8 Kasım 2017 Çarşamba

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 6


YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE  BÖLÜM 6


- TINAZ TİTİZ (Oturum Başkanı)

Çok teşekkür ederim Sayın Bayer. Efendim konuşmacılarımızı dinledik. Hepsine teşekkür ederiz. Hepsi Türkiye'nin bu konuda söz söyleme ehliyeti olan insanları, her tarafıyla bize bir resmi gösterdiler. Şimdi sizlere geçmeden önce, bende müsaade ederseniz bir iki ufak noktaya değinmek istiyorum Bu konuda yazılar vardır. Onlardan bir tanesinin başlığı "Çete anatomisini iyi anlamalıyız" diye. Son paragrafını müsaade ederseniz okuyayım. Ondan sonra bir kaç hatırlatma yapmak istiyorum.Bir çetenin oluşabileceği alanlar toplumun onayına tabidir. Toplum onayından geçmemiş bir alanda ne denli gözü kara olursa olsun, hiç kimse çete kuramaz. Kurmasına kurar ama, bir kaç günde dağılır gider. Yani, uzun ömürlü olmaz. Toplum bir çetenin var olup olmamasına benimsediği değerlerle onay verir ya da vermez. Nasıl ki bir evde üreyen böcekler, böceklerin arzusu yoluyla değil de o ev sahibinin pasaklılığı yoluyla oluşuyorsa, çetelerde toplumun çeşitli değerlerinin yarattığı iklim içinde var olabilir ya da olamazlar. Eğer bir çete var ise orada bazı değerlerde sorunlar var demektir. Değerleri bozulmamış bir yerde kimse çete kuramaz. Buna çete kurmanın altın kuralı denilebilir. Türkiye'nin en büyük dört üniversitesinden birini, içinde, yaklaşık yüz kişini görev yaptığı saray yavrusu rektörlük binasındaki tuvalet, yalnızca 
rektör tarafından kullanılabiliyor. Burada bilgi toplumuyla ilgili olarak yapılan bir toplantıya çağrılan davetlilere ise yanındaki bir binanın tuvaleti gösteriliyor. 
Orada da kapının üzerinde şunlar yazıyor; "sular akmadığından dolayı tuvalet kapalıdır." Bu basit görünüşlü olayın çetelerle ilişkisi ilk başta görülemeyebilir. 
Ama çok ilişkilidir. Her sorunun tek nedeni olarak, okul eğitiminin yetersizliğini görüp kaynaklarını bu yolda mobilize etmiş olan ülkemizde, bu basit olay çok 
değerli bir yol göstericidir. İnsanlarımızı okutup hepsini birer profesör yapsak, 59 üniversitemizi kurduğumuz illerimizin her birini birer İstanbul yapsak, sonuçta 
varacağımız yer, tuvaletin ve suyun önemini anlamamış ama beklentileri, iddiaları, tafraları, ihtirasları artmış bir sürü yardımcı çete üyesi oluşturmaktan ileri değildir. 

Çetelerin yok edilmesi, temizlenmesi gibi isteklerimizi gözden geçirmeli, hangi çetelerin üyeleri olduğumuzu keşfetmeye ondan sonra, gerçek mücadele yöntemlerini bulmaya çalışmalıyız. Bir ara 1998'de böyle bir şey yapmıştım. Efendim Discovery kanalı zannediyorum ki; gerçekten hepinizde etkiler yapıyor. Orada her gün belki onlarca, yüzlerce tür bitki ve hayvan görüyoruz. Bir kısmının nasıl olduğunu dahi anlamıyoruz. Yani gözleri, kulakları, oraları, buraları, hiç bizim anlayacağımız gibi değil. Ama bütün bunlann altında, ekoloji dediğimiz bir şey yatıyor. Yani bütün o yaratıkların hepsi uygun bir ekoloji varsa ortaya çıkıyor. Uygun ekoloji yoksa yok oluyor. Şimdi bu aynen yolsuzluklar veya hırsızlıklar ekoloji içinde doğar. Burada adlarını deminden beri saydığımız ve daha saymaya kalksak herhalde bunu gibi yüz tane panelin yetmeyeceği yolsuzluk ve hırsızlıklar bu insanlar var diye olmuyor. Onlar bir ekoloji dolayısıyla var olup tuhaf tuhaf tipler altında ortaya çıkıyorlar. Şimdi Türkiye toplumunun sorun çözme geleneğinde şöyle bir yaklaşım var; bir şeyin dışa vurumlarıyla, manifestas-yonlarıyla onun nedenleri aynı sayıyor ve ne kadar çok manifestasyon varsa, ne kadar çok dışavurumu varsa bunları sayarak bu sorunu çözdüğünü, analiz ettiğini düşünüyor, Türk toplumu. 

Buna çok dikkat etmeliyiz. Nedenleri de ortaya çıkanları birbiriyle karıştırmamak gerekiyor. Sadece nedenler değil, o nedenlerin arasındaki ilişkilerde çok önemli. 
1994-95 yılında yaptığımız bir çalışma var, rüşvetle ilgili. Hem Türkçe hem İngilizce olarak yayınlandı. Rüşvet dediğimiz olaya yol açan nedenleri şurada on dakika uğraşsak hepimiz sıralayabiliriz. Ama bu nedenler arasındaki ilişkileri ortaya koyup da kim kimi ne kadar etkiliyor ve sonuçta da rüşveti nasıl etkiliyor diye ortaya çıktığımızda, işte o zaman hiç konuşmadığımız nedenler ortaya çıkmaya başlıyor. Bakın burada değerler sisteminden bahsettim. Ahlakın çok önemli rolü üstünde hepimiz konuştuk. Hukuk ve ahlakı aynı kefeye koymak lazım belki. Onlardan bir tanesi de bütün toplumlara binlerce yıl yönvermiş olan din kurumudur. 

Ama Türkiye'de din kurumu diye bir şey yoktur. Türkiye'de din kurumu siyasetin emrindedir, bir siyasi enstrüman olmuştur. Dolayısıyla bütün bunlar yoktur derken neyin olduğunu, neyin başkasının yerine geçtiğini, neyin işlevini kaybettiğini görmemiz etmemiz lazım. Bu nedenler arası ilişkiler durup dururken oturduğumuz yerde anlaşılabilecek bir iş değil. Bugün en basit konuları birer meslek dalı, birer mühendislik dalı, birer disiplin haline getirmişiz. Şimdi şurada görüyoruz ki, son derece karmaşık ilişkileri içeren bir tabloyla karşı karşıyayız ve bu tablo statik de değil. Her geçen gün şekil değiştiriyor. İçinde bulunan aktörleri de ortaya çıkan resme göre tavır alıyor ve bunu saptırıcı, ortadan kaldırıcı, başka yönlere bakmamızı sağlayıcı bir dinamizm öğesi de var içinde. Böyle bir problemi çözmek herhangi bir konuda özel bir bilgi, beceri dalı geliştirmeksizin hangi babayiğit in harcıdır? Bunu bana söyleyebilecek kimse var mıdır? Öyle bir kimya laboratuvarı düşünün ki orada çalışanlar kimya bilimiyle herhangi bir iliş¬kileri yok. Maddelerin nasıl birleştiğini, nasıl ayrıştığını, hangi yapı taşlarından oluştuğu konusunda bir merakları da yok ama ısrarla kimyagerlik mesleğini sürdürmeye çalışıyorlar. Türkiye'de ben buna "sorunlar kimyası" adını veriyorum. Sorunlar konusunda analizler ve bunlara ait çözümler üretebilmemiz için önce bu sorunlar kimyasını iyi öğrenmemiz gerekiyor. Yolsuzluklar hiyerarşisi dediğimiz şey tamamen bu kimya ile ilgili. Keşke mümkün olsaydı da Türkiye'de bütün bu hırsızlıkları, yolsuzlukları yapanlar sadece belirli insanlar olsaydı. Onları bir biçimde teşhis edip yok ederdik. 
Böylelikle de bu işler biterdi. Ama yolsuzlukların bir hiyerarşisi var. En tepesinde en büyük paraları çalanlar, uzun dönemli en büyük zararları verenler var. 
Ama bu hiyerarşinin altına doğru indiğinizde hele bizim gündelik yerlerde yaptığımız basit kural ihlalleri var. Bir toplantı salonunda telefonların çalması 
dahi bu kurallara dahildir. Bu çok masum görülebilir ama, onun üstüne uçakta telefon kullanmak binebilir. Onun üstüne trafikte hız sınırının üstünde kullanmak 
gelebilir. Onun üstünde alkollü araç kullanmak gelebilir. Onun üstünü üç sene çalışmaması gereken yerde çalışmak gelebilir. Onun üstüne gizlememesi gereken bilgiyi gizlemek gelebilir. Bunlar kademe kademe giderler. Şu bir altın kural olarak bilinmelidir ki hiç bir yolsuzluk, hiçbir eğrilik daha onun altındaki basit bir eğrilik tabanı olmaksızın ayakta duramaz. İşte çete kurmanın altın kuralı deminkiydi. Belki yolsuzlukların altın kuralı da her yolsuzluk daha basit bir başka yolsuzluğun eğriliği üstünde yer alabilir. Hepimiz kendimize dönerek, "ben hangi eğriliklerle benim üstümdeki daha büyük eğriliklere taban inşa ediyorum" diye kendimize sormamızda yarar var. Sonuç şudur; yakınma yoluyla tepkilerimizi dile getirme alışkanlığı zannediyorum ki, yolsuzlukların gerçek nedenlerinin ortaya çıkarılmasının karşısındaki en büyük engeldir. Onun için bu yakınma işini bırakarak son derece serin kanlı olarak, bu işlere gerçekten bir kimyaya bakar gibi, bir yolsuzluklar kimyasına bakar gibi bakmayı görmemiz gerekiyor. İkincisi de düşünce sistemimizin zaafiyetlerini keşfetmek zorundayız. Bunu bugüne kadar keşfetmedik. Düşünce sistemimiz zayıf, içine virüsler karışmış. Bakınız trafikte emniyet şeridinde araç kullanan birisini durduruyorsunuz, beyefendi veya hanımefendi birisine "burada niçin 
kullanıyorsunuz" diyorsunuz, bakıyor "evet haklısınız, burada kullanılmaz" diyor. Ama diyor bakın başkaları da kullanıyor. Dolayısıyla bende kullanıyorum. 
Bu düşünce sisteminin içine karışmış olan bir virüstür. 

Bu virüs dolayısıyla ürettiği bütün düşünceler bununla enfekte haldedir. Dolayısıyla eğer düşünce sistemimizin içinde bu tip enfeksiyonlar varsa bunları keşfetmemiz ve yok etmemiz lazım. İkincisi nasıl insanların bir bağışıklık sistemi var hastalıklardan koruyorlarsa toplumunda bağışıklık sistemi var. Ona da sorun çözme kabiliyeti diyoruz. Şunu yüksek sesle itiraf etmemiz lazım; bu işin kabadayılıkla filan bir ilgisi yok. Türk toplumunun sorun çözme kabiliyeti zayıftır, dumura uğramıştır. İşte kanser nasıl ki bağışıklık sistemi çökmüş olan organizmalarda ürüyorsa yolsuzluk, hırsızlık, eğriliklerde böylece toplumsal sorun çözme kabiliyeti düşük olan bir ekoloji içinde ürüyor. Önce biz bunu keşfedip bunun nerelerden kaynaklandığına bağırıp çağırmadan çok serin kanlılıkla bakmamız lazım. Hiçbir mimar çizdiği planları bağırarak yapmıyor. Hiçbir kimyager laboratuvarında yaptığı analizleri bağırarak, çağırarak yapmıyor. Biz bu işleri hakikaten bir denklem çözer gibi, çok bilinmeyenli 
ve dinamik bir denklemi çözer gibi, bununla ilgili geliştirdiğimiz bu sorun kimyası disiplininin kurallarına uygun biçimde ve çete kurmanın ve yolsuzlukların altın 
kurallarına uyacak biçimde bakmak zorundayız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder