31 Aralık 2017 Pazar

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU, PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 3

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU,  PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 3


Siyasi Kürtçülük faaliyetinin ilk kez Mısır’da ngiltere’nin tesvikiyle 
olusturuldugunu görmekteyiz. Mısır’da 1898 tarihinde Mithat Bedirhan 
tarafından Kürdistan adlı bir gazetenin çıkarılmaya baslanması Kürtçülük 
faaliyetleri açısından önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Bu 
gazete daha sonraları Avrupalı devletlerin destegi ile Cenevre, Londra, Folkton 
gibi yerlerde çıkmaya devam etmistir. Gazete tam olarak Avrupalı emperyalist 
devletlerin hâkimiyetine girdikten sonra iki esir halkın yani “Ermenistan ile 
Kürtlerin çıkar birligini savunan” bir yayın politikası izlemeye baslamıstır. 
Mondros Mütarekesinden sonra Osmanlı Devleti’nin zor durumundan 
yararlanmak isteyen ngiltere, stanbul’da birtakım Kürt cemiyetlerinin 
kurulmasına destek vermistir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ngiltere’nin Kürtçülük 
hareketlerinin bas tesvik ve tahrikçisi olmaya devam ettigini görüyoruz. 
Bunlardan 1924 yılındaki Nasturî syanı Musul’un Türkiye’ye geri verilmesi 
ihtimalini ortadan kaldırmak maksadıyla, ngiltere tarafından Nasturilerin tahrik 
edilmesiyle meydana gelmistir. Nasturi isyanından hemen sonra, Seyh Sait 
isyanının da benzer gerekçelerle Türkiye’nin Kerkük ve Musul bölgesini ele 
geçirme ihtimaline karsı ngiltere tarafından organize edildigini görüyoruz. Seyh 
Sait isyanı kısa sürede bastırılmıs ancak Musul ve Kerkük bölgeleri ve dolayısıyla petrol bölgesi Türkiye’den çalınmıstır. 

Bu olaylardan sonra isyan tesebbüsleri tam olarak bitmemistir. Bölge halkının sosyal yapısı ve asiret hayatı geregi, asiret ileri gelenleri, seyhler, seyitler, agalar, beyler cahil kitleyi kendi menfaatleri dogrultusunda çesitli maceralara sürüklemislerdir.43 

1984 yılına gelinceye kadar gerek Osmanlı, gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde irili ufaklı toplam 40 adet baskaldırı meydana gelmistir. Bu olaylar irdelendiginde asagıdaki, sonuçlara ulasılmaktadır.44 

İsyanlardan 15 adedi Osmanlı’nın son dönemlerinde, 25 adedi Cumhuriyet döneminde gerçeklestirilmistir. 

Osmanlı döneminde (Millî Mücadale yılları dâhil) 7 adet, Cumhuriyet döneminde 2 adet olmak üzere toplam 9 adet isyan, Osmanlı/Türkiye’nin bir baska ülke ile mücadele hâlinde oldugu dönemlere denk gelmektedir. 
Söz konusu 40 isyanın 11’inde dıs güçlerin açık tahriki ve destegi mevcuttur. 

İsyanların yogun olarak yasandıgı dönem 1919-1937 yılları arasıdır. 
İsyanların tespit edilebilen nedenleri arasında birinci öncelikle otoriteyi 
kabul etmemek, sahsî hırs ve intikam alma istegi, ikinci öncelikle vergi 
vermemek ve sapka giymek istememek gelmektedir. Kürtçülük temeline 
dayanan isyan sayısı sadece iki adettir. 

İsyanların tamamına yakınında elebası olarak asiret liderleri veya 
seyhler rol almıslardır. 

Osmanlı’nın veya Türkiye Cumhuriyetinin çesitli vesilelerle bölgedeki 
güç ve etkinliginin azaldıgı dönemlerde isyan daha sıklıkla görülmüstür. 
syanların tespit edilebilen nedenleri arasında birinci öncelikle devlet 
otoritesini kabul etmeme (%17), ikinci öncelikle sahsî hırs ve intikam alma istegi (%15), üçüncü öncelikle vergi vermeme ve sapka giymek istememe (%12) gelmektedir. Kürtçülük temeline dayanan isyan sayısı sadece iki adettir (%5). Söz konusu 40 isyanın 11’inde (%27) dıs güçlerin açık tahriki ve destegi 
mevcuttur. Buna ilâve olarak 5 adet (%12) isyan, Osmanlı/Türkiye’nin bir baska 
ülke ile mücadele hâlinde oldugu dönemlere denk gelmektedir. 

Bu noktada dikkati çeken bir baska husus, Kürtçülük adına faaliyette 
bulunan kisilerin büyük bir çogunlugunun ya istanbul’da ya da Avrupa’da ikamet ediyor olmalarıdır. Kürtlerin yasadıgı bölgelerde meydana gelen isyanların tamamı ya Osmanlı Devleti/Türkiye Cumhuriyeti ile mücadele içinde bulunan devletlerin, Osmanlı’yı/Türkiye’yi baska bir cephede çatısmaya sokarak kendi yükünü hafifletmek isteginden veya asiret reislerinin kisisel nedenlerinden 
kaynaklanmaktadır. 

Kürt asiret yapısı içerisinde tabanın olaylara müdahil olması söz konusu 
degildir; özellikle isyan olaylarında bazı asiretler olaylara istirak ederken bazı 
asiretler istirak etmemistir. Bu sonuçların da gösterdigi gibi olaylara istirak etme veya etmeme kararları halktan ziyade asiret reislerine aittir. Tabanın katkısı yok denecek ölçüdedir. Bu yaklasım Kürt milliyetçiligi konusu için de aynıdır. Genelde bu olayda rol alanlar, tabandan ziyade sehirlerde veya yurt dısında oturan elit kesim olmustur. 

3. PKK Terörünü Hazırlayan Nedenler 

a. Sosyo-Politik Nedenler 

27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi sonrasında kabul edilen 1961 Anayasası ile saglanan genis özgürlük ortamı, dünya genelinde hüküm süren Soguk Savasın ideolojik çatısmaları ile Türkiye’de de kabul görmeye baslayan Marksizm fikri, bir süre sonra özellikle gençler arasında taraftar buldu. 

Marksizm, Dogu Anadolu’dan üniversitelere gelen bir kısım ögrenciler için 
olaylara yeni bir yorum getiriyor, bir ideoloji olarak tüm sorunlara sistematik 
cevaplar veriyordu. Bu ideolojik sekillenme, sonuçta hem bir yöntem, hem de 
politik ittifaklar için vazgeçilmez ve zengin bir zemin olusturuyordu. Ön plândaki 
ortak payda ise Sosyalizm’di.45 

1976 yılına kadar Türkiye genelinde gençlik tamamen politize oldugu ve 
yine o zamanlar çok sayıda grup ve dernek var oldugu için gençligin büyük bir 
bölümü bu grup ve derneklerin etrafında toplanmıstı.46 Türkiye’de otorite 
boslugunun olustugu, her gün onlarca insanın katledildigi ortamda, basta 
ögrenciler olmak üzere birçok kesim Türkiye’nin bu durumdan kurtulusu için 
çareler üretirken, Dogu ve Güneydogu Anadolu’nun gençligi bunlar bahane 
edilerek Kürtçülük propagandası ile egitilmislerdir. 

Baslangıçta Türkler ile Kürtlerin devrimini birlikte gerçeklestirmek üzere 
yola çıkmıslarsa da, bir noktadan sonra ayrısma baslamıs ve “Kürt Marksistler” 
artık bagımsız örgütlenmeye baslamıslardır. 

Bu kapsamda, basında sürekli islenen Dogu Sorunu, 1967 yılından 
itibaren Türkiye sçi Partisi önderliginde bir dizi mitinge konu oldu. “Dogu 
Mitingleri” illegal Türkiye Kürdistan Demokrat Parti (T-KDP), Fikir Kulüpleri 
Federasyonu (FKF) ve Türkiye sçi Partisi (T P) is birligi ile gerçeklestiriliyordu. 
Bu mitinglerde ilk defa Kürtçe pankartlar tasındı ve Kürtçe siirler okundu.47 
Ayrıca büyük sehirlerde “Dogu geceleri” düzenlenerek özellikle genç ögrenciler 
arasında Marksist ideoloji dogrultusunda “Kürtlük” düsünceleri uyandırılmaya çalısıldı.48 

1961 Anayasasını müteakip, 1963 yılında stanbul’da kurulan ve istanbul Üniversitesinin çesitli fakültelerinde faaliyet gösteren Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti, 1968 yılında merkezi Diyarbakır’da kurulan Türkiye Kürdistan 
Demokrat Partisi, 1974 yılında kurulan ve özellikle zmir, stanbul ve 
Diyarbakır’da faaliyet gösteren Devrimci Dogu Ocakları Kültür Dernekleri, 
Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi, 1976 yılında Kawacılar, Kürdistan Ulusal 
Kurtulusçuları ve 1978 yılında Kürdistan sçi Partisi (PKK) kurularak özellikle 
Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde olmak üzere yurt genelinde Kürtçülük 
faaliyetlerinde bulunmuslardır.49 

İlk temellerinin atıldıgı 1974 yılından itibaren PKK, çalısmalarına yogun 
bir sekilde baslamıs ve bu kapsamda ilk olarak Güneydogu Anadolu 
bölgesindeki diger sol örgütleri kendi eylem alanından atabilmek için mücadele 
etmis, özellikle Halkın Kurtulusu, Devrimci Halkın Birligi, Kürdistan Ulusal 
Kurtulusçuları (KUK) ve Devrimci Dogu Kültür Ocakları (DDKD) gibi örgütleri 
sindirerek bölgedeki etkinliklerini silmistir. Bu arada olusturdugu halk 
mahkemeleri ile kanlı infaz sahneleri düzenleyerek yöre halkı üzerinde baskı 
kurmus, 1980 yılına gelindiginde oldukça genis kesimler örgüte kazandırılmıs, 
düsman olarak görülen kesimler ise etkisiz bırakılmıstı.50 

1980 askerî yönetimiyle birlikte özellikle Türkiye Solunun üzerindeki 
baskıların artması, sol örgütlenmelerde önemli ölçüde dagılmaya yol açarken 
Türkiye’de bulunan birçok sol örgüt liderleri gibi PKK önderi de Suriye’ye ve 
diger Avrupa ülkelerine kaçtı. Bu arada 1980 askerî darbesi sonucu yapılan 
tutuklamalarla dolan Diyarbakır ceza evi, PKK’nın kadro gelistirmesine zemin 
hazırladı ve yeni kadroların egitimi çalısmalarında önemli bir rol oynadı. PKK 
merkez komitesi üyesi Kemal Pir’in “Kürdistan özgürlük mücadelesinin kalbi 
Diyarbakır’da, Diyarbakır’ın kalbi de zindanda atmaktadır.” ifadesi, PKK’lıların 
yogun olarak bulundukları ceza evlerinin birer egitim merkezi hâline getirilmis 
oldugunu göstermektedir. 51 

12 Eylül Askerî harekâtı ile birlikte yurt dısına çıkan 300 civarında PKK 
militanı 1981-1982 yılları boyunca FKÖ kamplarında egitilmislerdir.52 PKK terör 
örgütü, yurt dısı baglamında ASALA terör örgütü ile 1980’li yıllarda is birligine 
gitmis ve Türkiye’ye karsı güç birligi olusturmuslardır.53 

Sonuç olarak 1984 yılına gelindiginde Kürtçülük temelinde PKK’nın 
kadroları olusturulmus, militanları yetistirilmis, yurt dısı baglantıları 
tamamlanmıs ve bilâhare PKK’nın eylem alanı olarak seçecegi Güneydogu 
Anadolu zemini kısmen hazır hâle gelmistir. 

b. Sosyo-Kültürel Nedenler 

Kültürel degisim sosyal yasamda da birtakım degisimler meydana 
getirmekte, daha dogrusu sosyal yapıda kültürel degisim ile paralellik 
göstermektedir. Toplumda geçerli olan deger yargıları ve bunların benimsenisi 
zaman içerisinde degisiklige ugramakta, söz konusu degerler çagın ihtiyaçlarına 
göre degismektedir. Ancak sosyal yapıdaki ve degerlerdeki degisim çok hızlı 
olursa ve toplumun genelini kapsayacak özellik tasımazsa, problemler bas 
göstermekte, sosyal dengenin bozulmasını gündeme getirmektedir. 

Tarih, dil, örf ve adetler, sanat ve edebiyat eserleri gibi kültür unsurları 
ulusal karakterlerin sürekliligini gösterir. 
Bunlar arasındaki gelismeci ve tekâmülcü bagın koparılması toplumda anormal belirtilerin görülmesine yol açar. 
Bu anormal belirtiler genellikle anarsi, siddet ve sosyal çözülme olarak kendini 
gösterir. Esas itibariyle de siddet ve anarsi taraftarları da özellikle kültür, dil, din, ahlâk, aile ile ilgili kavramlarda kargasalık yaratarak toplumu ve onu olusturan fertleri neyin dogru neyin yanlıs oldugunu bilmeyecek bir duruma getirmek ve böylece kendi sundukları reçeteyi itirazsız kabul etmelerini saglamak amacını güderler. 


Çocugun sosyallesmesinde ailenin rolü tartısılamaz. Ancak ailelerin bu 
vazifelerini yeterince yerine getirememeleri, terörist veya siddet yanlısı kisilerin 
yetismesinde basamak olmaktadır. Ailelerin yasalara ve yerlesik degerlere baglı 
gençler yetistirememelerinin bir baska nedeni, siyasal kutuplasmanın artık 
ailelerin etkisini asacak ölçüde yabancılasmıs gençler meydana getirmesidir. 
Ailenin bıraktıgı bosluk okullarda, yurtlarda, siyasal dernek ve kuruluslarda çok yogun olarak sürdürülen, ideolojik pompalama ile doldurularak, deyim yerinde ise programlanmıs insanlar meydana getirmektedir. Yoksa hiç tanımadıkları toplulukları, ilgisiz çocukları ve kadınları öldürmek için saldırmak sosyallesmis, saglıklı düsünen ve duyarlı bireyler için kolay olmasa gerektir. Bölgenin sosyo-kültürel yapısını da dikkate alarak bu kapsamda asagıdaki sonuçları çıkarmamız mümkündür. 

Bölgenin kültür yapısı Anadolu’da var olan kültürden farklı degildir. 
Özellikle yörede dokunan halı ve kilimlere yansıtılmakta olan motifler Türk 
kültürünün özelliklerini tasımaktadır. slamiyetten kaynaklanan kültür ögeleri söz konusu bölge için geçerli oldugu kadar bütün Türkiye için de geçerlidir. Bir 
baska ifade ile bölge, kültür yapısı açısından Türkiye’nin diger bölgelerinden 
farklılık arz etmemektedir. Ancak ran’a dogru yaklastıkça Fars, Irak ve 
Suriye’ye dogru yaklastıkça Arap toplumunun kültür özelliklerini de bulmak 
komsu olmaktan kaynaklanan kaçınılmaz bir sonuçtur. 

Devlet kurumlarının yeterince islevsel olmadıgı, egitim seviyesinin 
yetersiz oldugu bir ortamda; tarım ve hayvancılıkla geçinen yöre insanı, kisisel 
ve toplumsal haklarını güvence altında bulundurabilmek, doganın zorlukları 
karsında hayatta kalabilen aile birey sayısını azamîde tutabilmek adına çok 
çocuga ihtiyaç duymaktadır. 

Bölge, Türkiye’de nüfus artıs hızının en yogun oldugu kesimdir. 1975- 
1980 yılları arasında Türkiye genelindeki ortalama nüfus artıs hızı %2.06 iken, 
Siirt’te %3.17, Hakkari’de %4.19, Diyarbakır’da %3.56’dir.54 Yıllık nüfus artıs 
hızından da anlasılacagı üzere özellikle Güneydogu Anadolu bölgesinde yogun 
bir genç nüfus mevcuttur. Bu sonuç, Türkiye’nin yetersiz ekonomik ve sosyal 
imkânları içerisinde faydadan çok zarar getirmistir. Bu durum özellikle gençlere 
yeterli egitimin verilememesine, gelir dagılımında adaletsizlige, sosyal 
imkânlardan yeterince istifade edememeye, gelir dagılımındaki makasın gittikçe 
açılmasına ve nihayet patlamaya hazır bir bombanın olusmasına neden 
olusturmustur. 

Cumhuriyet döneminde alınan sosyal tedbirler sayesinde zayıflatıldıgı 
iddia edilse de, yörenin ortak özelliklerinden birisi asiret yapısına sahip 
olmasıdır. Bu asiret yapısı her kademede elestirilen bir konu olmasına karsın, 
özellikle siyasi partiler tarafından vatandasa ulasmanın en kolay yolu olarak 
görülmüs ve agalık sisteminin ortadan kaldırılması yerine prim verilerek sosyal 
bir kurum gibi kullanılmıstır. Bu baglamda, asiret yapısı sisteminden ötürü 1984 
yılına kadar olan süreçteki isyanları Kürtçülük temeline dayalı isyanlar olarak 
yorumlayamayız. Çünkü, benlik duygusu gelismemis olan ve asiret reisinin 
istekleri dogrultusunda hareket eden kisilerin, milliyetçilik bilinci ile hareket 
etmeleri mümkün görülmemektedir. Kürt milliyetçiligi var olabilir, ancak bu 
seviye asiret reisleri seviyesinin altına düsmemistir. 

Bölgede alevî, safii ve sünni mezhebine mensup insanlar yasamaktadır. 
İslamiyetin çok eslilige müsaade ediyor anlayısından hareketle, çok eslilik, 
erkek açısından gücün, bayan açısından güçlünün himayesinde olmanın 
psikolojisine bürünmüstür. Zaman içerisinde bölgenin gelenekleri arasında bir 
konu olarak yerini almıstır. Bu durum babanın, annenin ve erkek kardeslerin kız 
çocuguna bakıs açısını olumsuz etkilemistir. Oysa toplumun bir yarısı yetersiz 
ve alınıp satılabilen bir esya gibi görünürken diger yarısının mükemmeliyetinden 
söz etmek mümkün degildir. Bu çarpık yapı, kendini yenileme egiliminde olan 
diger bölgeler arasındaki makasın açılmasına neden olan bir baska hususu 
olusturmaktadır. 

1984 tarihinden itibaren Güneydogu Anadolu bölgesinde baslayan PKK 
terör örgütü eylemleri ve faaliyetleri, bölgenin yukarıda ortaya koydugumuz 
zafiyet alanlarını örgüt için faydalanılacak birer nokta olarak ele almıs ve istifade etmistir. PKK terör örgütünün silahlı mücadeleye baslaması ve bilâhare olayın tabana yayılması ilk kez ortaya çıkan bir durumdur. Ancak bu katılımda 
gönüllülük, benimsemislik ve psikolojik mensubiyetten ziyade, terörün ruhuna 
uygun olarak, korku ve dehset yaratarak halkın katılımı saglanmıstır. Bunun 
sonucu olarak hemen hemen bütün asiretlerden terör örgütüne katılımlar 
olmustur. Baslangıçta dar bir kadro ile baslayan eylemler, yukarıda belirttigimiz 
hususlar bir araya getirilerek “Kürt realitesi”55nin tanınması (“Kürt realitesinin 
tanınması”) noktasına ulastırılmıstır. 

c. Ekonomik Nedenler 

Ekonomik sartların zorlugu, insanları maddî yönden etkiledigi gibi  psikolojik ve moral yönden de etkiler. Bu nedenle, toplumdaki dengesiz gelir dagılımı, terör odakları için yararlanılması gereken en önemli unsurlardan biridir. 

Konu propaganda malzemesi yapılarak, mümkün oldugunca istismar edilmeye 
çalısılmaktadır. Dolayısıyla, egitim verilmemis, cahil insanlar ekonomik 
eksikliklerden dolayı istismara çok müsaittirler. Arastırmalara göre eylemlere 
katılan militanların büyük çogunlugunu bu insanlar olusturmaktadır. 
Ekonomik ve sosyal hayattaki hızlı gelismeler birçok olumlu sonuçlar dogurmakla birlikte hassas dönemde bulunan bir gençlik kesiminde uyumsuzluk ve dengesizliklere de yol açabilmektedir. 

Ülkemizdeki temel koruyucu müesseselerin eksikligi veya yetersizligi bu uyumsuzlukları artırıcı roloynamakta  dır. Ekonomik gelir ve büyüme, sosyal bütünlesme ile desteklenmiyor sa sistem aksayabilmektedir. 

Köylerden, varoslardan ve gecekondu semtlerinden gelen yoksul, yarı 
aç, çatısmacı, mutsuz ve ezilmis ailelerin çocukları terör için en elverisli 
malzemeyi olusturmaktadır. Kısaca sefalet ve baskı, terörü doguran 
etkenlerdir.56 Bununla birlikte, ülkede mevcut olan ve bir türlü giderilemeyen 
gelir dagılımı adaletsizligi de terörü körükler mahiyettedir. 

Genelde hayvancılıkla geçinen Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinin, Tarım ve hayvancılık temeline dayalı bir toplum yapısına sahip olan Osmanlı döneminde, ekonomik açıdan ülkenin diger kesimlerinden bariz bir farklılıgı olmadıgı, Cumhuriyet döneminde ise gelismekte olan Türk ekonomisine gerekli katkıyı saglayamadıgı gibi saglanan imkânlardan da yeterince istifade edemedigi, ancak bu durumun ülke genelinde birçok bölge ve kesim için de söz konusu oldugu degerlendirilmektedir. 

ç. Egitim Sistemi 

Hemen söylemek gerekir ki, egitim, insanların ve yıgınların, düsüncelerini ta köklerinden alıp degistirebilecek olan unsurların basında gelmektedir. Bugün ekilen ve yarın toplanacak olan fikir ve inançları anlayabilmek için, zemini yani tarlayı iyi incelemek gerekir. Bir ülkede gençlige verilen egitim imkânı, bu memleketin yarın ne olacagı hakkında genis fikirler ortaya koyabilecek niteliktedir. 

Toplumların huzuru, egitimin her bakımdan bilimsel olmasına baglıdır. 
Dolayısıyla egitim ne kadar yeterli ve ne kadar yol gösterici olursa, fertler o 
kadar mükemmel ve faydalı, ne kadar yetersiz ve olumsuz ise, o derece ilkel ve 
zararlı olur. Ailenin, okulun, kurumların ve medyanın görevi, insana müspet 
karakter kazandırarak, onu, topluma hizmet için etkileyip yönlendirmek, devletin görevi ise, bu egitimi mümkün kılmak ve denetlemektir. Sunu göz ardı etmemek gerekir ki; yıkıcı unsurların önemle üzerinde durdukları ve öncelikle yararlanmak istedikleri yerler egitim kurumlarıdır.57 

Mustafa Aksoy’un, terör nedeniyle Dogu ve Güneydogu Anadolu’dan 
batıya göç eden insanlar üzerinde yapmıs oldugu anketinde ortaya koydugu 
üzere, bir genelleme yaparak yöre insanının egitim seviyesinin oldukça düsük 
oldugunu söyleyebiliriz. Bu insanlardan üniversite tahsilli olanların sayısı %0.2, 
lise tahsilli olanların sayısı %0.3, ortaokul tahsilli olanların sayısı %2.5’lere 
kadar inerken, ilkokul tahsilli olanların oranı % 35.3’e, okuryazar olmayanların 
oranı ise % 50.8’lere çıkmaktadır.58 

Bölgede yasayan insanlar Türkiye’nin ve dünyanın degisen kosullarına 
ayak uyduramamıslar ve sürekli kapalı bir toplum içerisinde kalmıslardır. 
Egitimin verilememesinden ziyade algılanamaması, bölgenin batıdan gelen 
Türk, dogudan gelen Fars ( ran) ve güneyden gelen Arap (Irak) kültüründen 
etkilenmeye açık olması, arazi ve yılın büyük bir bölümünde etkili olan kötü 
hava kosullarının egitim ve ögretim kosullarını olumsuz etkilemesine neden 
olmustur. Cumhuriyet dönemi verilerine göre 2000 yılına gelindiginde 
Türkiye’nin okuryazar oranı %85.6 iken, Sırnak’ta okuryazar oranı %46.25 
(erkeklerde %65.80, kadınlarda %23.92), Siirt’te okur yazar oranı %59.30 
(erkeklerde %77.17, kadınlarda %40.86)’dır.59 Bu konu bölgenin geçmisten beri süre gelen ortak sıkıntılarından birisini olusturmustur. 

Üniversite yıllarına kadar Tunceli’de Türk örf ve adetlerine göre yetisen 
ve bilâhare Tunceli Lisesini bitirerek 1973-1974 ders yılı döneminde Hacettepe 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi bölümüne kaydını yaptıran Sahin 
DÖNMEZ; “Bu üniversitede "Millî sorun: Kürt sorunu" adı altında bazı yeni 
konuların tartısmaya baslandıgını ve bir ulustan söz edildigini anlattılar. Ben 
Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilip edilemeyecegi konusuna yabancı idim. Türk 
kültürü ile yetismis ailemden böyle bir terbiye almıs oldugumdan, önce Kürtlerin 
bir ulus olarak varlıgını kabul edemedim. Ancak daha sonra benimsedigim 
Marksist düsüncenin etkisi ile Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilmesi gerektigi 
görüsünü kabul ettim. Zaten birçok arkadasım benim gibi önce Komünizmi 
benimsedi ve sonra Kürt meselesini kabul etti. Bu strateji PKK’nın en büyük 
silahıdır. PKK bünyesine alınan insanların beyinlerine Marksizm ısıgında tarihi 
gerçekler saptırılarak Kürtçülük sırınga edilir.”60 demektedir. 

PKK terör örgütünün Tunceli sorumlusu Yıldırım Merkit de sunları ifade 
etmektedir; “12 Eylül öncesi Türkiye genelinde oldugu gibi Tunceli’de de 
okullarda verilen egitim, gençligi gelecege hazırlamaktan çok uzaktı. Derslerin 
çogu ezbercilige dayanmakta idi. En önemlisi derslerden önce ögrencilere 
Marksist felsefe ögretilmekte idi. Liseden mezun olan ögrenci harita üzerinde 
Türkiye’nin bir akarsuyunu bile gösteremiyordu. Kısacası Tunceli lisesi o 
zamanlar bir egitim kurumu degil, Marksist felsefeye hizmet eden, komünist ve 
bölücü örgütlere militan yetistiren bir enstitü hâline gelmisti. Diger orta dereceli 
okullar, hatta ilkokullar bile Tunceli lisesinden farksızdı. Ögretmenlerin büyük bir kısmı çocuklara alfabeden önce, baglı oldugu örgütün sloganlarını ögretmekte idi. Bir toplumun kalkınması için mutlaka kavranılması gereken dersler, "burjuva kültürü burjuvaya hizmet eder" gibi gülünç iddialarla ögrencilere verilmekte idi. 

Bu anlayısa karsı çıkan ve sayısı çok az olan ögretmenler de fasist olarak 
nitelendirilerek ve dövülerek uzaklastırılırdılar.”61 

İnsan yasamında egitimin yeri, tartısılmaz bir öneme sahiptir. Toplumlar 
egitim sayesinde gelecegi yakalayabilmektedirler. Egitime yapılan yatırım uzun 
vadede kendisini olumlu olarak hissettirmektedir. Egitimsizlik ise cahillik 
demektir. Cahil insanlar baskaları tarafından kullanılmaya, basın veya diger 
vasıtalarla yapılan propagandalara karsı daha hassastırlar. Onları kullanmak ve 
yönlendirmek daha basittir. Bölgede faaliyet gösteren PKK terör örgütü bu 
konuyu da çok iyi tespit ederek kendi lehine kullanmıstır. Bu amaçla eylemlerini 
öncelikli olarak ögretmenlere ve okullara yöneltmis, ögretmenleri katletmis ve 
okulları yakmıstır. Bu sayede çocukları daglara çekebilmek daha kolay 
olmustur. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder