratacağını düşünebiliyor musunuz...?
İşin mizah kısmı bir yana. İlginç bir konuşmayı nakledelim.
Perinçek'in gözaltına alınması ile ilgili yukarıdaki resim çekildiği günlerde, gazeteci Melih Aşık, Perinçek'in başyaveri Hasan Yalçın'a, gözaltına alınma nedenini soruyor;
"İşçi Partisi, bir süredir Ordu'yla aynı çizgide görünüyor. Bu tezgahta bunun rolü var mı?"
Hasan Yalçın cevap veriyor:
"Devlet ikiye bölünmüş durumda... Bir tarafta CIA ve içerideki işbirlikçileri, öte yanda Ordu, İşçi Partisi ve öteki ulusalcı güçler. Birinci grup Ordu'yla çatışmayı göze alamadığı için bizim üzerimizden güç gösterisi yapıyor."
Vay canına, bir İngiliz'in ikametgahında karargah kuran gizli örgütün temsilcisine göre, "Ordu, İşçi Partisi ve (her kimse) öteki ulusalcı güçler" el ele vermiş ülkemizi CIA ve işbirlikçilere karşı koruyor...!
Gülmeli mi, ağlamalı mı bilmiyorum?
Neyse ki, yakın tarihte kulağımıza gelen haberlere göre, Doğu Perinçek ve ekibi ile ilişkiler nedeniyle ağır tenkitlere maruz kalan TSK'nın üst yönetimi, konuyu incelemeye almış. Bu nedenle grubun bazı gelirleri de kesilmiş.
Biz daha önce de belirtmiştik, sivil asker birçok güvenlik görevlisinin kanına elleri bulaşan Perinçek ve Aydınlıkçıların, kendilerini Türk ordusu ile bütünleştirmeleri utanılacak bir husus, bundan daha büyük ayıp olamaz diye...
Sayın Genelkurmay Başkanı ve TSK'nın üst kademesinin bu konuda kendine yakışanı yapacağına inanıyoruz.
Eli kana bulaşmış PKK dostu "gizli örgütler" TSK'nın dostu olamaz, olmamalı...
2 Şubat 2002 Sayı: 759
Aydınlık/TANER AKÇAM-1
Türkiye Düşmanlığı Profesörü
Yaşadığı hayat insanı yapar ve insan kendine bir hayat seçer. Sadece siyasal akımların kendi mensuplarına bir kişilik kazandırdığı, onların gelişimini ve geleceğini etkilediği anlamında değil. Siyasal akımla şu veya bu ölçüde ilişki kurmuş, bu akım içinde örgütlenmiş bütün insanların ortak özellikleri bulunabilir. Akımların ve liderlerinin yaşam çizgileri arasındaki örtüşme ise, bunun çok ötesinde çarpıcıdır. Hatta liderlerinin kişilik değişimlerini ele alarak siyasal akımı inceleyebileceğimiz gibi, siyasal akımın özelliklerinden yola çıkarak da liderleri tahlil edebiliriz. Nitekim, Dev-Yol’dan ÖDP’ye uzanan tarih içinde oluşturulacak bir Taner Akçam portresini, “Dev-Yol, Taner Akçam’dır; Taner Akçam, Dev-Yol’dur” özdeşliğiyle özetlemek mümkündür.
SABIRSIZLIK SEBEBİYLE
Sene 1975, yedi-sekiz genç insan, Ankara’da Kızılay’ın bir arka sokağındaki duvarları bomboş bir dairede, bir portatif masanın etrafında toplanmışlardır; çıkartmaya karar verdikleri “Devrimci Gençlik” dergisinin yazı işleri müdürünü belirleyeceklerdir. Görev, geleceğini tehlikeye atmayı, en azından hapisliği göze almayı gerektirdiği için herkes birbirinin gözünün içine bakmaktadır. İşte o anda, “Ben olurum” demiş Taner Akçam, çünkü “beklemekten nefret eder”miş.
Böyle anlatıyor Taner Akçam, sonra ekliyor: “Bu cümle tüm hayatımı değiştirdi”. Üniversitede hem asistandır, hem master yapmaktadır ve daha önemlisi “Amerika veya İngiltere’de doktora yapma planları” vardır. (Taner Akçam’ın 1993’te “Hayatımdan bir kesit” diye yazdığı ve “Arama.com” sitesinde de yer alan yaşamöyküsünü, Can Dündar, dokuz yıl sonra yeniymiş süsü vererek, üstelik, “Sol Geçmişiyle hesaplaşıyor” başlığı altında dizi olarak yayımladı. Milliyet, 9-12 Ocak 2002).
DÜZENİN ACİL İHTİYACI OLARAK DEV-YOL
“Ben olurum dedim, çünkü beklemekten nefret ederim”.
İşte bu kadar. Hiçbir siyasal amaç veya hesapla değil, adeta sebepsiz olarak. O meşhur “Devrimci Gençlik” dergisinin yazı işleri müdürü sadece beklemeye karşı duyulan nefret ölçüsüyle belirleniyor. Devrimci-Yol hareketinin oluşumuna ve siyasal çizgisine o kadar uygun ki!
12 Mart 1971 askeri darbesinden çıkış süreci, 1973 genel seçimleri, Ecevit’in iktidara gelişi, 1974 affı, hapisten çıkan devrimcilerin örgütlenme çabaları; işçi, köylü ve özellikle gençlik kitlelerinde devrime yöneliş. Düzenin, zaten hazır olan ülkücülerle çatıştıracağı, böylece devrimci canlanışı düzen içinde tutup söndürmeye hizmet edecek, sol görünümlü bir siyasal harekete acilen ihtiyacı var. Rejim adeta durmuş soruyor, “Kim benim silahşorum olacak?”. Beklemekten nefret edenler, “Biz oluruz” diyorlar ve Dev-Yol hareketi yola çıkıyor.
HAVUZLAMA
İdeolojik belkemiğinden, teorik temelden, siyasal program ve çizgiden, tabii her türlü örgütlenmeden tamamen yoksun, gevşek bir topluluk. Herhangi bir devrimci eğitimi veya disiplini yok. Dolayısıyla bilinci yeni uyanmış insanların kolayca ulaşabilecekleri, kendilerini üye sayıp “ben oldum” duygusu edinebilecekleri bir havuz; daha ileri gitmelerini önleyecek bir duvar. “Biz aslında öyle tahmin edildiği gibi bir örgüt değildik. Ne Merkez Komite vb. organlarımız vardı, ne de üyelik prensibimiz... her isteyenin katılabildiği bir harekettik biz...” Taner Akçam’ın bu sözlerini diğer bütün Dev-Yol yöneticileri, hem Sıkıyönetim mahkemelerinde savunma olarak, hem de “muhasebe” adı altında defalarca tekrarladılar.
Kendiliğinden harekete, hareketin kendisi kumanda etmez. Daima güçlü olanlar yönetir onu. 12 Eylül gelip çattığında Dev-Yol yöneticileri, aslında hiçbir gücü yönetmediklerini, yönetir gibi yapmaya mahkûm edilmiş olduklarını gördüler ve bu durumdan ceza tehdidine karşı bir savunma üretmeye çalıştılar. Sorumluluğu “darbeyi desteklediğini” söyleyerek halkın üstüne yıktılar. Taner Akçam’ın dediği gibi, “12 Eylül’ü anlamamışlardı”. Daha önemlisi darbenin planlı ve adım adım gelişinde uğursuz bir rol oynamış olmanın ezikliği içindeydiler.
DÖNÜŞ EKİBİNİN ALMANYA TEMSİLCİSİ
Düzenin işine yaradığı ve izin verdiği ölçüde atıp tutmalar şeklinde sürdürülen faaliyet, zor koşullarda ar belası devrimciliğine, sonra teslimiyete dönüşecektir.
“Tek yol devrim” sloganındaki iddia ile örgütsel gerçeklik arasındaki akıl almaz çelişmenin kişisel yaşamlar düzlemindeki karşılığı nedir peki? Dev-Yol’un dönüşüm süreci, aynen Taner Akçam’ın dönme sürecidir. Mamak Askeri Cezaevi’nden başlatılan yıkım ve dağıtma operasyonunu, Taner Akçam Almanya’da sürdürecektir. Yargılanan liderlerin içerden gönderdikleri, “Sakın örgütlenmeyin bizi astıracaksınız” talimatları, yurt dışından, Taner Akçam’ın, “yaptığımız her şey yanlıştı ve demokrasiye aykırıydı” özeleştirileriyle desteklendi.
PAPAZIN AVUÇLARINDA
Tıpkı bir akım olarak Dev-Yol’un yaşamında olduğu gibi, Akçam’ın yaşamında da 1975’te açılan parantez artık kapanıyor, girilen viraj dönülüyordu. Onu, 1975’te İngiltere veya Amerika’da doktora yapma planları yaparken görmüştük. Şimdi bu olanağı kendisine bir başka emperyalist devlet, Almanya tanıyacaktır.
Balzac’ın taşralı şairi Lucien Rebempre’yi, kaderini değiştirecek Papaz Vautrain’le bir rastlantı buluşturur; Taner Akçam ise kendini dönüştürsün diye ellerine bırakacağı adamı araştırıp bulacaktır: Büyük işadamı J.P.Reemtsmee. Reemtsmee’nin Hamburg Sosyal Araştırmalar Vakfı tarafından korumaya alınır ve Vakıf’ın aynı isimli Enstitüsü’nde uzman istihbaratçıların yol göstericiliği altında Türkiye düşmanlığı doktorası yapar. 1975’te belirlediği amaçlara ulaşmak bakımından Akçam’ın artık fazlası bile var. Can Dündar, aradığında onu, Amerika’da buluyor. Michigan Üniversitesi, sosyoloji bölümünde misafir profesör olarak çalışıyormuş.
YÜKÜNÜ BOŞALTAN BİLİNÇ
Dev-Yol işte o tarih içinde dönüştü, ÖDP oldu; gene “Parti olmayan parti”. Taner Akçam, ihanet profesörlüğü mertebesine ulaştı. Ve ÖDP’nin sesiyle Taner Akçam sesi gene aynı, söyledikleri de. Akçam’ın Sol’la hesaplaşmasını, “Sol Geçmişiyle Hesaplaşıyor” başlığıyla yayımlayan Can Dündar, dizinin son bölümünün üstüne siyah içine dişi harflerle kocaman, “Sol yüzünü batıya çevirmeli” yazmıştı.
Tarih bilgisi ve devrim iradesiyle olgunlaştırılmamış bilinç, bir yük gibi taşıdığı solculuğu, götürüp emperyalist devletlerin dizleri dibine bırakıvermiştir.
Taner Akçam’a devam edeceğiz.
10 Şubat 2002 Sayı: 760
TANER AKÇAM-2
Aygıtın yarattığı adam
Taner Akçam, düşüşünü şöyle anlatıyor: “Yoğun üniversite ziyaretlerim sırasında Sosyoloji bölümünde ders veren İranlı Sosyolog Hadi Ressesade ile tanıştım... Hadi sonra Hamburg Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde çalışmaya başladı. İran’da işkence tarihi üzerine bir araştırma yapıyordu. Bana, ‘Gel sen de burda Türkiye üzerine bir şey yapmak üzere başvur’ dedi. Yavuz’un ölümünden birkaç ay sonraydı (1987 sonu veya 1988 başı). Enstitü Yöneticisi J.P.Reemtsma ile birkaç kez görüştüm, sunduğum projeyi kabul etti. Artık hayatımın akışı bütünüyle değişiyordu. Enstitü’de Türkiye ve şiddet ekseninde araştırma yapmaya başladım. Çalışmam genel bir projenin parçası idi. Makro düzeyde şiddetin niçin sosyolojinin ana temalarından birisi olması gerektiği ve bunun niçin bugüne kadar yapılmamış olduğunu göstermeye yönelik yapılan teorik çalışmalara alan çalışması yaparak katkıda bulunacaktım.” (Taner Akçam’ın kendi yazdığı ve Arama.com sitesinde “Hayatımdan Bir Kesit” başlığıyla yer alan yaşamöyküsü).
DÜŞÜŞ
İnsan, hayatını gizleyemez. Özellikle kader çizgisinin kırılma anları, bilincinde zonklar durur. Konuşma ve yazı ise yaşamın aynasıdır. Kim olursa olsun, ister bir edebiyatçı, ister bir politikacı, isterse istihbarat örgütünün gizli bir memuru, kendisi hakkında konuşup yazdığında, gizlemek için özellikle uğraşsa bile, kişiliğinin sır dolu bölgelerine götüren bir yolu mutlaka açar. Nitekim paragrafın girişindeki “düşüş” sözcüğünü bu portreye davet eden, bizzat Taner Akçam’ın kendi anlattıklarıdır. Hem kişilik olarak düşüşü anlamında, hem de Alman psikolojik savaş aygıtının eline düşüşünü anlatmak üzere.
Olayların, Taner Akçam tarafından anlatıldığı gibi geçmiş olduğunu kabul etmek zorunda değiliz, elbette. Zaten başka anlatımlar da var. Örneğin Ersen Bayhan, birkaç ay gibi kısa bir süre içinde “siyasi mülteci” kabul edilmesini de dikkate alarak, Taner Akçam’ın Alman dış istihbarat servisi tarafından, daha 1977 yılında Münih Cezaevi hücrelerinde devşirildiği kanısındadır. Ancak ne zaman düştü sorusunu bir yana bırakırsak, Taner Akçam da olup biteni bütün açıklığıyla itiraf ediyor.
PSİKOLOJİK SAVAŞ OKULUNA MÜRACAAT
“Enstitü Yöneticisi J.P.Reemtsma, sunduğum projeyi kabul etti”. Bu ifadeye göre, “Türkiye ve şiddet ekseninde araştırma yapmaya” karar veren Taner Akçam’ın kendisidir. İyiliksever J.P.Reemtsma ise, zaten morali bozuk olan bu zavallı Türk çocuğunun projesini anında kabul edecektir. Belki ayrıca “Sen ağlama ben ağlayım” türküsünü de söylemiştir. Bu çocukça anlatımın on saniyelik bile ömrü olamazdı zaten. Kimin kime neyi kabul ettirdiğini çok değil, bir cümle sonra gene Taner Akçam’dan öğreniyoruz: “Çalışmam genel bir projenin parçası idi... yapılan teorik çalışmalara alan çalışması yaparak katkıda bulunacaktım.”. Alman devletinin projesi hazır, yapılacaklar belli. Taner Akçam o projenin işçisi oluyor. “Artık hayatının akışı bütünüyle değişiyordu”. Bambaşka bir dünyaya adım attığının farkındadır.
Taner Akçam’ın Reemtsma’ya götürülüşü bile o alemin yöntemlerine o kadar uygun ki! Taner Akçam’ı İranlı Hadi Ressesade götürüyor Enstitü’ye. Kendisi, aynen Taner Akçam’a verilecek işi yapmakta, “İran’da işkence tarihi üzerine” çalışmaktadır; “Gel sen de burda Türkiye üzerine bir şey yap” diyor. Oralarda usul budur, ajan, ajanı bulup getirir. Devşirme üzerinden yenileri devşirilir.
BOŞ VE BOŞLUKTA
Usta terzinin iyi kumaşı bir dokunuşta anladığı gibi, usta istihbarat örgütü de olacak oğlanı bir bakışta tanır. Taner Akçam’ın başvurusu Alman Aygıtı’nın şeflerini çok sevindirmiş olmalı, “tam istediğimiz gibi” demişlerdir mutlaka. Çünkü adam birincisi, Türk; ikincisi, solculuktan geliyor; üçüncüsü, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birini bitirmiş, yani kumaş her bakımdan iyi.
Daha önemlisi çevresinden, davasından, vatanından kopmuştur; boştur ve boşluktadır. Her şekli almaya, istenen her hizmeti vermeye hazır. Kontrgerilla örgütlerinin, yetiştirip kullanmak için anasız babasız çocukları özellikle tercih ettiği televizyon dizilerine bile konu olmuştur. Çünkü böyleleri sıkı bağlanır, itaatte kusur etmez, aygıtı babasının yerine koyar.
Artık iş Tessa Hoffmann’lara, Uda Steinbach’lara kalmıştır. Yani Alman istihbaratının usta uzmanlarına. Kendilerini Oral Çalışlar bahsinden biliyoruz. Aydınlık da, 31 Aralık 2000 tarihli sayısının kapağında, Taner Akçam ve Oral Çalışlar’ı “Tessa Hoffmann’ın ikilisi” diye tanıtmıştı. İşte Taner Akçam kumaşını onlar kesip biçecek, hamuru onlar yoğurup şekillendireceklerdir.
İHANETE TAYİN
Almanlar daha sonra, Taner Akçam’ı, uluslararası psikolojik savaş piyasasına, “Ermeni soykırımını doğrudan bir suç olarak niteleyen ilk Türk” diye sundular. Şimdi adının geçtiği her yerde, sadece Almanlar değil, bütün Batılı emperyalist çevreler, aynı cümleyi bir reklam sloganı olarak durmadan tekrarlıyorlar.
Ancak bu tanımlamanın, Taner Akçam kitaplarını yazdıktan ve meşhur olduktan sonra yapıldığını düşünmek, gene çocukça bir yanılgı olurdu. Aygıtın, hatta henüz Taner Akçam ortalıkta yokken oluşturduğu projenin adıdır bu. Kapitalizm adama göre iş üretmez, işe göre adam yöntemiyle çalışır. Önce ihanet vardı, sonra adam ihaneti üstlendi.
Alman psikolojik savaş aygıtının, Türkiye ve Ortadoğu politikasında kullanmak üzere, “Ermeni soykırımını doğrudan bir suç olarak niteleyen” Türklere ihtiyacı vardır. Şöyle veya böyle bu adam mutlaka yaratılacaktır. Taner Akçam sadece araştırma yapacağı konuları değil, içine sokulacağı kalıbı da Alman devletinin dosyalarında hazır bulmuştur.
Haftaya Taner Akçam’a devam edeceğiz.
-------
Uyusturucudan Susurluk'a dizisinde, TBMM Susurluk Komisyonu'nun bu günkü misafiri "Fabrikatör", yani yalan haber üreticisi Dogu Perinçek.
Her zamanki edepsizligi ile ilk önce Komisyon üyeleri ile takisarak ise basliyor.
Yine ilk hedefleri arasinda Sehit MIT Müstesar Yardimcisi Hiram Abas ve Mehmet Eymür var. Adresini, resmini, telefonunu yayinlayarak sehit edilmesine neden oldugu Hiram Bey'in ölüsünden, bile korkuyor.
Asagida, Perinçek'in anlattiklari içinde hiç mi dogru yok. Tabii ki var. Zaten onun bütün taktigi, dogrulardan fabrikasyon yaratmak.
Ancak kesinlikle ifade ederiz ki Hiram Abas ve Mehmet Eymür'le ilgili iddialarinda en ufak bir dogruluk payi yoktur. Onun delil var, ispat edildi gibi laflarina bakmayin. Olmayan bir seyi nasil delillendirecek ki? Ama Perinçek bu, bir önceki lafini bir sonrakine delil gösterebilir tabii.
Ifadesi bittikten sonra, analizini yaparken Perinçek'i size anlatmaya devam edecegiz.
Fabrikatör Perinçek Mecliste
TBMM
Tutanak Müdürlügü
Komisyon :Susurluk
Tarih : 24.12.1996
BASKAN - Sayin Perinçek, hos geldiniz. Yalniz, biz, sadece sizi dinleyecegiz.
ISÇI PARTISI GENEL BASKANI DOGU PERINÇEK - Benim genel baskan yardimcim; bana yardimci olacak.
BASKAN - Olsun... Biz, sadece sizi çagirdik. Gerekirse, onu da ileride dinleriz.
DOGU PERINÇEK - Konusma sirasinda bana yardimci olabilir de, onun için...
D. FIKRI SAGLAR (Içel) - Sayin Baskan, bir mahzuru yok; bilgiyi verecek olan kisi...
DOGU PERINÇEK - Efendim, ben, savciliga bilgi vermeye gelmedim ki!.. Eger, öyle bir seyse buraya gelmem zaten.
BASKAN - Hayir savcilik degil; ama, bir usül vardir, her seyin bir usulü vardir; o usule uymak zorundayiz.
DOGU PERINÇEK -Hangi usul?!. Hangi Meclis Içtüzügünde... Ben, bunlari inceleyerek geliyorum.
BASKAN - Tartismaya yol açmayalim da... Peki, buyurun. Sayin Perinçek, her seyden önce hosgeldiniz; davetimize icabet ettiniz. Siz, gerek Cumhurbaskanimiza, gerekse Büyük Millet Meclisimize ve gerekse Komisyonumuza birtakim bilgi ve belgeler verdiniz, yazili olarak. Bunlar elimizde mevcut. Bunlari arkadaslarimiz inceledi, hep beraber inceledik, gerekli degerlendirmelerimizi yaptik ve degerlendirme neticesinde, sizin de bilginize, burada bizzat basvurma zarureti dogdu. Sizden ricam -tabiî, zaman çok kiymetli takdir edersiniz- bize verdiginiz bilgi ve belgeleri tekrar etmekte bir fayda yok; onlari zaten okuyoruz, bizde yazili olarak var. Bunun disinda, sizin, ek olarak, sonradan veyahut da bunlarin içerisinde olmayan konulardaki bilginizi, özet olarak verirseniz memnun oluruz; çünkü, zaman darligimiz var. Bu arada, arkadaslarimiz da kafalarina takilan sorular veya aydinlatilmasini istedikleri konular olursa, onlari ayrica size soru olarak tevcih edecekler, onlari da cevaplayacaksiniz.
MEHMET BEDRI INCETAHTACI (Gaziantep) - Sayin Baskan, özür dilerim... Yani, zaman konusunda Dogu Beyi serbest birakalim.
BASKAN - Serbest...
DOGU PERINÇEK - Lütfen, zamani da söylerseniz, mesela yarim saat derseniz yarim saat, 10 dakika derseniz 10 dakika.
MEHMET BEDRI INCETAHTACI (Gaziantep) - Hayir... Süre sinirlamasi yok.
BASKAN - Ama, sunu siz de takdir edersiniz ki, ayni seyler tekrar edilirse... O sizin takdirinize bagli.
DOGU PERINÇEK - Ben, sizin kiymetli vaktinizi almam zaten. Ben, size sundugum belgelerdeki bilgileri tekrar edecek degilim.
BASKAN - Tamam.
DOGU PERINÇEK - Benim düsüncem, hangi çerçeve, hangi iliskiler agi içerisinde bu olaylar yasanmaktadir; bu konuda bir analiz sunacagim. Bu analizin çok önemli oldugunu saniyorum. Bir de, bugün, evvelki dosyada size sunmadigim o analizle baglantili bir bilgi sunacagim.
BASKAN - Tabiî, lütfen, o elinizde yeni bilgi ve belge varsa, onlari...
DOGU PERINÇEK - Onlari size sürekli ulastiracagiz.
BASKAN - Onlari da, bize, ulastirirsaniz, verirseniz memnun oluruz. Buyurun, söz sizin.
8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder